Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f)Hâkimler ve Savcılar Kurulu |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 23 .11.2017 |
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlar ve değerli bürokratlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, ben, konuşmamı hukuk-toplum, hukuk-iktidar ilişkisi üzerine kuracaktım da İbrahim Bey'in bir benzetmesi oldu, adalet ve saray ilişkisi üzerinden bir tanımlama yaptı ve şu anki adalet mekanizmasının özellikle AK PARTİ Hükûmeti sürecindeki ilerleme boyutunu sarayla örtüştürdü ve bunu çok olumlu bir şekilde ifade etti.
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Mekânsal olarak bahsetti.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Keşke "adliye" yazsaydınız "adalet sarayı" yerine.
BAŞKAN - Adalet saraylarını mı kastetti, ben yoktum.
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Evet, evet, adalet saraylarının kendilerinin adaletlerinin iyi olduğunun göstergesi olarak ifade etti.
Şimdi, İslam tarihinde bununla ilgili çok çarpıcı bir örnek var. Muaviye ile Ebu Zer arasında geçen bir hikâyedir. İşte, Muaviye, biliyorsunuz zalimliğiyle, despotluğuyla bilinen biri ve sarayın ve iktidar gücünün de sembolize isimlerinden biri. Ebu Zer de bir İslam bilgini, İslamiyet'i doğallığıyla yaşayan, halkçı özelliklerden güç alan bir karakter, bir kişilik. Bir gün Ebu Zer Muaviye'nin sarayına gidiyor, Muaviye'yle sohbet etmek istiyor. Muaviye sohbete başlamadan önce Ebu Zer'e diyor ki: "Bu sarayım ne güzel, bak, işte nasıl ihtişamlıdır. Gerçekten güzel bir saray mıdır değil midir?" Ebu Zer'e soruyor. Ebu Zer de dönüp diyor ki: "Bu sarayı kendi paranla yapmışsan israftır, şayet kendi paranla değil halkın parasıyla yapmışsan haramdır." Yani iki boyutlu saray metaforunu, mekânsallığını özellikle ortaya koyması açısından oldukça öğreticidir.
Şimdi, bizdeki hukuk, adalet ve benzeri mekanizmaları da bu mevcut bağlamda ele almak ve bu bağlam üzerinden değerlendirmek bizi daha doğru sonuçlara götürür. Hukukun evrenselliği, hukukun genelliği herkes tarafından kabul gören bir boyut fakat uygulamalar boyutuyla baktığımız zaman, hukukun evrenselliği ve genelliği ilkesi daha çok siyasal iktidarların ve siyasal iktidarların da tahakküme varmış boyutlarıyla beraber çok ciddi sorun alanları yaratan bir mekanizmadır.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna baktığımız zaman, özellikle ilk kurtuluş ve cumhuriyetin kuruluş süreçlerinde, bu coğrafyanın çoğulculuğu anlamıyla çok güçlü bir sosyolojik yapıyı görmekteyiz. Bu sosyolojik yapı, 1921 Anayasası'yla kendini ortaya koymuş ve bu Anayasa üzerinden bir sözleşmeyi gerçekleştirmiş içeriktedir. 1924 Anayasası'nda bu mevcut sosyolojik gerçeklik, günümüze varıncaya kadar birtakım değişim, dönüşümlere ve müdahalelere maruz kalıyor ve bu maruz kalma durumu siyasette olduğu gibi yargıda da, adalette ve bir bütün olarak aslında toplumun yaşam alanlarına yansıyor. Şöyle ki inşa edilen, oluşturulan bir form durumu söz konusu oluyor. Bu form, bir toplum kurgusu üzerine gerçekleşiyor. 1924'ten sonra bir toplum kurgusu şekillendirilmeye ve bu toplum kurgusu da yukarıdan doğru inşa edilmeye çalışılıyor. Yargı da buna göre biçimlendiriliyor.
Neler inşa ediliyor? Hangi yapılar inşa ediliyor? Çok detaya girmeden üç temel fay hattı inşa ediliyor. Birincisi etnik anlamda bir model inşa ediliyor. Nedir bu? Türklük tanımı yapılarak, Anayasa'ya konularak yargısal süreç ve sosyal ve siyasal yapı buna göre biçimlendiriliyor, hukuk da buna göre şekillendiriliyor. Türk-Kürt veya genel hatlarıyla ifade edecek olursak, Kürtlük yasak hâline geliyor, Türklük dışında bütün aidiyetler, bütün kimlikler de yasak kapsamına giriyor. Bu birinci fay hattıdır.
