KOMİSYON KONUŞMASI

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli bürokratlar; her şeyden önce, bir TEOG velisi olarak yarattığınız stresin ne kadar yüksek olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Çocuklar, yatağa gitmeden önce o gece sizin Bakanlığınızdan açıklanmış olan sınav tarihini bilerek yattılar, ertesi sabah sizin dahi haberiniz olmadan bir sınavın iptal edildiği gerçeğiyle uyandılar. Bu çocuklar Türkiye gerçeğini bu kadar derin yaşamak zorunda bırakıldıkları zaman inanın stres öğrenmenin de önüne geçiyor, hayatın da önüne geçiyor. Bunu bizzat üstelik de şanslı bir çocuğun şanslı bir velisi olarak yaşadığımı söylemeden geçemeyeceğim. Dolayısıyla bu ülkenin fırsat eşitliği yaratan cumhuriyet değerlerinin önündeki engelin bu iş yapma biçimi olduğunu bizzat deneyimlemiş bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak söylüyorum, sadece bir vekil olarak değil.

Şimdi, eğitimde birçok sorun var. Bu sorunlar bütçemizin kompozisyonunda çok açık bir biçimde kendini gösteriyor. Bütçenin yüzde 70'inden çoğu personel giderlerine ayrılmış. Böyle olmasına rağmen "Personel giderleri yüksek." deyip özlük hakları tanımlanmış güvenceli çalışan eğitimcilerden ve emekçilerden bahsetmek maalesef mümkün değil. Tabii, bunun bir diğer tarafı da yatırımlara yeterli oranda pay ayrılmıyor olması ki o da Türkiye'de tekrar ediyorum fırsat eşitliğine bunca ihtiyaç varken bu kadar yatırımsızlığın bir gelecek çalmak olduğu gerçeğini de gizlemiyor. Bunun da altını çizmek gerekiyor.

Şimdi, izin verirseniz bu kısa süreyi iki unsura özellikle değinerek geçirmek istiyorum. Bir tanesi okul öncesi eğitim, diğeri de üniversiteler. Bunlar esasında birbiriyle çok ilintililer. Akademik ve uluslararası çalışmalar bize şunu gösteriyor: Çocukların okula erken başladıklarında, okul öncesi eğitim aldıklarında kısa vadede eğitimlerinin geri kalanına çok daha iyi hazırlandıklarını görüyoruz. Okul öncesi eğitim alan çocuklar eğitime başladıklarında akranlarından bir yıl önce başlamış oluyorlar esasında ama etki kısa vadeyle sınırlı değil, orta ve uzun vadede de çocukların akademik performanslarının arttığı, bununla birlikte eğitime devam etme ihtimallerinin arttığı, dolayısıyla dezavantajlı çocuklar okula erken başlatıldıklarında sistemin bir parçası olarak büyüme ihtimallerinin derinleştiği, sosyal sorunlarının azaldığı ve en önemlisi iyi işlere ve iyi ücretlere erişim imkânlarının arttığını çalışmaların hepsi gösteriyor. Yani bizim gibi verimlilik arayan, teknoloji arayan, daha yüksek katma değerli üretime ihtiyaç duyan ülkeler için yapılacak en önemli yatırımın okul öncesi eğitim olduğu çok açık ama yatırım bütçesi kendi bütçesinin yüzde 8'iyle sınırlı bir Millî Eğitim Bakanlığının da bunu sağlaması o derece imkânsız gözüküyor. Bununla beraber, okul öncesi eğitimi alanların matematiksel becerilerde de fark attıkları, almayan öğrencilerin en düşük düzeyde performans gösterme olasılığının iki kat yükseldiğini görüyoruz yani çocukları ne kadar erken iyi bir eğitim sistemiyle tanıştırırsak çocuklarımız ve geleceğimiz için o kadar iyi oluyor.

Peki, Türkiye'deki durum ne? Vallahi ailelerin yüzde 40'ının yakınında bir kreş yok, üçte 2'si olsa da maddi olarak kreşlere erişemediklerini söylüyorlar. Bu, çocukların ötesinde, o çocukların anneleri için de bir ekonomik ve sosyal özgürlük anlamına geldiği için çok önemli bir program. Çocuğu olunca işi bırakan kadınların yüzde 80'i "Eğer kreş için finansal bir imkânım olsaydı işe dönerdim." diyor. Demek ki bizim hızla bütçemizin çoğunu okul öncesi eğitime ayırıp hem kadınları güçlendirmemiz hem çocuklarımızı yarına hazırlamamız hem de Türkiye'yi güçlendirmemiz gerekiyor.

Şimdi, okul öncesi eğitim bir yana, üniversitede de rezalet bir tabloyla karşı karşıyayız. Çok hızlıca birkaç şeye değinmek istiyorum. Dün de söylemiştim, Bilimler Akademisinin Bilimsel Özgürlük Raporu'nda var. İşten çıkartılan akademisyenleri hem işten hem hayattan kopartan uygulamalar yaptınız, pasaportlarına el koydunuz ama unutmayın ki bu insanları işten atabilirsiniz ama bilimden bilim insanını uzaklaştıramazsınız. Onlar, özgür Türkiye'yi inşa etmeye devam ediyorlar.

Bununla beraber, Disiplin Yönetmeliği'deki değişiklikler çok endişe verici. Akademisyeninden korkan bir ülke geleceğine yatırım yapamaz. Akademisyenler korkulacak değil, geleceğin ortağı olacak insanlardır. Merkezîleşen düzen kendini üniversitede de çok net gösteriyor. Üniversitelerin hangi alanda ihtisaslaşacağına YÖK karar veremez, üniversitelerin kendisi kendilerinin hangi alanda daha iyi olduğunu herkesten çok daha iyi bilirler. Bu anlamda da merkeziyetçilikten ziyade özgürlüklere ihtiyaç olduğu aşikâr.

TÜBİTAK'ı fişleme merkezi olarak kullandığınızda, Türkiye, bilimsel yayın kalitesinde ciddi kayıplara uğruyor. Bir istatistik vermek istiyorum: H endeksinde Türkiye, kendisine benzer ülkeler arasında en kötü 3 ülke arasına giriyor. Bilimsel yayın da yapamıyoruz, yaptığımız yayınlar kaliteli de olmuyor. Buna neden sorusunun özgürlüklerden uzak bir bilim ortamı olduğu çok aşikâr. OHAL devam ettiği sürece Türkiye bilim üretemez, teknoloji üretemez, sanayi üretemez.

Saygılar sunuyorum.