KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Değerli Bakanım, değerli arkadaşlarım; önce şöyle bir tespitle başlamak istiyorum: Ülkemizde herkes mutsuz, herkes şikâyet ediyor, her konuda şikâyet var, ağlaşıyor. İşte nedir bunlar? Bakıyorsunuz, demokrasi, özgürlükler, haksızlığa uğrama, adaletsizliğe uğrama, ekonomik problemler var. "Geçinemiyorum, bir ev alamadım, borçlarımı ödeyemiyorum." diyor, böyle bir büyük sıkıntı. Ama en temel, en büyük şikâyetler, Sayın Bakanım, millî eğitimle ilgili geliyor. Yani, bileşenler dediğiniz; bileşen de ne oluyorsa yani insan, neyse bileşenler... Öğrenci rahatsız, veliler büyük endişeler taşıyorlar, öğretmenler şikâyetçi, müdürler şikâyetçi. Ben bu hafta sonu bir akrabamla konuştum, işte, kalorifer şeyi, müstahdemle ilgili maaşı, okul aile birliği topladı, toplayamadı, sigortasını ödeyemedi; hepsi şikâyet içinde ve veliler, herkes ama zengini fakiri filan... Ha, bir de vazgeçmiş olanlar var, "Ne olursa olsun." diye bırakmış olanlar var, onlar zaten gündelik yaşıyor, onları saymıyoruz ama bu da hatırı sayılır bir nüfustur, devletin bunları sayması lazım. Esasen, devlet de bunlar için var.

Aileler çocuklarının geleceğiyle ilgili ciddi endişeler taşıyor. Ne olacak yani? Sadece okul filan değil yani bu, güvenliğinden tutun, ekonomisi, geleceği ne olacak? "Başka bir yere mi gitsek?" filan diye imkânları olanlar da gitmenin yollarını araştırıyor. Bunlar gerçek. Yani "Muhalefet bu taraftan görüyor, bardağın dolusunu görmüyor, boşunu görüyor." filan değil Sayın Bakanım, gerçek tespit bu yani, samimi bir şekilde yaklaşıyorsak bunu açık bir şekilde görebiliyoruz ve haklılar da insanlar. Yani insanlar yerinden, yurdundan, toprağından, tarlasından kopartıldı. Artık kimse ne pancarla ne tütünle, çayla, fındıkla, hiçbir şeyle geçinemiyor. İster istemez, insanlar topraktan koptuktan sonra şehirlere, kentlere geldiler; eğitim üzerinden, devlet üzerinden bir işe girmek, bir gelecek kurmak istiyor. İnsanların en doğal hakkı da bu. Ama maalesef bu konuda çok ciddi yakınmalar var, endişeler var, insanlar rahatsız.

Sayın Bakanım, şimdi bütçenizi sundunuz. Arkadaşlar ifade ettiler, sizi rahatsız edebilecek alanlara da girmediniz, es geçtiniz oraları, o konularla ilgili çok fazla bilgi vermediniz. Ama bugünlerde en çok tartışılan ve sanıyorum, bütün gazetecilerin filan da "Millî Eğitim bütçesi görüşülecek Plan Bütçede." dediğimiz zaman, en fazla üzerinde durdukları konu, işte, bu, liseler ve üniversitelere girişle ilgili yapılan değişiklikler.

Sayın Bakanım, ne YÖK'ün açıkladığı üniversiteye giriş sistemi ne de sizin açıkladığınız sistemden kimse tatmin olmadı. Niye bu kadar büyük gürültü koptu? İşte, ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor, TEOG diye bir meseleden bahsediyor filan. Zaten ülkenin Cumhurbaşkanı, tuhaf, her gün bir meseleden, yardımcı doçentten üniversiteye girişine kadar... Tabii, Cumhurbaşkanı her konuyla ilgilensin. "TEOG olmaz." dedi filan ve hemen apar topar yeni bir giriş sistemi üzerinde çalışmaya başladınız. Apar topar diyorum, hiçbir şeyiniz yoktu. Her ne kadar Sayın Müsteşar çıkıp "Evet, biz şu kadar zamandan beri çalışıyoruz, çalışmamız var." demiş olsa bile, o andaki paniklemeden, yapılan açıklamalardan gördük ki ciddi bir şekilde devletin herhangi bir hazırlığı yokmuş; bürokrasinin öyle, bugünden yarına sınav sisteminin değişeceğine dair bir bilgisi yokmuş.

