KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2018 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçemizin halkımıza, ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.

Savaşsız, sömürüsüz ve sınırsız bir dünya ve Türkiye diliyoruz.

Size de Sayın Bakan, yeni görevinizde önce sağlık, sonra başarı diliyoruz.

Geçen dönem Parlamentoda birlikte görev yaptığımız Şuay Alpay arkadaşımıza da görevinde başarılar diliyoruz.

AKP'nin dış politikası Türkiye'yi içinde yer aldığı ittifaklarla bir çıkmaza sürüklemiştir. Türkiye'nin NATO'daki konumu artık sorgulanmaktadır. Bu durum, Rus uçağının düşürülmesinden sonra daha da belirgin hâle gelmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse, dış politikada sık sık karşılaşılan yalpalama savunma alanında hepimizi, ülkemizi yalnızlaştıran ve dolayısıyla ülke güvenliğini büyük risk altına sokan bir noktaya varmıştır. Dış politikayı iç siyasete malzeme etmeye olan yatkınlık ülkenin güvenliğini de başka ülkelerin insafına bırakmaktadır. Orta, uzun vadeli hedef ve planlaması olan hiçbir ülke kendi güvenliğini ve savunmasından sorumlu kurumları bu kadar âciz bir hâle düşüremez.

Türkiye bir ileri teknoloji ülkesi değildir. İleri teknoloji gerektiren sistemleri çoğunlukla dışa bağımlı tedarik mekanizmalarıyla karşılamakta, bazen de bu imkânı bulamamaktadır. Ülkemizin stratejik mahiyette gördüğü bir kapsamlı hava savunma sistemi mimarisi ihtiyacı konuyu bilenlerin malumudur. Bu sistemler neredeyse yeryüzünü yalayarak giden füzelerden uçaklara, kıta aşan füze sistemlerinden atmosfer dışı yetenekleri olan uydu sistemlerine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi barındırır. Bu alanlar dünyadaki en ileri teknolojik adımların senkronizasyonunu zorunlu kılar. Yani altyapısı olmayan bir binanın ayakta duramaması gibi bu alanlarda da ayağı yere basmayan ve birbiriyle eş güdüm içinde faaliyet göstermeyen unsurlar savunma mimarisine katkı sunmayacağı gibi savunma alanında boşlukların oluşmasına ve bir ihtiyaç anında istenen sonucu üretememesine yol açacaktır.

Hava savunması alanında ihtiyacın varlığını kimse sorgulamamaktadır fakat bu alanda mesafe katetmenin oldukça maliyetli olduğu açık ve aşikârdır, hatta çoğu durumda yatırımın karşılığının ya hiç alınamadığı ya da çok uzun vadede ortaya çıktığı da düşünüldüğünde atılacak adımların çok dikkatli atılması gereği ortadadır. Hava savunma sistemleri alanında 2013 yılında Türkiye tarihinin en büyük savunma ihalesini Çinlilerle yapılan anlaşmayla gerçekleştiren Türkiye, ABD ve NATO'dan gelen tepkilerin sonucunda anlaşmayı 2015 yılında iptal etmek durumunda kalmıştır. İhalenin, ülkenin içinde olduğu NATO savunma mimarisi dışından tedariki yoluna gidilmesinde temel gerekçe, ülke içinde kapasite artırımı ve teknoloji devriyle sistemin NATO sistematiğine uyum sağlama kapasitesi olduğu ifade edilmiş fakat yine bundan vazgeçilmiştir.

