| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b) Kültür ve Turizm Bakanlığı c) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ç) Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü d) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 16 .11.2017 |
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli Komisyon üyeleri, Hükûmet temsilcileri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben de bu büyük bina konusunda küçük bir şey söyleyerek geçmek istiyorum. Zazacada şöyle bir ifade vardır: "..."() Yani mealen, ineğiniz büyük olsun süt vermese de olur. Şimdi, bunu biraz şuna benzetiyorum: Şimdi, bizim Bingöl'de bir üniversitemiz var, dünya kadar kaynak aktarılmış. Gerçekten, altyapı olarak, bina olarak çok iyi fakat içini doldurabilecek bilimsel üretim yapamıyoruz. Biraz Türk Hava Yollarının durumuna benzetiyorum, dünyada en fazla neredeyse uçan şirketlerden bir tanesi ama her yıl 400-500 trilyon zarar gösteriyor. Yatırımlar yapılırken -bu, büyükelçilikler olabilir, başka diplomatik misyonlar olabilir- kâr-zararını bir hesaplamak lazım yani "İllaki her yerde olacağız." gibi bir mantıktan ziyade olduğumuz yerde getirisi götürüsü nedir, bu kadar masraf yapıyoruz, bunun karşılığını alabilecek miyiz gibi...
Tabii bütçenin teknik detaylarına dair de düşüncelerimiz olacak, arkadaşlarımız paylaşacak, ben daha genel dış politika konusunda birtakım eleştirilerimizi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, bu 3 küsur milyarlık bütçenin tabii kalemlerini görüyoruz eski bütçelerden, nasıl kullanılacağını ama bizim temel eleştirimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletine Hükûmet eden arkadaşların bir dış politika konsepti olmadığıdır, kendi içerisinde tutarlı... Şöyle söyleyeyim: Mesela, eskiden öyle derlerdi, "Yurtta sulh, cihanda sulh." bir konsept ya da "stratejik derinlik" bir konseptti. Yani bu dünyada küresel olarak, bölgesel olarak bu ülkenin yeri neresi olacak? Biz bu yere uygun düşen kısa, uzun, orta vadeli projelerimizi nasıl yapacağız, nasıl bir vizyonla hareket edeceğiz? Bizim gördüğümüz, son derece eklektik, son derece konjonktürel, son derece iç politikaya malzeme edilmiş, daha çok küresel durumdan ziyade bölgesel gelişmelerin içerisine sıkışılmış, özellikle Suriye, son derece de pragmatist, Makyavelist bir dış politika gidiyor.
Şimdi, şunu gözlemliyoruz: Gerçekten, herhâlde Dışişleri Bakanlığı en çalışkan bakanlıklardan birisi, bunu kesinlikle öyle ironik bir şekilde söylemiyorum çünkü her gün bir yerde Sayın Bakan, diğerleri. İnanılmaz yoğun bir çalışma temposuyla götürüyorlar; Sırbistan'dan, Latin Amerika'dan, Afrika'dan, işte Katar'dan Amerika'ya kadar sürekli hareket hâlinde. Belli bir sıkışma var dışarıda, görüyoruz -birazdan ona gireceğim- Avrupa Birliğiyle, Amerika'yla ciddi sıkıntılar var, bölgesel anlamda ciddi sıkıntılar var. Bunları gidermek için çok yoğun bir mesai var fakat biz dış politikanın temel doğrultusunun sıkıntılı olduğunu düşünüyoruz, ona dair eleştirilerimi birazdan sıralayacağım.
Orta Doğu'daki altüst oluşlar yaşanırken Arap Baharı'ndan bu yana işin doğrusu... Bakın, Türkiye'nin dış politikasında bu kadar zorlanmaya başlamasının sebebi, işte belki buradaki bazı arkadaşların düşündüğü gibi AK PARTİ'nin yanlışları filan değil yani AK PARTİ bir sürece hükûmet etmeye çalışıyor. Biz iyi yönetemediğini düşünüyoruz HDP olarak, doğru fakat o kadar büyük bölgesel ve küresel, yapısal dönüşümler var ki bunun içerisinde dünya kadar sıkıntı, çelişki var, idare etmeye çalışıyorlar. Fakat Orta Doğu'daki bu altüst oluşlar sadece dışarıda olan durumlar değil, bunların Türkiye'nin iç siyasetine direkt etkileri var.
