KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Teşekkürler Başkan.

Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli arkadaşlar; öncelikle ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, "orman" deyince aklımıza ne geliyor? Bu konuda bir iki şey söylemek lazım. Çoğunlukla "orman" deyince, ağaç ve ağaççıklar aklımıza geliyor. Aslında, çok yanlış bir şey olmamakla beraber sadece ormanı karşılamayan bir bakış açısıdır bu ve geçmişten beri bizde yerleşik olan bir zihinsel algıdır. Dolayısıyla ormana, doğaya ve suya varıncaya kadar birçok doğasal kaynağa baktığımız zaman, bizdeki bu algı sorununun kaynaklık ettiğini görmek mümkündür. Bütün yaşadığımız tahribatlar, bütün yaşadığımız olumsuzluklar ve doğa üzerindeki negatif etkilerimizin temel nedeni bu doğa algısıdır ve orman algısıdır. Şüphesiz ağaç ve ağaççıklar ormanın bir unsuru, ormanın bir öğesi ama ormanın tamamı değildir. Orman, sizlerin de bildiği gibi -çok değerli bürokratlar da burada- sadece ağaçlardan oluşmayan, ağacın yanındaki bitkilerden, hayvanlardan oluşan ve diğer varlıklarla, özellikle canlılarla da ilişkili olan ve bir bütün olarak insanı da kapsayan varlıklardır. Dolayısıyla ormanın da bir ekosistem içerisinde değerlendirilmesi gerekiyor. Ekosistem içerisinde değerlendirilen bir orman anlayışı ve orman düşüncesi, buna ilişkin politikalarımızı da belirleme noktasında oldukça aydınlatıcıdır. Biz, bu çerçevede doğruyu ortaya koyarsak inanıyorum ki yürüteceğiniz politikalar, gerçekleştireceğiniz yatırımlar, faaliyetler de bu kapsamda daha sağlıklı, daha etkili olur.

Bakın, Anayasa'nın çok güzel bir maddesi var aslında, 56'ncı maddesi. 56'ncı madde der ki: "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir." Aslında çok iyi bir şekilde koymuşuz.

Bugün, ormanların, meraların, gerek güvenlik kaygısıyla gerek rant ve ticaret hesabıyla yakılması, yıkılması ve talan edilmesinin bu mevcut yasayla bütünleşik, bu mevcut yasayla uyuşur bir tarafının olmadığını da teslim etmek gerekiyor. Dolayısıyla bugün, bir taraftan, özellikle bölge illeri bazında söylemek gerekirse, 1990'lı yıllardaki mevcut ormanlara yaklaşımın, doğaya yaklaşımın Kürt sorunu ekseninde şiddet ve çatışma politikalarından dolayı çok kötü olduğunu teslim edersek diğer yandan da batıda da rant ve ticaret alanlarına açılan bir orman ve mera gerçekliğini de teslim etmek gerekir, orta yere bırakmak gerekiyor. Bütün bunları ifade etmek, bizler açısından oldukça da önemlidir.

Bakın, son yıllarda, özellikle 2015 yılından sonra, son iki yıldır, Dersim, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Lice gibi yerlerde çok yoğun orman yangınları yaşanmaktadır. Bu yaşanan orman yangınlarının temel nedeni de operasyonlardır. Şiddet ve çatışmalar gerekçesiyle bunlar yaşanmıştır ve biz bunların ortadan kaldırılmasına dair, bu ormanların korunmasına dair sadece o bölgenin sorunu olmadığını da defalarca belirttik. Bugün Dersim'de bir ormanın yakılmış olması sadece Dersim'de yaşayan insanların, oradaki ekosistemin sorunu olarak da değerlendirilmemelidir, Edirne'de yaşayan insanımızın da bir sorunu olarak değerlendirmek lazım. Ekosistem dediğimiz şey, hepimizin de içerisinde olduğu bir sistem, hem besin anlamında hem su anlamında hem oksijen anlamında herkesi de doğrudan ilgilendiren bir sistemdir dolayısıyla oraya kayıtsız kalmamak lazım. Ne yazık ki son beş ay içerisinde Dersim'de 12 tane orman yangını yaşandı. Defalarca biz oradaki arkadaşlarımızla da bir ara yoğunluklu bir şekilde yaşanan bu orman yangınlarından dolayı -medyada da yoğunlaştığı için- ilişki içerisinde olduk ve bu orman yangınlarının söndürülmesine dair -Garo Vekilimiz de ifade etti- defalarca Bakanlığa, oradaki müdürlüklere ulaşılmasına rağmen bu orman yangınları günlerce söndürülmedi. Niye söndürülmedi? İşte güvenlik gerekçesiyle. Hatta İstanbul'dan, Ankara'dan sivil toplum örgütleri oradaki orman yangılarının kendi olanaklarıyla söndürülmesi için kampanya başlattılar. Bu, çok önemli bir şey. Yani Orman Bakanlığının gerekçe ne olursa olsun, her ne saikle olursa olsun bu nimeti korumak ve ormandaki bu mevcut yıkımın, yangının önüne geçmek gibi temel bir sorumluluğu vardır.