Bugün ise 2 milyar ABD dolarının üzerinde bir meblağın Rusya'dan tedarik edilecek S400 füzeleri için kullanılacağı ifade edilmektedir. Bu sisteme ilişkin kaygılarını NATO sözcülerinden ve savunma uzmanlarından duyduk. Peki, bu eleştirilere yanıt neydi? Yerlilik ve millîlik soslu bir hamaset, başka bir şey değil. Bizler de hamasetle gözleri boyanmış yurttaşlar olarak bu duruma sesimizi çıkartmamamız istenmektedir, buna sessiz kalmayacağız. Sanki düne kadar uçağı kim düşürdü yarışına girdikleri Rusya ve onun lideri şimdi birdenbire bu iktidara güvenecek ve çalışır bir sistemin ülkemizde kurulması mümkün olacak. Sanki bu sistem, Kırım'dan Suriye'ye, ABD'den Ermenistan'a dış politik hedeflerimizin çatıştığı Rusya'yla ilerleyen dostluğumuzun nişanesi olacak. Zannediliyor ki haberlerde, geçtiğimiz günlerde İtalya ve Fransa'yla hava ve füze savunma sistemlerinin ortak üretiminde iş birliğini içeren savunma iş birliği niyet beyanı imzalanırken bunun ne demek olduğunu anlayacak durumda değiller. Savunma mimarimizin radarlardan kısa menzilli füzelere, uçaklardan dijital altyapıya kadar hiçbir parçasıyla uyum sağlayamayacak böyle bir sistemle NATO'dan bağımsız hava ve füze savunma yeteneğini elde etmemizi mümkün kılacakmış gibi yapmamız bekleniyor. Yetmiyor, bir de herkesi kandırmaya meyilli, kendini çok akıllı zanneden bu kibirli siyasi iktidarın boş blöfleri ve kamuoyunu yönlendirme gayretleri herkesin gözü önünde olmuyormuş gibi davranalım istenmektedir.

Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri Uluslararası İlişkiler Müsteşar Yardımcısı Heidi Grant, Rus S400 hava savunma sistemi alması hâlinde Türkiye'nin NATO teknolojilerine erişiminin kısıtlanacağını söyledi, ayrıca "2018 yılında planlanan Türkiye'ye F35 sevkiyatıyla ilgili sorunlar çıkabilir." dedi. Bu konu bağlantılıdır çünkü TCG Anadolu, proje üzerinde sonradan yapılan değişikliklerle F35 tipi savaş uçaklarının operasyonlarına elverişli hâle getirilmiştir. Fakat bilindiği kadarıyla TSK'nın envanterinde F35 tipi savaş uçağı bulunmamaktadır ve Grant'ın ifadesi doğrultusunda alınacağı anlaşılmaktadır.

Havuzlu çıkarma gemisi olarak tasarlanan ve yapımına başlanan lakin basından öğrendiğimiz kadarıyla projede yapılan bir değişiklikle uçak gemisine dönüştüğü vurgulanan TCG Anadolu Projesi'ne dair ayrıntıları etraflıca tartışmak gerekir. 231 metre uzunluğundaki dev gemiye yeni nesil savaş uçakları, F35'ler, İHA'lar ve helikopterler inebilecek, taşınan onlarca tank ve zırhlı araç çıkarma için kullanılacak denilmektedir. Bu doğrultuda da İspanya Deniz Kuvvetleriyle iş birliğine ilişkin mutabakat muhtırasının Mecliste kabul edildiğini biliyoruz.

Peki, öncelikle sormak gerekiyor: Türkiye'nin bir uçak gemisine ihtiyacı var mıdır? TCG Anadolu nasıl bir uçak gemisi ve kaç uçak taşıyacak? Üstelik de çokça bahsedilen Amerikan uçak gemilerinin bir tanesinin yaklaşık maliyetinin 15 milyar dolar olduğu düşünülürse bu geminin maliyeti nasıl karşılanacaktır?