Bakın, Türkiye'de iktidar bloku olarak düşünebileceğimiz yapı içerisindeki çelişkiler ne zaman derinleşmiş? 2011'den sonra iyice artmış durumda. Yani dışarıdaki çatışmalar, özellikle Orta Doğu'daki çatışmalar derinleştikçe Türkiye içinde de iktidar mücadelelerinin çok sertleştiğini biz görüyoruz, rastlantısal değil bunlar. İçeride değişik ittifaklar arıyor, dışarıda da Türkiye değişik ittifaklar arıyor ama ortaya çıkan durum şu: Orta Doğu'daki bu yapısal, sert, vahşi, çok kanlı süreçlere Türkiye "Bizim artık bir beka sorunumuz var." gibi bir konseptle yüklenmeye çalışıyor. Bir beka sorunu var. Nedir bu beka sorunu? Etrafımızda özellikle Kürtler, o Irak'ta, Suriye'deki gelişmeler. Biz buna nasıl cevap vereceğiz? Son derece merkeziyetçi, işte gücün tek elde toplandığı, gayet militarist, popülist milliyetçi birtakım söylemlerle "Yeni bir iktidar bloku kuracağız çünkü devletimiz tehlike altında ve biz birleşmezsek, her şeyi tek elde toplamazsak biz bu bölgesel ve küresel gelişmelere cevap olamayacağız." gibi bir kaygıyla yaklaşıyorlar.
Türkiye'nin önünde tehlikelerin olmadığını söylemiyoruz, var. Gerçekten biz de dışarıda çalışıyoruz, görüyoruz, var fakat bu tehlikelere, bu çelişki ve çatışmalara yanlış bir yöntemle cevap verildiğini düşünüyoruz; katılaşması yerine Türkiye'nin esnemesi gerektiğini düşünüyoruz, merkezîleşme yerine ademimerkeziyetçi bir yapı oluşturması gerektiğini düşünüyoruz, tekçilikten ziyade çoğulculuğu artırmasını düşünüyoruz.
Bakın, HDP olarak biz yüzde 10-12 gibi bir oyu temsil ediyoruz, CHP yüzde 25 gibi bir oyu temsil ediyor ve gerçekten, dış politikadaki bu olup bitenler konusunda ne yeterince bilgi alabiliyoruz ne de çok fazla danışıldığını düşünüyoruz. Bakın, size bir şey söyleyeyim: Mesela, Türkiye'nin Rusya'yla olan ilişkilerinde ne olup bitiyor -bakın, CHP Grubu burada, Öztürk Bey buradaydı az önce- ben iddia ediyorum, CHP'nin bilgisi Doğu Perinçek'in bilgisinin çeyreği kadar değildir.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - O kadar da değil yani.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Tamam, özür diliyorum. Biraz daha fazla olsun.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Hayır, biraz daha fazlayı da kabul etmiyorum.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bu biraz ironik oldu. Arkadaşlar, şunu söylüyorum: Bakın, takribî olarak 100-120 bin civarında bir oy almış Vatan Partisinin Başkanından bahsediyoruz. Ben, Hükûmete yakın basına bakıyorum -Sayın Bakanım, çok özür diliyorum yani ifade yerinde olmayabilir ama- sanki paralel Dışişleri Bakanı gibi konuşuyor yemin ediyorum, şaşırıyorum. "Rusya'yla ilişkileri düzelttik, darbeyi biz haber verdik, onu yaptık, bunu yaptık." Ya, kim bu insanlar? Gerçekten düşünüyorum. Mecliste grubu bile yok. Bunu şunun için söylüyorum: Yani dış politikada da öyle görünüyor ki bir Avrasyacılık güzellemeleri yapılıyor, çok anlamaya çalışıyoruz, anlamlandırmaya çalışıyoruz. "Ergenekon" denilen yapının dış politikaya müdahalesi olduğu tartışmaları söz konusu. Böyle bir sürü tartışma var ama dediğim gibi dış politikada, sadece dış politika değil, iç politikada da 100-120 bin oy almış, bu kadar muteber bir Doğu Perinçek, bir taraftan 6 milyon oy almış Selahattin Demirtaş, Eş Genel Başkanımız cezaevinin içerisinde ve bu dengelerle hem iç hem dış siyaseti konuşmaya çalışıyoruz.
