KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum. Doğrusu bir seçim ittifakı üzerine, Seçim Yasası'nda yapılacak değişiklikleri konuşmaya başlıyoruz, başladık ama şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda Muş Milletvekilimiz Sayın Ahmet Yıldırım ve Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın İbrahim Ayhan'ın vekilliği düşürülüyor.

Biz bir yandan halk iradesini, seçim güvenliğini, seçim yöntemlerini, halkın demokratik işleyişe daha fazla katılmasını değerlendirirken maalesef yargı kararlarıyla milletvekillerimize sınır tanımadan, hiçbir hukuk kuralına uymadan, tümüyle subjektif siyasi gerekçelerle yargılamalarda ceza verilmeye devam ediliyor ve bu cezalar neticesinde milletvekilliklerimiz düşürülüyor. Bugün itibarıyla 9 milletvekilimizin vekilliği düşürülmüş olacak. 9 milletvekilinden söz ediyorum. Bu, basit bir rakam değil. Bu, milyonlarca halkın iradesinin tümüyle Parlamentodan silinmesi anlamına geliyor. Çünkü milletvekili orada kendi şahsını değil, hatta kendisine oy veren yurttaşları da değil 80 milyon yurttaşı temsil ediyor ve bir örnek vereyim Ahmet Yıldırım'ın dosyasıyla ilgili: Ahmet Yıldırım, Cumhurbaşkanına hakaretten bir yıl üç ay ceza aldı ve kendisinin söylediği söylenen sözlerin aynısı birçok yerel mahkemede beraatla sonuçlandı ya da en kötü olasılıkla üç ay beş ay gibi cezalarla ertelendi fakat HDP'li milletvekili olunca mutlaka milletvekilliğinin düşürülmesinin üst sınırında ceza vermeyi ve bu cezanın da ertelenmemesi, ertelenmeyi bir tarafa bırakalım, paraya da çevrilmemesi suretiyle milletvekilliğinin düşürülmesi hedefleniyor. Burada "Yargı tarafsız ve bağımsız değildir." derken tam da bunu söylüyoruz. Yargı, Hükûmetin, Cumhurbaşkanlığının, bakanların, tek tek iktidar partisi üyelerinin HDP'ye yönelik ötekileştirici, kriminalize edici, dışlayıcı, terörize edici, suçlayıcı beyanları yargı üzerinde en temel baskıyı ve talimatı oluşturuyor. Diğer milletvekilimiz attığı bir "tweet" sebebiyle o da bir yıl üç ay ceza almıştı.