Şimdi, bir şey açıkladınız Sayın Bakanım, çıktınız, dediniz ki işte... Arkadaşlar söylediler, girmek bile istemiyorum, gerçekten bütün kayıtlardan çıkarmak gerekiyor. Siz, Millî Eğitim Bakanı, millî eğitimin başında bulunan, birinci derecede sorumlu, siyasi bütün sorumluluğu olan insan çıktınız, okullarınızın yüzde 10'unun nitelikli olduğunu, diğer yüzde 90'ının da niteliksiz olduğunu söylediniz. Bunu söylerken aslında satır aralarında şunu da söylediniz: "Yani, bizim yüzde 10, diğer yüzde 90 mahalle filan yani gider, en yakın okula gider." Böyle bir şey ifade ettiniz. Bu çok vahim bir şey Sayın Bakanım, sadece sizin adınıza değil yani. Aslında, çok sonra sildiniz filan ama çok da ülkenin gerçeğini anlattınız. Bu bütçeler, bu olup biten her şey maalesef ve maalesef belli sayıda insan için yapılıyor.

Sayın Bakanım, şimdi, biz burada Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu olarak bütçeyi konuşuyoruz. Yani bütçe hakkı demokrasinin temeli. Niye konuşuyoruz bütçeyi? Kimden ne kadar vergi toplayacağız, nasıl toplayacağız bu vergileri ve nasıl dağıtacağız, bunu konuşuyoruz. Ama bakın medyaya, bugün Sayın Başbakana sorulan soruya bakın. Vergi, işte şundan bir kuruş, şundan beş kuruş, şu kaçırdı, şunu yapacağız, cezalar, bir sürü şeyler konuşuyoruz. Zamlar, açıklar var. Sayın Maliye Bakanı torba yasayla 37 milyar daha borçlanma yetkisi aldı. Bir de öğreniyoruz ki efendim, böyle değildir. Yasalarla ilgili bugün Sayın Başbakan ifadesinde "Yasayla ilgili bir engel yok ki, ne var bunda?" filan diye söyledi. "Ben zaten gemiciyim. Gemici şirketleri her yerde olur. Dolayısıyla benim şirketim de -ya da çocuklarıma devrettim o şirketi- Malta'da olabilir, vergi cennetinde olabilir." Belki de yasal soruşturmalarda hiçbir şey çıkmaz yani ben bilmiyorum ben o işleri, hukukçu değilim ama etik olarak, hele hele bütçeyi konuştuğumuz bugünde bu ülkenin Başbakanının çocukları kurum vergisi ödememek için vergi cennetinde şirket kurduklarını bilmek bir vatandaş olarak -başta söylemiş olduğum- "Bu ülkeyle ilgili hiçbir umudum kalmadı, gelecek endişesi yaşıyorum. Ne olacağım ben?" sorusunu kat kat artırıyor Sayın Bakan.

Şimdi, bu çıkardığınız sistemle ilgili esas Sayın Cumhurbaşkanının itiraz ettiği, herkesin itiraz ettiği "Yahu, çocuklarımız yarış atı oldu, böyle bir şey olmaz. Çocuklar çocukluklarını yaşayamıyor, çocukların kişilik gelişimi olmuyor, oynayamıyorlar, kendilerini gerçekleştiremiyorlar. Dolayısıyla bu sınav sistemi yanlıştır, adaletsizdir." tespitlerinin hiçbirini çözmüyor Sayın Bakan. Bir defa, baştan ayırdınız, yüzde 90'dan vazgeçtiniz: "Nereye giderse gitsin. Mahallede bir yere gidecek." Orada da imkânı olanlar daha iyi semtlerde, muhtemelen daha iyi öğretmenlerin bulunduğu okullara taşınacaklar, bir de emlak hareketi olacak ülkede. Onu da bir tarafa bırakıyorum. Diğer yüzde 10'u da bir sefer yapılacak 60 soruyla seçilecek. TEOG'dan ne farkı olacak? 60 soru sorduğunuz için az mı çalışacaklar? Ne fark oluyor? Hiçbir farkı yok.

Sayın Bakanım, bir defa, millî eğitim... Ya, dünya artık bilgi filan ölçmüyor, bilgi her zaman her yerde elde edilebiliyor yani. Bilgi kaynakları arttı, elektronik devrim var, Google var, bilgi dolu. Bugün eğitimin temelinde , bu ülkenin de temelinde soru sorabilen, seçme kabiliyeti olan öğrenciler... Yani kıymetli olan, değerli olan şey budur. Eleştirel düşünebilen... Bunu yapabilmek için, böyle bir sınav yapabilmek için eleştirel düşünebilen öğrencileri yetiştirecek bir eğitim sistemine ihtiyaç var. Dünya yapıyor Sayın Bakanım ya, bunlar var.

Bakın, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmete geldiği günden beri ne kadar şey... Sistem değildi bunlar. Sayın müsteşar, yine sistem değişikliğiyle ilgili bir laf söyledi. Sistem işte ya, dünya kadar değişiklik yaptınız, sil baştan değişiklikler yaptınız. Ama hâlâ, gerçekten Türkiye millî eğitim sistemi... Eleştirel düşünebilen, seçme yeteneğini geliştirebilen, kişilik geliştirebilen bir eğitim sistemi yok Sayın Bakanım. Nitelikli okullarda da yok, niteliksiz okullarda da yok. Türkiye'nin yapacağı bir şey varsa gerçekten bu, bunu yapacak. Ha, son zamanlarda hiçbir şey yapılmadı filan diye söylemiyoruz. Hem Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanımız söz etti hem bugün sizin sunuşlarınızda da var, mesleki ve teknik eğitimle ilgili birtakım adımlar atılıyor. Organize sanayi bölgelerinde teknik okullar açılıyor. Cumhuriyet Halk Partisinin 2015 seçim beyannamesinde de bunlar yer almıştı. Dolayısıyla biz bunları konuşmadıktan sonra kaç lira gelecek, nereye gidecek, nasıl gidecek; bunları tartışmanın çok fazla bir anlamı yok.

Değerli arkadaşlarım, ben sizin -yani Adalet ve Kalkınma Partisini kastediyorum- nasıl düşündüğünüzü, kalıplarınızı az çok tahmin edebiliyorum, bazı konularda da hak veriyorum. Yani böyle bir panik, rövanşist havada, bir an evvel yapmak, devletin bütün kurum ve kuruluşlarının ele geçirilmiş olmasına rağmen hâlâ sanki iktidar olamamış gibi hareket etme; bunu anlıyorum.

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, lütfen son cümlelerinizi alayım.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Beş dakika.

BAŞKAN - Yok beş dakika. Yani sırada var 35 kişi...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Birkaç dakika daha verdin. Ben bitiriyorum.

BAŞKAN - Bir dakika daha vereyim.

Buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Şöyle bir şeyiniz var: Geçmişte siz de, sizin aranızdaki arkadaşlar da eğitim sistemini, ülkedeki demokrasiyi, devlet aklını, tek tipi, dayatmayı filan ciddi bir şekilde eleştirirdi. Şimdi anlıyorum ki bu eleştiri, gerçekten, böyle, çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi bakan bir eleştiri filan değilmiş; "Niye biz değil de onlar?" tarzındaki bir eleştiriymiş çünkü geldiniz, her şeye bir merkezden, tek şeyden bakmaya başladınız.

Bakın, Sayın Bakanım, bazı vakıflarla sözleşmeler...

BAŞKAN - Yeni cümle oldu, son cümlenizi alayım lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Devam ediyoruz, bitireceğiz. Devam edeyim.

BAŞKAN - Tamam yani daha sorularda da söz veririm.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum, bir dakikada bitiriyorum.

BAŞKAN - Evet.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ...protokoller imzalamışsınız. Belli vakıflar, isimlerini vermiyorum. Nedir, ne anlatacaklar, ne yapacaklar, az çok belli. Bu, böyle çoğulcu seçme yeteneği olan bir şey getirmez. Bakın, din de böyle bir şey istemiyor arkadaşlar, böyle bir Müslümanlık yok. Yani çocuklara belli dogmaları belli eller aracılığıyla dayatmak, kabul ettirmek dinin de istediği bir şey değildir. Din, seçme yeteneği üzerine şey yapar. Eğer çocuk eğitimi, din eğitimi filan verilecekse bu eğitimde çocuklara seçme yeteneği, eleştirel düşünce kapasitesi verebilecek yetenekte... Siz böyle yapmıyorsunuz, "Geçmişte bize dayattılar, biz de şimdi dayatıyoruz." Devletin bütün araçlarını, imkânlarını, gücünü kullanarak dayatıyorsunuz. Dolayısıyla hiçbir şey yapmadınız, devrim filan yapmadınız; içerik değişti, iktidardakiler değişti, siz değiştiniz. Buradan bir yere gidemeyiz. Burada Türkiye gerçekten dünyayla rekabetçi, özgürlükçü; demokrasisini filan geliştiremez.