KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli Komisyon üyelerimiz, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, çok değerli yüksek yargı mensupları, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, 2018 yılı bütçenizin ve yeni görevinizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz ve adaletli bir yıl olmasını diliyoruz özellikle.

Adaletin, bizim düşünce ve inanç dünyamızda yanlış yer edindiğini düşünüyorum. Sadece ezilenlerin, zayıfların, mağdur ve mahrumların, dışlananların yani zulme maruz kalanların ihtiyacı varmış gibi bir algıya sahibiz nedense. Oysaki ezenin, güçlünün, zenginin, suçlunun, katilin, zalimin de er veya geç adalete ihtiyacı olacağı bir zaman mutlaka olacaktır.

Bu bağlamda, herkesten ve her kesimden önce devletin adalet düzenine ihtiyacı vardır. Çünkü toplum kadar devletin de esas ve öncelikli güvencesi mutlaka adalettir. Adaletten yoksun her devlet, zalimlerin elinde kalmaya ve zulümle yönetilmeye mahkûmdur. Bölge devletlerinin ve ülkemizin tablosu ne yazık ki bunun açık örneğidir.

Esas itibarıyla hukukun amacı da adaleti tesis etmektir. Bağımsız, yetkin ve etkin yargı bunun için zorunludur. Bağımsız yargının olmadığı bir ülkede devlet, "hukuk devleti" olarak tanımlanamaz. Hukuka dayanmayan bir devletin de meşruiyeti her zaman tartışılır.

Bu nedenle de adalet arayışımızı iktidara karşı ve devlete rağmen ancak adil bir devlet için sürdürmeliyiz. Bunun için 15 Haziranda Ankara'da başlayan, 10 Temmuz'da İstanbul'da sonlanan yirmi beş gün 432 kilometrelik "adalet yürüyüşü"müzde "Hak, hukuk ve adalet" dedik.

Ülkemizde olduğu gibi yargı organlarının, savcı ve hâkimlerin iktidar tarafını tuttukları yerde adalet beklentisi, umudu olmaz. Çünkü böyle bir zeminde adaletin gerçekleşmesi mümkün de olmaz.

Montesquieu'nun dediği gibi "Bir rejim, halkın adalete inanmaz bir hâle geldiği noktaya gelince o rejim mahkûm olmuştur." Tam da bu noktada olduğumuza inanıyorum. Oysaki hukuk, adaleti sağlamak ve toplumsal vicdanı rahatlatmak için vardır, toplumun vicdanını zedelememek, incitmemek için vardır.

Kuşkusuz baskı, zorbalık, kaba kuvvet, şiddet, kültürel ve geleneksel bir gerçeğimizdir. Uygar dünya, medenileşerek bu kültürden uzaklaşırken biz uygar, çağdaş devlet olmayı bu kültürü adeta millîleştirerek gerçekleştireceğimizi zannettik.

Adalet yerine güç arayışına yoğunlaşmamızın nedenlerini kendi tarihimize bakarak kolayca anlayabileceğimizi düşünüyorum.

Övünüp durduğumuz ecdadın saraylarında, devletialilerinde, siyasal alanlarda ve son yüz yılda bize miras kalanlar arasında "adalet" diye bir ilkenin olduğunu ne yazık ki bilmiyorum, varsa da sadece kitaplarda ve sözde kaldığını düşünüyorum. Bugün adaletin "a"sından bahsetmek mümkün değildir.

Sivil toplum kuruluşlarının kanun hükmünde kararnamelerle kapatıldığı, insan hakları savunucularının uydurma gerekçelerle tutuklandığı, basının tek sesli hâle getirildiği bir ortamda insan hakları savunuculuğu yapmak ciddi bedelleri göze almayı gerektirir hâle gelmiştir. Fakat sizin tesis etmeye çalıştığınız bu adaletsiz düzende işler yine yandaşlık üzerinden yürütülüyor. Kadınlar tacize, tecavüze, şiddete uğruyor, öldürülüyor, kamuoyu baskısıyla göstermelik tutuklamalar, gözaltı kararları çıktıktan sonra söz konusu kişiler serbest kalıyor. İktidar mensuplarının damatları, kızları, eşleri ve yakınları Fetullahçı olduğu gerekçesiyle ihraç ediliyor, sonrasında hata yapıldığı anlaşılıp görevlerine iade ediliyor. FETÖ soruşturmaları kapsamında önce açığa alınan sonra tutuklanan bir kişi ifadesinde "Nasıl bir insan olduğumu belediye başkanı olan amcam ve milletvekili olan dayıma sorabilirsiniz." dediği anda serbest kalabiliyor.

Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü 2016 yılı adli istatistiklerini yayımladı. 2006 yılından itibaren düzenli olarak yayımlanan istatistiklerin son on yıllık karşılaştırması yapıldığında birçok alanda suça yönelimin arttığı görülüyor. Yayımlanan bilgilere göre Türkiye'de işlenen suçların en önemli nedeninin ekonomik sıkıntı olduğu dikkati çekti. Özellikle çocukların suça yöneliminde ve cinsel taciz vakalarında da büyük artış yaşandı. Taciz vakalarında artış yaşanmasına rağmen mahkûmiyet kararlarındaki azalış ise dikkat çekici ve aynı zamanda da düşündürücüdür.

Cumhuriyet başsavcılıklarına gelen soruşturma dosyalarının bilgilerinin paylaşıldığı istatistiklere göre erişkin nüfusun yüzde 5,7'si sanık durumunda. 2006 yılında 2 milyon 742 bin dosya bulunurken bu rakam 2016 yılında 7 milyon 398 bine çıkmış. Ceza mahkemelerinde görülen dava sayısı 2 milyon 406. Davaların ortamla görülme süreleri bir ay uzamış. 2006'da, ortalama, bir davanın görülme süresi iki yüz kırk dört günken 2016'da bu rakam iki yüz yetmiş dört güne çıkmış.

Toplamda 2016 yılında 3 milyon 672 bin kişinin davası ceza mahkemeleri tarafından görülürken 1 milyon 852 bin kişinin davası bir sonraki yıla devredilmiş.

12-17 yaş arasında 2 bin 800 çocuk cezaevinde Sayın Bakanım. 2.709 erkek ve 81 kız çocuk şu anda tutuklu. Hırsızlık ve uyuşturucu ilk sıralarda. Son dört buçuk yılda 13 çocuk cezaevinde hayatını kaybetmiş.

Anayasa Mahkemesi, en çok başvurunun ve ihlalin adil yargılanma hakkı kapsamında yaşandığını söylüyor. Anayasa Mahkemesine yapılan başvurular incelendiğinde ise şöyle bir istatistik çıkıyor karşımıza: En çok başvuru adil yargılanma hakkı kapsamında geliyor. İkinci sırada kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, mülkiyet hakkı, yaşama hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağı hakkı, ifade hürriyeti, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ve örgütlenme özgürlüğü alanında başvuruların geldiğini görmekteyiz. Bunu özellikle belirtmek istiyorum, en çok başvuru maalesef, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılmakta ve en çok ihlal kararımız da adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanılarak verilmektedir. Adil yargılanma hakkından sonra ise en çok başvuru, gözaltı ve tutuklamalara ilişkin olarak kişi hürriyeti ve güvenliği kapsamında kalmakta. Buna ilişkin de en çok uzun tutukluluk, tutuklama kararlarının gerekçesizliği veya devam eden tutukluluk hâllerinin gerekçesizliğine dayanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukukun olmadığı yerde doğal olarak üstünlerin hukuku olur. Yüzlerce yıldır, bu topraklarda adalet iddiası hep olmuş ancak devlet geleneğinde ve on beş yıllık iktidarınızda karşılık bulduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir.

Sorgusuz, sualsiz kutsanan ve biat edilen bir iktidarın; hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük gibi ilkeleri öncelemesi, önemsemesi, saygı duyması beklenemez ve beklemiyoruz. Böyle bir iktidarın hiç bir kurumunda adaletin izine dahi rastlamak mümkün değildir. Çünkü kutsallar, tabular, ilahlar sorgulanamaz, eleştirilemez, bir hata, yanlış ve suç isnat asla edilemez. İsnat edenler de, ya dinde mürtet sayılarak ya da vatana ihanet veya terörist, bölücülükle suçlanarak cezalandırılmıştır, cezalandırılmaya da devam ediliyor. Sorgulanmayan bir ideoloji, bir iktidar, kişi, kurum ve devletten de adalet beklenemez. Daha özelde ise, "İçimizde Allah korkusu var." diyenlerin durumuna bakmamız dahi konuyu anlamak için yeterlidir. İnandığımız ve kutsadığımız devletin; adalet, hakkaniyet, hürriyet yaydığını iddia etmek uygar dünya karşısında bizi üzmektedir ve aynı zamanda da utandırmaktadır. Aynı dönemde, Batı'dan daha medeni ve daha adil olmamız veya Batı'nın zulüm ve vahşet içinde olması, bugün içinde bulunduğumuz cehaleti ve karanlığı örtemeyeceğini bilmemiz, anlamamız gerekir. Açıkça kanaatimi ifade etmeliyim ki, zulüm üreten bir iktidar ve yönetim anlayışınız var. Adaleti gerçekleştirmek için vicdanlarımızı harekete geçirmemiz gerekir.