Şimdi, böyle bir ortamda biz "Halk iradesi daha fazla nasıl yansısın, nasıl daha fazla bunları tartışalım?" konuşmalarını yapacağız. Doğrusu, biz Halkların Demokratik Partisi olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Türkiye'nin cumhuriyetten bugüne kadar olan tarihinde hiçbir iktidar partisi döneminde halk iradesinin bu kadar ayaklar altına alınmadığını, bu kadar pespaye hâle getirilmediğini, halkın bu kadar gözden çıkarılmadığını önemle ifade etmek istiyoruz. Darbe dönemlerini bile aratan bir iklimde yaşıyoruz. Şu anda HDP'nin 9 milletvekili hapishanede, 9 milletvekilinin milletvekilliği düşürüldü ve biz kalan milletvekilleriyle hâlâ Parlamentoda ve bu sıralarda demokrasi, hak ve özgürlükler, demokratik siyaset mücadelesi yürütüyoruz. Bunun değerini bugün anlamıyor olabilir birileri ama emin olun, şu anda en fazla Türkiye'nin birliği, Türkiye'nin dirliği, Türkiye'nin birlikte yaşamı, Türkiye'de hak ve özgürlük standardının çıtası ve Türkiye'nin geleceğini düşünen parti olduğumuzu yarın öbür gün siz de kabul edeceksiniz. Buna yürekten inanıyoruz çünkü biz neyi savunduğumuzun farkındayız. Söylediklerimiz ezberleri bozabilir, herkesin koro hâlinde söylediği sözlerin aksi olabilir ama biz radikal demokrasiye inanan ve demokrasinin bütün kurum ve kurullarıyla işlemesi gerektiğine inanan bir parti olarak demokratik siyaset mücadelesi yürütüyoruz. Tam da şiddet dışı yöntemlerle, Türkiye'deki Kürt problemi olsun, Alevi problemi olsun, kadın-erkek eşitliği problemi olsun, halk temsiliyeti, adil temsil olsun, bu konularda çalışma yapıyoruz. Ben, bu milletvekilliklerinin düşürülmesini kınıyorum. Onlar burada düşürülmüş olabilir, şu anda Genel Kurul salonuna belki -belki değil, kesin- giremeyecekler ama Ahmet Yıldırım da İbrahim Ayhan da -bizim grup başkan vekilimiz aynı zamanda Ahmet Yıldırım- Türkiye'de ve kendi illerinde tabii ki milletvekilidirler. Çünkü halk onlara kendi iradeleri doğrultusunda oy vermiştir, onları Parlamentoya göndermiştir ve bugün Parlamentoda yargının taraflı, sübjektif, hukuk dışı, gayriadil, tümüyle yanlı bir kararıyla onlara ceza verilmesini tarih tabii ki değerlendirecektir. Ve tabii ki bu kararlar dönecek, Anayasa Mahkemesinden dönmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden dönecek ama ne olacak? Bu süre zarfında milletvekillerimiz Parlamentoda, halkı adına, Türkiye adına, en azından Genel Kurul çalışmalarına katılamayacak.

Bu gidişin gidişat olmadığını, bununla ne özgürlüklerin ne Türkiye'nin ekonomik kalkınmasının ne dış politikasının ne iç politikasının başarıya ulaşacağını, bunun çok büyük bir problem olduğunu ve daha büyük bir problemimiz olmadığını söylemek istiyorum. Parlamenterlerin Parlamentoda vekilliği hakaretten ve "tweet"ten düşürülüyorsa artık o ülkede Parlamentonun, yasama organının vasfını, çalışmasını, yasa yapma yetkisini, demokrasiye hizmet ettiğini falan kimse anlatmasın. Parlamentonun hiçbir etkisi kalmamıştır.

Doğrusu, bu konuda söylediğimiz sözlerin ne kadar önemi var, ne kadar etkili oluyor emin değiliz ama biz damdan düşenler olarak bu acıyı biliyoruz, bu acıyı yaşıyoruz. Sizler de geçmişte damdan düşmüştünüz, mağdurdunuz iktidar partisi olarak ve mağdur olarak bu ülkede bir dönem "ilerleme" adı altında gerçekten bazı adımlar da atıldı ama şimdi mağdur değil, zalim oldunuz ve size yapılanların çok daha fazlasını şu anda başkasına yapıyorsunuz. Sizin dikkatinizi bu noktaya çekiyorum, mağdurluktan zalimliğe terfi edilmez. Bu bir terfi değildir, bu tersine bir terfidir ve bunu durdurmanızı bekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; konumuza gelecek olursak, hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Şu anda önümüzdeki yasa tasarısının da aslında tam da demin anlattıklarımla doğrudan bağlantısı var. Her şey usul, her şey şekil, her şey böyle dostlar alışverişte görsün, Anayasa Komisyonu toplandı, işte bu ittifak yasa tasarısını değerlendireceğiz. Bizim oy çoğunluğumuz var mı? Hayır, yok. İki muhalefet sanırım burada itiraz edeceğiz. İttifak partilerinin oy çoğunluğu var. Ne dersek diyelim, tamam, tarihe not düşeceğiz, burada itirazlarımızı yapacağız ama bu kanun geçecek ve bu kanun sonucunda halk iradesi daha fazla yok edilecek, demokrasiden daha çok uzaklaşacağız ve Türkiye karanlığa doğru daha hızlı adımlarla ilerlemiş olacak; bunu ilk başta söyleyeyim.

