Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Millî Eğitim Bakanlığı b) Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı c) Yükseköğretim Kurulu ç) Üniversiteler |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 07 .11.2017 |
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli bürokrat arkadaşlar ve değerli Komisyon üyesi arkadaşlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Çok zor bir Bakanlığı tartışıyoruz ve onun bütçesiyle ilgili görüşme yürütüyoruz yani ben Sayın Bakanın yerinde olmak istemezdim. Özellikle hükûmetleriniz boyunca, on beş yıl içerisinde en fazla bakanın değiştiği Bakanlıktır. Bu anlamıyla toplumun bütün kesimlerini, Türkiye açısından düşünecek olursak 80 milyon yurttaşımızı ilgilendiren bir alan ve sadece bu alan belli bir noktaya sabitlenmemiş, stabil olmamış, sınırlandırılmamış boyuta da sahip yani ölünceye kadar aslında karşı karşıya kaldığınız, doğuşunuzdan ölümünüze kadar da muhatap olduğunuz bir alan. Dolayısıyla bu alanda yapılacak çalışmaların herkesi kapsadığından hareketle, toplumun bütün dinamikleriyle ele alınması gerekiyor yani böyle bir gerçekliği de söz konusudur. Onun için eğitim politikaları oluşturulurken eğitime dair görüş ve düşünceler ele alınırken salt toplumun bir kesimi üzerinden değerlendirmeler yapmak, toplumun bir kesimi üzerinden eğitim politikaları oluşturmak da beraberinde eğitimdeki sorunları çözmekten ziyade sorunları daha fazla artıracak ve katmerleşmesine neden olacaktır. Şimdi, Türkiye gerçekliğine baktığımız zaman, özellikle cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar çok kimlikli, çok kültürlü bir Türkiye gerçekliğini görmekteyiz. Eğitim politikaları bu çok kültürlü, çok kimlikli boyuta ilişkin gerçekleştiriliyor mu, bu konuda çok ciddi tartışmalar, çok ciddi eleştiriler geçmişten günümüze kadar yapıldı. Hepinizin de bildiği gibi, Türkiye'de Osmanlı'dan günümüze, özellikle cumhuriyet ve bugüne kadar devam edegelen birtakım kronikleşmiş sorunlar var ve bu sorunların en başında gelen şey de Kürt sorunudur, etnik bir sorun var Türkiye'de. Onunla beraber, cumhuriyetten günümüze kadar gelen ve belki son dönemlerde şiddetini ve dozunu azaltan bir inanç sorunu var. Cumhuriyetten günümüze kadar gelen bir yaşam tarzı sorunu var. Dolayısıyla birçok başlıkla ifade edilebilecek temel sorunlar hâlen Türkiye'de mevcut. Bu mevcut sorunları çözmek, bu mevcut sorunlara sağlıklı yaklaşımlar geliştirmek hepimizin görev ve sorumluluğudur. Bu mevcut sorunlara nasıl bir yaklaşım sergileyeceğiz, nasıl bir yöntemle bu mevcut sorunlarımızı çözeceğiz, bu oldukça önem arz eden bir boyuttur. Kanımca, herkesin de kabul edebileceği gibi, bilimsel, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaklaşım, hepimiz tarafından kabul gören bir yaklaşımdır; hem anayasal bir realiteye uyan hem de ortaya çıkardığımız siyasal kültür ve ilişkiler manzumesi içerisinde hemfikir olduğumuz ortak bir paydaştır da.