Yasaların dahi uygulanmadığı, gücü, devleti ele geçirenlerin keyfî uygulamalarla yaşamı cehenneme çevirdiklerini sadece bugünkü tablodan değil, tarihimizde yaşananlardan da çok iyi biliyoruz. Bugün olanların, tarihte yaşananlardan çok daha farklı ve çok daha etkili sonuçlar vereceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Uydurulmuş dini sahih dine, cehaleti, karanlığı, hamaseti akla, bilime, bilgiye tercih eden bu coğrafyanın toplumları olarak, sadece üzerinde yaşadığımız topraklar ve birbirimiz için değil, dünya için, insanlık için bir tehdit oluşturduğumuzu ifade etmeliyim. Martin Luther King'in ifadesiyle: "Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adalet için tehdittir." Karşı karşıya bulunduğumuz tehdit, sadece küresel işgaller veya dinci terör örgütlerinin yaydığı dehşet ve vahşet değil ya da dinbaz çevrelerin yaydığı korku, baskı, yağma ve talan politikalarından da ibaret değildir. "Demokrasi getiriyoruz." iddiasıyla bölgemizi işgal eden küresel güçlerle, devlet adına insanları katledenler, vatandaşının evini, yurdunu yıkanlar, binlerce yıllık insanlık mirasını ortadan kaldıranlar, sorgusuz sualsiz ihbar ve zanla masum insanları cezaevlerine tıkayanlar, eziyet ve işkence edenler, ayırımcılık, ırkçılık yapanlar ile insanlık tarihinin izlerini dahi yıkan-yakanlar, tekbir getirerek insanları infaz edenler, talan ve yağmadan sonra zaferlerini tekbir, hamt, namaz, şükür ile kutlayan mücahitler arasında adalet...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - ...insanlık, medeniyet bakımından bir fark yoktur.

(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen son cümlelerinizi alayım.

Buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Amaçları farklı olsa da iddiaları ve uygulamaları aynıdır, ortak paydaları zulümdür, yıkımdır, egemenliktir, hükmetmektir.

Bu topraklarda adaleti inşa etmenin ölüyü diriltmekten çok zor olduğunu da bilmek ve görmemiz gerekiyor.

Çoğunlukla bu coğrafyanın Müslüman toplumları olarak bizim için adalet, hem dinî yaşamımızda hem de vatandaşı olduğumuz devlette âdeta ihtişamlı bir türbe içinde toprağa gömülmüş ve kutsanmış şahsiyetlere benziyor. Ziyaret ediyor, dua ediyor, kutsuyor, medet umuyor ve yardım diliyoruz. Oysa türbede yatan, çok muhterem bir şahsiyet olsa da bizi duymasına, şikayetlerimize, dualarımıza cevap vermesine, bize yardım etmesine, isteklerimizi gerçekleştirmesine ihtimal ve imkân yoktur. Bu coğrafya insanlarının adalet inancı da ölüden medet ummaktan farklı değildir. Bizden olan zalimlerin dahi dilinden hak, hukuk, adalet eksik olmaz. Cenneti ölülerden istediğimiz gibi adaleti de zalimlerden bekleyecek kadar cehalet karanlığına gömülmüş durumdayız ne yazık ki. Adalet hiç kuşkusuz insanlığın olmazsa olmaz esaslarından biridir. Ancak adil olmak, adaleti teslim, tesis etmek, herkese ve her kesime eşit olarak dağıtmak için bir din mensubu olmak veya dindar olmak gerekmiyor. Bir tek koşulu vardır, o da insanlık bilincine varmak ve vicdanının sesini dinlemektir. Çünkü biliyoruz ki vicdanın sesi bütün kanunların üstündedir.

Son sözüm, Sayın Bakan, 2010'lu yıllarda HAS Parti kurucusu ve Ankara İl Başkanı olarak yaşadığınız dönemlerde yaptığınız açıklamaları ve beyanatları okudum. O günlerde söylemiş olduğunuz haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliklere vurgu yapmışsınız ve yüzde 10 barajını dile getirmişsiniz. Şimdi, bugün artık o makamdasınız. 2010'lu yıllarda dile getirdiğiniz, şikâyet ettiğiniz o sorunları çözmek sizin boynunuzun borcu. Siz, önümüzdeki yıl, bir yılı doldurduktan sonra muhasebesini daha iyi yapacağız.

Tekrar görevinizde başarılar dileriz. 2018 yılının adalet yılı olmasını diliyoruz. Cezaevlerinde insan haklarının ve adaletin gerçekleşmesini diliyoruz. Başarılar diliyoruz.