Zira TCG Anadolu'nun ihale süreci de şaibelidir. İhale sürecine ilişkin olarak basına yansıyan haberlerden dönemin Başbakanının, TCG Anadolu'yu yapan Turkon Holdinge ait Sedef Tersanesi Yönetim Kurulu Başkanı Metin Kalkavan'a ihale sürecinde destek verdiği ve ihaleyi almasını sağladığı anlaşılmaktadır. Öyle ki ihaleyi ilk önce Koç Grubuna ait RMK Tersanesi geliştirdiği özgün tasarımla kazanmış fakat yapılan itirazlarla iptal edilen ihale sonraki aşamada İspanyol Navantia Tersanesi'yle ortaklaşa teklif veren ve İspanya donanmasındaki Juan Carlos I'i örnek alan Sedef Tersanesi'ne verilmiştir. Kısacası, iktidara yakın olmak bu ihalenin kazanılmasında esas kriter olmuştur. Savunma sanayisi söz konusu olduğunda millî ve yerli olmanın önemine sıklıkla vurgu yapan iktidarın TCG Anadolu'nun ihale sürecinde bu hususu dikkate almadığı anlaşılmaktadır.

Son olarak, ihale aşamasında Sedef Tersanesi ve İspanyol ortağı Navantia Tersanesi hakkında çıkan haberleri de kayda geçirmek gerekir. TCG Anadolu'nun inşası süresince mühendislik hizmetlerini verecek olan İspanyol Navantia Tersanesi'nin mali sıkıntılar nedeniyle kapanmak üzere olduğu, TCG Anadolu Projesi sayesinde kurtulduğu ve Sedef Tersanes'nin de aynı şekilde mali sıkıntı içinde olduğu, 400 milyon avro borcu bulunduğu ve personel maaşlarını aylardır ödeyemediği bilinmektedir. Tüm bu savrulmalar, krizler içerisindeyken şimdi süreç hangi aşamadadır, planınız nedir? Ayrıca da yandaşlarla iş yapma alışkanlığınızın böyle her aşamada karşımıza çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin bir hukuk devleti olmaktan giderek uzaklaştığı ve artık OHAL olmadan ülkeyi yönetemediği de açık. Yaklaşan seçimler için önemli bir senaryo hazırlandığını da görüyoruz. Peki, saray iktidarı, tek adama dayalı bir rejimin inşası için kural, kaide, yasa tanımadan hareket etmeye devam ediyor. Biz şimdi burada millî savunma diyoruz, bütçemizi, askerlerimizi konuşuyoruz ama paralel ordu ya da paramiliter çetelerin devlet eliyle kurumsallaştırıldığını da artık görüyoruz. Tam bu noktada karşımıza sık sık değindiğimiz SADAT çıkıyor. SADAT'ın kurucusu emekli Paşa Adnan Tanrıverdi hâlâ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanlığını yapmaktadır. Hedeflerinden birinin "cihatçı çeteleri eğitip mühimmat ve silahla donatmak" olarak açıklamakta bir sakınca görmeyen SADAT'ın yurt içindeki ilk bilinen faaliyetlerinin de 15 Temmuz darbesi kapsamında ortaya çıktığı aşikârdır. Muhtelif iddialar var, duyuyoruz, okuyoruz, görüyoruz. Boğaz Köprüsü'nde asker kafası kesenler kim? Yine, aynı gecede kimler silah dağıttı? Asker kovalayan Suriye'de savaşmış cihatçılar bir anda nasıl ortaya çıktılar? Soruların hepsine bir cevap verilmesi gerekiyor.

Üstelik kanun hükmünde kararnameler eliyle hem uluslararası alanda Türk Silahlı Kuvvetlerinin hem de yurt içindeki kolluk güçlerinin organizasyonlarını kendine vazife eden ve bunu rahatça söyleyen SADAT'ın, daha çok ön planda olmasını sağlayacak düzenlemeler birbiri ardına geliyor. İçişleri Bakanlığı bütçesinin görüşmeleri sırasında söyledik ve bunu dile getirdik. Ocakta yayınlanan 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle özel güvenlikçiler artık uzun namlulu silahlar kullanabilecek, bu aşamada Genelkurmaydan görüş alınmayacak. Özel güvenlikçilerin uzun namlulu silah kullanabilmesi için vali yardımcısının başkanlığındaki bir komisyonun kararı ve valinin onayı yetecek. Yani AKP ve saray eliyle yapılan bu düzenlemede SADAT kurumsallaştırılırken silahlanma yarışı da sürüyor. Bu, çok tehlikeli ve kabul edilebilir bir durum da değildir.