Bir diğer konu ise özellikle sizin Bakanlığınızın veya orman yangınlarının yaşandığı bölgedeki müdürlüklerin sitesinde ne yazık ki bu orman yangınları geçmiyor. Yani Türkiye'nin genel istatistiklerine bu orman yangınları da geçmiyor. Bu da her ne hikmetse niye saklanıyor, niye geçilmiyor, bu da ayrı bir konu. Onun için ormanı korumak, ekosistemi korumak, insanı korumak, doğayı korumak hepimizin temel sorumluluğudur, bunu böyle bilmek lazım.

Bir de şöyle bir yanlış mantık var: "Biz bir ağaç keseriz, bin ağaç dikeriz." yani bu kadar basit değildir. Yani bir ağacın kesilmesi demek salt o ağacın fiziki olarak kesilmesi değil, etrafıyla olan bütün ilişkisinin de kesilmesidir yani hem florasının hem faunasının ortadan kaldırılmasıdır, yani bitkiyle hayvansal, organik ilişkisinin ortadan kaldırılmasıdır. Dolayısıyla ağaca bir meta gözüyle bakarsanız, ağaca bir eşya gözüyle bakarsanız, matematiksel olarak düşündüğünüz zaman, bir yerine bin koymak elbette kârlı görünecektir. Bu bile başlı başına sakat bir anlayıştır, böyle bakmamak lazım. Yani orada ekosistem bozuluyor. Bir ekosistemi dengede tutmak, onu ayakta tutmak oldukça zaman alan bir sürece tekabül ediyor dolayısıyla böyle değerlendirmek lazım. Yani mümkün derecede ne rant alanı olarak açmaya ne operasyonlar gerekçesiyle yangınların olmasına ne de ticaret amacıyla ormanlarımızın yakılmasına, yıkılmasına ortadan kalkmasına müsaade etmemek lazım.

Bakın, Ankara'da yaşandı işte. Ticari bir kuruluşun yolunu açmak amacıyla on binlerce ağaç kesildi, bir gecede kesildi. Yani bunun önüne geçebilmek öncelikle çevre örgütlerinin ve birtakım duyarlı çevrelerin görevi olmakla beraber Orman Bakanlığınındır aslında. Orman Bakanlığı bunu korumakla birinci derecede sorumlu olan bir bakanlıktır. Ama gelin görün ki Orman Bakanının buna karşı çok ciddi bir tepkisi, bunu önleyici bir tutumu olmamıştır. Yani siz bunu belki birtakım böyle verimlilik ölçüleri içerisinden, kâr zarar hesabı üzerinden bir yere oturtabilirsiniz ama bu, büyük bir ekolojik yıkım, ekolojiye, ekosisteme verilen bir zarardır. Dolayısıyla doğaya yaklaşırken insanı öne alan, insanı doğanın efendisi hâline getiren anlayıştan kesinlikle kaçınmak lazım. İnsan doğanın öznesi değildir arkadaşlar. İnsan kendisini doğanın bir parçası olarak ele almadığı takdirde, insan doğanın bir parçası olarak kendisini görmediği takdirde doğanın tahribatının, doğadaki talanın, ormanların yıkımının, su kaynaklarının hor ve kötü bir şekilde kullanımının da önüne geçemeyiz. Bugün HES'lerin, güvenlik barajlarının ve benzeri bir sürü yapılan doğa tahribatına denk gelebilecek, yaşamımızı bir bütünen etkileyebilecek faaliyetlerin en merkezinde yer alan şey insana verilen bu anlamdır. "İnsan doğanın efendisi, doğa da insanın kullanımına sunulmuş bir metadır." gözüyle bakılıyor. Hâlbuki insan -yine tekrar ederek söylemek gerekirse- doğanın bir parçasıdır. Biz aynı diğer canlılar gibi, doğada yaşayan diğer canlılar gibi onun bir parçasıyız. Biz olsak olsak doğadan faydalanma noktasında, onun nimetlerinden faydalanma noktasında onun şifrelerini çözen, onunla bütünleşebilen bir varlık olabiliriz. Onu sömürmek, onun üzerine hâkimiyet kurmak, onun üzerine tahakküm kurmak gibi bir hakkımız ve gücümüz de yoktur, bu hiçbir şekilde verilmemiştir ne dinen verilmiştir ne demokratik gelenekler açısından verilmiştir ne de insani özellikler açısından verilmiştir. Dolayısıyla geçmişi biraz daha böyle göz önüne getirdiğimiz zaman, insanın en huzurlu, en rahat, en kendisiyle barışık yaşadığı dönem doğayla iç içe olduğu dönemdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayhan, bir dakika lütfen.

