Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Millî Savunma Bakanlığı b) Savunma Sanayii Müsteşarlığı c) Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletmesi Başkanlığı |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 22 .11.2017 |
GARO PAYLAN (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum öncelikle.
Sayın Bakan, demokrasi ve bir arada yaşama iradesi konusunda ciddi adımlar attığımızı düşündüğümüz yıllardan sonra, gerçekten herkesin umudunun büyüdüğü yıllardan sonra yalnızca ülkemiz olarak değil, tüm bölge olarak büyük bir türbülansa girdik, yani cidden büyük bir türbülans içindeyiz ama bu türbülanstan nasıl çıkacağımıza dair gerçekten bölgede hiçbir ülke statükolara dönmek dışında hiçbir öneri geliştirememiş durumda yani ne Türkiye ne Suriye ne Irak ne İran ne diğer ülkeler bir öneri geliştirememiş durumda. Böyle türbülans durumlarında uluslararası güçler, emperyal güçler gelip gömlek biçerler. Bununla ilgili tarihe bakmamız yeterlidir yani emperyal güçlerin nasıl oyunlar oynadığını, tavşana "kaç", tazıya "tut" dediğini, nasıl yaptıklarını görmek için hiç yeni kurgular yapmaya gerek yok, yüz yıl önceye bakmak yeterlidir. Devletimiz maalesef, Birinci Dünya Savaşı öncesi aldığı pozisyonu almış durumda. Bakın, 1908 sonrası da bir yeni anayasa yaptık, demokratikleşme süreci olmuştu, halkların bir arada yaşama iradesi tartışılıyordu bütün halklar bir arada. Ancak sonra o uluslararası türbülans dönemlerinde herkes belli ittifak arayışlarına girdi. Türkiye Cumhuriyeti devleti de önce İngilizlerle, Fransızlarla, sonra baktılar, tekrar Almanlara doğru manevra yaparak belli ittifak arayışlarına girdi ve bu süreçte ilk darbemizi yaşadık yani bir Meclisimiz varken o zaman Talat, Enver, Cemal üçlüsü ilk darbeyi gerçekleştirdi, siyaset kurumunu devre dışı bıraktı ve yalnızca güvenlikçi anlayışla bu türbülanstan bizim ülkemizi çıkarma, kazançla çıkaracağız iddiasında oldu. Ancak, biliyorsunuz ki arkadaşlar, yalnızca o döneme baktığımızda, gerçekten bir çözüm bulamadığımız için bölge halkları olarak, topyekûn birbirimize sarılma iradesinin dışında birbirimizi boğazlama iradesine maalesef yöneldiğimiz için topyekûn Balkanlar, Anadolu, Mezopotamya ve bütün halklar büyük felaketler ve büyük yıkımlar yaşadık. Ve maalesef bugünlerde arkadaşlar, biz o günlere bakmak yerine bugün aynı filmi sanki sahneye koymuş gibi pozisyonlanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti de maalesef, bu türbülans içinde benim gördüğüm, yani bunun acısını en derinden yaşamış bir halkın çocuğu olarak bunu size söylüyorum, tekrar aynı pozisyonu almış durumda. Sanki 1915 yılını yaşıyor gibiyim ve ondan sonra yaşadığımız acılarla ilgili bundan sonra neler yaşayabildiğimizi aynı şekilde görmemiz gerekir. Ama bunu görmek yerine, maalesef, bölge ülkelerinin hepsine bakın, her birisi bir emperyal güçle iş birliği yapmaya çalışıyor. Bir emperyal gücü bırakıyor, öbür emperyal güçle iş birliği yapmaya çalışıyor ve bu emperyal güçler de maalesef, tavşana kaç, tazıya tut politikası işletiyorlar ve arkadaşlar, ölen, öldüren bu bölgenin insanları, bu bölgenin halkları. Yani Sykes-Picot'a baktığımızda bunun sonucunu da biz görüyorduk ama bugün tekrar yeni bazı masalarda, bazı yerlerde bu anlaşmanın yapıldığını ve buna karşı da bölge halklarının hiçbirisinin bir öneri geliştiremediğini görüyoruz.