Şu anda o temel yaşam alanlarına ilişkin politikalara baktığımızda, en başta ifade ettiğim gibi Türkiye'deki çok kimliklilik yönüne denk gelebilecek bir eğitim politikamız ne yazık ki yok. Örneğin 20 milyona yakın Kürt nüfusunun yaşadığı bir Türkiye gerçekliği var. Yani sayılar çok önemli olmamakla beraber 20 kişi de olsa aslında hâlen Kürt çocuklarının kendi ana dillerinde eğitim görmemesi gibi bir süreci yaşıyoruz ve bu ana dilde eğitim görmeme ciddi anlamda travmatik ve farklı sosyal problemlerin yaşanmasına neden olmaktadır. Bununla beraber, siyasal birtakım çatışmaların, siyasal birtakım olayların Türkiye'nin gündeminden çıkmamasına neden olmaktadır. Eğitim Bakanlığımızın öncelikli olarak buna ilişkin çok ciddi projelerinin olması gerekiyor. Yani birtakım korkulardan, endişelerden, kaygılardan uzak, insanın doğasına uygun bir yaklaşım ve tutumu sergilemesi gerekmektedir.
Geçmişten itibaren biz bunu yapamadık ne yazık ki. Niye "cumhuriyet" dedim? Cumhuriyette yukarıdan doğru bir yönetim anlayışı, yukarıdan doğru bir sistem inşa edilmeye çalışıldı. Türkiye için mevcut toplumsal dinamiklere, mevcut toplumsal yapıya uygun bir eğitim modeli ve sistemi ne yazık ki cumhuriyetten günümüze kadar gerçekleşmedi. Az önce ifade ettiğim ana başlıkların yadsındığı ve onun dışında daha farklı istendik modellerin, istendik yaklaşımların topluma dikte ettirildiği bir süreci yaşadık. Yani ne oldu buradaki eğitimden hedeflenen? Bir boşluğu doldurmak oldu. İnsandaki bir boşluğu dışarıdan doldurmak gibi bir eğitim faaliyeti yürütüldü ve Bakanlık bunu aslında gerçekleştirmeye çalıştı. Hâlbuki eğitimin ortak kabul edilebilir tanımı, bir boşluğu yukarıdan dikte edip doldurmaktan ziyade, insanda var olan kendine göre özellikleri açığa çıkarmaktır. Eğitimin esas amacı bu olmalıdır yani insanın potansiyelini açığa çıkarma faaliyetidir eğitim. Ne yazık ki ülkemizde bu daha çok siyasal saiklerle bir insan inşa etme, insan formatlama ve biçimlendirme alanı olarak değerlendirildi ve o günden bugüne biz bu alanı hep bu mevcut yaklaşımlarla hem gerçekleştiriyoruz hem de eleştiriyoruz. Yani Bakanlığın tarafında olanlarla karşısında olanların zihinsel olarak aslında çözemediği, paradoksal olarak işin içinden çıkamadığı açmaz da bence bu. Yani bir ortaklaşmayı sağlayamamamızın temel nedenlerinden biri de bu. Yani insanın doğasına, insanın toplumsal doğasına uygun bir yaklaşımda ve tutumda ortaklaşamıyoruz ne yazık ki. Dolayısıyla bütün bunların Eğitim Bakanlığının temel sorunu olduğunu, temel çalışma alanları olduğunu belirtmek gerekiyor. Yani nasıl bir insan istiyoruz? Gerçekten nasıl bir insan istiyoruz? Yani herkesin kendine göre şekillendirdiği, herkesin kendine göre eğip büktüğü bir insan modeli mi yoksa hepimizi ortak bir şekilde kesebilecek, toplumsallığımızı örebilecek, manevi değerlerimizi de içeren bir insan modeli mi istiyoruz? Tüm bunların masaya yatırılması lazım.
Şimdi arkadaşlar bütçeyle ilgili birçok şeye değindiler. O kadar çok sorun alanı var ki eğitimde bunları tek tek söylemek belki zaman alır. Bu anlamıyla çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Yani öğretmenlere ilişkin, öğrencilere ilişkin çok ciddi sorunlar vardır. Şüphesiz bunu Bakanlığınız da çok iyi biliyorsunuz, belki bunları da çözmeye ilişkin çok yoğun bir çaba da sarf ediyorsunuz, büyük bir emek de veriyorsunuz ama sözümün başında da ifade ettiğim gibi sadece sizin emeğinizle çözülebilecek sorunlar değildir. İstediğiniz kadar teknik önlemler alın, istediğiniz kadar birtakım çalışmalar yapın, toplumun bütün dinamiklerini bu çalışmalara dâhil etmediğiniz sürece bu eğitimde başarılı olmanız da mümkün değildir.
