KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, çok önemli bir Bakanlığın başına geçtiniz, hayırlı olsun diyorum. Kimileri bu geçişi tenzilirütbe olarak gördü ama ben hiç öyle görmüyorum. Çok önemli bir Bakanlığın başına geçtiniz, başarılar dilerim size.

Sayın Bakan, sunumunuzu dikkatlice dinledim ama bir hayal kırıklığına uğradım sunumunuzdan. Bilmiyorum, belki Sayın Başkan size "Çok hızlı yapın." diye bir baskı mı koydu? Yani kültür ve bakışla ilgili, vizyonunuzla ilgili çok az şey söylediniz, birkaç cümleyle geçtiniz. Sunumunuza da baktım. Yani bu anlamda ben bazı şeyler söyleyeceğim, belki siz kapanışta bir şeyler söylersiniz. Çünkü Sayın Bakanım, yani çok kadim, insanlığın en kadim topraklarının birisinin üzerinde oturuyoruz. Hani, Göbeklitepe'ye baktık, on iki bin yıllık bir tarihten bahsediyoruz ve dünyanın neresinde bunu söylersek pek çok insanın tanımadığı bir yer Göbeklitepe. Ve sonra bakıyoruz yani on iki bin yıl önceki atalarımız bunlar ya. Bu topraklarda bizim büyük büyük büyük dedelerimiz bir medeniyet ortaya koymuşlar. İlk medeniyet, ilk yerleşik, sonuç olarak tarım toplumu öncesi yerleşik yaşama geçmiş insanlardan bahsediyoruz, bir kültür ortaya koymuşlar. Sonrasında bakıyoruz, ya bizler Hitit'iz, bizler Urartu'yuz, bizler Asur'uz, Roma'nın, Bizans'ın torunlarıyız, ne kadar reddetsek de hepimiz biraz geriye doğru sayfaları karıştırsak yani tipoloji olarak bakarsanız aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. Yani "Orta Asya'dan gelmişiz." diye bir şey söylüyoruz, elbette oradan gelenler de var sonuç olarak, "1071" diyoruz, elbette gelenler de var, hani Türkmenler var ama sonuç olarak biz bütün bu medeniyetlerin torunlarıyız. Yani büyük büyük büyük dedelerimizin, ninelerimizin yaptığı bütün medeniyetlerin sahibi olmamız gerekir, ortak kültür anlamında bütün bunları sahiplenmemiz gerekir ama ortaya konulan vizyona baktığımızda Sayın Bakanım, özellikle son dönemlerde tekrar bu "yerli ve millî" tanımı çerçevesinde, hani "1071" deniyor ve 2071 vizyonu mesela ortaya konuluyor ve her şey Türk ve İslam parantezine sanki tekrar hapsedilmeye çalışılıyor gibi bir şey hissediyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına 1071 vizyonu ama dışarıdan gelenlere şöyle bir şey anlatacağız: Yok, arkadaş, bizim on iki bin yıllık tarihimiz var. Mesela Göbeklitepe'yi anlatacağız, mesela Roma'yı anlatacağız, Bizans diyeceğiz, Urartu, Frig diyeceğiz, Likya diyeceğiz, ilk parayı onlar basmıştı diyeceğiz, mesela Aziz Nikolas'ı anlatacağız. Bütün bunlar bizim ortak değerimiz diyebilecek miyiz? Yani her şeyi 1071 Türk ve İslam parantezine alırsak.