İkinci Dünya Savaşı'nda, evet, biz o savaşta büyük yaralar almadan çıktık. Hemen sonrasında oluşan NATO Paktı'nda yer almayı Türkiye Cumhuriyeti kendisi tercih etti ama NATO'nun kendisinin önerdiği şey komünizme karşı mücadele paktı olmanın ötesinde bir şeye geçemedi ve Türkiye Cumhuriyeti'ni de yalnızca öncü bir güç olarak konumlandırdı ve otuz yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti halklarını komünizmle korkutup gladyo yapılandırmasını hep devrede tutup siyaseti hep yönetti ve biz yaşadığımız üç darbeye rağmen -bakın gerçekleşen; "girişim" demiyorum- yaşadığımız üç darbeye rağmen o gladyoyla hiçbir zaman...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Tarihte yaşadığımız hiçbir şeyden ders çıkarmadığımız gibi, darbe dinamiklerinden de maalesef, ders çıkarmadık. Bakın, bu süreçlerde; 1960'larda, 1970'lerde, 1980'lerde, 1990'larda NATO içindeki pek çok güç kendi gladyosuyla yüzleşti. Gladyonun işlediği suçlarla, darbe dinamikleriyle yüzleşti ve güvenlik-özgürlük dengesini kurdu, demokrasi yolunda yürüdü ve NATO'yu da yalnızca savunmasını sağlayacak bir araç hâline getirdi. Ama Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman gladyosuyla yüzleşmedi. AK PARTİ de kuruluş iddiasında bununla yüzleşmeyi önerdi çünkü aynı gladyonun gadrine uğramış bir sosyolojinin temsilcileri olarak geldiler. "Arkadaş, biz de attan düştük, gelin bu gladyoyla yüzleşelim." önerisini koydular. Hep beraber buna kulak kabarttık. Bakın, AK PARTİ bu iddiayı ortaya koyduktan sonra pek çok gladyo yapılanması devreye geçti, ordu içinde pek çok çalışma devreye geçti ve darbe girişimleri başladı. Ya, bu darbe girişimlerinde Hrant Dink, Rahip Santoro öldürüldü, Zirve Yayınevi oldu, Danıştay baskını oldu. Hani "Her şey hikâyeydi." deniyor ya o süreçlerle ilgili AK PARTİ'ye karşı, fiilî cinayetlerle, suçlarla karşı karşıya kaldık darbe dinamiklerinde. "Bunlara bakın." dedik AK PARTİ'ye, "Bakın, bir darbe dinamiği devrede." dedik. Bakmamayı tercih etti ve nihayetinde ancak başka bir gladyo yapılanmasının bir önceki gladyo yapılanmasını devre dışı bırakmak için suçlara yol vermesi ve bunları ifşa etmesiyle bunları ortaya koyduk ama AK PARTİ'yi bununla da bırakmayıp ancak gladyoyu bir elden bir ele geçirmeyi tercih etti, sonra da birlikte yürüdüğü o yapılanmayla güç savaşına düştükten sonra o güç savaşını yapan grup da darbe dinamiğini devreye soktu ve o süreçlerin tamamında siyaset kurumu birbiriyle kavga etmek dışında hiçbir şey yapmadı maalesef. Bakın, iki yıl önce Sayın Bakan, yalnızca iki yıl önce sizin oturduğunuz koltukta -ocak ayında 2016 bütçesini görüştük biliyorsunuz seçim dolayısıyla- İsmet Yılmaz oturuyordu. Ben burada şu konuşmayı yaptım, tutanaklara bakın: "İsmet Bey, darbe dinamiği devrededir." Aynen bu konuşmayı yaptım. "Nereden biliyorsunuz darbeyi?" dedi darbeden sonra arkadaşlar. Türkiye siyasi tarihini bilen bir kişi darbe dinamiğinin nasıl devrede olduğunu bilir dedim. Yüz yıllık hikâyeye baktığımızda darbe dinamikleri hep böyle tetiklenir. Toplumda belli fay hatları vardır. O fay hatlarında nefret tohumları ekilmişse, enerjiler birikmişse o gladyo yapılanması o fay hatlarını nasıl oynatacağını çok iyi bilir dedim ve örnekler verdim; Ceylânpınar'daki iki polisin öldürülmesi, Suruç, Ankara, Gar katliamları, diğer bütün katliamlara yol veriliyor darbe dinamiğini tetiklemek için ve Kürt siyasetinde olan devletin pozisyonlanması tamamen darbe dinamiğini tetiklemek için yapılan bir pozisyonlamadır dedim. Bu dinlenmedi. Altı ay sonra darbeyi yaşadık. Darbeden hemen sonra "Gelin bu darbeden ders çıkaralım." dedik topyekûn. Ama maalesef, devletin pozisyonlanması bu anlamda değişmedi. Siyaseti devreye sokalım çağrılarımız maalesef boşa çıkarıldı. Bu çerçevede Sayın Bakan, ben sizi tekrar uyarıyorum, burada da kayıtlara düşüyor, bu yoldan eğer ki dönmezsek, bu güvenlikçi bakışın girdabından eğer çıkamazsak, güvenlik-özgürlük dengesini eğer sağlayamazsak emin olun, şu andaki devletin konumlanması aynen Birinci Dünya Savaşı önceki konumlanmadır. O zaman da iki adam yönetimi vardı, şimdi de benzer bir durumla karşı karşıyayız; Meclis devre dışıydı, yine devre dışı; hukuk devleti devre dışıydı, yine devre dışı; basın ve sivil toplum devre dışıydı, yine devre dışı. Bütün bunlar olduğunda güvenlikçi siyaset mevcut demokratik siyaseti girdabına çeker, devre dışı bırakır ve fay hatlarını tetikleyerek yeni darbe dinamiklerini, güvenlikçi anlayışı tahkim etmek için hep yeni provokasyonları devreye sokar ve eninde sonunda bu dinamik demokratik siyaseti boşa çıkarır ve talepleri olmaya başlar. Arkadaş, eğer ben savaşıyorsam ben karar vereceğim. Kimin elinde silah varsa o kararları verir ve siyaseti maniple etmeye, domine etmeye maalesef devam eder.
