Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f)Hâkimler ve Savcılar Kurulu |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 23 .11.2017 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ve hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu Adalet Bakanlığı bütçesi uygulamaları Türkiye'deki en büyük sorun ağlarını içeriyor, buna ilişkin süremiz dâhilinde genel hatlarıyla ifade etmeye çalışacağım. Öncelikle şunu söylemek isterim ki bütçeyle ilgili Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde adalet sistemine ayrılan ortalama bütçe yüzde 9 iken ülkemizde, Türkiye'de yüzde 1,5 dahi değildir. Bu, önemli bir sorun alanıdır, bu da aynı zamanda bütçedeki ödenek ile adaletle aynı orantıda bir düşüş ya da yükseliş göstermektedir. Bu da ülkemizdeki adalet uygulamalarının ne kadar yetersiz, adil ve tarafsız yargılamaların, sıkıntıların, varlığına da işaret ediyor.
Aslında sözümün başında söyleyecektim ama şimdi söyleyeyim, sona bırakmayayım, çok erkek bir salondayız, çok eril bir ortam gerçekten. Adalet Bakanlığı, bürokrasi, tam anlamıyla bir erkek yargı var, kadınlar, kadın hak savunucuları bu konuda sıklıkla buna vurgu yapıyorlar, umarız gelecek yıl bu salonda daha çok kadını görme şansına erişiriz. Çünkü bugün kadın olarak ben varım, bu toplumun, bu ülkenin ve dünyanın yarısıyız, bu nedenle Adalet Bakanlığı bütçesinde de, diğer görüşmelerde de bunun olmasını temenni ediyoruz. Yani bir kadın arkadaş gördüm, maalesef böyle çok erkek bir yargı ve devlet ve Hükûmet var, bunu söylemeden geçmek istemedim.
BAŞKAN - Bir tane genel müdürümüz var burada.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Evet, bir genel müdürümüz var, umarız artar, pozitif ayrımcılık, aynı zamanda taraf olduğumuz ulusal üstü sözleşmelerin de bir gereğidir.
Şimdi, yani bütçeye ilişkin ayrıntılı tespitler yapmak isterim ama Adalet Bakanlığı uygulamalarını öne almak gibi bir tutumumuz var çünkü gerçekten çok vahim uygulamalarla karşı karşıyayız. Öncelikle OHAL'le başlamak istiyorum. 2017 yılı tümüyle OHAL ile geçen bir yıl oldu maalesef ve hâlâ OHAL yürürlükte. OHAL kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle Anayasa'nın, yasaların değiştirildiği, tümüyle hukuka aykırı bir dayanakla OHAL'in ilanına sebep olmayan konuların çoğunda da kanun hükmünde kararnamelerle yaşamın dizayn edildiği de bir gerçek. Aslında OHAL ilan edildiği gün Mecliste şunu çok net konuşmuştuk ve çok iyi hatırlıyorum. Başbakan, "Bu, vatandaşa zarar vermeyecek, bu, devletin kendisine ilan ettiği bir OHAL." demişti ama çok kısa bir süre sonra aslında vatandaşa OHAL ilan edildiğini, Türkiye'de 80 milyon yurttaşın önemli bir bölümünün OHAL uygulamalarıyla, çok ciddi bir sıkıntıyla boğuştuğunu bugün de biliyoruz, görüyoruz, yaşıyoruz. Bu nedenle OHAL'in bir an önce gerçekten kaldırılması gerekiyor, kanun hükmünde kararnamelerle de yaratılan mağduriyetlerin onarılmaz zararların daha da büyümemesi için bir an önce bu uygulamanın kalkması gerekiyor.
Sayın Başkan, bu KHK uygulamalarıyla birçok değişiklik yapıldı ama yani bu değişikliklerle ileride normale dönüşmek gibi bir umudumuz ve mücadele alanımız var fakat şu anda buna dair hiçbir belirti de görmüyoruz. Ne yapıldı OHAL'de? Bir kere tutuklamanın üst sınırı yedi yıla çıkarıldı, kanunda bu sınır farklıydı, erteleme oranları değiştirildi, son yapılan değişiklikleri de ayrıca değerlendireceğiz. Bu ne demek? Kanunu doğrudan ilga etmek demek, yine anayasal hak ve özgürlüklerin tümüyle kanun hükmünde kararnamelerle aslında yasama organının devre dışı bırakıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Başka ne oldu? Binlerce tutuklama, yüz binlerce ihraç, -bunları Genel Kurulda da sıklıkla ifade ediyoruz- yani açıkçası OHAL tam bir karabasan gibi Türkiye'nin üzerine çökmüş durumda.