Bakın, kültüre sahip çıkılması, tarihe sahip çıkılması, bütün o tarihi içselleştirmekten geçer ve "hepsi bizim" dememizden geçer, "hepsi benim tarihim" dememizden geçer. Ama bunu yapabiliyor muyuz Sayın Bakanım? "Hepsi bizim tarihimiz" diyebiliyor muyuz? Burada bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Düşünün, mesela Batı ülkelerinde turizm veya kültür dediğimiz şey, insanlar nasıl onu yaşatıyorlar? O şehirlerde mesela koruma kurullarına ihtiyaç yoktur biliyor musunuz? Gidin Floransa'ya, bir sokakta daire alın, deyin ki ben bu camın çerçevesini değiştirmek istiyorum ve Pimapen takmak istiyorum. İlk olarak belediye gelmez, koruma kurulları gelmez. İnanın -yapan da var, bildiğim için söylüyorum, arkadaşım böyle bir şey denemiş- o mahallenin insanları isyan edip onu oradan söktürtürler çünkü "Bu, benim tarihim, sen bu ihaneti buraya yapamazsın." derler, sahip çıkarlar. Ama siz tarihinizi içselleştirmezseniz, bir bölümüne sahip çıkıp, bir bölümünü de "Yalnızca ben turiste göstereceğim arkadaş." derseniz insanlar o tarihe sahip çıkmazlar ve "Ben arkadaş bundan nasıl bir rant elde ederim?" Çünkü içselleştirmemiş olur Sayın Bakanım.

Bakın, hemen bir örnek vereyim bununla ilgili. Maalesef bu yıl yaşadım bunu, size de anlatma fırsatı bulamadım, burada anlatayım. Van'ın Edremit'ini bilirsiniz sanıyorum. Cennetten bir köşedir. Gidin, görün, gerçekten cennetten bir köşe. Orada her türlü mitoloji olabilir. İnanılmaz cennetten bir köşedir. Orada bizim büyük büyük büyük dedelerimiz medeniyetler kurmuşlar. Mesela Urartu medeniyeti kurulmuş ve Urartu orada da bir höyük yapmış, tam o Van'ın Edremit'inde bir höyük yapmış, bir medeniyet kurmuş. Nereyi kazsanız Urartu'yu bulursunuz orada. Sonra geriye doğru gelmişiz başka medeniyetler kurulmuş. Sonra orada yaşayan Ermeniler kiliselerini yapmışlar aynı yere. Başka tarihî eserler var orada. Bakıyorsunuz etrafında köyler var. Hemen yanında, o höyüğün olduğu, kilisenin olduğu köyde Arshile Gorky yaşamış mesela. Dünyanın en ünlü ressamlarından biridir Arshile Gorky. Bütün bunları bir araya getirdiğinizde, hani kültürüne, tarihine değer veren bir toplum olsa inanın bundan inanılmaz bir tarihî hikâye çıkarır, bir turizm hikâyesi çıkarır. Yalnızca şu hikâyeye 10 milyon turist gelir mesela. Hani şu bütün anlattığım hikâyeye, o doğal güzelliğe, o cennetten köşeye, beş bin yıllık tarihe, Arshile Gorky'ye 10 milyon turist ben size getiririm. Açıkça söylüyorum. Bunu görmeye gelir bunun hikâyesini oluşturursak.