Şimdi, birkaç başlıkta bazı düşüncelerimizi paylaşmaya devam edelim. Amerika Birleşik Devletleri'yle ilişkiler, Fethullah Gülen meselesi, Rıza Zarrab meselesi; 27 Kasımda duruşması olacak, altı yedi gündür haber alınamıyor. Bizim de sorumuz, gerçekten ne oluyor bilmiyoruz. "Witness protection"a mı alındı? Herhâlde, büyük bir ihtimal öyle görünüyor, korumaya alındı herhâlde. Nereye gideceğini kimse çok fazla kestiremiyor. Konuştuysa ne konuştu, ne etti? O ilginç bir durum ve Türkiye'nin dışarıdaki imajını ciddi anlamda zedeliyor, tabii çünkü çok fazla işleniyor, herkes işliyor yani yumuşak karınlardan biri.
Karşılıklı tutuklamalar oldu, biliyorsunuz, Türkiye'de, orada, bu ciddi bir mesele, vize ambargosu ama çok "central" bir problem olarak Amerika'nın Suriye'deki angajmanları, özellikle PYD'yle, YPG'yle içine girdikleri askerî, taktiksel, politik ittifak durumu. Şimdi, bunu şöyle söyleyelim: Rusya'yla yakınlaşma, Amerika'dan uzaklaşmanın merkezinde bu "Suriye'de ne olacak, Rojava'da ne olacak, bu Kürt meselesi ne olacak?" tartışması var. Sayın Bakanım, baştan sona yanlış yaptığınızı düşünüyoruz bu meselede. Şöyle ki: Bakın, geçen gün Rusya Dışişleri Bakanlığından bir açıklama geldi "Bu Soçi'deki meseleye PYD katılsın, katılmasın." tartışması oldu. Orada çıktılar dediler ki: "Bu insanlar oranın vatandaşı." Bakın, PYD'yle sıkıntı şu an yaşıyor olabilirsiniz, YPG'yle olabilir, zaten terör örgütü olarak görüyorsunuz. Suriye'de bir denklemin kurulabilmesi için Kürtlerin o siyasal sürecin içerisine dâhil edilmesi lazım. "Kürtler" derken sadece Türkiye'yle iyi ilişkileri olan kesimleri söylemiyoruz, YPG, PYD dâhil çünkü oradalar, orada yaşıyorlar yani buharlaşıp gidecek hâlleri yok. Esad'a mı teslim olsunlar, ne yapsınlar oradaki Kürtler? Herkes şunu biliyor ki, eğer Suriye tek başına ayakta kalacaksa bir ülke olarak eski yapının, Baasçı yapının devam etmesi mümkün değil, desantralize olacak bir şekilde. Desantralize olurken Türkiye'nin yapması gereken, işte "Kapıyı kapatırım, aç bırakırım, zorlarım, bir gece Afrin'e girerim." değil. Türkiye'nin, aktif bir şekilde, oradaki Kürtlerin durumunun ne olacağına dair bir politika üretmesi lazım. Biz şöyle düşünüyoruz: Irak için bunu yapması lazım, Türkiye için bunu yapması lazım. Dolayısıyla, şimdi, Amerika, Rusya ve Avrupa Birliğiyle ilişkilere baktığımız zaman, yakınlaşma olabilir, uzaklaşma olabilir ama merkezinde Orta Doğu'da artık bölgesel ve küresel bir karakter almış olan Kürt meselesine yaklaşımın son derece belirleyici olduğunu düşünüyoruz ve bu konuda 20'nci yüzyıl boyunca Orta Doğu'daki o statükonun dibine gömülen Kürtler varlar bir şekilde ve bir statü istiyorlar, bunu Irak'ta da istiyorlar, bunu Türkiye'de de istiyorlar, bunu Suriye'de de istiyorlar.