İkinci fay hattı ise inançsaldır. İşte, Sünni mezhebi ön plana çıkarılıyor, buranın sosyolojik gerçekliği olan Alevi inancı da bu kapsamda daha illegalize edilerek, daha alanı daraltılarak toplum bu modele dâhil ediliyor.
Bir üçüncüsü ise yaşam tarzıdır. Seküler yani laik bir yaşam tarzı oluşturulmak istenen toplumsal formda inşa ediliyor, dindar olan kesimlerin yaşam tarzı bu kapsamda hukukun ve yargının dışına çıkarılıyor. Ne oluyor? Başörtüsü takanlar şeriatçı olarak nitelendirilebilecek hukukun ve yasaların dışına çıkarılıyor, Kürt olarak kendisini ifade etmek isteyenler -genel hatlarıyla Kürt diyorum, farklı kimlikler de olabilir- bu hukukun karşısında suçlu görülüyor, Alevi ve benzeri şeyler... Yani üç tane fay hattı, Türkiye'deki yargı mekanizmasını da, adalet mekanizmasını da ne yazık ki etkiliyor. Bu, 12 Eylüle kadar, 28 Şubata kadar, özellikle bir alan bunun üzerinden kendini yürütüyor, hukuk da bu alan üzerinden şekillendirilmeye çalışılıyor, toplum da bu alana göre biçimlendirilmeye çalışılıyor ve ondan sonra yargının, hukukun, adaletin genelliği, objektifliği o tarihten bugüne kadar hep tartışılır duruma geliyor. Yani yargıdaki genellik ilkesi, yargıdaki objektiflik ilkesi ve adaletteki o ortaklık ilkesi dumura uğratılıyor ve oradan doğru bir yargı mekanizması oluşturuluyor.
Hep söylenir ya, örnek olsun diye, dün başörtüsü taktığı için bu yargı marifetiyle cezalandırılan insanlar bugün çok rahat bir şekilde başörtüsünü takabilecek bir noktaya gelmiştir. Dün "Kürt'üm" diyememe hâli, bugün daha rahat bir alan açılmıştır ve bu yargıya yansımıştır.
Dolayısıyla, sözümün başında da ifade ettiğim gibi, hukuk-toplum ilişkisi, hukuk-iktidar ilişkisi normal bir çerçevede yürütülmediği takdirde, birçok sorun alanı üretme noktasına gelmektedir. Eğer hukuk, toplumu inşa etme, topluma form kazandırma noktasında tahakküme evrilirse yani tahakkümün denetimine girerse, bu hukuk sorunludur. Bakın, 12 Eylülden 28 Şubata kadar, 28 Şubattan 2010 tarihinde yapılan değişikliğe kadar, bu yargı mekanizması ve hukuk, şu andaki AK PARTİ Hükûmetinin de hedefi olduğu bir hukuktu. 2002'den 2010'a kadar bu hedef olma hâli "cemaat yapılanması" dediğimiz yapılanmayla beraber 2010'da ortak hareket edilerek ortadan kaldırıldı ve 2014 tarihine kadar bu yapıyla da yürütülemedi ve oradan bir tahakküm oluşturulmaya çalışıldı, 2015'ten sonra da, bu son yapılan referandumla beraber bu defa AK PARTİ üzerinden bir tahakküm mekanizması kurulmaya çalışıldı. Yani hukukun, yargının bir siyasal güce, iktidara tabi kılınması kadar toplumsal gerçekliğe ve toplumsal çıkara aykırı bir şey yoktur.
Hukuk nedir? Genel anlamıyla, birey ve toplumun ortak iyiliklerini ve çıkarlarını savunan bir alandır. Ortak çıkarları ve iyiliği savunmayan bir hukukun, toplumun bütün kesimlerine hitap etmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla, yapılması gereken şey, hukuku tahakküm aracı hâline getirebilecek, yargıyı tahakküm aracı hâline getirebilecek uygulamalardan kaçınmaktır. Şu anda yargı AK PARTİ Hükûmetinin denetimine girmişse -ki toplumdaki büyük algı bu- AK PARTİ'nin direktifleriyle, talimatlarıyla şekillendirilme noktasına getirilmişse, bu oldukça sakıncalıdır. Dünün mağdurları bugünün mağrurları olma pozisyonuna gelmiştir demektir. Dolayısıyla, biz, böyle sürekli rol değiştirerek, sürekli kimlik değiştirerek bir mekanizmayı kendimize göre yontmaya çalışacaksak, bunun toplumsallığından, bunun adaletinden bahsetmek de mümkün değildir.