Siyasetçiler, gazeteciler, avukatlar, toplumun farklı kesimleri bu OHAL uygulamalarının mağdurları yani şu anda onu ayrıca değerlendireceğim, eş genel başkanlarımız ve 9 milletvekili, Enis Berberoğlu'yla beraber 10 milletvekili hâlâ cezaevinde. 126 gazeteci cezaevinde, her ne kadar sarı basın kartını aldığınızı söyleseniz de Sayın Bakanım, onlar gazeteci. Sarı basın kartını iptal edilmesiyle gazeteci olma vasıfları ve görevleri sona ermiyor; her ne hikmetse sarı basın kartı iptal edildikten sonra gazeteciler tutuklanıyorlar ve gazeteci olmaktan çıkıyorlar. Tıpkı milletvekillerinin milletvekilliği düşürüldükten sonra "İşte milletvekilliği yok ki, cezaevinde." demek, doğru olmaz kanaatindeyim.
Yine, 110 avukat davalara girmekten menedildi ve avukatlar üzerinde Türkiye tarihinin en büyük baskı uygulamaları şu anda yürürlükte, en son ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı tutuklandı, yine Eş Genel Başkanımız Yüksekdağ'ın avukatı Özlem Gümüştaş, Sezin Uçar da şu anda tutuklular ve cezaevindeler. İşin daha da vahim tarafı Suruç katliamı, 10 Ekim katliamı, Soma katliamı ve daha birçok toplumsal olaydan dolayı müdahil avukat olarak görev yapan avukatlar da tutuklandılar ve bu, tümüyle yargının tarafsız ve bağımsızlığına vurulan çok büyük bir darbe niteliğindedir. Yargılamaların uzunluğu her zaman şikâyet ettiğimiz bir mesele, bunu da not olarak düşmüş olayım.
Yine, kadına yönelik şiddet davalarında yargının tutumu maalesef yıllar ilerledikçe hiç değişmedi, failler cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Bir kadın öldürmek, kadına işkence yapmak, eşini öldürmek ya da sokakta bir kadına tacizde bulunmak âdeta övünülebilecek bir mesele hâline geldi. Yargının bu konudaki tutumu yıldan yıla azalmak yerine, maalesef üzüntüyle belirtmek isterim ki gitgide cezasızlık politikası daha da tırmanıyor.
Yine, çocuk adalet sisteminde -bildiğimiz üzere- gerçekten çocuklara yönelik fiillerde, istismarlarda ve diğer suçlarda da aynı şekilde cezasızlık politikası devam ediyor. En son, Silopi'de Furkan ve Muhammet kardeşler panzerle ezilmişti. Kamuoyunda çok tartışıldı ve oradaki tek sanık da -polis sanık- tahliye edildi. Cinayet aslında ve "Panzerin arızası yoktur." diye savunmalar geçtiği hâlde "Bir trafik kazası." diye geçiştirilerek sanıklar tahliye edildi.
Cezasızlık politikası, kolluk kuvvetlerinin sanık olduğu, fail olduğu davalarda Türkiye tarihinde yine hiç değişmedi. Çok yakından bildiğim davalardan, bizzat müdahil avukatlık yapmış olduğum davalardan birkaçını söylemek isterim. Cemal Temizöz beraat etti, Mete Sayar beraat etti, Musa Çitil beraat etti ve bunların işledikleri suçlar aynı zamanda insanlığa karşı suçlardı. Musa Çitil aralıksız terfi ediyor, bu dönemde, AK PARTİ iktidarı döneminde de aralıksız -şu anda ne oldu orgeneral mi, tuğgeneral mi bilemiyorum ama- terfisi devam ediyor.
