Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f)Hâkimler ve Savcılar Kurulu |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 23 .11.2017 |
GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan, bu salonda bulunan herkesi, yüksek yargı temsilcilerini ve bütün bürokrasiyi, basın emekçilerini, herkesi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, bir şey dikkatinizi çekti mi, sabahtan beri adalet mekanizmasını konuşuyoruz, konuşmaların tamamına yakını devletle olan meselelerimizle ilgili. Yani sonuç olarak adalet mekanizmasına vatandaşlarımız kendi aralarındaki meseleleri de çok büyük oranda taşıyorlar ancak bizler bütün konuşmalarımızda ve ben Meclis tutanaklarına da baktım, neredeyse bütün Meclis görüşmelerinde, Adalet Bakanlığı görüşmelerinde hep devletle olan meselelerimizi konuşmuşuz. 1980'li yıllardaki, 1990'lı yıllardaki tutanaklara baktım Sayın Bakan. O günlerde sizler muhalefetteydiniz, başka düşünceler iktidardaydı veya başka dönemlerde başka düşünceler iktidardaydı. Hep, muhalefette olanlar devletin gadrine uğradıklarından bahsederek adalet talep etmişler. Ama devletse o günlerde hangi ideolojik konumlanmaya girmişse diğer kesimleri yok saymış, ya kimlikleri ya düşüncelerinden dolayı öteki saymış -tırnak içinde söylüyorum- hain saymış ve buna göre de adalet dağıttığını iddia etmiş. Ama yüz yıllık tarihimize bakın, hiçbir zaman tam anlamıyla bir hukuk devletine ulaşamamışız. Gadre uğrayanlar hep haksızlığa uğradıklarını, kimliklerinden ve düşüncelerinden dolayı haksızlığa uğradıklarını iddia etmişler. Şimdi geçmişe bakıp diyelim ki 1990'lı yıllardaki bir Refah Partisi milletvekili konuşmasını burada okusam size "Tam benim konuşmamı yapmış." derim. Bunu diyebilirim size veya başka bir dönemin HDP milletvekillerini -önceki BDP milletvekillerini- okusam siz altına imza atabilirsiniz veya Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin bugün yaptığı konuşmaları on beş yıl önce, yirmi yıl önce sizin gelenekten gelen insanlar yapmışlar. Bakıyorsunuz, yani alt alta koyun, sanki aynı konuşları yapmışız. Yani devletle meselemiz var, hukuk sistemiyle meselemiz var ve bir türlü hukuk devleti olmaya ulaştıramadığımız bir devlet anlayışı var.
Şimdi, devlet bazı dönemlerde olağanüstü dönemler yaşatabilir ve o dönemde devleti yönettiğini düşünenler -pek çok güç vardır çünkü devlet içinde- der ki: "Beka meselemiz var arkadaş. Beka meselemiz de şu yüzden, şu kesim yüzünden, şu kimlikte olanlar, şu düşüncede olanlar yüzünden." der ve onları ya hapse tıkar ya gadre uğratır. Bu hep böyle olmuş, hiç istisnası yok.
Ben dört kuşaktır bu devletin gadrine uğramış bir kimliğin temsilcisi olarak söyleyeyim veya ömrüm boyunca insan hakları mücadelesi yapmış bir milletvekili, bugünlerde de milletvekili olarak söyleyebilirim çünkü yalnızca kendi kimliğimle ilgili gadre uğrayanlarla uğraşmadım. Üniversite hayatım boyunca, bir hak savunucusu olarak, kim gadre uğruyorsa yanına koşmuşumdur. Bu Kürt de olabilir, bu başörtüsü mücadelesi veren bir arkadaşım da olabilir. AK PARTİ'nin kapatılma dönemindeki yaptığım mücadeleleri biliyorum. Bunları övünmek için, burada şey olmak için söylemiyorum yani empati kurun diye söylemiyorum çünkü bu, demokrat olmanın bir gereğidir. Devlet kimi gadre uğratıyorsa hak savunucuları onun yanında olmalıdır. Sizin de geçmişte yaptığınız konuşmalara baktığımda, inanın, okusam, sanki benim altına imza atabileceğim konuşmalar yapmışsınız, bir hak savunucusu olarak konuşmuşsunuz, devletin gadrine uğrayan bir kimliğin temsilcisi olarak konuşmuşsunuz. Ama bugün iktidardasınız ve maalesef, hani "İnsanları iktidarda görün." derler ya, hani o iktidardayken o empatiyi kurabiliyorlar mı diye; maalesef...
