KOMİSYON KONUŞMASI

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, evet, yükseköğretimi düzenleyen yeni bir taslakla karşı karşıyayız. Değerli arkadaşlar, tabii bunun gündeme getiriliş biçimini hepimiz biliyoruz. Aslında son dönemde maalesef yasalar ilgili olduğu alanın kendi iç işleyişi ve kurulların harekete geçirilmesi şeklinde gündeme getirilmiyor. AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan'ın işte bir andaki bir ifadesiyle "Nedir bu yardımcı doçentlik?" Gerekçesine de baktığımızda işte "doçentin yardımcısı gibi algılanıyor" gibi bir gerekçeyle yardımcı doçentliğin kaldırıldığı ifade ediliyor. Aslında yardımcı doçentlik kaldırılmıyor burada değerli arkadaşlar. Yerine başka bir isim değişikliği, yerine bir ikame yapılıyor. Yoksa yardımcı doçentlik, Türkiye üniversite sistemindeki üçlü hiyerarşi sistemi korunuyor. Daha önce de üçlü hiyerarşi sistemi vardı. Yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük. Şu anda da yeni taslağa göre doktor öğretim üyesi, doçentlik ve profesörlük. Dolayısıyla aslında ortada bir değişiklik yok. "Doktora öğretim üyesi" diyerek aslında -bir tenzilirütbe- algı daha da negatif oluyor. Bakın, bir makale yazdığınızda kariyerinizi zaman zaman makalenin içine yazarsınız, yani tanıtım kısmına. Dolayısıyla şu anda bu kelimenin "doktor öğretim üyesi" kelimesinin oraya nasıl yazılacağı... Ve deniyor ki: "Üniversite sisteminde yardımcı doçentlik yok." Aslında bize 12 Eylül YÖK Yasası'yla yani 6 Kasım 1981'le Türkiye öğretim sistemine girmiş, doğrudur ama birçok yerde "asistan profesör" olarak var. Dolayısıyla buradaki değişikliğin, aslında sadece Sayın Erdoğan'ın talebini hızlıca, alelacele karşılamak olduğu şeklinde bir durum olduğunu görüyoruz.

Bir diğer önemli nokta değerli arkadaşlar: Yani işte yetkilerin rektörlere dağıtıldığını, dolayısıyla YÖK'ün merkezî olmaktan çıkarıldığına dair ifadeler ki, kesinlikle bu sistemin, şu andaki uygulamaların YÖK'ü daha da merkezî hâle getirdiğini, üniversitelerin akademik kurullarının çalıştırılmadığını, daha önce bölümüyle ilgili en belirleyici karar ana bilim dalı başkanıyken şimdi üniversitelerde ana bilim dalı, bölüm başkanı, hatta dekan, enstitü müdürü, bunların devre dışı bırakıldığı ve önemli yetkilerin rektöre verildiği söyleniyor. Rektöre yetki vermenin merkezileşme olduğu söylenebilir ama siz hiyerarşik birçok kurulu ortadan kaldırarak rektöre verdiğinizde bu merkeziyetçiliği ortadan kaldırmış olmuyorsunuz Değerli Bakanım. Neden? Çünkü rektör, bugün, üniversitenin kendi iç kurullarıyla, üniversite bileşenlerinin seçimiyle, üniversite bileşenlerinin katkıda bulunmasıyla gelen bir kişi değil. Hepimiz biliyoruz, geçenlerde çıkan işte yeni KHK'yle şu anda tüm rektörleri AKP Genel Başkanı ve Sayın Cumhurbaşkanı belirliyor. Yani dolayısıyla böyle olduğu sürece, hatta basına rektörlerin birçok ifadelerinin düştüğünü de hepimiz biliyoruz. Neydi ifadeleri? Örneğin bir ilde rektörün "Ben burada Sayın Cumhurbaşkanının temsilcisiyim." dediğini biliyoruz. Yine rektörlerin birçok keyfiliği, kendi başına karar alabilme, birçok rektörün işte kadrolara kendi yakınlarını, kendi eşlerini, çocuklarını aldığına dair kamuoyuna yansımış çok ciddi bilgiler var. Dolayısıyla bu getirilen tasarıyla merkeziyetçilik bana göre daha da artırılıyor, merkeziyetçilik AKP politikalarının, on altı yıllık politikasının esası hâline getiriliyor. Eğer daha önce üniversitelerin bileşenlerinin -yani biraz önce saydığım kurulların- işlevini artırırsanız, kurulları çalıştırırsanız bu merkeziyetçiliği önlersiniz. Bakın, şimdi yeni getirilen taslakla doktor öğretim üyesi alım biçimi. Üniversite kurullarını tamamen devre dışı bırakan yeni bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Kim belirleyecek? Efendim, dekan ve bölüm başkanının olumlu yazısı üzerine rektör belirleyecek. Akademik kurul ortadan kaldırılıyor, jüri ortadan kaldırılıyor. Şimdi böyle olunca ve biraz önceki söylediğim uygulamaları da göz önüne aldığımızda bu gerçekten keyfiliğin önünü açacak, rektörler her üniversitede bir YÖK'ün kurulması anlamına gelecek ve merkeziyetçilik daha da artacak.