Ama bana öyle bir haber geldi ki hemen uçağa atlayıp gittim Sayın Bakanım. Dediler ki: "Burada insan kemikleri var." Çünkü oraya mezarlıklar da yapmışlar, benim atalarım, Ermenilerin de mezarlığı orada yakın zamana kadar, 1940'lara, 1950'lere kadar mezar taşları da varmış. "Oradan insan kemikleri çıkıyor, hemen üstüne bir mescit, bir kafeterya, bir tane de tuvalet yaptılar." diye bir şey söylediler, inanamadım. Hemen uçtum, gittim, gözlerimle müşahede ettim. Gerçekten elinle kazdığında insan kemiklerine ulaştığın -o kemikleri de belgeledim- yerin üzerinde bir mescit, bir kafeterya, bir tuvalet yapılmış Sayın Bakanım. Hemen yanında Urartu höyüğü, hemen yanında kilise kalıntıları, Arshile Gorky'nin köyü, bütün bunların üzerine gerçekten mezbelelik yapılar yapılmış. Yani beş bin yıllık tarihin üzerine böyle bir şey... Hani neresinden tutalım bunun? İnsana saygı, ölüye saygı, atamıza saygı, kültüre saygı, tarihe saygı, neresinden tutalım bunun? Aslında bütün bu... Yalnızca şu hikâyede her şeyi içinde bulabiliriz. Oysa oranın insanı şunu bilse: Hani, bu, benim tarihim arkadaş, onlar benim atalarım ve burada yapabileceğimiz el birliğiyle, o ihyayla -orada yapacağın kafeteryadan ne elde edeceksin- milyonlarca turist gelebilir, hikâyesi olsa veya yalnızca saygı... Hani pragmatik bakıyorsan turist yönünden bakarsın. Ama maalesef bununla karşı karşıya kaldık. Basına da yansıdı ama hâlâ o yapıların orada durduğunu biliyorum. Sizin müdahaleniz oldu mu, bilmiyorum. Yapmadınız sanıyorum veya yapacak mısınız, bilmiyorum. Gerçekten üzüldüm, her anlamda üzüldüm, kırıldım ve bu hikâye her şeyi anlatabilir Sayın Bakanım.

Bakın, o 1071 meselesini ve özellikle cumhuriyetin tekrar hani o tek kimlik, tek inanç çerçevesinde yapılanmasına baktığımızda Sayın Bakanım, bu bakış, diğerlerini yok saymayı esas alıyor. Yani Türk kültürü, İslam kültürü çerçevesinde bir ihyayı ama diğerlerinde yalnızca ya gerekiyorsa onları ihya ederiz bakışını getiriyor. Oysa gerçekten "hepsi bizim" demeliyiz ve kültürü yaşatmak istiyorsak, bunu da turizmle taçlandırmak istiyorsanız bir şekilde, onların hepsine sahip çıkacak milyonları yaratmamız lazım. Bu da bütün o tarihî hafızayı bu çerçevede oluşturmaktan geçiyor. Bütün insanımıza bu bilinçle yaklaşmamız, kültürü de tarihi de bu şekilde anlatmamız ve içselleştirmemizden geçtiğini düşünüyorum. Böyle bir vizyonu umarım siz sahiplenirsiniz.

Mesela ben çocukluğumun İstanbul'unu biliyorum Sayın Bakanım. Yeşilköy'de doğdum, büyüdüm. Benim semtimin dörtte 3'ü eski eserlerden oluşuyordu ama o eserlerin sahibi insanlar bir şekilde gönderilmişlerdi, yoklardı, o eserlerin de neredeyse tamamı bakın... Bugün gidin bakın, İstanbul'un pek çok yerinde aynı şey var, Anadolu'nun pek çok yerinde aynı şey var. Sayın İhsanoğlu'nun Yozgat'ta söylediği konaklar kime aitti baksanız belki iki kuşak öncesinde, o insanlar olmadığı için o eserlere sahip çıkılamıyor ve bununla ilgili de bir vizyon geliştirilemediği için insanlar "Ya arkadaş, bu eseri yıksak, on katlı apartman yapsak, on tane de daire alsak." diye baktılar. Hâlbuki esas değer onlardı, onların ihyasıydı, devletin maalesef böyle bir bakışı olmadığı için insanlar da bütün bunlar işte bu rant meselelerine kurban edildi ve bu anlamda da ihanetler yapıldı, tarihimize ve kültürümüze de ihanetler yapıldı. Bununla ilgili birkaç örnek verebilirim.