Bakın, benim çok önemli, büyük bir hayal kırıklığımdır, bu toplumun çoğunluğunu oluşturan mütedeyyin kesim de iktidar sınavında maalesef sınıfta kaldı. Yani hani "Attan düşen bilir." diyorlar ya, hani kaç sefer attan düşmüşsünüz. O iktidar koltuğuna oturduğunuzda, ilk dönemlerde bazı çabalar içinde oldunuz ama 2017 Türkiye'sine gelip bakıyoruz ki siz de o sınavı maalesef kaybetmiş görünüyorsunuz. O ceberut devlet anlayışının esiri olmuş durumdasınız ve bugünlerde yine bir beka tanımlaması yapıyorsunuz ve buna uymayanları başka şekilde, "öteki" olarak tanımlıyorsunuz. Bu da toplumu kamplaştırıyor, kutuplaştırıyor, hukuk sistemi diye bir şeyi ortadan kaldırıyor ve maalesef tuz kokuyor Sayın Bakan. Şu anda tuz kokmakta.
Sayın Bakan, yine yargı bir sopa olarak kullanılıyor maalesef ve yargı sopa olarak kullanılırken de siyaset kurumu tarumar ediliyor, milletvekilleri, siyasetçiler düşüncelerinden dolayı hapsediliyorlar, eş genel başkanımız, milletvekilleri ve pek çok siyasetçi. Yargı kurumunda aynı operasyonlar devam ediyor. Basın şu anda maalesef görevini yapamaz durumda, bu 3 gücü de denetleyemez durumda, pek çok basın mensubu şu anda tutuklanmış durumda. Akademi özgür değil. Bir bildiri yayımladılar diye tutuklanmış ve korku salınan akademisyenler, görevlerinden edilen akademisyenler var. Sivil toplum tarumar edilmiş durumda ve geriye demokrasi diyebileceğimiz maalesef
hiçbir şey kalmadı. Bir tek ceberut devlet anlayışı geriye bıraktınız Sayın Bakan.
Bakın, Sayın Cora bahsetti yargıçlar ve savcılardan. Evet, binlerce yargıcı, savcıyı görevden aldınız, yerine pek çok genç hâkimi, savcıyı atadınız. Görüyorum, ben gidiyorum, 25-27 yaşında hâkimler, çok genç. O hâkimler, inanın, bakın, dosyalara bakmadan karar veriyorlar biliyor musunuz Sayın Bakanım? Neye bakıyorlar, biliyor musunuz? "Cumhurbaşkanımız bu konuda ne düşünür acaba?" diye karar veriyorlar. Ya, "Cumhurbaşkanı bu konuda acaba ne demiş?" diye karar veriyorlar. Bununla ilgili örnekler de verebilirim size.
Ya, hak savunucuları, biliyorsunuz, dört ay önce, hani Büyükada'da bir toplantı yapmışlardı, hak nasıl savunulur olağanüstü hâl döneminde diye. Bunlar bir toplantı yaptıkları noktada oraya bir baskın düzenlendi ve bunlar darbeci olmaktan dolayı gözaltına alındılar. Hemen ardından o yandaş basın devreye girdi, manşetler attı: İşte "Bunlar darbe planlıyorlardı, şöyle hainlerdi." İki gün sonra Sayın Cumhurbaşkanı açıklama yaptı: "Onlar darbecilerdi." dedi. Daha mahkeme karşısına çıkmamışlar. Ve tabii ki karşımızda genç bir hâkim ve genç bir savcı vardı. Dosyada hiçbir delil yokken, hiçbir delil yokken 10 arkadaşımızı tutukladı.
İnanın, hani birisi "Türkiye'ye zarar vermek istiyorum." derse... Hani ben o arkadaşların kötü niyetine... Olabilir veya olmayabilir, bilmiyorum, eğer farkındalarsa. Ama birisi "Bu ülkeye zarar vermek istiyorum, bu ülkenin demokrasisine dinamit koymak istiyorum." derse ancak böyle koyabilir. Af Örgütünün ve pek çok kuruluşun temsilcileri tutuklandılar, üç ay hapis yattılar ve üç ay sonunda mahkemeye çıktılar. Çünkü çökmüştü dava. Ve adli kontrol şartı dahi olmadan hepsi serbest bırakıldılar Sayın Bakanım.