Toparlarsanız...

Buyurun.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Tamam toparlıyorum.

Bugünümüze baktığımız zaman, doğayla ne kadar çelişik noktaya gelinirse yaşamdan, insanlıktan o kadar da uzaklaşılmıştır. Ondan dolayı orman kaynaklarımızı da su kaynaklarımızı da insanın doğayla olan ilişkisine zarar vermeyecek bir şekilde değerlendirmek gerekiyor, bunu ekosistem üzerinden değerlendirmek gerekiyor, ekolojik bir bilinçle, ekolojik bir düşünceyle bu kaynaklara yaklaşmak gerekiyor. Orman Bakanlığının özellikle faaliyetlerinin bu eksenli yürütülmesi gerekiyor.

Bir diğer nokta: Sayın Bakan sunumunu yaparken Suruç'la ilgili Suruç'taki sulama faaliyetlerinin başlatılmasıyla beraber muazzam derecede bir gelişmenin olduğunu söyledi. Ama pratiğin öyle olmadığını ben Sayın Bakana buradan söyledim, Sayın Bakanımız itiraz etti. Mehmet Ali Bey de Urfa Vekilidir, ben de Şanlıurfa Vekiliyim; bu konunun böyle olmadığını ben buradayken sizinle paylaşma istiyorum.

Önemli adımlar atıldı, önemli projeler yapıldı, GAP projesinin çok önemli olduğunun yadsınamaz bir gerçeklik olduğunu ifade etmek gerekiyor. Fakat bu mevcut projelerde insan faktörü, bilinçlenme, eğitim ve benzeri faktörlerin çok ciddi bir şekilde göz ardı edildiğini, ihmal edildiğini de ortaya koymak lazım. Bakın, insanlara suyu getirirken bu suyun nasıl kullanılması gerektiği, bu suyun nasıl bir bilinçle, nasıl bir düşünceyle yararlı kullanılması gerektiği düşüncesi ne yazık ki verilmiyor. Belki sizin Bakanlığın işi değil bu tek başına, Tarım Bakanlığının da bu işin içerisinde olması gerekiyor ama bir bütünen Hükûmet olarak yapılması gereken şey, sadece suyu getirmek, tarımsal faaliyetleri orada daha üretken, daha verimli kılmak değildir, suyun nasıl kullanıldığını da doğanın korunması bilinciyle, doğaya sahip çıkmak bilinciyle ortaya koymak lazım. Bakın, Suruç'ta Aligör beldesinde geçtiğimiz aylarda bu su borularının patlamasıyla beraber evleri su basmıştı. Basına da yansıdı, hatta ben onunla ilgili bir önerge de hazırladım. Bunun üzerine Urfa DSİ Bölge Müdürlüğünün suyu kesme gibi bir kararı oldu ama sonradan müdahale edilerek o karar geri çekildi. Dolayısıyla bu bir anlamıyla bir bilinçlenmeyi gerektiriyor.

Diğer taraftan da Suruç bölgesinde bir sulama birliği kurulmamış hâlâ. Bakın, sulama birlikleri diğer sulamanın yapıldığı yerlerde bir ihtiyaçken, birçok faaliyetin daha sağlıklı bir şekilde yürütülmesine yönelik bir organ işlevindeyken Suruç'ta şu ana kadar bir sulama birliği kurulmamış. Bu bile başlı başına suyun hoyratça kullanımını, vahşi sulama yöntemlerinin kullanılmasını ve benzeri noktada taban suyunun yükselmesini, sudaki, topraktaki tuzlaşma oranının artmasını da beraberinde getiriyor ve toprağa verdiği zarar bir tarafa, diğer yandan da tarımsal faaliyetleri de olumsuz bir şekilde etkilemektedir.

Bir diğer nokta, bakın, bununla bağlantılı olarak bir diğer nokta: Özellikle, bu bilincin verilmemesinin sosyal olayların yaşanmasında da büyük bir bağlantısı vardır, bunu da görmek lazım. Suruç'ta son bir yıl içerisinde köylüler arasında yaşanan sosyal sorunlarda ve çatışmalarda büyük bir artış yaşandı. Bu da Hükûmetinizin görevi aslında. Yani suyun kullanım alanlarına sahip olma noktasında, doğa bilinciyle bağlantılı bir şekilde, insanların belli bir bilince erişmesi noktasında oldukça önemlidir.

Genel anlamda da ekolojiyi gözeten, doğayı gözeten ve bilinç değişimini ve dönüşümünü kendine görev edinen bir bakanlık faaliyetinin yürütülmesi oldukça önemlidir.

Bütçeniz hayırlı olsun.

Saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim Başkanım.