Siz de biliyorsunuz, Sultanahmet ve Ayasofya'nın siluetine gökdelenler dikildi. Sayın Cumhurbaşkanı müdahil oldu "Yıkın bunları." dedi. Dört yıl önce mi, neydi? Ve dört yıldır o gökdelenler orada durduğu için hâlâ fotoğraflarda siluetinde çıkıyorlar. Ondan sonra yüzlerce gökdelen daha yapıldı İstanbul'da Sayın Bakanım. O cesareti Hükûmetiniz gösterebilseydi, yalnızca o üç tane gökdelen tıraşlansaydı bir şekilde, inanın, o yüzlerce gökdelen de yapılmamış olacaktı. Yapanın yanına kâr kaldığı sürece -tarihimize, kültürümüze bu ihanetler anlamında- bu ihanetler devam ediyor ve İstanbul şu anda gerçekten binlerce yıllık tarihini yok sayan bir anlayışa teslim olmuş durumda ve artık İstanbul hiçbirimizin İstanbul'u değil. Yani İstanbul'u kırk yıldır bilen insanların tamamı artık İstanbul'un kendi İstanbul'ları olmadığını söylüyorlar. Mesela Sulukule'yle ilgili yapılan ihya tamamen bir soylulaştırma çerçevesinde bakıldı. Ne oldu Sulukule'ye? Orada insanlar vardı, bir habitat vardı, bir kültür vardı, Roman kültürü vardı. Bugün Roman kültürü de yok oldu. O evler üç kuruşa kiraya veriliyor, verilemiyor. Soylulaştırılmaya çalışıldı ama kültür yok edildi. Tarlabaşı'nda aynı şey. Bakın, bir girildi oraya, yıkıldı o eski eserler. Bir bakıyorsunuz afişlere, böyle soylulaştırma projesi gene; hani o sokaklarda modern -tırnak içinde- insanlar yürüyecek, Avrupai bir yer olacak. Yani bu iş böyle olmaz Sayın Bakanım. Bir yeri yıkıp ihya edemezsiniz. Orayı ancak restore edip tekrar oraya sahip çıkacak, o tarihi bilen insanlarla beraber ihya edebilirsiniz. Bu tip pek çok kötü örnek var.

Maalesef yakın zamanda yaşadığımız travmalardan bir tanesi de Sur'dur Sayın Bakanım. Ben yıllarca Sur'da bulundum. Neden biliyor musunuz? Çünkü Sur, biliyorsunuz, bir zamanlar Ermenilerin de yoğun yaşadığı bir yer, orada Ermeni kiliseleri söz konusu. Hüseyin Yayman Bey de çok iyi bilirler. Gittik, orada bir kilisemiz vardı yıkık dökük, çok büyük bir kilise, Orta Doğu'nun en büyük Ermeni kilisesini ihya ettik. Kültür Bakanlığı da destek verdi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi de destek verdi. Hayalimiz orada gene çok kültürlülüğü yaşatmaktı yani Ermenilerin, Kürtlerin, Süryanilerin bir arada yaşadığı bir habitatı canlandırmaktı ama yaşadığımız büyük travma sonrası oranın ihyasını bir şekilde, o hani kırılan -her anlamda, önce insani, sonra tarihî- bütün her şeyi tamir etmek anlamındaydı hayalimiz ama siz ne yaptınız, Hükûmetiniz ne yaptı? Orayı ihaleyle hafriyatçılara verdi ve o tarihî, yüzlerce yıllık, binlerce yıllık taşlar hafriyatçılarca kepçelerle alınıp boş arazilere döküldü Sayın Bakanım. Oysa, bakın, şimdi yine ihya projesinden bahsediliyor. Geliniyor betonarme bina yapılıyor, üstüne taş kaplanıyor. Sayın Bakanım, bir yere gittiğinizde, tarihî bir şehre, o taşa dokunduğunuzda derler ki: "Bu taş bin yıllık taş, beş yüz yıllık taş, üç yüz yıllık taş." Hikâyesi odur, o taştır hikâye, o sokaklardır, o yürünen hafızalardır ama o hafızaya ve hatıraya bu anlamda ihanet edilmiş oldu. Siz istediğiniz kadar cilalı taşları oraya dökün, istediğiniz kadar o sokakları ihya edin, genişletin, karakollar yapın; orası bizlerin bildiği, orada yaşayanların bildiği, iki kuşaktır, üç kuşaktır yaşayanların bildiği Sur artık olmayacak, olamayacak. Diğer şehirler için de aynı şey geçerli.