Bakın, bugün, son iki yıldır bizim partimiz üzerinde gelişen saldırılar ne çerçevede, hangi kapsamda geliştiriliyor? Nereden meşrulaştırılmaya, nereden hukukileştirilmeye çalışılıyor yani kanunileştirilmeye çalışılıyor?
Biz demokratik siyasetin mücadelesini verme iddiasında olan bir partiyiz. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, eksikliklerimiz olduğunu kabul edersiniz etmezsiniz fakat gelin görün ki bu mücadeleyi verdiğimiz için, 7 Hazirandan beridir, başta eş genel başkanlarımız olmak üzere milletvekillerimiz hukuksuz bir şekilde, bakın, altını çizerek söylüyorum hukuksuz bir şekilde şu anda cezaevindedirler. Bu, onların şahsında neye yöneliktir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız Sayın Ayhan.
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Demokratik siyasetin önünün kesilmesine ve mahkûm edilmesine yöneliktir. Burada ortak bir doğru, ortak bir iyilikten bahsetmek mümkün müdür? Bu, olsa olsa bir iktidar mekanizmasının araçsallaştırılmasına hizmet eden bir yargıyı bize işaret eder. Yani bu asla kabul edilmeyecek bir şeydir. Dolayısıyla, seçilmişlerin, belediye başkanlarının, siyaset yapanların şu anda içeriye alınmasının, yargısal belki olabilir, hukuksal anlamda hiçbir zemini yoktur. Tamamen sübjektif yaklaşımlarla sübjektif düşüncelerle bu operasyonlar gerçekleştiriliyor ve arkadaşlarımız içeri alınıyor. Dolayısıyla hukukla toplum ilişkisini, yargıyla toplum ilişkisini, toplumun genel çıkarlarının ilişkisini iyi ortaya koymak gerekiyor. Demokrasiyi kendimize göre yontmamamız gerekiyor. İktidar olmak her şeye hükmetmek, her şey üzerinden kendi egemenliğini inşa etmek anlamına gelmiyor. İktidarın da kendine göre mekanizmaları vardır, bu mekanizmalar ötekini de tanımayı içermektedir. Onun için, yapılan şey şu anda yargının siyasallaştırılması işleminden farklı bir şey değildir. Bu yargı bugün belki sizin elinizle siyasallaştırılıyor, belki siz bununla mutlu olabilirsiniz, belki siz bununla rahat edebilirsiniz, inanın toplumun genel kesimi bundan büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Hukukun kurumsallaşmasının, hukukun normalleştirilmesinin, hukukun demokratikleştirilmesinin de önünü kesmektesiniz.
Bir örnek de kendimden vereyim, ben 2014 yılında cezaevinden çıkan 8 tutukludan biriydim. 2010 yılında Şanlıurfa'da "FETÖ" dediğiniz çeteci yapı tarafından içeri atıldım. Bir il başkanıydım ve yaptığım basın açıklamalarından dolayı içeri atıldım. "Kumpas" dediğiniz şey oydu ve bizi içeri atanların şimdi bir kısmı Amerika'da bir kısmı cezaevinde. Savcısından tutun, polisine, TEM müdürüne kadar hepsi o dönem Urfa'da örgütlü ve bu noktada organize çalışan kesimlerdi. Şimdi, ben ve benim gibi arkadaşlara, bu kumpasla içeri alınan arkadaşlara yeniden yargılanma hakkı bize tanınmıyor; Ergenekon, Balyoz ve benzeri suçlardan, o kumpasın hedefi olduğu iddia edilen kesimler yeniden yargılanıyor ve beraat ediyorlar ve ben de hâlen yargılanıyorum. Geçen hafta da yurt dışı yasağı aldım, o dosyadan dört yıl cezaevinde kalmama rağmen, o dosyadan yurt dışı yasağı aldım. Bakın, dört yıl içeride kalmışım, dört yıldır dışardayım, 2014 yılının başında çıktım, her ne hikmetse geçen hafta bir hâkim geldi, bana yurt dışı yasağı verdi ve ben de buradayım yani bir yere de gitmemişim. Şimdi, burada bir hukuktan bahsetmek, burada bir objektiviteden