Tabii, darbe dinamiği tekrar devrede, sizi açıkça uyarıyorum. Hani kötü niyet arıyorum artık ben, bunu yalnızca saflıkla yorumlayamayız, acemilikle yorumlayamayız Sayın Cora. Osman Kavala ve Henry Barkey hemen ardından -yetişmesi lazım ya, dışarıda birileri bu davalar üzerine tepinecekler ya- hak savunucusu, sivil toplum temsilcisi arkadaşlarımız darbe planlamakla gözaltına alınıp tutuklandılar maalesef, Osman Kavala. Ve şimdi bütün dünyada bunun üzerinden makaleler çıkıyor ve Türkiye başka bir yere doğru savruluyor görüntüsü veriliyor maalesef.
Sayın Bakan, iki türlü hâkim savcı var -sizi buradan uyarıyorum- bir; "Sayın Cumhurbaşkanı nasıl düşünüyordur?" diye karar veren hâkim savcılar var. İki; kötü niyetli hâkim savcılar var. Tabii, üçüncüler de var, hâlâ meslek onurunu, namusunu koruyan hâkim savcılar da var. O ikinci türler, o kriptolar maalesef bu tip kararlara imza atarak ülkemizi bir Kuzey Kore liginde, bir üçüncü dünya liginde gösterip Türkiye'yi belli bir yere doğru savurarak, evrensel değerlerden, Avrupa Birliği değerlerinden uzaklaştırmaya çalışan hâkim savcılardır. Bu konuda bütün sistemi uyarıyorum, özellikle bütün arkadaşlarımızı uyarıyorum. Bu konulara mutlaka bakmamız lazım. Bunlar, inanın bütün demokrasimiz üzerine, siyasetimiz üzerine operasyon yapıyorlar. Milletvekillerimizin tutuklanmasında da bunu gördük Sayın Bakanım. Bütün siyasi operasyonlarda da bunu gördük. Bence bu yönden de bakın derim. Eğer bakmazsanız o adalet mekanizmasına geçmişte yapılan operasyonlar... Hani FETÖ'cülerin yazdığı iddianameleri İbrahim arkadaşımız size anlattı. O çerçevede siyasete çekilen operasyonlarla tekrar baş başa kalabiliriz.
Bir örnek daha vereceğim: Bakın, on bir yıldır Hrant Dink cinayetiyle ilgili adalet mücadelesi veren bir arkadaşınızım çünkü kendisi benim ağabeyim ve arkadaşımdı, beraber mücadele veriyorduk. Hrant Dink öldürüldükten hemen sonra dedik ki: Ya, bu cinayette pek çok kamu görevlisi var, bu cinayeti izleyen, bilen, gören pek çok kamu görevlisi var. Bunlarla ilgili bir dava açılsın dedik. Çünkü bu, yalnızca bu cinayet, bu devletin arınma davası olabilir dedik. Niye bunu söyledik? Pek çok aktör vardı çünkü. Bunu izleyen, Hrant Dink'i hedef gösteren, istihbaratını bilip ama yol veren, engellemeyen onlarca kamu görevlisi vardı. Buna bakın dedik, Sayın Cumhurbaşkanına da ilettik, bütün AK PARTİ temsilcilerine ilettik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Paylan, lütfen toparlayın.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Ancak önümüze yalnızca Trabzon Pelitli'deki 10 tane genç bırakıldı, hiçbir kamu görevlisi yargılanmadı ve o günlerde Ergenekoncu denen bazı aktörlerle iltisak gösterildi ama o aktörler de yargılanmadı. Çünkü o dava bir araç davaydı, darbe dinamiğini tetiklemek için kullanılan bir araç davaydı. Hrant Dink'in öldürülmesini gösterip ona göre Türkiye'yi artık, belli noktadan uzaklaşan bir ülke, yani Avrupa değerlerinden, Hristiyanları öldüren bir ülke görüntüsüne sokmak ve darbe dinamiğini tetiklemek ve Ergenekoncuları belli noktada hedef gösterip bu noktada siyaseti manipüle edip devlet içindeki konumlarını sağlamak isteyen sonraki darbecilerin bir planıydı maalesef. İlk anda, Ergenekoncu denenlerle ilgili bu dava tezgâhlandı, daha sonraysa Sayın Bakan, şimdilerde bakıyoruz, yeni bir araç davaya çevrildi. Şimdi de "Fetullahçı" denenleri mahkûm etmek, onlara bu ihaleyi, bu cinayeti tezgâhlayanlar olarak ortaya koymak için bir araç davaya dönüştürülmeye çalışılan bir davayla karşı karşıyayız. Ya, on bir yıl geçmiş, hâlâ yargılanmayan kamu görevlileri var, davayla ilgili konulan bir irade yok.