Önemli olan, eğer gerçekten demokratik bir üniversite yönetimi yaratmak istiyorsak, kurulları, yatay kurulları artırmak, yatay kurullarda katılımcılığı artırarak ancak biz bir üniversite reformu yapabiliriz.

Doçentliğe atanma, yükseltilme, işte dil sınavının düşürülmesi, sözlü sınavının kaldırılması, bu konuda gerçekten üniversitelere üstten bir yapının dayatılması... Çünkü bu konuda çok farklı fikirler var. Evet, sözlü sınavının çok kötü uygulamaları var. Bunu bire bir yaşamış olanlardan biriyim. Ama aynı şey rektörlerin atamalarında da var Sayın Bakan. Yani doçent olduğunuzda kadronuzun ilana verilmesi rektörün iki dudağına bağlı. Şimdi böyledir diye siz sistemi, o kurullara daha çalışamaz hâle getirdiğinizde gerçekten içinden çıkılmaz ve kalitenin giderek azalacağı... Dil sınavı notunun mesela 65'ten 55'e düşürülmesi. Daha önce -hocam dedi- 70'ti. Doğrudur. Şu anda gerçekten eğer dünyayı takip ediyorsanız dil olmazsa olmazdır ve ben hatta bir sınavla da dilin o mesleği yapmasına yeterli olmadığını, dil bilmenin akademisyen olmanın önemli bir koşulu olduğunu... Örneğin fen bilimlerinde Türkçe makale yok Sayın Bakanım. Ben yirmi iki yıllık akademisyenlik hayatımda Türkçe makale yazmadım. Yazsanız basacağınız bir dergi yok, yayınlayacağınız bir dergi yok. Dolayısıyla bu konuda benim hani tartışma düşürülsün, yükseltilsin meselesinden ziyade bunun üniversitelerin kendi kurullarıyla, kendi yaratacağı iç dinamiklerle değişmesi gerektiğini, tepeden bir araçla bunun yapılmasının doğru olmadığını ifade etmek isterim. Yani merkezileşme gerçekten on altı yıllık politikalarınıza baktığımızda temeldir Sayın Başkan. Yani bununla YÖK'ün yetkilerini rektörlere bıraktığınız fikri kesinlikle bana göre bir yanılsamadır.

Bir diğer önemli nokta: Maalesef şu andaki yasayla kadrolaşmanın önünü daha çok açarsınız Sayın Bakan. Üniversitelerin en temel problemlerinden bir tanesi liyakate göre değil, "benim adamım", "bana yakın", "benim cemaatim", "benim tarikatım", hatta bazen bunu da aşan "benim memleketlim"e kadar varan bir yaklaşım. Şimdi siz bunu rektöre bağlarsanız gerçekten bu saatten sonra bu şu anlama gelir: AKP'li olmayanların yükseköğretimde yer bulamaması anlamına gelir. Kadrolaşmanın nasıl kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Daha önceki ilanlarda adrese teslim kadroların ilana verildiğini gördüğümüz bir ülkede şimdi siz bunu tamamen kurulların dışına çıkarıp rektörlere bağlarsanız, ki bu rektörler de hükûmetin temsilcisi olarak kendilerini gördüklerini ifade eden bir durumdayken bunu gerçekleştirmemiz, bununla bir yol almamız mümkün değil.

Bir üçüncü önemli nokta: Üniversiteleri biz piyasalaştırıyoruz Sayın Bakan. Şimdi mesela tezsiz yüksek lisans oranlarını kendileri belirlesin... Üniversiteler para kazanma, piyasaya açılma noktaları değil. Üniversitelerde bazen yapacağımız çalışmalar görünürde bugünün para getiren bir noktası olmayabilir. Örneğin bu ülkenin diyelim ki florasını, faunasını Sayın Bakanım, belirlemek gerekiyor. Florasını, faunasını belirlemek vallahi bu ülkeye bir para getirmez. Ama peki biz bunun flora, faunasını öğrenmeyecek miyiz? Daha önce yüz yıllardır Ruslar başka ülkelerden gelip bizim ülkemizin habitatını belirleyen çalışmalar yapmışlar, biz kendimiz yapmıyoruz. Her şeyi paraya endekslerseniz ve üniversiteleri kendi parasını bulmak zorunda bırakırsanız, maalesef korkarım ki temel bilim politikasından uzaklaşırız. Şimdilik ben bu kadarıyla yeteneyim. İlerleyen zamanlarda katkıda bulunmaya çalışırım.

Teşekkür ediyorum.