Yine, Şemdinli davası, Umut Kitabevinin bombalanması Türkiye'de çok ciddi gündem yaratmış, hatta o zaman şu anki Cumhurbaşkanı tarafından eleştirilen bir davaydı yani daha doğrusu açığa çıkarılması gerektiği yönünde bir tutumu vardı. Ama Şemdinli davasındaki sanıklar otuz dokuz yıl on ay yirmi yedi gün ceza almışlardı. Ferhat Sarıkaya, iddianameyi hazırlayan savcıydı. Ama bu dönem yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunuldu ve bu katiller şu anda serbest; Ali Kaya, Özcan İldeniz ve Veysel Ateş maalesef şu anda özgürler, otuz dokuz yıllık cezanın infazı durduruldu. Yani kolluk gücü asker, polis, kamu görevlisi failse ne ceza var ne tutuklama var ne de başka bir tedbir var, görevden atma gibi ya da görevini dondurma gibi hiçbir uygulama yok, sistematik olarak bir cezasızlık politikası var.
En son 21 Mart "Nevroz" Bayramı'nda Kemal Kurkut Diyarbakır'da öldürüldü ve kameralarda öldürülme görüntüleri var fakat tutuklama kararı bile verilmedi.
Tahir Elçi, benim arkadaşım, Baro Başkanıydı, Diyarbakır'da onlarca kameranın görüntüsünde öldürüldü ve iki yıl geçti. Defalarca başsavcıyla görüştük, defalarca Adalet Bakanlığına dilekçeler verdik, defalarca araştırma önergesi indirdik ama tek bir polisin şüpheli olarak ifadesi alınmadı. Tahir Elçi'yi kim öldürdü gerçekten? Kimin öldürdüğünü biliyoruz, isim olarak bilmemize gerek yok, görüntüler belli, hatta soruşturmadaki avukat arkadaşlar isim ve cismi bile gösterebilecekken, Başbakan Yardımcısı, Adalet Bakanı bizzat Türkan Elçi'yi ziyaret ettiği hâlde, Sayın Bozdağ bizzat söz verdiği hâlde "Failleri ortaya çıkaracağız." diye, hâlâ Türkiye'de öldürülen Tahir Elçi'nin failleri, bir baro başkanının faili yargı önüne çıkarılamadı.
Yine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 2016 yılında en yüksek miktarda tazminata mahkûm edilen ülke Türkiye. Bunlar gerçekler, hakikatler. Hakikatler acı olabilir ama bunlarla yüzleşmemiz gerekiyor. Şu anda Adalet Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz.
Sayın Bakan, siz konuşmanızda OHAL İnceleme Komisyonunun çok büyük bir adım olduğunu söylediniz. Ne diyeyim? OHAL İnceleme Komisyonu ne yaptı? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden başvuruları geri döndürmek için kuruldu. Biz gittik, Avrupa'da da görüşmeler yaptık. Bizzat Jagland'la ilgili temaslarımızda, burada da yaptığımız gözlemlerde ve tespitlerde yüz binlerce ihracın -göreve dönmek için- yargı yolu kapatıldı. Yargı yolu kapatılamaz. Bunlar er ya da geç dönecek, yargıya başvuracak ama şu anki mağduriyetlerin hesabını kim verecek? "FETÖ" adı altında binlerce, on binlerce hakkında tek bir soruşturma olmayan, tek bir kere adliye yüzü görmeyen doktorlar, kamu görevlileri ihraç edildi ve OHAL İnceleme Komisyonu şu ana kadar hâlâ tek bir karar vermiş değil, verebilmiş diyemiyorum, bu konudaki politika devam ediyor.
Yine, istinaftan söz ettiniz konuşmanızda. İstinaf mahkemeleri neye dönüştü, bizim yakından gözlemimiz? "Davaları hızlandırma" deniyor ama doğru, Diyarbakır Milletvekilimiz Çağlar Demirel'in dava dosyası istinaf mahkemesinde on beş gün içinde onaylandı. Onlarca klasörlük dava dosyası on beş gün içinde onaylandı. Ben avukat olarak 100 klasörü, 50 klasörü on beş günde okuyamam, hiçbir hâkim ve savcı da okuyamaz. Burada istinaf mahkemesinin nasıl karar verdiğini bence düşünmemiz lazım ve istinafların özellikle Yargıtaya kapalı olması muazzam mağduriyetlere mahal vermektedir, bunu da Adalet Bakanlığınızın gündemine alması gerektiğini söylüyorum çünkü telafisi imkânsız zararlar ortaya çıkıyor. İstinaf mahkemeleri şu anda HDP'den doğru bir değerlendirme yapacak olursam vekil yargılamalarında zamanı hızlandırma, bir an önce vekilliği düşürme aracına dönüştürülmüş durumda.