Yalnızca Hrant Dink cinayetiyle eğer ki bir yüzleşme sağlayabilseydik, inanın, ne AK PARTİ'nin kapatılma davası olurdu ne o günlerdeki darbe dinamikleri devrede olurdu ne de 2016 yılında Türkiye'miz bir darbeyle karşı karşıya kalırdı. Sizi bu anlamda uyarıyorum, bu tip suçlarla mutlaka ilgilenin, bu tip suçların ardındaki dinamiklerle mutlaka ilgilenin. O gün için ideolojik olarak ters baktırılmış olabilirsiniz ama buna bakmadığınız sürece, yüzleşilmeyen, hesabı sorulmayan her suç, emin olun, tekrarlar ve bu tip cinayetler de, bu tip suçlar da yeni darbe dinamikleriyle maalesef tekrarlanabilir.
BAŞKAN - Sayın Paylan, toparlayın lütfen.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bitiriyorum.
Sayın Bakan, bizim arzu ettiğimiz, sözde değil özde, tarafsız ve bağımsız bir yargı. Ama maalesef bugün bizim elimizde bağımsız ve tarafsız bir yargı asla yok. Siyasetin güdümünde ve vesayetinde, siyasetin isteklerine göre karar veren bir yargı var. Evet, devletimiz bir travma yaşıyor, millet de bir travma yaşadı. Ama bu girdaptan çıkmanın yolu yalnızca güvenlikçi bakışa hapsolmak değildir, güvenlik siyaseti ne istiyor diye karar veren yargı kurumları değildir, Anayasa Mahkemesi değildir; bizim ihtiyacımız olan gerçekten adalet dağıtan bir anayasa mahkemesi ve yargı kurumlarıdır. Maalesef bundan çok uzak bir noktada olduğumuzu görüyorum.
Özgürlük-güvenlik dengesini mutlaka kurmalıyız, özgürlük meselesinde mutlaka yeni bir Türkiye hikâyesi yaratmalıyız. Demokrasimiz, evet, büyük bir hasar aldı ama özellikle Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Yüksek Seçim Kurulunu "Ben buradayım." demeye çağırıyorum. Maalesef iki yıldır hiçbirisi, bu kurumlardan hiçbir tanesi hak ihlallerinde "Ben buradayım, merak etmeyin." demedi.
Son olarak bir şey daha söyleyip bitiriyorum.
Restorasyon ve normalleşme sürecine ihtiyacımız var Sayın Bakan. Bakın, bu günler gelip geçecek, Türkiye bu karanlık dönemi de atlatacak. Siz de geçmişte bir hak savunucusu olan, hâlâ da öyle olmasını arzu ettiğim bir Bakan olarak sizden bir şey istirham edeceğim. Bu sefer istirham edeceğim; bağırarak söyledik, olmadı; başka türlü söyledik, olmadı. Bugünler gelip geçecek ama bugünlerden sonra elimizde 2 genç insanın can kaybı kalabilir. Nuriye ve Semih, biliyorsunuz, açlık grevlerinin iki yüz elli-iki yüz altmışıncı günündeler ve ölüm sınırındalar. Bugünler gelir geçer, Nuriye ve Semih eğer ki -Allah korusun- hayatlarını kaybederse onların vebali en çok sizin üzerinizde kalır. Onların ölümüne göz yumacak mısınız Sayın Bakan? Onları kurtarmak sizin elinizde, bir imzanıza bakıyor.
BAŞKAN - Sayın Paylan, teşekkür ediyorum.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bu, şu anda bir komisyon var, öncü bir karar almasına bakıyor bu insanların hayatının kurtulması ve her an hayatlarını kaybedebilirler. Yalnızca bu yönde bir adım atmanız inanın hepimize bir ferahlık verir diyorum.
Teşekkür ederim.