Sayın Bakanım, bakın, Celal Talabani sizin şahsi olarak tanıdığınız, çok da sıklıkla daha önce görüştüğünüz biri, değil mi? Cenaze töreni oldu. İran çok başarılı diplomaside, Dışişleri Bakanlığıyla gitti cenaze törenine. Şu an hem Irak'taki Kürt meselesi hem Irak siyasetinde İran son derece ön almış durumda. Ben şimdi merak ediyorum -sıkıntılar olabilir- mesela Celal Talabani'nin taziyesine niye gidilmedi? Dönem sıkıntılar vesaire... Bakın İran da "Çok sert önlemler alacağız." diyordu, "Kapıları kapatacağız." diyordu, şu bu filan ama bunu yapabildiler. Bunu şunun için söylüyoruz: Konjonktürel durumlar, sıkıntılar olabilir ama ortada kocaman, büsbüyük bir Kürt meselesi var; Orta Doğu'da, Türkiye'de yansımaları çok büyük, dış politika yansımaları çok büyük ve şu anki mantıkla biz içeride, dışarıda bütün meseleyi terörle mücadele eksenine alırsanız bu kaynakları 3 milyar, 5 milyar, 10 milyar, 20 milyar da alsanız bu gerçeklikle örtüşmüyor, bir şekilde bu politikanın kökten değişmesi lazım.
İsrail'le bir anlaşma yapıldı biliyorsunuz. O meseleye çok fazla girmiyorum fakat o Mavi Marmara ve onun kurbanları falan çok ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. O, muhtemelen çok pragmatik bir yerden -artık uzatmayalım- bu kadar da uluslararası, bölgesel anlamda Türkiye bir diplomatik izolasyona tabi tutulurken "İsrail'le ilişkilerimizi geliştirelim." gibi pragmatik bir mantık var orada. Ve ben, orada birçok insanın içine bu anlaşmanın sindiğini düşünmüyorum, şöyle ki: Hiç kimse dava edemeyecek, dava etse dahi, İsrail cezalandırılsa dahi parasını biz kendimiz ödemek durumunda kalacağız gibi bir anlaşma yapıldı.
Şimdi, Avrupa Birliğiyle ilişkiler çok önemli. Sadece Avrupa Birliği değil, Avrupa diyelim çünkü Birliğin dışında Konsey var Türkiye'nin üyesi olduğu ve bu aralar çok ciddi sıkıntılar yaşıyor. Vize muafiyeti tartışmaları her seçimden önce gelirdi, 2015 her iki seçimde de fakat vize muafiyeti, zaten o tartışma çoktan bitmiş, vizeler yavaşlatılmış durumda Amerika'daki gibi olmasa da. Zaten vizesi olanlar da maşallah herhangi bir Avrupa ülkesine girdiği zaman -diplomatik pasaportu olanlar dâhil- bize çok güzel muamele çekiyorlar orada sırf Türkiye pasaportu taşıdığımız için. Geçen Ertuğrul Bey'le gitmiştik, hatırlıyor musunuz Ertuğrul Bey? Yarım saat bizi kapıda tutuyorlar, pasaportumuza şöyle şöyle bakıyorlar. Şahsi olarak almadık yani hani böyle sıkıntılı bir durum.
Müzakerelerin dondurulması için Avrupa Parlamentosunun çok yüksek sayıda... Neydi? 470 küsura 60 küsur gibi bir oylamayla Türkiye'yle müzakerelerin dondurulması talebi olmuştu. Gümrük birliğinin güncellenmesi, ciddi bir tartışma orada duruyor, bu şekilde giderse güncellenmeyecek, şayet güncellense dahi demokrasi ve insan hakları kriterlerine bağlanması gibi bir tartışma da söz konusu. Bu arada, küçük de olsa, sembolik de olsa AB fonları ya kesiliyor ya yer değiştiriyor, yön değiştiriyor. Bütün bunların ortasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye'yi 25 Nisanda tekrar izleme sürecine aldı. Bu ilk defa olan bir şey izleme sonrası süreçten tekrar izleme sürecine geçmek ve Türkiye'de buna çok içerlendi, ciddi de tepki gösterdi fakat en son bu Avrupa Konseyinde verilen ödül üzerine -en azından gerekçesi o- Türkiye büyük donör olmak istemediğini Genel Sekretere iletmiş ve bundan sonra 33 değil de sanırım 20 milyon euro düşüğü yani normal "fee", 13 milyon euro civarında "fee"sini verecek.