Şimdi, diğer yandan, Adalet Bakanlığının yargı kurumları üzerindeki etkisi; bunu, Genel Kurulda sıklıkla ifade ettik çünkü elimizde belgeler var. Gerçi tarafınızca bir inceleme yapılacağı söylendi ama henüz bize bir cevap verilmedi. Demirtaş davasında Kayseri'deki yargılamaya ilişkin Adalet Bakanlığı adına bir hâkim imzasıyla "Demirtaş'ı mahkemeye getirmeyin." talimatı verilmiş. Bu belge elimizde, Meclis tutanaklarında var ve üstüne üstlük mahkûm eden bir yazı, bunu sunduk, Meclis Başkanlık Divanı'nda da var ve Adalet Bakanlığı bu konuda bir açıklama henüz yapmadı. Adalet Bakanlığının mahkemelere yazı gönderip sürekli takip etmesi normal mi Sayın Bakan, bunu bizzat size soruyorum. Özellikle milletvekili davalarında her ay düzenli bir şekilde bu dosyaların akıbetini bize bildirin, hızlandırın şeklinde yazılar var, hepimizin dava dosyalarında var, diğer davalarda, siyasetçilerin davalarında da var. Bu normal bir durum değildir, hele hele "SEGBİS'e çıkarmayın, adil yargılanma hakkını kullandırmayın." demek doğrudan yargının emir ve talimatlara muhatap olması anlamına geliyor.
Şimdi, diğer yandan, yine Türkiye'nin en önemli gündemlerinden biri İmralı Adası. Tecrit, çözüm süreci ve barış sürecinin başlatılması konusunda bizim Halkların Demokratik Partisi olarak aralıksız bir talebimiz ve çabamız var. O dönemde muhatap olan İmralı'daki Sayın Öcalan şimdi neden tecritte? 21 Temmuz 2011 tarihinden beri avukatlarıyla görüştürülmedi ve bu sadece bir kişinin sorunu değil, Türkiye'de şu anda hepimizin ekmek gibi, su gibi huzura, barışa ve gerçekten çatışmasız bir ortama ihtiyacımız var. Demokratik siyaseti güçlendirecek adımlar yerine bu tip uygulamalar maalesef zarar veriyor, ülkeye zarar veriyor, hepimize birden zarar veriyor.
Cezaevlerine gelecek olursak, her şeyden önce cezaevleri sivil toplumun denetiminden ve bizlerin, yasama Meclisinin denetiminden uzak bir şekilde devam ediyor. Cezaevlerindeki sorunları, emin olun, tek tek sayarak bitirmem mümkün değil çünkü yığınla, şu anda çantamı çıkarsam, birazdan gösterebilirim, 50 tane mektup var. Her gün onlarca mektup alıyoruz biz cezaevlerinden. İşkence uygulamalarından zorla aramaya, çıplak aramaya, koğuşlara gidilip dövülmeye kadar -bunlar doğru yanlış demiyorum- bu iddialar hâlihazırda yoğun bir şekilde bize geliyor ve burada keyfî sevkler, gece yarısı sevkleri aralıksız devam ediyor. Öğrencilerin eğitim hakları KHK'yle ellerinden alındı. Hasta tutsaklar meselesi hâlâ bir kangren olarak önümüzde duruyor ve bu çözüme kavuşmadı. Yine kadınların ped ihtiyacı çok ciddi bir gündem olmasına rağmen karşılandı mı, henüz emin değiliz, belki sorularda bunun yanıtını alabiliriz.