Aile içerisindeki eğitimi nasıl başaracaksınız? İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerini nasıl başaracaksınız? Trafikteki eğitimsizliği nasıl çözeceksiniz? İnsanların öfkeyle birbirleriyle yapmış olduğu çatışmayı, insanların birbirlerine karşı göstermiş olduğu hoşgörüsüzlüğü nasıl çözeceksiniz? Bunu sadece eğitim materyalini artırmakla, sadece birtakım fiziki olanakları, imkânları artırmakla çözmeniz de mümkün değildir yani. Dolayısıyla bir bütün olarak aslında herkesin bu sorunu gören bir yerden çözümü kendinde başlatıp ele alması gerekiyor. Yani ana dilde eğitim dediğimiz, öğretmenlerin sorunu dediğimiz, öğrencilerin sorunu dediğimiz, toplumun sorunu dediğimiz bütün problemlerin çözüm kaynağı da budur. Yani regresif reflekslerden, böyle birtakım korkulardan, paranoyalardan kurtulup hepimizin kendimizi sorunun ve çözümün bir parçası hâline getirdiğimiz bir eğitim sürecini içimizde başlatmamız lazım.
Bakın, uluslararası alanda yapılan en önemli çalışmalardan biri hatanın nedenlerini araştırmaya yönelikti, geçtiğimiz yıllarda yapılmıştı. Bir yerde okumuştum, özellikle uluslararası alanda hatanın kaynakları nedir diye bir çalışma yürütülmüş ve bununla ilgili epey kapsamlı, değişik ülkelerden çalışmalar yapılmış. Çıkan sonuç, hatanın esas kaynağının yüzde 90'ının sistem kaynaklı olduğu, yüzde 10'unun da insan kaynaklı olduğu gerçekliği olmuştur. Yani bir hatanın asıl nedeninin en büyük, ağırlıklı payını sistemin oluşturduğunu görüyoruz. Dolayısıyla biz sistemimizi iyi bir şekilde kurabilirsek, sistemimizi iyi bir şekilde inşa edebilirsek inanıyorum ki hataları da asgariye indiririz. Hatanın zaten sona ermesi de mümkün değildir, eşyanın doğasına aykırı bir şeydir. Yani kötülük ve iyilik her zaman vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(Oturum Başkanlığına Kâtip Emine Nur Günay geçti)
BAŞKAN - Buyurun.
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Doğruyla yanlışın mücadelesi her zaman olacaktır, dolayısıyla niyetiniz ve tutumunuz eğer iyi bir şekilde ortaya konmuşsa, bunu iyi bir şekilde oturtmuşsanız ben inanıyorum ki bütün bu sorunlarımızı, bütün bu yaşadığımız çelişkileri, çatışmaları da önleyebiliriz. Onun dışında bizim önlememiz de mümkün değildir.
Tekrardan altını çizmek gerekirse demokratik olmak, eşitlikçi düşünmek, özgürlükçü yaklaşım olmazsa olmazdır. Bu, Kürtler için de böyledir, Türkler için de böyledir, Aleviler için de böyledir, Sünniler için de böyledir, Hristiyanlar için de böyledir yani kendine "İnsanım." diyen herkes için böyledir. Dolayısıyla hepimizin ortak paydası insan olmaksa, insan olmanın toplumsallığı ve onun maneviyatıysa bu ortaklığı kendi kimliklerimizi esas alarak, kendi kimliklerimize saygıyı bir ortak yaşam, bir ortak vatan ruhuyla, vatan düşüncesiyle geliştirmek ve bunu demokratik bir sistemle şekillendirmek gerekiyor. Aksi takdirde sorunlarımızı çözmek de mümkün değil Sayın Bakanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ayhan.
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Teşekkür ederim. Saygılar sunuyorum, başarılar diliyorum. Hayırlı olsun.