KOMİSYON KONUŞMASI

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Sayın Başkan, o kadar çok konu var ki. Tabii, zaman böyle daraltılınca anlamlı söz söylemek hepimiz adına zor oluyor.

Sayın Bakan, değerli bürokratlar ve basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilimden başlamak gerekiyor tartışmaya çünkü bir sanayi ve teknoloji hedefi koyacaksak önce bilime dair tabloyu gerçekçi bir biçimde ortaya koymak gerekiyor. Ne sanayi ne teknoloji yok çünkü Türkiye'de artık bilim de yok. Bilimin olmadığını ortaya koyacak veriler esasında her yerde mevcut ama verinin ötesinde, akademisyenlerle iki cümle sohbet etmek yeterli oluyor. Ben yine de veri temelli bir analizin kıymetli olduğunu düşünüyorum. Şimdi, bir kere bilime yaklaşımda çok temel bir sıkıntı yaşıyor bugün Türkiye. Her şeyde olduğu gibi "Parayı saçarız, hallederiz." diyen yaklaşım, akademiye ve bilime de piyasacı bakan bir anlayış sanki AR-GE'ye para harcamakla iş halledilebilirmiş gibi bir algı üzerinden bir çerçeve oturtuyor. Evet, belki AR-GE'ye yapılan harcamalar artmıştır ama "Yapılan bu harcamalardan Türkiye'de bilim üretilmiş midir?" sorusunun yanıtı maalesef olumsuz ve bu yanıtın niye olumsuz olduğu tartışılmazsa da değişmesi mümkün değil. Yine, aynı şekilde para harcamaya devam ettiğimiz gibi bolca üniversite de açtık, değil mi? 2001'den bu yana, son on beş yılda Türkiye'de 120'ye yakın üniversite açıldı fakat bu üniversitelerde işsizliği geciktirmenin ötesinde bilim üretecek genç bir kadro yaratılması konusundaki eksiklik de maalesef bütün çarpıklığıyla ortada. Türkiye, evet, doktora sayısında ciddi bir artış yakalamış; 40 ülkeyle karşılaştırma yapıldığında 16'ncı sırada gözüküyor ama maalesef, burada bilim üretimine baktığınızda üretilen bir bilim gerçeği de ortada gözükmüyor.

Şimdi, baktığınızda, uluslararası patent sayılarında 40 ülke arasında Türkiye 34'üncü sırada. Yapılan akademik yayınlara baktığınızda, bilimsel makale yazımlarında Türkiye 36'ncı sırada, 40 ülke arasında. Yani üniversite açmakla, AR-GE harcaması yapmakla bilimin ortaya çıkmadığı bu rakamlarla çok aşikâr. Peki, "Neden böyle bir sıkışıklık var?" diye baktığınızda, bana sorarsanız hiç artık TÜBİTAK'a, TÜBA'ya falan bakmaya gerek yok çünkü oralarda özerk ve özgür bir yapı yok ama bir KHK'yla lağvedilen TÜBA'nın yerine kurulmuş olan Bilimler Akademisinin raporları çok net üniversitelerdeki tabloyu ortaya koyuyor. Yani Bilimler Akademisinin kuruluşu da zaten böyle bir hukuksuzluğun sonucundaydı ve onlar üç yıldır yazdıkları raporlarla şunu gösteriyorlar... Akademisyenler işten atıldı, sadece işten değil hayattan koparılmak için pasaportlarına el konuldu ve şimdi, biz "Niye Türkiye'de bilim üretilmiyor?" diye düşünüyoruz. Rektör seçimleri KHK yoluyla, tamamen bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştı. Üniversitesine güvenmeyen bir ülkenin bilim üretmesini bekliyoruz. Aşırı merkezîleşmiş bir yerde YÖK'ün Disiplin Yönetmeliği'ni değiştiriyoruz ve bir kez daha araştırmacılara bilim insanı olarak değil araştırmacılara memur gözüyle bakan bir yaklaşımı pekiştiriyoruz.

Fişleme kültürü akademinin her yerine yayılmış vaziyette. TÜBİTAK'a diyoruz ki: "Yayın yapacakları da, hakemlik yapacakları da, editör konumunda olacakları da fişle ve bana bildir." TÜBİTAK araştırmakla meşgul değil, fişlemekle meşgul bir kuruma dönüşüyor ve sonuçta şu tablo ortaya çıkıyor: H-Endeksi -bunu akademisyenler bilir- bu duruma baktığınız zaman, Türkiye kendisine benzeyen 11 yükselen ekonomi arasında 8 ülkeden daha geride ve 36'ncı sırada yer alıyor. Yani bilgiye erişemeyen, Vikipedi'sini kapatmış, şimdi bundan sonra muhtemelen "Paradise" raporuyla yeniden yeni şeyleri de kapatacak olan Türkiye'de bilim üretilmesini beklemek korkarım ki hiç gerçekçi değil.

İki cümleyi de arabayla ilgili söylemek istiyorum. Evet, hepimiz yerli üretimin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz ama iki hususa değinmek istiyorum zaman kısıtlılığından dolayı. Bir tanesi, Türkiye araba parçası üretmekte bir sıkıntı yaşamıyor, bunları bir araya getirmekte de sıkıntı yaşamıyor ama markalaşmakta sıkıntı yaşıyor. Bu markalaşma sorunu ilk 500 dünya markasına baktığınızda bir Türkiye markası olmamasıyla belirgin. Ne değişecek de Türkiye bir marka üretebilecek? Bu soruya yanıtı çok merak ediyorum.

İkinci sorum da emek piyasasına etkileri konusunda ciddi endişelerim var. Bir kere bugün...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Böke.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Bu cümleyi tamamlayabilir miyim, rica ediyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Emek piyasasında bugün en güvenceli çalışma ortama eğer otomotiv sektöründeyse büyük küresel aktörler sebebiyle böyle. Esnekleşecek ve güvencesizleşecek bir üretimin de yerli üretim adı altında yaygınlaşmasına dair endişemi paylaşmadan edemeyeceğim.