İş yurtlarında çalışan mahkûmlar çok kötü koşullarda sabah sekiz, akşam sekiz vardiyası gibi bir çalışma içindeler. Hâlihazırda bir kimlik uygulaması var Elâzığ'da. Aile görüşü bu nedenle engelleniyor, mahkûmlar -en son bir heyet de gönderdik, Bakanlığınıza da bildirdik- bu kimlik uygulamasına karşı bir tepki göstermişler ve şu anda görüşe çıkmıyorlar. Tarsus Cezaevinden ciddi problemler yansıyor bize, Denizli'de açlık grevi bugün itibarıyla 17'nci gününde. Orada da çay ve kahvenin açlık grevindekilere kesildiği ve bir vitaminin alınmadığı, verilmediği dün itibarıyla aileler ve avukatlar tarafından bize iletildi. Yine, bizim, Sincan Cezaevinde bizzat Burcu Vekilimiz, Muş Milletvekilimizin ilettiği bir mesele olarak orada da ciddi sıkıntıların olduğunu, mesela sıcak su meselesinin çözülemediğini, yine tesisatların yenilenme ihtiyacı olduğu, TV kanallarının genellikle çekmediği şeklinde şikâyetler var. Daha da vahimi, cezaevlerinde ölümler devam ediyor. Benim vekili olduğum Adana ilinde, iki hafta önce "Mehmet Kil isimli bir hükümlü intihar etti." diye bize bildirildi. Ben aileyi ziyaret ettim, gittim, avukatlarla görüştüm. Sayın Bakan, Mehmet Kil'in duş borusuna kendisini astığı iddia ediliyor. Duş borusunun bir vücudu çekmeyeceği tartışmadan varestedir, her türlü izahtan da varestedir. Duş borusunda bir 50-60 kilo nasıl çekilir ve üstüne üstlük, fotoğraflar var, kamera görüntüleri; ilk giden ekip fotoğraf çekmiş, ayakları yerdeymiş, havada bile değil ve vücudunda hiçbir iz yok, sadece burada bir sıkışma izi var. Buna benzer ölümler de artış gösterebilir diye ciddi bir endişe içindeyiz. Cezaevlerindeki sorunun bir an önce gerçekten gündeminize alınması ve bunun, bu ihlallerin çözülmesi çok ivedi olarak önümüzde duruyor.
Şimdi, AYM kararına gelmek istiyorum, çok önemli, geçen hafta açıklandı ve 4 Kasım operasyonuna. Sayın Bakan -konuşmanızda- sadece bugün değil, sıklıkla, Hükûmet yetkilileri yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını vurguluyor, kuvvetler ayrılığının eksiksiz bir şekilde yürürlükte olduğunu ve bu konuda bir sıkıntı olmadığını söylüyorsunuz; bu, sizlerin açıklamaları. Gelin görün ki yaşam böyle seyretmiyor. Yargının tarafsız ve bağımsız olduğuna dair bir hissiyatı bırakın, bir görgümüz yok. Neden? 4 Kasım 2016da ben Demirtaş ve Nursel Aydoğan'ın gözaltına alınmasını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Beştaş, son cümlelerinizi alayım lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Ne kadar oldu Sayın Başkan?
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bedia Hanım'ın yerine de o konuşacak.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Ben Bedia Hanım yerine de konuşuyorum, bana vekâlet verdi.
Bir anda, 5 ilin savcısı aynı dakikada -saatte demiyorum- milletvekillerini gözaltına alıyor. Savcılar arasında bir koordinasyon var mı? Yok. Bir üst kuruluş var mı? Tabii ki yok. Savcılar kendi işlemlerini yaparlar. Milletvekilleri için helikopterler ve özel uçaklar hazır edildi ve hepsi ilgili illere sevk edildi. Sadece bu bile yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını göstermeye yetiyor. AYM kararı... AYM kararını okumadıysanız -okuduğunuza eminim- lütfen bir daha okuyun. O bir hukuki metin mi? Değil. Daha önce AYM, Anayasa Mahkemesi böyle bir karar vermedi. Kararın yüzde 80'i hiç alakasız siyasi olaylarla ilgili ve Anayasa Mahkemesi -burada ağırlıklı olarak hukukçuyuz hepimizin bildiği üzere- hak ihlal edildi mi, edilmedi mi, ona bakar. Anayasa Mahkemesinin "Suç oldu mu, olmadı mı? Suçun vasfı değişiyor mu? Deliller yeterli mi?" gibi bir tartışmaya yetkisi yoktur, bu yetki yerel mahkemelerdedir. Burada en üst düzeyde temsilciler var Yargıtaydan, Danıştaydan, diğer yargı erki mensuplarından. Anayasa Mahkemesi, sadece hangi Anayasa ilkesinin, maddesinin ihlal edildiğine, bir hak ihlalinin olup olmadığına karar verir ama Anayasa Mahkemesi, Gülser Yıldırım davasında, Yıldırım davasında Bakanlığınızın savunması olmadığı hâlde, cevabı olmadığı hâlde, yazışmalar tükenmediği hâlde, Demirtaş dosyası üzerinden yazışmalar yapıldığı hâlde tam bir yıl sonra bir karar açıkladı ve bu kararda olayların vuku bulup bulmadığına, sübuta erip ermediğine dair bir tespitte bulunuyor. 36 paragraf siyasi olaylar... Gülecek bir şey söylediğimi sanmıyorum. Burada bir Anayasa Mahkemesi kararını değerlendiriyorum, gülümsemenize de gerek yok, çok ciddi bir mesele. Size demiyorum, arkadan gülümsemeler var da. Anayasa Mahkemesi tarafsız mı? Değil. Anayasa Mahkemesi...
EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Ona karışma.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - İstediğime karışırım Sayın Turan. Ben konuşurken gülüyorsanız buna niye güldüğünüzü de söyleyin. Anayasa Mahkemesine ilişkin...
EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Ben söyledim.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkan.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Yok, Sayın Turan, sataşmadım size, siz bana sataşıyorsunuz. Burası Genel Kurul değil ayrıca.
BAŞKAN - Sataşmadan burada söz yok.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Anayasa Mahkemesi kararını Bakanlığınızın dikkatine sunmak istiyorum. Çok önemli, çok hayati bir mesele. Çünkü Anayasa Mahkemesi demokrasinin garantör kurumlarından biridir.
BAŞKAN - Sayın Beştaş, iki üç dakika içerisinde toparlamanız lazım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Bitiriyorum.
Anayasa yargısı yapan, Anayasa'ya uygunluk denetimi yapan en üst kurum olarak gerçekten bize "Tuz koktu." dedirtiyor. Şimdi, tuzun koktuğu yerde biz artık neyi tartışalım. Burada, şu anda, milletvekilleri, belediye eş başkanları, gazeteciler, avukatlar, binlerce masum vatandaş cezaevlerindeyken halk iradesinden nasıl söz edebiliriz. Şimdi, Demirtaş dosyasını... Ben buna ilişkin daha önce önerge de vermiştim Sayın Bakan. Şu ana kadar tutuklu milletvekillerinin 327 duruşması yapıldı ve şunu soruyorum soru olarak: AKP, MHP ve CHP milletvekillerinin kaç duruşması yapıldı? Dokunulmazlıklar herkes için kalktıysa kaç dava var? Bunu bilmiyoruz. Sadece Demirtaş'ın 84 duruşması yapıldı ve birkaç duruşma hariç hiç mahkeme karşısına çıkarılmadı, bütün mahkemede bulunma talepleri reddedildi. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre kesin, adil yargılamayı ihlaldir. Diğer yandan, burada bir kere getirilecekti, o da kelepçe takmaya zorlandı. Demirtaş, 6,5 milyon insanın oy verdiği, aileleriyle beraber 20 milyon yurttaşın temsilcisidir. Kendisinin Sayın Binali Yıldırım'dan, Sayın Kılıçdaroğlu'dan, Sayın Bahçeli'den bir farkı yoktur. O da partisinin lideridir ve bir siyasi partinin Eş Genel Başkanıdır. Kelepçeye zorlamak aslında halkın iradesine aynı zamanda kelepçe takılması anlamına gelmiyor mu?
Yine farklı gerekçelerle reddediliyor. Bir mahkeme yargılama giderlerini gerekçe gösterdi tuhaf bir şekilde: "Demirtaş'ı mahkemeye götüremeyiz çünkü giderlerimiz yok bu konuda." Adalet Bakanlığı bu konuda bütçeye bir kalem koysun çünkü çokça dava var -bu bizim talebimizdir aynı zamanda- ve adil yargılama hakkının olmazsa olmaz koşullarından bir tanesidir. En son, geçen gün, Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesinin şöyle bir gerekçesi var: Diyarbakır ilinin sosyal, kültürel ve siyasal yapısı ve sanığın bulunduğu konum dikkate alınarak getirilme talebi reddedildi. Şimdi, burada, bütçede gerçekten şunun yerleştirilmesini istiyoruz: Artık Türkiye'nin tutuklu milletvekilleri var, rehin tutulan milletvekilleri var. Hani Sayın Bozdağ diyor ya "Amerika'da rehinimiz var." biz de "Türkiye'de rehinler var." diyoruz. Önce kendi rehinlerinize bir çözüm üretin ve bunların adil yargılanma hakkından faydalanması için bir çalışma yapılmasını talep ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Beştaş, son cümleniz lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Bir de Diyarbakır ilinin siyasal yapısı nedir, bunu gerçekten sormak istiyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.