KOMİSYON KONUŞMASI

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Özgökçe soy ismini kullanıyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hangisini kullanıyorsunuz?

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Özgökçe Ertan, ikisini de beraber kullanıyorum.

BAŞKAN - Öyle mi? Peki.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Evet, sağ olun, teşekkür ediyorum.

Burada bulunan herkesi saygıyla selamlıyorum.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçesi üzerinde görüşüyoruz ve bu çok kapsamlı bir alan, çok da büyük sorun alanları var.

Sayın Bakan, özellikle Bakanlığınız kentsel dönüşümle özdeşleşmiş hâldedir. Benim seçim bölgem Van'ın 2011 yılında peş peşe yaşadığı iki büyük deprem bu konunun önemini bir kere daha, bu tartışma alanını bir kere daha ortaya çıkarmıştır.

Kentsel dönüşümle amaçlanan ile pratikte uygulamanın çok farklı olduğunu görüyoruz aslında; son birkaç yılda da bütün çevrelerce en çok tartışılan konulardan biri bu. Özellikle muhatapların rızası alınmadan, sosyal yapıları da bozacak şekilde uygulamaların olması son derece zarar veriyor bütün herkese.

Evet, "kent" olarak ifade edilen yerleşim olgusu sadece yapılardan oluşan bir çevre değil, bu konuda arkadaşlarımız da konuştular; aynı zamanda sosyal olarak inşa edilmiş, insan faktörünün çok önemli olduğu bir kavramdır "kent" kavramı. Dolayısıyla, bu mekânlara yapılan her türlü müdahale aynı zamanda sosyal olarak yerleşmiş ve kendi içinde bütünlüğü olan bir yapıya müdahaledir. Maalesef Bakanlığınız bu hassasiyeti gözetmeden kentsel dönüşüm çalışmaları yürütüyor ve pek çok kentte, mahallede o yerlerin ruhunu yok etmiş hâldedir. Bunu Tarlabaşı'nda gördük, Sur'da görüyoruz; Şırnak'ta, Nusaybin'de, Silopi'de, Gever'de şahit olmaya devam ediyoruz.

Kentsel dönüşümü sadece Türkiye'nin deprem gerçeğiyle yüzleşmek olarak anlamak konuyu tüm boyutlarıyla tartışmaktan uzaklaştırır. Kentsel dönüşüm Türkiye'de 1980'lerin ikinci yarısından itibaren kendini göstermişti ve bu tarihten itibaren kentsel dönüşüm, emlak piyasasından farklı bir düzlemde düşünülmemelidir. Bakın, kentsel dönüşümün, uygulanan teşviklerin yanlış yorumlanması sonucu toplumda kısa yoldan zengin olmanın karşılığı hâline gelmiş bugünlerde. Özellikle metropol şehirlerde bana göre kent kimliğinin bir parçası olan gecekondu arazilerinin dönüşüm sürecine sokulması bu alanlarda çok sayıda mafyatik grubun doğmasına, emlak ve inşaat sektörünün çok yüksek rantlar elde etmesine neden oldu.

Sayın Bakan, siz de sunumunuzda uzun uzun belirttiniz; özellikle belirli kentlere yönelik politikalarınız maalesef yüzlerce, binlerce yıllık geçmişi olan şehirlerin yok olmasına neden oldu; özellikle Sur'dan bahsediyorum, Cizre'den bahsediyorum, tamamı neredeyse yıkılmış Şırnak'tan bahsediyorum, Mardin'in Nusaybin ilçesinden bahsediyorum. Bu, sokağa çıkma yasakları ve ablukalar, operasyonlar sonrasında başlatılan çalışmalar sonucu bu kentler tamamıyla yok edildi.

Şimdi, 25 Mart 2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan ve aslında bizim "ölüm fermanı" olarak tariflediğimiz kamulaştırma kararı gerçek bir ölüm fermanıdır. Sizler oraya dünyanın en güzel şehirlerini de inşa etseniz Sur'un küçelerindeki o tarihi, o havayı asla geri getiremeyeceksiniz. Orada anlatılan, soluduğumuz tarih bir daha hiçbir şekilde yerine gelmeyecek derecede tahrip edilmiş. Bakın, Avrupa'da Orta Çağ'dan kalma kentler var ve hiçbir yapısı bozulmamış hâlde ama biz binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmış kentleri "terörle mücadele" adı altında yaktık yıktık, yok ettik.

Şimdi, oradaki zararın nasıl giderileceğine dair de bazı açıklamalarda bulundunuz ama uygulamanın asla böyle olmadığını ve olmayacağını da biliyoruz. Yani, tercih yöntemleri sunmuşsunuz: "İsteyene evin bedelini vereceğiz. Yüzde 12'sini eşya bedeli olarak vereceğiz. Kira yardımı yapacağız." falan diyorsunuz. Bugünlerde, işte, Sur boşaltıldı, çatışmaların olmadığı yerler bile yıkıldı, içinde insanlar olmasına rağmen yıkılmaya devam ediyor ve bu kentte şu an ne kadar kira bedeli veriliyor, nerelerde ev buldular, herkes yerleşebildi mi? Bu konudan emin değiliz ki yerelden aldığımız raporlar bunun tam aksini söylüyor.

Şimdi, bu Resmî Gazete'de yayımlanan yasayla halkın özel mülküne kamulaştırma yoluyla el koymanın önü açıldı. Bugün Sur'da yaşatılan dramın amacı oradaki halkı bütünüyle yerinden etmek. Uygulamayı yakından biliyoruz çünkü 1990'lı yıllarda boşaltılan köylerde de benzer uygulamalar yapıldı; insanlara 40 bin lira, 20 bin lira değerinde paralar verildi ve onlar tamamen anılarından koparıldı ve göç etmek zorunda kaldılar.

Şimdi, bu bahsettiğim kararda, kanun düzenlemesinde kamu otoriteleri, mülkiyeti kamuya ait olan yapıları da kamulaştırma kapsamına almış. O kadar dikkatsizce ve artık bir amaca odaklanmış şekilde alınmış ki belediyeye ait hizmet binası, Dengbej Evi, Cemil Paşa Konağı ve diğer yeşil alanlar, yani kamusal varlıklar da kamulaştırma kapsamına alınmış.

Ben konuşmanın başında da belirttiğim Van depremiyle birlikte ortaya çıkan ve yasalaşan 6036 sayılı Yasa'dan da biraz bahsetmek isterim, tam da konumuz.

Evet, 2011 yılında peş peşe iki büyük deprem yaşadık; gerçek bir felaketti. Bir tanesinin şiddeti 7,2; diğerinin 5,8 ama çok yakın, yüzeyde gerçekleştiği için çok ciddi yıkımlara sebep oldu. Yani, binin üzerinde insan hayatını kaybetti, 30 binden fazla ev yıkıldı, binlerce iş yeri aylarca çalışamaz hâle geldi, yani kent neredeyse hayalet kent hâline geldi, mecburen. O soğukta kar yağdı, aylarca çadır bile çok zor geldi. Yani, ben burada tekrar etmek istemiyorum o yaşananları ama gerçekten afet bölgesi ilan etmemek için Hükûmet elinden ne geliyorsa yaptı. Afet bölgesi ilanı bölge halkının yaşadığı gördüğü zararı asgariye indirecek belki koşullar sağlayabilirdi ama bu yapılmadı, işte 6036 sayılı Yasa çıkarıldı. Hükûmet hemen tek taraflı tasarrufla yine yerelin görüşü almadan, tam aksine yereli özel olarak dışında tutarak bir inisiyatif aldı ve kararını uyguladı, TOKİ'ler inşa edilmeye başlandı. TOKİ'ler meraların üzerine yapıldı, meraların vasfı değiştirilerek yapıldı. TOKİ bunlara sahip olduktan sonra her ne hikmetse kendi adına satmaya başladı. Bu TOKİ'ler ayrıca Urartulardan kalma güneş saatinin hemen yanına yapıldı. Yaklaşık 20 bin civarında konut yapıldı. Normalde yapımından sonra geçici yönetim oluşturulur ve hemen altı ay sonrasında yerele devredilmesi gerekirken, belediyelere devredilmesi gerekirken altyapı hizmetleri bakımından bunlar da yapılmadı. Boğaziçi firması diye bir firma var, o 20 bin konuttan hâlâ altı yıldır aylık 330 lira tahsil eden bir firma var ve bu paraların nereye gittiği bile bilinmiyor. Biz onu merak ediyoruz Van halkı olarak. Şimdi, 2015 yılında geri ödemeleri başlamış oldu. Hükûmet her defasında özellikle seçimlerden evvel bu ücretlerin, ödemelerin indirileceği ya da erteleneceği sözünü veriyor ama bunların bir seçim yatırımı olduğunu anlıyoruz ne yazık ki, böyle bir şey de yapılmadı. 56 bin liraya mal edilmiş yerler 110 bin liraya halka satıldı ve o büyük aile yapısına da uymayan şekilde, 75 metrekare boyutlarında yapılan TOKİ'ler bir de halka satıldı. Üstelik orada evi yıkılmış ve arsa sahibi olanlara verilen evler dışında kendi arazilerine de hacizler konmuş durumda. Şu an binlerce insan icra takibiyle yüz yüze. Depremin üzerinden altı yıl geçti ama hâlâ çözülmedi.