Nedir bu metin şu anda, niye bizim önceliğimiz? Çünkü bu, şu anda duyulan korkunun, seçimlerde, 2019 seçimlerinde -ya da daha öncesinde yapılacak olursa- bir tarafın, iktidar partisinin "Tek başıma yüzde 51'i alamam." korkusunun, ittifak edilen muhalefet partisinin de "Yüzde 10'u geçemem." korkusunun birleşmesidir. Bu iki kaygı ve korku bu ittifak metnini doğurmuştur. Önümüzde böyle bir ittifak metni var. Baştan sona aslında bu korkuyu satırlarda, teklifin en ince kılcal damarlarında bile görebiliriz. Yani alt komisyona giderse -bizim de önerimiz o yönde- hepsini şüphesiz orada da ifade edeceğiz, halktan ancak bu kadar korkulabilir, halk iradesinden daha fazla korkulamaz gerçekten. Bu metinde bunu görüyoruz.

Aslında seçimlerde hilelerin yasallaştırılması metnidir bu. "Hileler yapılabilir ama bu metinle biz güvenceye alıyoruz." diyor. Nasıl? Yani bunu söyleyeceğim şimdi.

Ne vardı? Dokunulmazlıkların kaldırılması. Hatırlarsınız, bu salonda... Bu salona ilişkin hiç iyi anılarımız yok. Bu salondan çıkan kararlarla bugün 9 milletvekilinin milletvekilliği düşürüldü ve yarın ne olacağını da bilmiyoruz. 16 Nisan referandumu da devamıydı. Sonra İç Tüzük değişikliği... 16 Nisanda demokrasiden uzaklaşan, İç Tüzük değişikliğiyle Parlamentoda söz haklarını ve muhalefetin etkisini budayan bir süreçle ilerledik, şimdi de seçim ittifakı geldi önümüze.

Peki, bu furya nedir gerçekten? En başta hedeflenenlerden birinin, hedef kitlenin ve kurumun parti olarak biz olduğumuzu biliyoruz; bu çok açık. Düşürmelerle, cezalandırmalarla, hapishanelere atılmasıyla, 10 bin üye ve yöneticisinin tutuklanmasıyla HDP yüzde 10'un altına düşmüyor; yüzde 12 oluyor, 13 oluyor, 11 oluyor, HDP bir şekilde sadece oylarını korumuyor, oylarını artırıyor. Bütün bunlar, HDP'nin işte o çıtanın altına düşürülmesi ve temsil edilmesinin önlenmesi, ekarte edilmesi. Neden? Çünkü biz halkız, halkı temsil ediyoruz; hep söylüyoruz, biz halk ne düşünüyorsa, nasıl geleceğini öngörüyorsa, bu konuda onları temsil etmeye çalışıyoruz.

Seçim ittifakı ve hileler konusunda söyleyecek çok şey var. Tarihî benzerlerinde olduğu gibi yine millî birlik, beraberlik anlatılıyor. Yani bu "millî birlik" nedir? Bizim 7 milyon, aileleriyle beraber 20 milyon yurttaşımızın bu millî birlik içinde yeri nedir gerçekten? Biz bu ülkenin yurttaşıyız, burada doğduk, burada büyüdük, burada okuduk, burada üniversiteye gittik, burada Parlamentoya geldik. Biz Türkiye yurttaşları olarak demek ki bu birlik içinde değilmişiz yani buradan bu anlaşılıyor. Onlarca değişiklik var önümüzde. Yüzde 10 barajı ya! Yüzde 10 barajına dokunmayan bir seçim yasası değişikliğinin iyi niyetinden kim söz edebilir? Şimdi iktidar partisi diyecek ki: "Ama onu Kenan Evren getirdi." Doğru, doğru, onu Kenan Evren getirdi ama siz de Kenan Evren'in arkasında kapı gibi duruyorsunuz, Kenan Evren'in iradesini sahipleniyorsunuz. Siz değiştirebilirsiniz. İstediğiniz her yasayı değiştiriyorsunuz ama yüzde 10 barajında sanki diğer değişiklikleri Kenan Evren getirmemiş gibi garip bir gerekçeyle -başka gerekçe bulamamanızı anlıyorum tabii- kamuoyuna açıklama yapıyorsunuz. Peki, demokratik reforma ihtiyacımız yok mu? Yani hiçbir değişecek madde yok mu bu seçim yasasında? Geliyoruz buraya takılıp kalıyoruz.

Anket şirketleri tabii ki bu işin arkasında yer alıyor. Anket şirketleri de ne yapacağını karıştırdı çünkü halk, Türkiye'de bütün anketlerde de görüldüğü üzere, bu korkuyu besleyen sonuçlar ortaya çıkarıyor. Halkın kafası karışık, halk tereddütlü, halk kaygılı. Halkın derdi ittifak değil; halkın derdi ekmek, aş, iş, yoksulluk, işsizlik, iş cinayeti, kadın cinayeti. 4 yaşındaki çocuklar cinsel istismara uğruyor. Ben geçenlerde bir taksiye bindim, taksi şoförü bana şunu dedi, dehşete düştüm: "Benim 7 yaşında bir kızım var. Biliyor musunuz, biz annesiyle nöbetleşe onunla sokakta duruyoruz oyun oynarken." "Neden?" dedim. "E, devran kötü olmuş, çocuğuma ne olacağını bilmiyorum ki." dedi. Şimdi insanlar bu psikolojideyken biz gelmişiz, ittifak yasasını tartışıyoruz.

Şimdi, burada, bu düzenlemelerde ne var? Kürt illerinde, Mardin'de, Diyarbakır'da, Urfa'da ve diğer illerde bölgede, sandıklar birleştirilebilirmiş, taşınabilirmiş. Bu konuda bizim hafızamız, görgümüz o kadar canlı ki. Korucuların silah zoruyla, askerlerin, sandık kurulu başkanlarının bile dövdüğü, darbettiği, vatandaşın özgürce oy kullanamadığı bir coğrafyadan söz ediyorum. Şimdi bu yasal hâle getiriliyor ve sandık taşıma ve birleştirme şimdi yasallaşıyor.

Şimdi "mühürsüz" meselesi -bu kamuoyunda çok tartışıldı- aynen mahkeme kararlarına itiraz edilebileceği yönünde bir KHK düzenlemesi gibi oldu. Biz, Genel Kurulda bas bas bağırdık, milletvekili arkadaşlar hatırlarlar: "Arkadaşlar, mahkeme kararlarına itiraz edilemez. Ceza Muhakemesi Kanunu açık düzenlemiş, hâkim kararına itiraz edilebilir ama mahkeme kararına itiraz edilemez." dedik. Mahkeme kararına itirazla şu anda İdris Baluken ve Ferhat Encu cezaevinde, usul itirazımız kabul edilmedi ama kanun hükmünde kararnameyle bir düzenleme getirildi "Mahkeme kararlarına itiraz edilebilir." diye. El insaf! Mademki yeni getirdiniz itirazı, o zaman daha önceki itirazlar nasıl kabul edilir? O, keenlemyekündür, mutlak butlanla yoktur. Siz, o tutuklama kararıyla milletvekilini içeride tutuyorsunuz. IŞİD'ciler "Mahkeme kararına itiraz edilemez." diye serbest bırakıldı ama HDP milletvekilleri İdris Baluken ve Ferhat Encu itirazla tutuklandı ve aynen cezaevinde. Niye bunu anlattım? Mühürsüz oylar da bununla aynı. YSK, 16 Nisanda mühürsüz oyların geçerli kabul edilebileceğine dair karar verdi, şimdi mühürsüz oyların geçerli olacağına dair bir düzenleme koyuyorsunuz önümüze. O zaman, hangisi doğru? Biz bunu kabul edeceksek iktidar partisi ve ittifak ettiği parti şunu kabul etmiş oluyor: "16 Nisanda mühürsüz oylar aslında geçerli değildi, şimdi ben geçerli kılıyorum. O zaman usulen yaptım, fiilen yaptım, yaşama geçirdim ama şimdi -tıpkı itirazda olduğu gibi- ben bunu yasal dayanağa kavuşturuyorum." diyor.

Kaç kanunda değişiklik yapıyor, ne getiriyor, kısaca söyleyeyim: 26 madde, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Siyasi Partiler Kanunu, Mahallî İdareler Kanunu ve Milletvekili Seçimi Kanunu değiştiriliyor, bu 4 kanun üzerinde değişiklikler var. Ayrıntıları teklif sahipleri, imzacılar ifade ettiler, onlara girmeyeyim, zaten hepimiz dinledik ve artık bunu çok iyi biliyoruz. Birincisi, aynı binada bulunan dairelerdeki haneler farklı sandıklara dağıtılabilecek. Yani burada hem seçmenlerin hane bütünlüklerinin korunması hem aynı seçim bölgelerinde kalması koşuluyla farklı sandık bölgelerine kaydedilmelerine ilişkin madde açıkça Anayasa'da yer alan seçimin serbestliği ve gizli oy ilkesini sağlamak gerekçesine dayandırılıyor. Her bir sandıktaki seçmen sayısını -köy ve kasabalarda 150, kentlerde 200 olmasını- düzenleyen yasa hükmü de kaldırılıyor. Burada, sandıklarda oy kullanma yetkisi yani seçmen sayısını belirleme yetkisi Yüksek Seçim Kuruluna veriliyor. Buna inandık mı? Biz inanmıyoruz. Bu durum açıkça AKP'nin de on beş yıldır iktidarda olduğu dönemdeki gibi seçimlerin serbestliği ve gizli oy ilkesine göre yapıldı mı bugüne kadar? Bu yaşama geçerse seçmenin oy kullandığı seçmen listesi üzerinden denetim yapması engellenir. Bu durumda, diğer yandan "seçmen kaydırma" olarak bilinen seçim hileleri de olabilir. Hepimiz oy kullandık burada. Gidiyoruz bir okula, o okulda bizim mahallemiz değilse binamız, birkaç bina... Aynı zamanda bir denetimdir bu. Komşum, akrabam, eşim, çocuğum her neyse burada bunlar dağıtılıyor. Garip bir mantık. Yani bu nasıl bir arka plana ve kurguya dayanıyor, bunu anlamak hiç zor değil. Burada, açıkçası, başka hilelere... Dağıtılarak hem denetime hem o ortaklığa... Yani aynı yerde oy kullanmayı etkilemeye, birbiriyle konuşmayı bile engelleyen bir yöntem söz konusu. Burada, seçmen denetim de yapamayacak. "Benim komşum geldi mi? Onu arayayım, gelsin, oyunu kullansın. Hasta, yaşlı bir teyzem vardı, acaba oy kullandı mı?" Benzeri birçok şeyi aslında teknik olarak engelliyor.