Sayın Bakanım, bu arada, bu mesele, tabii Parlamentodaki AKPM üyeleriyle görüşüldü mü ondan önce? Çünkü böyle bir soru var, bize geldi. AKPM'ye üye olan parlamenterlerin bu durumdan, bu tasarruftan bilgisi daha önce oldu mu, mektup yazılmadan önce? Bunu da bir sorumuz olarak ileteyim, soru-cevap bölümünde cevap verirseniz sevinirim.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Delegasyon Başkanının haberi olmadığını biliyoruz.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Delegasyon Başkanının yok, peki.
Şimdi, arkadaşlar, Avrupa'yla içine girilen bu sıkıntılı durum sadece Türkiye'nin AB'yle formal, resmî ilişkilerini etkilemiyor. Biliyorsunuz, oraya gittiğiniz zaman herkes görüyor; Türkiye'ye, Erdoğan'a -Cumhurbaşkanına- Hükûmete karşı kamuoyunda inanılmaz güçlü bir tepki var. Bunu Amerika'da da görebiliyorsunuz, özellikle bu son bir yılda arttı ama Avrupa genelinde böyle son derece ciddi bir imaj yıkımı söz konusu.
Çok ciddi paralar harcanıyor, çok ciddi emekler veriliyor ama geçen, AB bütçesi tartışılırken söyledik, içeride, evde bu kadar çok sıkıntı olduğu zaman dışarıda toparlamanın çok fazla imkânı olmadığını düşünüyoruz. Dolayısıyla, dış politikanın içeride başladığını, burada başladığını düşünüyoruz. Zaten çok fazla tartışma konusu olan AB-Türkiye ilişkilerinde, Türkiye-Amerika ilişkilerinde bu durumlara baktığımız zaman şu içeride yaşadığımız meselelerin önemli oranda şekillendirdiği gerilimler bunlar.
Dolayısıyla geçen sene Genel Kurulda söylediğim bir şeyi geçen gün AB Bütçesi tartışılırken de söyledim. Sayın Bakanım, Dışişleri Bakanı olarak bu Adalet Bakanı, bu İçişleri Bakanıyla gerçekten işiniz çok zor çünkü biz de onların yaptıklarını dışarıda yoğunlukla konuşuyoruz ve onların yaptıkları yoğunlukla gündem maddeleri olarak sizin önünüze geliyor. Şöyle ki: BM'nin, Avrupa Konseyinin, Avrupa Birliği Komisyonunun, Avrupa Parlamentosunun bütün raporlarına bakın. Size gelen durumlar şunlar işte, konu başlıkları: Güçler ayrılığı, hukuk devleti meselesi, demokratik standartlar, tutuklanan siyasetçi, gazeteci, sivil toplum üyeleri, işkence mevzusu yeniden tartışılmaya başlandı, ihraçlar meselesi, işten atılmalar, el konan mallar, akademinin durumu vesaire vesaire. Bunlar gerçek sorun alanları olarak var Sayın Bakanım, ortada. Bakın, bir komisyon kuruldu, komisyonun başkanı şu an geçici bakıyor ama aynı zamanda Adalet Bakanlığına müsteşar olmuş, ya 120 bin insan kıytırıktan bir komisyonu bekliyor Sayın Bakanım. İnsanlar, belki on yıllarca bekleyecekler. Arada suçu günahı olmayan insanlar olduğunu da çokça düşünüyoruz. Dolayısıyla evdeki bu sıkıntıları, bu sorunları gidermeden dışarıda da böyle çok proaktif, hani çok başarılı bir dış politika izlenebileceğini düşünmüyoruz.
Son olarak iki şey daha söyleyip bitireyim, yeterince zaman aldım.
Tabii, Avrupa'da -Türkiye'de demeyeyim- genel olarak Cumhurbaşkanı ve Hükûmete karşı böyle ciddi bir tepkinin örgütlenmesini yoğunlukla şöyle... "Ya, Avrupa zaten Türkiye'ye düşman." gibi argümanlar kullanılıyor ama Sayın Bakanım, siz çok iyi biliyorsunuz ki 2002-2010 arası Hükûmetinizi en fazla destekleyen çevrelerde ciddi bir hayal kırıklığı ve kırılma var. Yani mesele sadece Avrupa'nın Türkiye'yi sevmemesi meselesi falan değil. Mesela, sosyal demokratların durumu. Eskiden sürekli Türkiye'yi destekler pozisyondaydılar, şimdi değiller.
Dolayısıyla, evet, genel anlamda Avrupa'daki yabancı düşmanlığı, ırkçılık vesaire Avrupa'nın Türkiye'ye yaklaşımını etkiliyor tabii ki ama Türkiye eski ittifaklarının neredeyse hepsini kaybetmiş durumda, oylamalardan gördüğümüz bu.
Son iki konu: Birincisi, geçen gün biz burada AB'nin bütçesini tartışırken, ben gittikten sonra bir tartışma olmuş; işte, HDP'nin sürekli olarak Batı'ya bizi gammazladığını söylüyorlar filan. Bu, hoş bir şey değil, nahoş bir durum, bana tutanaklar geldi, baktım.
Arkadaşlar, öyle değil. Bakın, bize soruyorlar, diyorlar ki: "HDP olarak ne durumdasınız?"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Hemen toparlıyorum Sayın Başkan.
Şimdi, benim ne dememi bekliyorsunuz? Valla, 5 bin HDP'li, DBP'li şu an içeride, eş başkanlarımız içeride, milletvekillerimiz içeride, 80 küsur belediye başkanımız içeride; Hükûmetimiz çok başarılı bir şekilde terörle mücadele mi yapıyor diyeyim? Ne diyeceğim ben?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Ama niye içeride? İçişleri Bakanı anlattı.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bitireyim. Bitireyim lütfen.
BAŞKAN - Sayın Kavcıoğlu, lütfen...
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Tamam, lütfen bitireyim.
Bakın arkadaşlar, ne demişiz? Şöyle demişiz: Vekillerimize saldırı yapılmış fiziki demişiz. O diyor: "Yalan."
Bakın, ben üç defa polisin fiziki şiddetine uğradım. Yanımda Diyarbakır Vekilimiz Sibel Yiğitalp'e yumruk attılar. Vekil dedik, yumruk attı, boğazına silah dayadı. Gördüğümüz şeyler... Orada yazılanlar, söylediklerimizin çok çok az bir kısmı. Sizi temin ederim kimseye yalan borcumuz yok. O meseleye çok girmeyeceğim yalnız şu önemli:
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Bizi o duruma niye getirdiniz de yaptı, onu da anlat. Yani durduk yerde mi?
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bakın...
BAŞKAN - Lütfen Sayın Kavcıoğlu, lütfen...
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Ama...
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Yani herhangi bir durumda çıkartabilir mi silahını?
BAŞKAN - Lütfen, size söz talebi veririm, lütfen.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Ne konuşuyorsun?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Sen ne konuşuyorsun?
BAŞKAN - Sayın Kürkcü, lütfen...
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Kes sesini!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Günlerdir burada...
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen...
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bağırma... Bağırma... Araya girme.
BAŞKAN - Sayın Özsoy, siz devam edin.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bir saniye... Lütfen...
BAŞKAN - Sayın Kavcıoğlu, söz istersiniz sataşmadan veririm ya.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bir saniye, rica ediyorum. Cevabını şey yaparız.
BAŞKAN - Arkadaşlar...
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Şimdi, bakın, arkadaşlar, yani siz bunun doğru olduğunu düşünebilirsiniz, biz yanlış olduğunu düşünüyoruz. Evet, bize dönem dönem sordukları zaman ne oluyor, bunu da söylüyoruz. Yalnız şunu söyleyeyim, şurada bir yanlışlığınız var, kavramsal bir hata içerisindesiniz: Mesela, biz bunu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde tartışıyoruz ama siz niye orayı Türkiye'nin dışında bir yer gibi görüyorsunuz ki? Bak, 6 donörden biri biziz, değil mi Sayın Bakanım? 33 milyon euro veriyorduk şimdiye kadar. Orası Türkiye'nin egemenliğinin bir parçası, Türkiye değil, evet, ama orada konuşma hakkımız var. Bizim 18 kişilik grubumuz var, oranın parçasısınız ve orada bu meseleler tartışılır. Bu anlamda, böyle kapalı, milliyetçi söylemlerle "Orası bizim değil." E IPU'da temsil ediliyor Türkiye, dünya kadar para verip oraya gidip geliyoruz. Dolayısıyla böyle, Avrupa'daki Türkiye'nin üyesi olduğu kurumları Türkiye'nin dışındaymış gibi görmek çok sınırlı, yanlış bir mantık. O tür platformlarda tartışılıyor.
Artı, Sayın Bakanım, siz söyleyin, 2002-2010 yılları arasında bu askerî bürokrasiyle AKP uğraşırken, mücadele ederken AKPM'nin ne kadar desteğini siz aldınız? AK PARTİ'nin kapatılması davasında Venedik Komisyonu müdahil olmadı mı? Eskiden iyilerdi de şimdi mi kötü oldular? Yani bu çifte standartla bir yere gidilmez.
Onun için, biz şöyle diyoruz: Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyiyle ilişkilerin kesinlikle toparlanması lazım ama orada birtakım talepler var, birtakım beklentiler var; demokrasi, insan hakları vesaire vesaire. Sizi temin ediyorum bir çoğunun umurunda demokrasi filan yok. Yani onu da biliyoruz biz, farkındayız, kendi ülkelerinde de ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Fakat oradaki birçok meseleye bizim cevap üretmemiz lazım.
Son olarak Sayın Bakanım, geçen yine AB bütçesinde de söyledim, çok rica ediyorum, isim de not alabilirseniz sevineceğim... Bizim dış işleri danışmanımız, benim iki yıldır çalıştığım, on yıldır HDP'nin, DBP'nin, DTP'nin dış ilişkiler danışmanlığını yapan Evren Çevik arkadaşımız gözaltında dört gündür. Daha önce kendisi hakkında bir dava açılmış, ben soruşturma tutanağını okudum. Gerçekten "Ahmet Türk'e niye program yaptınız? Siz PKK/KCK terör örgütü üyesisiniz." diye izahat istenmiş kendisinden. 2 çocuk babası, doktora öğrencisi, on yıldır da çalışıyor. İşte, ben iki gün önce şeydeydim, geçen gün konuştum, AB'ye üye ülkelerin temsilcileriyle toplantımız oldu. Sordular "Evren Bey nerede?" dediler. Vallahi dedim gözaltında şu an. Şimdi, bize diyorsunuz ki: "Niye gammazlıyorsunuz?" Evren Çevik doktora öğrencisi, kamu yönetimi filan yapıyor, on yıldır orada... Ve biz erişemiyoruz, avukat görüşmüş, bir haberi "tweet" etmiş diye işte Facebook, Twitter üzerinden... Biz rica ediyoruz. Sadece bu değil, bakın, altı aydır danışman alamıyorum çünkü bana her dokunduğum danışmana Meclisten yazıyorlar "Güvenlik gerekçesiyle uygun görülmemiştir." Bir davası var mı, gözaltısı var mı, bir şeyi var mı? Hiçbir şey yok, sadece güvenlik gerekçesiyle. Soruyorum niye? Bilgi sahibi değilim ya. Eğer bu kadar tehlikeli birisiyse söylesinler ben hiç görüşmeyeyim, bunun da bilgisini alamıyorum. Danışmanlarımız gidiyor bir taraftan, danışman alamıyoruz. Beş altı tane başvurumuz var, bir türlü alamıyoruz. Öyle de bir sıkıntı.
Arkadaşlar, bu sıkıntılar olduğu zaman içeride de, dışarıda da biz bunları anlatacağız çünkü bakın, Dışişleri Bakanlığı -bana geliyor mektuplar Sayın Bakanım, ülkelere yazıyorlar, siyasetçilere yazıyorlar- büyükelçiler işini gücünü bırakmış HDP'nin terörist olduğunu her tarafa yazıyorlar. Bu bütçenin içinde ha. Var, size göndereceğim mektupları Sayın Bakanım. Avrupa'daki siyasetçilere büyükelçi imzalarıyla HDP'nin aslında ne kadar terörist olduğu, belediyelerin ne kadar terörist olduğunu yazan resmî mektuplar var, bana gönderiyorlar. Yani gidiyor, bizden bilgi istiyorlar. Hani böyle bir durum.
Şimdi, biz içeride, şurada meselelerimizi çözebilirsek gerçekten, inanın, dışarıda hiçbir sıkıntımız kalmaz. Burada çözemediğimiz için dışarıda yoğunlukla karşı karşıya geliyoruz. E, tabii bize söyledikleri zaman vallahi burada söylediğimizin, bu ortamda söylediğimizin fazlasını bir yerde söylemiyoruz. Hatta, aksine bazı durumlarda dışarıda daha hassasız.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Demek ki demokratik bir ortam var yani burada kendinizi ifade edebiliyorsunuz.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Lütfediyorsunuz.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bir dakika, özür diliyorum... Bir dakika...
BAŞKAN - Sayın Özsoy, siz de tamamlayın lütfen.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Hemen bitiriyorum.
Bakın, siz, sanırım Erzurum Milletvekilisiniz, değil mi?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Bayburt.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Yakın, komşu, olsaydı belki oradan bağ kurardık.
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Bizim oraya da yakın.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Tamam. Bakın, Selahattin Demirtaş ve İdris Baluken, diğer arkadaşlarımla tam bir yıldır sürekli olarak -bir milletvekiliyim- görüşmek istiyorum Sayın Bakanım. Şimdi diyorsunuz ya "Demokrasi." Bakın, İdris Baluken burada benim hemşehrim ve Sincan'da...
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Murat Karayılan'la yan yana fotoğrafını gördünüz mü?
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Ya, Hükûmetle birlikte gittiler, yapmayın ya!
BAŞKAN - Sayın Özsoy, siz tamamlayın lütfen.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Ya, ayıptır ya! Bak, bütün şeyimiz tutuyor.
BAŞKAN - Sayın Özsoy, lütfen...
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Hemen bitiriyorum.
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Siz göndermediniz mi?
GARO PAYLAN (İstanbul) - Allah, Allah...
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Bir saniye, bir saniye arkadaşlar.
Bakın, bir yıl, bir aydır her hafta başvuruyorum, diyorum ki İdris Bey benim hemşehrim, -Heyetle gittiler canım oraya, yapmayın yani- şuraya gideyim, şu İdris Bey'i, Selahattin Başkanı bir ziyaret edeyim. Bir partinin genel başkan yardımcısıyım, arkadaşlarımı bir yıldır göremiyorum ve bana cevap verilmiyor Adalet Bakanlığından. Bu kadar keyfîlik döner sizi vurur, bu kadar keyfîlik döner sahibini vurur, bunu söylemeye çalışıyoruz. CHP'li vekiller gittiler, bizim vekilleri gördüler. Gitsinler tabii, kendi vekillerini de görsünler. Ya ben HDP'liyim, Genel Başkan Yardımcısıyım, milletvekiliyim; vekil arkadaşlarımı gidip ziyaret edemiyorum. Böyle bir keyfîlik... Söyleyeceğiz bunları yani. Çok polemiğe girmek istemiyorum ama sıkıntılar, dış politika içeride başlar diyoruz. İçeride bu meseleleri çözme konusunda zerre kadar bir adım olursa ben inanıyorum, dışarıda da durumumuz, birbirimize karşı pozisyonumuz da iyi olur.
Bugün Gülser Yıldırım Vekilimizin tam on bir ay sonra durumu Anayasa Mahkemesinde görülecek. Umuyoruz, diliyoruz... Bakın, 10 tane milletvekili içeride ya. Ya Selahattin Başkan üç yüz doksan dokuz gün sonra iddianamesi çıktı. Tutuklu olduğu davanın iddianamesi yoktu, bir görüş imkânımız filan yok. Bu meseleler var. Bu meseleleri konuşamazsak, çözüm üretemezsek -vallahi gammazlamak olarak mı alırsınız, başka türlü mü alırsınız- biz içeride dışarıda konuşmaya devam edeceğiz. Siyaset yapıyoruz.
Bütün Komisyonun zamanını da fazla kullandım, özür diliyorum.
Selamlıyorum. Teşekkür ediyorum.