KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Öncelikle herkesi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Bakan sunumunu yaparken çevre ve şehircilik alanında yapılacak yatırımlara, yapılan dönüşümlere ve aslında benzeri faaliyetlere, uygulamaya yönelik pratik faaliyetlere vurgu yaptı fakat bu pratik faaliyetler içerisinde özellikle asıl görev ve sorumluluk alanı içerisinde olunması gereken çok önemli bir alana da değinmedi. Nedir bu? Çevre ve Şehircilik bilincinin oluşturulmasına dair sizin Bakanlığınız önümüzdeki yıl ne yapmayı düşünüyor? Kabul edersiniz ki ekolojik bilinç, kentlilik bilinci, şehircilik bilinci bir kültür meselesidir, bir bilme faaliyetidir. Dolayısıyla Bakanlığın görev alanlarından birinin de bu olması gerekiyor ve buna dair hiçbir şey görmedik. Neyin yıkılacağı, yerine neyin inşa edileceği, nereden götürüleceği, nereden kotarılacağı ifade edilmiş ama bir bilinç oluşturma noktasında, bir kültür oluşturma noktasında asıl yapılması gerekenler anlatılmamış. Bu çok önemli bir eksiklik.

Bir diğer nokta ise, özellikle şehircilik faaliyetlerinin, çevre faaliyetlerinin demokratik bir bilinç olmadan, demokratik bir tutum, yaklaşım olmadan yürütülmesi de mümkün değildir. Bunun da ortaya konması gerekiyor. Yani herhangi bir ülkede herhangi bir şehre gittiğiniz zaman o şehrin silüeti, o ülkedeki ve o kentteki insanların nasıl yaşadığı, nasıl düşündüğünün aslında bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Arkadaşlar da ifade etti, kentlerin özellikle yaklaşık yedi bin yıllık bir tarihi var. Kent-doğa ilişkisi, kent-insan ilişkisi oldukça önemli bir noktayı işaret etmektedir yani toplumsal yaşamda mekân ve ruhsallık ilişkisi oldukça önemlidir. Bugün, yakın zamanda, ardı ardına ihanet sözcükleriyle ifade edilen şeyin aslında bu mevcut gerçekliğin bir parçası olarak gerçekleştiğini ifade etmek lazım. Her ne kadar bu söylemler olumlu olmuş olsa bile bu söylemlerin ana nedenlerini, ana eksikliklerini giderebilecek bir yaklaşım ve tutum sahibi olunduğunu da söylemek mümkün değildir. İstanbul'a ihanet edilmişse bu İstanbul'a ihanetin telafisi, bunun giderilmesi, bunun ortadan kaldırılmasının çözümleri nelerdir, Hükûmetinizce bunun ortaya konması ve bunun projelendirilmesi gerekmektedir.

Bakın, Sayın Bakan sunumunda dikey imar planlarını durduracaklarını, bu imar uygulamalarına karşı bir çalışma başlattıklarını söylüyor ve bunun da aslında doğru olmadığını ifade ediyor ve ben de katılıyorum buna aslında. Yani ne kadar dikey yapılaşma, imar, o kadar çok doğa tahribatı, o kadar çok insanın ve doğanın yadsınmasını beraberinde getirecektir.

Şimdi, "Sağlıksız ve kimliksiz şehirlere sahip olduk." dedi Sayın Bakan. Çok doğru. Şimdi, gittiğiniz zaman İstanbul'da boy boy rezidansların reklamlarını görmektesiniz. Bu rezidanslar herhâlde yatay mimariler değil; AVM reklamlarını görmektesiniz, bunlar da yatay mimariler değil, oldukça dikey bir mimariye sahip olan yapılaşmalar. Bunların iznini kim veriyor? Yani, bir yandan bunlardan bahsedeceksiniz, diğer taraftan da bütün bu yapılaşmaların önüne geçebilme iradesini ortaya koymayacaksınız. Bu, büyük bir çelişkidir. Diğer taraftan, ekolojiyle olan bağlantı, çevreyle olan bağlantı... Sayın Bakanın ifade ettiği dikey yapılaşmanın karşısında durmayla ilişkili olan bir uygulama da Ankara'da gerçekleşti. Bilkent Üniversitesinin, hastanesinin yolu için ODTÜ'de binlerce ağaç kaldırıldı, binlerce ağaç kesildi. Yani, bu bir kıyım, bir katliam değil midir? Dolayısıyla tüm bunlar ciddi bir şekilde eleştiri noktalarıdır ve bunların dikkate alınması gerekiyor.

Diğer yandan, özellikle savaş ve şiddet, çatışma politikalarından kaynaklı, kimi şehirlerin yakılıp yıkıldığını gördük. İşte Sur, Nusaybin, Yüksekova, Şırnak, Cizre, İdil gibi tarihsel bağlamları olan, tarihsel kimlikleri olan kentler yakılıp yıkıldı. Yani, bu kentlerin yakılıp yıkılması bir şeyin, bir sorunun sonucu olarak görülmekten ziyade, sonuç üzerinden projeler üretmek Bakanlığın marifetiymiş gibi sunuluyor. Yani, biz eğer o yakıp yıkmaların önüne geçebilecek demokratik bir adım, demokratik bir yaklaşım, tutum sergilemiş olsaydık belki bu kentler yakılıp yıkılmayacaktı. Ben, kim yakmış, kim yıkmış, niye böyle yapmış gibi bir tartışma içerisine girmek istemiyorum. Yani, Kürt sorunu demokratik yöntemlerle, barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulabilseydi, bunun diyalogları, bunun yöntemleri araştırılıp bulunabilseydi ve bu noktada bir irade ortaya konulabilseydi belki bugün Sur'un yeniden inşasını konuşmayacaktık. Biz bunu söylüyoruz ama işte, Sayın Davutoğlu, yapmış olduğu açıklamada "Zaten bunları yıkacaktık." diyor, bu da ayrı bir skandal.