İkinci nokta: Vali veya il seçim kurulunun talebiyle YSK'ya sandık bölgelerinin birleştirilmesi, taşınması ve karma seçmen listelerinin hazırlanması yetkileri veriliyor. Ayrıca, hasta ve engelli bireyler için seyyar sandık kurulacak. Bir kere, seçimler anayasal olarak siyasi partiler tarafından yüksek yargı organının denetimi altında yapılıyor. Mülki idare amirinin ne işi var orada, valinin ne işi var? Seçim hukuku bunu kesinlikle öngörmüyor. Vali seçim süreçlerine doğrudan müdahil olacak, müdahil oluyor. Valilerin kim olduğunu biliyoruz. İktidar partisinin gerçekten il başkanı gibi çalışıyorlar, bence il başkanından daha iyi çalışıyorlar. Yani bunu yerelde deneyimledim, hepimiz milletvekiliyiz. İktidar partisinin il başkanları eminim valiler kadar canhıraş bir şekilde çalışmıyorlar, bu kadar kendilerini telef etmiyorlar çünkü başka beklentileri var hani "İyi geçineyim, aman kötü olmayayım." ama valilerin öyle bir derdi yok. Bir memur doğrudan seçim sürecine müdahil olacak. Burada tarafsızlık yok ediliyor. İktidar partisi seçimlerin yürütülmesine ilişkin durumda seçim kurulunun ve yüksek yargı organının denetimini zayıflatıyor, ortadan kaldırıyor. Bu, aynı zamanda, bizim güçlü olduğumuz illere dönük bir düzenlemedir. Valiler durup dururken -diyelim 8 Mart var bir hafta sonra- durumdan vazife çıkarıp "Ben toplantıyı, gösteriyi bir ay yasakladım." diyor. Neye dayandın? Kadınlar Günü'nü niye Diyarbakır, Mardin, Siirt; İstanbul, Ankara, İzmir gibi kutlamasın? Hayır. Özel bir düzenlemeyle oralar engelleniyor. İşte bu tam da buna tekabül ediyor.

Bir de seçmenin oyunu yerinde, güven içinde kullanmasını sağlamak seçim kurullarının tabii görevidir. Sandıkların taşınması, seçmenin sandığa erişimini güçleştiriyor ve aynı zamanda, çok sayıda kişinin oy kullanamaması sonucunu da doğuruyor. Seçmenler sandığa gidemese iradeleri sandığa yansıyamayacak, bu durumda "seçme ve seçilme hakkı" dediğimiz anayasal temel hak tümüyle ortadan kaldırılıyor.

Bir de şunu da hatırlatıyorum, Anayasa Komisyonu üyelerimizin çoğu biliyordur: Yüksek Seçim Kurulunun bu konuda, özellikle sandık birleştirme ve taşıma konusunda çok sayıda iptal kararı var, Yüksek Seçim Kurulunun bizzat var. Bildiğimiz kadarıyla -bizim de orada bir üyemiz var- aslında, Yüksek Seçim Kurulu buna sıcak bakmıyor fakat ittifak partilerinin, özellikle iktidar partisinin etkisi göz önüne alındığında demek ki buna karşı direnemiyor. Burada, valilere verilen yetkilerin sınırlarının belirli olmaması suiistimale açık uygulamalara sebebiyet verecek.

Diğer yandan, şu anki uygulamaya göre siyasi partiler sandık kurullarına sandık kurulu başkanlığı ve üyeliği için isim verebiliyordu, şimdi bunun önüne geçiliyor, sandık kurulu başkanlarının isimleri mülki amirlerce bildirilmiş kamu görevlileri arasından kurayla belirlenecek. Peki, bu kamu görevlileri kim olacak gerçekten? Tabii ki atanan memurlar olacak kamu görevlileri. Burada bir şey söylemeye gerek var mı?

Şu anda memur olabilmenin ön şartını, memur kalabilmenin şartlarını hepimiz biliyoruz. Yüz binlerce insan ihraç edildi, yüz binlerce, bir kısmı hapishanede. "İltisak" diye bir kavram çıktı, Türkçeyi bildiğimi sanıyordum, "iltisak" ve "istikşafı görüşmeler"i bu dönemde öğrendim. Ana dilim Kürtçe ama Türkçeyi de azıcık bildiğimi sanırdım. "İltisaklı" diyor ya! Ya, "iltisak" ne? Var mı bağı, üyesi mi, arkadaşı mı, dostu mu, kardeşi mi, mahkeme kararı mı var, disiplin cezası mı var? Hiçbir şey yok. Terör örgütüyle iltisaklı olmak...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bulaşmış olmak.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Bulaşmış olmak.

"Bulaşmış olmak" ne demek? Gerçekten, bununla binlerce, yüz binlerce insan ihraç edildi.

Memurlar sandık kurulu başkanı olacak. Tabii ki iktidar partisinin uygun gördüğü kişiler memur oluyor, onların uygun gördükleri de valiler tarafından sandık kurulu başkanı olacak. Tabii, burada çok ince bir detay da var. Sandık kurulu 7 kişiden oluşuyor. Zaten, sandık kurulu başkanı iktidar partisinden yana, üye memur, o da yana, bir iktidar partisinin temsilcisi, bir de MHP'nin temsilcisi, 7 kişi, dörtte 3; 4 kişi oy verecek, her türlü kararı verebilecekler, çoğunluk onlarda. Burada böyle de ince bir hesap yapılmış. Burada sandık kurulundan adil bir sonuç çıkması mümkün değil.

Başka bir bölüm: Sandık alanı vardı, hepimizin müşahit eğitimlçalışmalarımızda kullandığımız. Burada sandık artık bulunduğu odaya indirgeniyor, 100 metreydi eskiden yarıçaplı çevre alanı olarak, şimdi, burada, artık kolluk görevlileri o alana da girecek. Bu ciddi ve düşündürücü. Yani size internetten bakmanızı öneririm, sadece görüntülere. Diyarbakır ve Urfa'da Jandarma eşliğinde korucuların elinde silah var ve tehditle oy kullandırılıyor. Lütfen, internete bakın "Urfa ve Diyarbakır" diye yazın, o görüntülere ulaşın. Şimdi diyorlar ki: "Şikâyeti sadece sandık kurulu çağıramaz, üye de oradaki vatandaşı da çağırabilir." Ya tamam da yani zaten yeterince usulsüzlük var, bir de bununla, kolluk gücüyle vatandaş üzerinde ayrı bir basınç, ayrı bir baskı, ayrı bir irade sakatlanması hedefleniyor. Bu, gerçekten kabul edilemez bir şey. Bir de ihbarcılık yaygınlaştırılıyor. Yani ne olacak? AK PARTİ'li ya da MHP'li orada sürekli her sandıkta 2 kişi olur, her biri bir sandığa çağırır, bütün sandıklarda kolluk olur. Bu çok kolay yani çok kolay ve bu olacak, göreceğiz, seçimlerden sonra yaşarsak bunu birbirimize hatırlatacağız.

Diğeri bu hele çok trajikomik, mühürsüz, üzerinde leke, çizik, işaret falan olsa bile geçerli. İyi Vallahi. Yani nasıl bir şey bu ya? Seçim hukukunda en temel ilke mühürdür aslında, mutlaka mühre bakın, filigrana bakın. Şimdi mademki mühürsüz oylar geçerli kabul edilecek, o zaman niye mühür vuruluyor ki? Bütün oylar mühürsüz olsun sadece filigran aransın. "Sayı sınırı konulsun" diyeceğiz ama oradaki murat bu değil. Şimdi, mühürsüz oyun çizikle, bir de öyle bir işaret bulunan yani her türlü cumhur ittifakına gidecek oy, en ufak bir emare de olsa o oy ona gidiyor ama muhalefete hafif kaymışsa iptal edilecek. E, kurulun mahiyeti de ortada. Sayın Parsak gülümsüyor ama eminim bu ayrıntıları düşünmüşsünüz, çok iyi düşünmüşsünüz ama biz de tersten bakıyoruz, sizin baktığınız yerin tam tersinden bakıyoruz. Burada hukuksuzluğa bir kılıf uyduruluyor.