Yani o anlamda, hafızaya, şehirlerin hafızasına... Maalesef hiçbir şehirle ilgili bunu söyleyemezsiniz "Hafızaya sahibiz." diye, "Kültüre sahibiz." diye, "Tarihe sahibiz." diye. Maalesef hafızayı yok sayan bir anlayış, bu anlamda, Sur'a da aynı kötülüğü yaptı.

Mesela Isparta'da Karayolları bir proje yaptı, duydunuz değil mi Sayın Bakanım, bilmiyorum? Ya, kepçeyi vurmuşlar, höyüğü dağıtmışlar, gitmişler, dökmüşler. Ya, orada o eserin olduğu o planlara işlenmemiş mi? Nasıl olabilir Sayın Bakanım? O Karayolları o ihaleyi verirken nasıl o höyüğü işaretlememiş olabilir? Ya, bu tip, gerçekten, ihmaller mi diyeyim, kasıtlar mı diyeyim, nasıl oluyor bu meseleler?

Sayın Bakanım, daha çok örnekler verebilirim ama hepimizin hafızasına, hatırasına sahip çıkmak, öncelikle sizlerin görevi ve hepimizin görevi, bütün Türkiyeli insanların görevi.

Sayın Bakanım, bu anlamda, size bir tavsiyem olacak yani çok kültürlülük anlamında çabalayan kuruluşlar var. Mesela Hrant Dink Vakfı 10 bin kültürel varlığın, mirasın işaretlerini yaptığı bir envanterini çıkardı. Bundan faydalanmanızı size tavsiye ederim.

Sayın Bakanım, mesela Ani şehrinin ihyasıyla ilgili... Siz de ilgileniyorsunuz biliyorum, Hüseyin Bey de ilgileniyordu Ani şehri ihyasıyla. UNESCO'yu da tebrik ederim, bu anlamda önemli bir girişim UNESCO da. UNESCO Tarih ve Kültür Mirası Listesi'ne girdi biliyorsunuz Ani şehri ve bu anlamda çabalarımız olması gerekiyor diğer eserlerle ilgili de. Ama size bir örnek vereyim, bakın: Şimdi, Ani'nin UNESCO tarihi mirasına girmesini büyük oranda kim sağladı biliyor musunuz? Hüseyin Bey çok iyi bilecektir, Osman Kavala sağladı. İnanın, oradaki eserlerin ayakta kalması için, o direklerin dikilmesi için, kalanların yıkılmaması için gitti, orada çabaladı ve UNESCO tarihî kültür mirasına soktu Osman Kavala.

Osman Kavala, bu ülke daha yaşanabilir bir ülke olsun diye hayatı boyunca mücadele etmiş bir insan her anlamda. Darbeci, darbeyi organize etmek suçlamasıyla on beş gün önce Osman Kavala tutuklandı. Yani böyle gerçekten ironik ve akıl dışı günler yaşıyoruz. Sizin de bu yönde çabalarınızı istiyorum ve kendisinin gerçekten müktesebatını en iyi yanınızda oturan Hüseyin Yayman bilir ve diğer arkadaşlarınız bilir. O anlamda, gerçekten bu yönde de bu akıl dışı durumla ilgili de bir çabanızı istirham ediyorum, kültür anlamında mücadele eden bir nefer olarak Osman Kavala adına.