Sayın Bakan, siz bunun muhakemesini yapabilecek bir Bakan olduğunuz için bu açıklamaları yaptım çünkü bu, unutmayalım, daha yirmi yıl önceki dinamikleri, gladyo yapılanmalarını, bütün bu güvenlikçi siyasetin hepimize yaşattığı gadirleri unutmayalım lütfen derim.
Sayın Bakan, son olarak şunu söyleyeyim: Bu türbülans dediğimin içinde Türkiye Cumhuriyeti devleti de bir anda Rusya'yla yeni bir yol bulalım, hani o uçak krizi sonrası... Rusya'yla beraber yürüyüp hani NATO ittifakını ve Amerika'yı suçluyoruz ya darbeyle ilgili... NATO'yla Amerika da aynı şey mi? Bununla ilgili sizden de yorum almak isterim. Yani, sanki, NATO eşittir Amerika'ymış gibi, bütün o ittifakın Türkiye'ye saldırmış algısını Türkiye'ye yayıyorsunuz. Buna karşı da hani hep konuşulur ya, Avrasyacı bir dinamik vardır devlet içinde, hep Türkiye'yi bu Batı blokundan uzaklaştırıp Şanghay Beşlisi veya diğer demokratik olmayan devletlere yaklaştırmak ve o girdabın içinde Türkiye'yi başka bir yere doğru, o çıpayı Batı'dan çekip başka bir yere doğru savurmak isteyen bir dinamik vardır. Şu anda da maalesef o dinamik devrededir Sayın Bakan. Yani, Türkiye'yi belli bir anlamda oradan uzaklaştırmak, başka bir yere doğru yakınlaştırmış göstermek isteyenler de olabilir, eninde sonunda Türkiye'yi yönetilemez bir ülke yapıp, tekrar darbe dinamiğini devreye sokmak isteyen belli, maalesef, diri güçler devrededir diye düşünüyorum.
Oysa, Rusya'ya bu kadar yakınlaşmak... Yani tarihimizi bu kadar mı unutuyoruz ya? Hani, ortaokulda, lisede okutulan ders kitaplarını bari okuyalım. Yani Rusya'yla her zaman üç yıl iyi, beş yıl kötü olmuşuz. On yıl barış dönemi olmuş, on yıl savaş dönemi olmuş, her zaman da böyle olmuş. Daha iki yıl önce neredeyse savaş aşamasına gelmiş iki devletten bahsediyoruz ve üç yıl sonra ne olacağına dair hiç bir güvencesi yok. Yani, Ukrayna'nın ve Gürcistan'ın hâllerine yalnızca bakmamız, yakın dönemde yaşadıklarına bakmamız, bu anlamda yeterlidir.
Bu girdaptan çıkmak için Hükûmetinizin tercihi maalesef şu oldu: "Arkadaş, bizim silahlanmamız lazım. Daha çok silaha yatırım yapmamız lazım. Tankımız, topumuz, uçağımızın olması lazım." Sayın Bakan, siz de söylediniz, bakın. Bir uçağın daha uçmasını sağlamaya 2030 yılını hedef koyuyorsunuz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - 2023.
GARO PAYLAN (İstanbul) - 2023 ama seri üretimini 2030 yılında yapabileceğinizi...