Gerçekten burada bir de şöyle bir şey var, bu düzenlemede: Partiler arasında, adaylar arasında eşit oran ve eşit hüküm esası da gözetilmiyor. Şimdi, partiler yazılacak... Bir kere her şeyi bir tarafa bırakalım cumhur ittifakı iki partiden, hemen göze çarpıyor zaten, ona verilecek, diğer partiler yan yana. E, ittifakın oyu hesaplanacak. İttifak oyu hesaplanıyor. Diyelim ki biz yüzde 13 aldık, ittifak yüzde 45 aldı. Adana'da o oylama sırasında MHP'nin ayrı, AKP'nin ayrı hesaplanmıyor ki, onlar otomatikman 1-0 galip başlıyor zaten. Çünkü toplam milletvekili çıkarmasında D'Hondt sistemine göre her zaman çok olan parti avantajlıdır. Şimdi, iki parti daha fazla alacağı için tabii ki avantajı elde ediyor. Şu anda basın mensuplarının çokça yaptığı bir simülasyon değerlendirmesi var, orada da görülüyor. Mesela CHP -ilk simülasyona göre- 12 milletvekili kaybediyormuş. Eminim biz de diğer partiler de kaybediyor.

Diğer tarafta şöyle bir şey de var: Hadi MHP ile AKP ittifak yaptı da MHP ittifakı yaptığı için barajdan kurtuluyor çünkü yüzde 10 barajı duruyor. Peki, ittifak yapamayan partilere ne olacak ya da yapmayan? Yani bu eşitsizlik bu kadar aleni ki, ittifak yapmadığı için baraj altında kalan partiler Parlamentoya temsilci gönderemeyecek ama ittifak yapanlar gönderebilecek. Açıkça hakkaniyete aykırı bir tablo çıkıyor ortaya. Bunların hepsi bu teklifin sıkıntıları, daha doğrusu vahim sonuçları. Yani şunu da ekleyeyim: Diyelim ki Saadet Partisi -ilk aklıma gelen partiyi söyleyeyim. Çok konuşuluyor Saadet Partisi, oyu az ama kapladığı alan çok diye, böyle moda oldu bu da- yüzde 9,9 aldı. Giremeyecek. Şimdi, temsilde adalet diyebilir miyiz buna? MHP'de yüzde 8 aldı ya da 7 ya da 6 aldı. O girecek. Bizim diyelim ki ittifak yaptığımız bir parti varsa girecek ama ittifak yapmaya zorlama hâli söz konusu. Yani bu da siyaset yapma hakkını doğrudan engelleyen bir durum.

Son olarak şunu da söyleyeyim. Yani daha çok söyleyeceğiz bunları, sadece geneli üzerinde söz aldığım için genel hatlarıyla ifade etmek istedim. Gerçekten bu öneri Türkiye yurttaşlarına büyük bir haksızlık, büyük bir hakaret, seçim hukuku, demokrasi, Anayasa, temel hak ve özgürlükler, uluslararası hukuk ve Türkiye'de çoğulculuğa yaklaşımın tarihe kavuşacağı bir teklif olarak önümüzde duruyor. Bu ülkede eğer 80 milyon yurttaş yaşıyorsa "millî birlik" dediğimiz de yüzde 50+1 değildir. Böyle teklifler, böyle siyasi pratikler bu ülkede sadece ötekileştirmeyi, kutuplaşmayı, düşmanlaşmayı ve ayrışmayı hızlandırır. İşte, Akit TV'de ne idiği belirsiz bir vatandaşın -adı neydi unuttum- birinin çıkıp "Eğer biz sivil öldüreceksek biz Cihangir'den, Nişantaşı'ndan, Meclisten başlarız." diyecek kadar fütursuzlaştığı, açıkça cinayet işleyeceğini ilan eden bir döneme denk geliriz ve bunun sorumlusu buna sebebiyet veren siyasi anlayıştır diyorum ve teşekkür ediyorum.