Sayın Bakanım, bir de Ermenistan'la sınırlar kapalı biliyorsunuz. Şimdi, Ermenistan'da ve doğuda, Türkiye'nin doğusunda pek çok kültürel varlık var, ortak projelerle ihya edilebilecek, ortak kültür ve turizm projelerine çevrilebilecek, böyle hayallerimiz vardı. Bu sınırın açılmasını Dışişleri Bakanına da önerdim. Bu anlamda, doğunun her anlamda kalkınması anlamına gelecektir, inanın bana. Yani, buna bu yönde bir vizyon geliştirebiliriz, ben de buna katkı sunmaya hazırım, Ermenistan'a gittim, bu düşünceyi anlattım. Bu yönde bir vizyon ortaya koymak düşünceniz varsa ben her türlü katkıyı sunmaya bu yönde hazırım ve inanın, bölgenin ihyası, kalkınması; hafıza, hatıra ve turizm anlamında, kültür anlamında, tarih anlamında, tarih bilinci anlamında kalkınması için çok önemli bir adım olacaktır diye düşünüyorum.

Sayın Bakanım, herhâlde sürem azaldı. Ben o zaman direkt turizme geçeyim, çok özür dilerim. Yalnızca bir örnek verebilir miyim. Bakın, Sayın İhsanoğlu'na da belki bu örnek ilginç gelebilir. Batı'da -mesela bazı ülkelerde bu örnek var- bir konak var ya, konak, diyelim ki onun ihya edilmesi lazım. Yerel belediye veya merkezî hükûmet -değişiyor bazı ülkelerde- her yıl o konağın ihyasıyla ilgili bir para yatırıyor yani eskime oranına göre bir para yatırıyor ve o konağın hesabında birikmiş oluyor, eskime oranına göre. Diyelim, her yıl 10 bin lira, 20 bin lira yatırıyor o konağın hesabına. Mal sahibi ne zaman gerekiyorsa, ya hükûmet zorluyor "Al kardeşim, 500 bin liran birikti. Bu konağını ihya et. Ya benim göndereceğim müteahhit yapsın ya sen yap diyor." ve bu şekilde o konağın on yılda bir, yirmi yılda bir ihyası sağlanıyor. Bu anlamda bir vizyonumuz, bir projemiz, bir düşüncemiz olamaz mı? Bence Sayın İhsanoğlu'nun bahsettiği bütün o yapıları kurtaracak şey, böyle bir düşünce, böyle bir başlangıç olabilir diye düşünüyorum.

Hemen turizme geçeceğim. Sayın Bakanım, bakın, Türkiye'de şöyle bir dinamik sürüyor: Türkiye'de bir yabancı karşıtı dinamik var yani AB, Amerika, dış düşman. Gene, 1990'ların, 1980'lerin paradigması: Türk'e Türk'ten başka dost yoktur, "dost millet" diye bir bakış var maalesef, böyle bir dinamik sürüyor. Batı'da da Türkiye karşıtlığı üzerine bir dinamik ve maalesef diyalektik çerçeve içerisinde ikisi bir kısır döngü çerçevesinde bizi bir girdaba çekiyor. Ama bunu kırabilecek olan yine biziz yani sonuç olarak bütün dünya bize düşman diye bakamayız. Bu girdaptan bizi çıkaracak, bizim atacağımız normalleşme adımlarıdır diye düşünüyorum. Evet, büyük bir travma atlattık ama buradan normalleşme adımları, demokratikleşme adımlarıyla çıkabiliriz ve bu anlamda da turistlerin son birkaç yıldır Türkiye'ye neden gelmedikleriyle ilgili, özellikle de yani kültür turizmi anlamında...

Bakın, MASS turizmine geliyorlar yani "Bir hafta 500 euroya ben otelde yiyeyim, içeyim, gideyim." diye bakan turistler var. Bunlar gelmeye başladılar tekrar, geliyorlar ama kültür turizmi anlamında çok büyük bir gerileme var, çok ciddi bir gerileme var, bunun farkındasınız. Ve ortalama harcama rakamlarında çok ciddi düşüş var. Otellerin doluluk oranları hâlâ düşük ve oteller, diyelim ki oda başı 200 dolara, 200 euroya adam yatıracağım veya insan yatıracağım diye bakan oteller bugün 50 euroya dolara, müşteri bulamıyorlar. Sayın Bakanım, bütün bu hesaplamalar, bütün bu otellerle ilgili regülasyonlar hep o hesaplara göre yapıldı ve bu yıldan başlayarak gelecek yıl iflasları görme olasılığımız çok yüksek. Çünkü yüksek rakamlarla hesaplar yapıldı, çok geriledi.