Sürem de azaldı. Ben bir de Van Gölü'nden bahsetmek istiyorum. Van Gölü, Van'ın en önemli çevre sorunlarından biri, siz de sunuşunuzda yer verdiniz. Şu an karşı karşıya kaldığı en büyük sorunu kirlilik. Van Denizi bu hızla kirletilmeye devam edilirse çok kısa bir zaman içinde geri dönülemez bir noktaya geleceği çok açıktır.

Sayın Bakan, Kıyı Kanunu'nun mevcut hükümlerine rağmen başta kamu kurumlarına ait hizmet binalarının ve sosyal tesislerin oluşturduğu kirlilik ve çarpık kentleşmenin bir sonucu olarak kanalizasyon ve evsel atıkların Van Gölü'ne dökülmesi Türkiye'nin en büyük gölü olan ve aynı zamanda yeryüzünün en büyük sodalı gölü olan Van Gölü'nü kısa bir sonra kullanılamaz hâle getirecektir. Kamu kurumları özellikle Kıyı Kanunu'na aykırı bir tarzda neredeyse gasbetmiş durumda kıyıları. Buna dair bir tedbir düşünüyor musunuz, var mı programınızda, merak ediyoruz.

Yine kıyı kenarlarında kurulu çimento fabrikası ve kum ocaklarıyla yargı kararına rağmen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili Mehmet Şükrü Erdinç geçti)

BAŞKAN - Buyurun.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Son cümle Sayın Başkanım.

Evet, Kıyı Kanunu'na aykırı tarzda kurulan çimento fabrikası ve kum ocakları ile yine yargı kararına rağmen yapımı devam eden Karayollarına ait köprülü kavşak Van Gölü ve çevresini tehdit eden diğer unsurlardandır. Buna Gevaş gibi belediyelerin Van Gölü kıyısını belediye çöplüğü olarak kullanması da eklenince karşı karşıya kaldığımız manzara canlı yaşamı açıkça tehdit eder hâldedir. Tüm bu hususlar çerçevesinde ve Van Gölü ve havzasını korumaya almak için, bölge habitatının gelecek nesillere aktarılabilmesi için acilen bir kanuna ihtiyaç var. Bu anlamda Van halkının uzun zamandır bir çağrısı var, STK'ların, bizlerin bir çağrısı var. Bizler her türlü desteğe hazırız. Bu anlamda Van Gölü havzasını koruyacak bir tedbir ve kanun hazırlığınız var mıdır, merak ediyoruz. Ancak tarafımdan verilmiş bir kanun teklifi var şu an Komisyonunuzda, Çevre Komisyonunda. O teklifi değerlendirecek misiniz diye de ayrıca sormak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.