bahsetmek mümkün müdür? Yani söylemek istediğimiz şey, sadece bize dokunan boyutuyla değil, bu, yarın Sayın Bakanım sizi de ilgilendirecektir, belki dün siz de bunun mağduruydunuz, belki şu anda rahat olabilirsiniz, yarın adalet hepimize lazım olacaktır. Lütfen bunu yanlış anlamayım yani ben mağduriyet dili veya işte bir şikâyet dili kullanmak da istemiyorum. Hukuku mümkün derecede somut olgular üzerinden, objektif olgular üzerinden değerlendirmek, bunun üzerinden bir yargısal mekanizmayı kurmak hepimizin yararına, hepimizin faydasınadır. İktidarın tahakkümcü ilişkilerinden kurtarmak gerekir hukuku ve tek tipleştirmenin, homojenleştirmenin aracı hâline getirmemek lazım. Hele hele Türkiye gibi sosyolojik gerçekliği çok zengin olan bir yerde herkesi aynı kalıp içerisine koymak, aynı kalıp üzerinden herkesi formatlamak oldukça yanlış bir uygulamadır. Biz artık "ya, ya da"larla yaşamak istemiyoruz. Bakın, tarihten beridir Türkiye toplumu "ya, ya da"lara mahkûm edilmiş, "ve"ler olsun, İbrahim de olsun ve diyelim ki Abdülhamit de olsun. Ya İbrahim ya Abdülhamit demeyelim, ya Türk ya Kürt demeyelim, ya Alevi ya Sünni demeyelim; Alevi ve Sünni diyelim, Kürt ve Türk diyelim, HDP ve AK PARTİ diyelim ve MHP diyelim yani demokrasi böyle bir şeydir. Dolayısıyla bu bir zihniyet sorunudur, bu zihniyet sorununu lütfen yargının malzemesi hâline getirmeyelim. Kendimizi korumanın, kendimizi güvence altına almanın aracı ve zemini hâline getirmeyelim. Hepimizin demokrasiye ihtiyacı var, hepimizin bu topraklarda yaşama gibi bir zorunluluğu ve sorumluluğu vardır. Bunun yolu da demokratikleşmekten geçiyor, bunun yolu da hepimizin de yarın öbür gün ihtiyaç duyacağı bağımsız bir yargıdan, güçlü bir yargıdan ve bağımsız bir adaletten geçiyor. Saraylı adalet değildir yani ben onun için sözümün başında söyledim. Yani saray, şüphesiz tarihte olumlu roller de oynamıştır ama ağırlıklı olarak saraylar tahakkümün merkezi olmuştur. Bu algı bile yanlış, bu zihinsel okuma bile çok yanlıştır, niyetten bağımsızdır. Ben İbrahim Bey öyle demek istemiştir demiyorum, bizdeki bilinçaltına girmiş birtakım şeylerden kaynaklı... Yani bunu değiştirmek lazım, o açıdan da yargının mümkün derecede objektif kriterlere uyan, genelliği esas alan, toplumun her kesimine adalet dağıtan bir noktaya gelmesi gerekiyor.
BAŞKAN - Toparlamanızı rica edeceğim.
Lütfen, son cümlelerinizi alayım.
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Yani sizlerin rolü, misyonu oldukça önemlidir. Yargı sadece burayla alakalı, adalet sadece bu mekânla Türkiye'yle alakalı bir kavram değil, alan değildir; dünyanın her yerinde ve insanların en fazla ortak olduğu kavramlardan, alanlardan biridir. Yapacağımız çalışmalar, ele alacağımız konular bu gerçeklikten hareketle olmalıdır. Genellik ilkesi, evrensellik ilkesi, objektif ilkeler bizim vazgeçilmezlerimizdir. Bugün siyasetçilerimizin içeride olması belki bu dönem içerisinden birilerini tatmin edebilir, birilerini rahatlatabilir. İnanın toplumun vicdanında, toplumun adalet duygularında büyük bir kırılmayı, büyük bir bozulmayı beraberinde getirecektir. Yani insanız hepimiz yarın öbür gün gideceğiz. Yani birinin içeride olması, birinin dört duvar içerisinde bulunması, bizi asla tatmine ve birtakım ego rahatlatmalarına sevk etmemelidir.
Bu düşüncelerle bütçeniz hayırlı olsun, saygılar sunuyorum.