Turizmi de ülkemizi de... Öncelikle, tabii ki ülkemizin imajı, demokratikleşmesi bu anlamda çok önemli. Bu anlamda, Hükûmetiniz olarak atacağınız normalleşme adımları, ülkemizin tekrar demokratik bir ülke olma iddiası, bu anlamda, Batılı turistleri tekrar buraya çekecektir emin olun. Ve bu yönde de size bir örnek vereyim. Avrupa'nın bir ülkesindeydim -ismini vermeyim- bir taksiye bindim, tabii ki beni tanımıyor. "Sen nerelisin?" dedi, "Türkiyeliyim." dedim. "Ben iki yıl önceye kadar, yirmi yıldır her yaz bir güney şehrine, her kış da İstanbul'a gelirdim, artık gelmek istemiyorum. Çünkü ben antidemokratik bir ülkede asla tatilimi yapamam." dedi..

ERGÜN TAŞCI (Ordu) - Yapma Allah aşkına.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Aynen bunu söyledi; ne artırıyorum ne eksiltiyorum, aynen bunu söyledi. Bakın, Batı'daki algı bu, mesele bu, ülke algıları... Bir taksi şoföründen bahsediyoruz, geliri de var o taksi şoförü dediğinin. Mesele şudur Sayın Bakanım: O taksi şoförünün veya fabrika çalışanının veya oradaki herhangi bir insanın Türkiye algısı bu noktadaysa bunu değiştirmek hepimize düşen bir görevdir. Ama bu yönde, ülkenin demokrasi meselelerinin böyle yankılanması, ne bileyim, bir Osman Kavala'nın darbeci olarak suçlanması, Af Örgütünün temsilcilerinin darbeci diye tutuklanması, bütün bunlar Batı başkentlerinde, Batı gazetelerinde yazıldığı zaman insanlar "Ya, Türkiye artık iflah olmaz, Türkiye demokrasisi iflah olmaz." diye bakıyorlar ve Türkiye algısı maalesef bu anlamda büyük oranda aşınıyor. Bütün bunlarla ilgili Hükûmet olarak adım atmanıza gerek var turizmin ayağa kalkması için.

Son olarak da sanatla ilgili bir iki şey söyleyip bitireceğim. Sayın Bakanım, sanatın özgür olması gerekir. Arkanızda oturan sanatçı dostlarımız varsa bunu en iyi onlar bilirler ve sanat bazen muhaliftir, hatta çoğu zaman muhaliftir, ideolojik kalıplara sokulmaması gerekir ama özellikle 15 Temmuz sonrasında -öncesinde de başladı bu dinamik- Devlet Opera ve Balesinden, Devlet Tiyatrolarından, diğer kuruluşlarından muhalif gördüğünüz pek çok kişiyi tasfiye ettiniz. Bakın, dizi oyuncularından bile... Ya, sosyal medya paylaşımı yapmış diye insanlar işlerinden oldular, o sanatçılar. Diğer konularda da aynı şey var. Bütün bunlarla ilgili, Sayın Bakanım, sanatın muhalif bir dal olduğu ve bunu kabullenmeniz gerektiği konusunda size tekrar bir hatırlatma yapmak istiyorum.

Şöyle bitireyim: Sayın Bakanım, Kültür ve Turizm Bakanısınız. Bu anlamda, hem demokratikleşme meselelerimizle ilgili hem kültürün adil bir hafızayla ihya edilmesiyle ilgili adımlar atmamız gerekiyor. Bununla ilgili bizim de eğer ki Hükûmetin böyle bir adımı, genel bir adımı olursa her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu söylüyorum, size de başarılar diliyorum.

Teşekkür ederim.