Millî Savunma Bakanlığı bir ülke için en stratejik Bakanlıktır. İzlediği politikalarıyla o ülkeyi temsil eder ve Millî Savunma Bakanlığının ana omurgasını da diplomasi oluşturur. Ülkemiz Millî Savunma Bakanlığının geçmişten gelen uluslararası tecrübesi ve yetişmiş insan kaynaklarıyla çok ciddi bir potansiyeli barındırmaktadır. Ne var ki AKP iktidarıyla bu potansiyel çarçur edildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - AKP iktidarlarının giderek tek adam Erdoğan iktidarlarına evrilmesi, Millî Savunma Bakanlığının edilgen kılınması, diplomasinin ne olduğunu bilmeyen anlayış, gelişigüzel o eski ruh hâliyle bazen esip gürleyerek, bazen diplomasiyi küçümseyerek ve hiçe sayarak dış politika oluşturmaya çalışılıyor. Plansız, programsız, uluslararası dengeleri gözetmeden bu gelişigüzel davranmanın başarı şansının olmadığının altını çizmek istiyorum.

Son olarak, NATO'da Türkiye Cumhuriyeti devletine, Mustafa Kemal Atatürk'e, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yapılan saygısızlığı şiddetle kınıyoruz ve protesto ediyoruz. Ancak kimi kalemşorların, kimi yandaş gazetecilerin "Atatürk'ü ve Türkiye'yi savunmanın yolu Erdoğan'ı savunmaktan geçer." anlayışının çok abartılı ve çok doğru olmadığını, hiçbir siyasi parti genel başkanının, hiçbir kurum ve kuruluşun Türkiye Cumhuriyeti devletinden, Mustafa Kemal Atatürk'ten aynı noktaya düşürülmeyeceğinin ve aynı noktada görülmeyeceğinin altını çizmek isterim.

Sayın Başkan, Peygamber ocağımız Türk Silahlı Kuvvetleri. Balyoz davaları, Ergenekon, kumpas davaları oluncaya kadar Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili yapılan bütün araştırmalarda en güvenilen kurum Türk Silahlı Kuvvetleriydi ama bugün aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili yapılan araştırmalarda aynı pik noktayı görememek bizi derinden üzmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin eski güven ve itibarını kazanması hepimizin isteği ve arzusudur. Ama Sayın Bakan size bir şey söyleyeceğim: Siz Millî Savunma Bakanısınız, Bakan Yardımcınız Şuay Bey orada, Müsteşarınız var ve müsteşar yardımcılarınız var. Millî Savunma Bakanlığından, sizden habersiz bir iş oluyor olsa siz o koltuğun sahibi değilsiniz, siz o koltuğu dolduramıyorsunuz ama hayır, sizin bilginiz dâhilinde o işler yapılıyorsa siz aynı zamanda onların ortağısınız.

2018 yılı bütçenizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Bunu Türk Silahlı Kuvvetleri ve 15 Temmuzla ilgili, bağlantılı söyledim, sizinle ilgili değil.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Hayır, somut olarak herhangi bir şey varsa...

MUSA ÇAM (İzmir) - Hayır, şunu söyleyeyim: 15 Temmuz darbesi yapılıyor bu ülkede, yapıldı, 250'e yakın vatandaşımız öldü, şehit oldu, binlerce insan haklı haksız tutuklu yargılanıyorlar. Kötü bir süreç ama bir Genelkurmay Başkanının olduğu yerde emir subayından özel kalemine kadar bu işlerin içerisinde olacak, Genelkurmay Başkanının bundan haberi yoksa bizim işimizin çok zor olduğunu düşünüyorum.

2018 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını, savaşsız, sömürüsüz ve sınırsız bir dünya ve Türkiye dileğiyle başarılar diliyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çam.