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - 2024.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Ya, her neyse Sayın Bakan, bakın, mesele şu: Ama bakın, teknoloji durmuyor. Yani siz bir şey yapıyorsunuz, o silah teknolojisini elinde tutanlar bir üst versiyonunu yapıyor ve bir alt versiyonunu yenebiliyor. Yani bu, Türkiye'nin içinden çıkabileceği bir girdapmış gibi... Hani silah yarışına girmek ve bölge ülkelerini silah yarışına sokmak... Bu, yapıldı, Yunanistan'la Türkiye'ye bu yapıldı. Yıllarca sanki bir meselemiz varmış gibi iki devlet arasında, onlarca milyar dolarlık silah Yunanistan'a ve Türkiye'ye satıldı. Bunun sonucunda Yunanistan büyük bir krize girdi. Şimdi de aynı şey yapılmaya çalışılıyor. Suriye silahlansın, İran silahlansın, Suudi Arabistan silahlansın, Türkiye silahlansın. "Bunların yüzde 60'ını yerli yapıyoruz." diyorsunuz ama motorları, bilmem neleri, çipleri, şunları bunları çok büyük paralarla yurt dışından geliyor. Sanki bu silahlanma yarışından biz galip gelebilecekmişiz gibi... Hani, sonuç olarak, risk olarak gösterdiğiniz şey Amerika'ysa, hani Amerika'yla savaşabilecek duruma gelmemizse, hani bunun ben 2030 yılına doğru bir hedef olarak konulabileceğini hiç sanmıyorum.
BAŞKAN - Son cümlelerinizi alalım lütfen.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bitti mi sürem efendim? Sekizinci dakikadayım, niye müdahale ediyorsunuz?
BAŞKAN - Önden de bir beşiniz var, biliyorsunuz. On altıncı dakikadasınız.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hayır, on üçüncü dakikadayım, sekiz artı beş, on üç yapar Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Biraz matematikte sıkıntım var bu ara.
Buyurun.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Peki, o zaman bitireyim ama insicamımı bozdunuz, nerede kaldığımı da unuttum.
Mesele şu Sayın Bakanım: Şimdi, bu girdaptan nasıl çıkabileceğimizle ilgili gerçekten önümüze açık gönüllülükle siyaset kurumu olarak bir tartışma koymamız gerekir. Yani, ben silahlanırım, uçağım olur, tankım olur, o zaman ülkemi savunurum mu? Yalnızca bu mu? Bu elbette olabilir. Bir ülkenin güvenliği için bu yönde atılımlar olabilir. Ama, özgürlükçü alanı, demokrasi alanını tamamen boş verip, bu güvenlikçi anlayış çünkü diğer alanı tarumar ediyor, bu girdaptan böyle çıkabileceğimizi gerçekten düşünüyor musunuz? Bir siyasetçi olarak soruyorum size, Millî Savunma Bakanı olarak sormuyorum. Yoksa, demokratik alanda tekrar normalleşme, restorasyon mu? Çünkü bu girdap, bu türbülans demokratik alanı büyük oranda tarumar etti; camını, çerçevesini kırdı Sayın Bakan. Bu camı, çerçeveyi, kapıyı eğer ki restore edemezsek demokratik evimizin, inanın başımıza daha çok çoraplar örülebilir. Yapmamız gereken Sayın Bakan, bölge halklarıyla beraber...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Evet, son cümle.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Son cümlemi söylüyorum: Yapmamız gereken, hep beraber, bakın, emperyalistlere beraber yürüyerek değil, "tavşana kaç, tazıya tut" politikalarını da bir kenara bırakarak, bütün bölge halklarıyla, tarihimizden de ders çıkararak, bizim ortak tarihimiz sonuç olarak, nasıl bir arada yürüyebileceğimizi, bir arada yaşama hukukunu nasıl tahkim edebileceğimizi konuşmaktır. Ya, Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez bir arada yaşama iradesini, demokratik bir hukuk sistemi içinde nasıl yaratabileceğimizi bölge ülkeleriyle birlikte tartışabilmektir. Ama, bütün ülkeler silaha yatırım yaparsa, silah yarışına girerse, bu girdap hepimizi içine çeker.
Benim önerim, silaha yatıracağımız paraları barışa döndürelim Sayın Bakan. Ve barışın da bir maliyeti yoktur. Sosyal adalet konusunda... Bakın, artı, bu yıl harcayacağınız 20 milyar TL'yle ne yapılır biliyor musunuz? Devlette bir tane taşeron işçi kalmaz, bunu biliyorsunuz ama siz taşeron işçi meselesini çözmeyip 20 milyar TL'lik silaha yatırım yapacaksınız.
BAŞKAN - Sayın Paylan, artık toparlayalım.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.