Diğer yandan, Sayın Bakanın göndermiş olduğu broşürde işte, 19'uncu sayfada belediyelerle ilgili çok skandal bir cümle var. Bu kayyum atanan belediyelerin, belediye başkanlarının, oradaki yönetimin Kandil'e hizmet ettiğini söylüyor. Yani, Allah aşkına, bu olacak şey midir? Yani bu bence başlı başına büyük bir hatadır, büyük bir skandaldır, bunun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Yani, siz yargı değilsiniz, siz işte mahkûm eden merci değilsiniz. Siz bunun sonuçları üzerinden projelendirme ve çalışma yapma gibi bir sorumluluğa sahipsiniz. Kaldı ki -Ertuğrul Hocam da ifade etti- bu anlamda verilmiş herhangi bir karar, sübuta ermiş herhangi bir suçlama söz konusu değilken tamamen sübjektif yaklaşım ve tutumlarla böyle bir belirlemeyi Bakanlık bütçesine koymak da olsa olsa minareye kılıf uydurmaktır. Yani, bir yerde bir işgal vardır, bir yerde bir gasp vardır, bu işgal ve gasbın kılıfını uydurmaktır. Bu bile bence çok hatalı, çok yanlış bir tespit ve belirlemedir. Ben, hani bu mevcut belirlemenin de özellikle adalet açısından, yargısal süreç açısından ve demokratik hukuk anlayışı ve yaklaşımı açısından da değiştirilmesi gerektiğini ve bunun düzeltilmesi gerektiğini öneriyorum.

Diğer nokta, özellikle doğa-kent ilişkisinde ciddi bir sorun yaşamaktayız. Bu yaşadığımız sorunu eğer biz çözmediğimiz takdirde inanın, geleceğe bırakabilecek kentlerimiz de kalmayacaktır. Mekânlarımızı böyle rant alanına açarak, sürekli değişim, dönüşüm adı altında kentsel, vesaire sıfatlandırmalar adı altında yıkıma tabi tutmak geleceğimizi de yıkmak ve geçmişimizi de ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir; bunun da terk edilmesi gerekiyor. Özellikle, doğa merkezli planlamaların yapılması gerekiyor; ekolojik bilinç dediğiniz şey bu. Kentin ruhsal havasının, ruhsal kimliğinin korunması gerekiyor. Bakanlığınızın buna ilişkin çok ciddi çalışmalar yapması gerekiyor. Yani, âdeta Bakanlık diğer bakanlıkların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayhan, lütfen tamamlar mısınız.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - ...karar alıcı pozisyonunun onay mercisi hâline gelmiş yani bir nevi kendi rolünün, kendi misyonunun dışına çıkmış durumdadır. Bu anlamıyla büyümenin lokomotifi yapılaşma değildir. Az önce bir arkadaş da ifade etti, son on beş yıldır Türkiye'de en önde gelen sektörlerden biri inşaat sektörüdür. İnşaat sektörünün bu kadar böyle büyümesi, bu kadar gelişmesi bir büyümenin, bir gelişmenin göstergesi değildir, olmamalıdır da aslında. Yani, doğal afetlerin dışında mekânlara, doğaya karışmamak gerekiyor. Eğer doğal afet noktasında bir yıkım yaşanmışsa bu yıkımları oranın mimarisine, oranın mekânsal yönüne dokunmadan ve onu bozmadan yapmak lazım. Şu andaki yapılaşmalara, şu andaki çalışmalara baktığımız zaman tamamen bu yönün ihmal edildiğini görmekteyiz.

Bir diğer konu, özellikle betonlaşma. Yani, betonlaşma alabildiğine fazla. İstanbul'a gidiyorsunuz, Ankara'ya geliyorsunuz, müthiş derecede birbirinden izole edilmiş, tecrit edilmiş bir mekânsallıkla karşı karşıya kalıyorsunuz; âdeta insanlar birbirine küsmüş, birbirinden uzaklaşmış ve birbirine karşı müthiş bir yabancılaşma var. Yani, bu yabancılaşma korkunç bir şey, bu bütün toplumsallığımızı etkiliyor, bütün demokratik yaşamımızı etkiliyor. Dolayısıyla, bunlara yönelik bir çalışmanın yapılması gerekiyor. Doğa, dediğim gibi, doğayı korumak gerekiyor, ekolojik bir bilinci kesinlikle korumak gerekiyor. Bu gibi noktalara dikkat etmek, bunun üzerinden bir çevre ve şehircilik politikasının yürütülmesi gerekiyor.

Sözlerimi kısa bir dizeyle tamamlamak istiyorum. Özellikle, bu mekân ilişkisi açısından ifade edilen bir şiir, şair diyor ki:

"Hangi şehir alır bizi basar bağrına

Kim çalacak kapımızı bir avuç tuz için, bir dilim ekmek için."

Dolayısıyla, mekânlarımızı herkese açabilecek, mekânın ruhsallığını, mekân-insan ilişkisinin doğru kullanabilmek açısından kapımızın herkese açık olabildiği, toplumsallığımızı en güçlü bir şekilde yapabileceğimiz bir şehircilik mantığını, bir şehircilik yaklaşımını ortaya koymak gerekiyor.

Teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum.