| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı b) Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu c) Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 02 .11.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının saygıdeğer yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bu sabah yine uykudan uyanırken şehit haberiyle içimiz büyük bir acı içerisinde. Şehitlerimize rahmet, ailelerine başsağlığı diliyoruz ama sadece bu temennilerin ötesine geçip de bu ölümleri engelleyecek adımların atılması gerekir. Gerçekten, otuz küsur yıla varan bu süreçte çok canlarımızı kaybettik. Bununla ilgili de Parlamentonun çözüm üretecek ve bu kanı durduracak adımları atması gerektiğini de düşünüyorum.
Sayın Bakan, size de yeni görevinizde başarılar dileriz, iki buçuk ayınızı doldurdunuz. Şimdi burada söyleyeceğimiz eleştirilerin sizin şahsınızla hiçbir ilgisi yok ama AKP Hükûmetinin on beş yıllık uygulamalarıyla direkt ilişkili ve ilintili. Bu eleştirilerimizden sizin kişisel olarak bir alınganlık göstermenizi de istemeyiz ancak sizin muhasebenizi önümüzdeki yıl, 2018 yılındaki bütçede, bir yıllık bir uygulamadan sonra yapacağız, karnenizi vereceğiz. Bugün vereceğimiz karne Fakıbaba'nın karnesi değil ama AKP Hükûmetinin on beş yıllık uygulamasının karnesi olacak.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Karneyi millet verir ya Musa Bey.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Milletin temsilcileriyiz Cemal Bey.
MUSA ÇAM (İzmir) - TÜİK verilerine göre, Türkiye, son on yılda ekilen ve dikilen tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 8.2'sini kaybetti. Üreticiler Belçika yüz ölçümü büyüklüğünde araziyi on beş yıllık süreçte ekmekten vazgeçmiştir. Aynı süreçte, Hollanda yüz ölçümüne yakın arazi nadasa bırakılmış durumda. Sayın Maliye Bakanı bütçe görüşmeleri başlarken bütçe sunuş konuşmasında tarım sektörüne bütçeden verilen desteklerden büyük bir övgüyle bahsetti. Eğer Türkiye hâlâ buğdaydan ete kadar birçok tarım ürününü ithal etmek zorunda ise, geçimini tarımdan sağlayanlar hâlâ bu ülkenin en yoksul insanları ise verilen desteklerin çok da bir etkisi olmadığının altını çizmek gerekir. Türkiye'deki tarım politikaları Türkiye'de üreteni tarlasından kaçırmak üzere kurgulanmış vaziyette ne yazık ki. Son sekiz dokuz yıllık süreçte Çiftçi Kayıt Sistemi'ne kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 800 bin kişiden 2 milyon 200 bin kişiye düşmüş yani 600 bin kişi azalmış durumda. 600 bin kişinin sistem dışında kalmış olması o desteklerden bile yararlanamadığı, belki de kentlerin varoşlarına göç edildiği anlamına geliyor.
Buğday üretim alanlarımızda son on beş yıllık süreçteki daralma, TÜİK verilerine göre, 17 milyon dönüm. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesinde "Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz." denilmektedir. Oysa, 2006 yılından bu yana tarıma bütçeden verilen destek yıllar itibarıyla millî gelirin yüzde 0,4 ile yüzde 0,6 oranları arasında kalmıştır. Hiçbir yıl destek millî gelirin yüzde 1 'ine ulaşmamıştır. Yasaya göre, son on bir yılda yani söz konusu Tarım Kanunu'nun çıktığı 2006 yılı ile 2017 yıllarını kapsayan dönemde bütçeden tarım sektörüne toplam 196 milyar lira aktarılması gerekiyordu. Oysa, aktarılan tutar 93 milyar, Sayın Bakanın kitapçıkta okuduğuyla 103 milyar. Hükûmet yasaya aykırı davranarak tarım sektörünün 102,7 milyar lirasını kesti. Tarım sektörü AKP Hükûmetinden tam 102,7 milyar lira alacaklı gözüküyor.
AKP iktidarında birçok tarım ürününün fiyatı, tarımsal girdi fiyatlarından daha düşük oranda arttı ne yazık ki. 2002 yılından bu yana motorin fiyatı yüzde 284, üre fiyatı yüzde 511, DAP gübresinin fiyatı yüzde 385, kompoze gübrenin fiyatı yüzde 380, sulama ücretleri yüzde 322 oranında yükseldi ancak aynı dönemde, örneğin buğday fiyatı yüzde 356, mısırın fiyatı yüzde 156, mercimeğin fiyatı yüzde 236, soğanın fiyatı yüzde 127, şeker pancarının fiyatı yüzde 145, üzümün fiyatı sadece yüzde 133, elmanın fiyatı yüzde 118 oranında artış gösterdi.
Çiftçiler, aynı miktarda mazot, gübre, ilaç gibi girdileri alabilmek için 2002 yılına göre daha fazla ürün üretmek zorunda kaldılar. Örnek, buğday; buğday-motorin ilişkisinde 2002 yılında 1 litre motorin için 5 kilo buğday satmak zorunda bulunan çiftçi, 2017 yılında yani bugün 5,4 kilo buğday vermek zorunda kaldı arkadaşlar.
Buğday-üre; 2002 yılında 1 kilo üre alabilmek için 718 gram buğday vermek zorunda bulunan çitçi, 2017 yılında aynı miktarda üreyi ancak 1 kilo 231 gram buğday vererek alabiliyor.
Buğday-kompoze gübre; 2002 yılında 1 kilo kompoze gübre alabilmek için 1 kilo buğday satmak zorunda olan çiftçi, şimdi 1 kilo 340 gram buğday satmak zorunda.
Sulama; 1 dekar alanı sulayabilmek için 2002 yılında 47,3 kilo buğday satmak zorunda bulunan buğday çiftçisi, şimdi 56 kilo buğday satmak zorunda kalıyor.
Kuru soğan; kuru soğan üreticisi 2002 yılında 1 litre mazot alabilmek için 4,9 kilo kuru soğan satmak zorundaydı, 2017 yılında 1 litre mazot için 8,2 kilo kuru soğan satmak zorunda.
Üre alabilmek için; 2002 yılında 1 kilo üre alabilmek için 659 gram kuru soğan vermek zorunda kalan çiftçi, şimdi 1 kilo 869 gram kuru soğan veriyor.
Sulama için; 2002 yılında 1 dekar alanı sulamak için 45,8 kilo kuru soğan satmak zorunda olan çiftçi, şimdi 85 kilo kuru soğan satmak zorunda arkadaşlar.
Patates; patates üreten ilimizin milletvekili Ömer Fethi Gürer yanımda, burada. 1 litre motorin alabilmek için 2002 yılına 4,8 kilo patates vermek zorunda olan çiftçi, şimdi 6,3 kilo patates satmak zorunda arkadaşlar, geldiğimiz noktaya bakın.
Sulama için; 1 dekar alan sulamak için 2002 yılında 45 kilo patates satmak zorunda olan çiftçi, 2017 yılında bugün 66 kilo patates satmak zorunda arkadaşlar, geldiğimiz hâl.
AKP iktidarı, Türk çiftçisini sadece fiyat politikalarıyla değil, ithalat politikalarıyla da ezmektedir. Son on yılda, 2008-2017 arasında Türkiye, dışarıdan 115 milyar dolarlık gıda ve tarım ürünü ithal etti. AKP hükûmetleri, Türk çiftçisinden esirgediği desteği, ithalat yoluyla başka ülkelerin çiftçilerine sağlamış oldu. Örneğin, Türkiye'deki buğday çiftçisini destekleyerek buğday üretimini artırmak yerine, 2006 Ağustos-2017 arasında dışarıdan toplam 11 milyar 777 milyon dolarlık buğday ithal edildi.
Hükûmet, kendi çiftçisini destekleyerek hayvansal üretimi artırmak yerine, ithalata izin verip diğer ülkelerin çiftçilerini destekledi. Aynı dönemde, 2006 Ağustos-2017, Türkiye, yurt dışından 5 milyar 433 milyon dolarlık canlı hayvan ve karkas et ithal etti. Son yıllarda ülke gündeminden düşmeyen kırmızı et krizini ithalat yoluyla çözme girişimi, 30 Nisan 2010 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan kararla Et ve Balık Kurumuna sığır eti ithalatı yapma yetkisinin verilmesiyle başlamış, aradan yedi yıl geçmesine ve 5 milyar dolarlık ithalat yapılmasına rağmen kriz ne yazık ki aşılamamıştır. Sorunun ithalat yoluyla çözülmesinin mümkün olmadığı, ithalatın fiyatları düşürmediği yaşanarak görülmesine rağmen ithalat sarmalı hâlen devam etmektedir.
Türkiye'de çiftçilerin örgütlenme seviyesi düşük. Dolayısıyla aracılar, çiftçilerin emeğinin büyük bölümüne el koyuyorlar. Hükûmet ise sınıfsal tercihini yapmış, şirketlerden yana tarım politikaları uyguluyor, üretim yerine ithalatı teşvik ediyor yani bir anlamda tarım ürünü ithal eden şirketleri destekliyor. Ayrıca, tarım girdileri bakımından dışa bağımlıyız, girdi fiyatları yüksek, buna karşılık ürün fiyatları ise düşük. Bu durumda küçük çiftçiye tarımı bırakmaktan başka çare kalmıyor. Nitekim AKP'li yıllarda şeker pancarı alım fiyatı üç kat, mısır alım fiyatı üç kat, buğday alım fiyatı dört kat artırılırken, mazot fiyatındaki artış dört kat, gübre fiyatlarındaki artış beş kat, hayvansal üretimin temel girdisi olan yem fiyatlarındaki artış ise beş kat olmuştur.
Türkiye özellikle yağlı tohum ve bitkisel yağlar açısından büyük ölçüde ithalata bağımlı bir ülke hâline getirildi. 2003-2016 yılları arasında ithal edilen yağlı tohum ve türevlerinin bedeli 36 milyar dolardır. Ayrıca 62 milyon ton hububat için 17,5 milyar dolar, 3,5 milyon ton kuru bakliyat için 3 milyar dolar, 10 milyon ton pamuk için 17 milyar dolar ödenmiştir. Hâlen 28 milyon dekar tarım arazisinin boş bırakıldığı dikkate alınırsa doğru bir üretim planlaması ve destekleme politikasıyla ülkemizin bu ürünlerde dışa bağımlılıktan kurtulması kısa vadede görülmemektedir.
Tarım ürünlerinin ithalatının önündeki engellerin kaldırılması, GDO'Iu hayvansal yemlerin ülkede daha rahat kullanılır hâle getirilmesi, tarım alanlarının da üreticilerin de azalması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir) - Tamamlıyorum Başkanım.
...tarımda pek çok şey yaşanırken aslında hedeflenen şey ne? Türkiye tarım ülkesi olmaktan çıkarılıyor. Ülke tarımı can çekişiyor, ithalat kapıları sonuna kadar açılmış, çiftçi plansız programsız yarın ne olacağını bilmeden üretiyor. Yüksek girdi maliyetleri nedeniyle ürün fiyatı çoğu zaman maliyeti karşılamıyor. Devletin lütfederek ödediği destekler ise amaçsız, hedefsiz ve zamansız dağıtılan bir para olarak görülüyor.
Sayın Bakanların arasındaki yolsuzluk tartışmaları da elbette çok önemli. Bununla ilgili de Sayın Bakandan bu konuda da bir açıklama duyacağız inşallah.
Sayın Bakan, özellikle su ürünleriyle ilgili 29'uncu sayfada verdiğiniz rakamlar, hepimizin göğsünü kabartıyor ama özellikle benim bölgemde İzmir'de Yarımada'da, Karaburun, Çeşme, Urla, Seferihisar ve Dikili, Foça tarafında verilen balık çiftlikleri ruhsatları var. Bunu Tarım Bakanlığı olarak sizler veriyorsunuz. Türkiye'de bu kadar çok levrek, çupra pazarında önemli bir pay sahibi olmamız önemli bir şey, hiç itirazım yok fakat öyle yerlere ruhsat veriliyor ki İzmir'in ve Körfez'in denizi girilecek durumda değil. Bakın, karşı değiliz, evet balık çiftlikleri kurulsun ama bu balık çiftliklerinin doğru yerlerde ve doğru projelerle verilmesi gerekiyor, aksi hâlde gerçekten denizlerimiz artık girilemeyecek hâle gelmiş durumda arkadaşlar. O nedenle Tarım Bakanlığının ilgili birimlerinin ruhsat verirken ve bu konuda gelen projeleri tasdik ederken mutlaka bölgeye gidip o bölgenin analizini yapması gerekir. Geçtiğimiz günlerde Karaburun bölgesinde bir balık çiftliği açık denizde, kapalı alana gelmek için, ÇED raporu almak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvuruyor. Gittik, yerine baktık, açık denizde masrafı fazla olduğu için kapalı denize geçmek istiyor. Kapalı denize geldiği zaman da o denizi, o Körfez'i tamamen yok ediyor arkadaşlar. Dolayısıyla, özellikle bu bölümde bulunan arkadaşlarımızın çok daha dikkatli olması gerekiyor.
Bir başka konu, taş ocakları ve mıcır ocakları. Sayın Bakanım, bakın, bu hafta sonu yapılacak İzmir Urla'da İleri teknoloji Enstitüsünün bulunduğu yerlere taş ocakları ve mıcır ocakları yapılacak, tarım alanlarının olduğu yerlere taş ocakları ve mıcır ocakları ruhsatları veriliyor. Şimdi, Tarım Bakanı olarak buna sizin izin vermemeniz gerekiyor, Bakanlık olarak verilmemesi gerekiyor. Ama Ankara'dan yer görülmeden, bakılmadan, o topraklarda ne üretilebiliyor, çiftçi, oradaki vatandaşlar hayatını nasıl geçiriyorlar, bunlar konuşulmadan Ankara'dan ruhsatlar veriliyor; adam geliyor, Ankara'yı görmeden lisansı bir başka kişiye devrediyor, oraya dozerler, kepçeler, kamyonlar geliyor, tarım alanları yok ediliyor. Dolayısıyla bu konularda çok daha dikkatli olmamız gerekiyor, özellikle Tarım Bakanlığının.
Sözümü sizin sözünüzle bitirmek istiyorum Sayın Bakan. Konuşmanızın giriş bölümünde diyorsunuz ki: "Bu dönemde, maalesef insanoğlu hızla gelişmenin ve modernleşmenin peşine düşerken gıdasını sağlayan toprağını ihmal etti." Evet Sayın Bakan, bizler topraklarımızı ihmal ettik ve yok ediyoruz. Kimi gazetelerde köşe yazarları sizinle ilgili şöyle bir şey söylüyorlar: "Bu kadar ziraat mühendisi varken, bu kadar gıda mühendisi varken, bu kadar şu varken, bu kadar gıda uzmanları varken bir doktor nasıl geldi de Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı oldu, ne yapacak?" Bunları mahcup edecek, bunları utandıracak, bir hekim olarak tarımın hastalıklarına, ziraatın hastalıklarına, hayvancılığın hastalığına bir çare olmanızı istiyoruz, bir çare bulmanızı istiyoruz ve onları yazanları da mahcup etmenizi istiyorum.
2018 yılının hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.