KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Teşekkür ediyorum, sağ olun.

Sayın Bakanım, değerli arkadaşlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, İçişleri Bakanlığı özellikle hani güvenlik politikalarıyla, güvenlik faaliyetleriyle ilgili olduğu için, günlük yaşamda sık sık karşılaştığımız ve üzerinden birçok analiz, değerlendirme yapmamız gereken bir Bakanlıktır.

Şimdi, bir ülkede demokratik sistemin özgürlüklerden yana, eşitlikten yana, barıştan yana işleyip işlemediğini veya güvenlikçi politikaların ne kadar ağırlıkta, ne kadar önde olduğunun görünen yüzü de İçişleri Bakanlığıdır. Dolayısıyla şu anda son, 15 Temmuzdan bu yana ve ondan daha öncesi, özellikle 2013-2015 Kürt sorunu merkezli gerçekleştirilen çözüm ve diyalog sürecinin akamete uğratılması, ondan sonra şiddet ve çatışmanın başlamasıyla beraber, 7 Hazirandan sonra, 20 temmuz Suruç patlamasıyla beraber ciddi bir şekilde güvenlikçi politikaya doğru bir gidişin Kürt sorunu eksenli şiddet ve çatışma politikalarının öne çıktığını görmekteyiz.

Siz de kabul edersiniz ki, demokrasilerde özgürlük ve güvenlik dengesi çok önemli bir dengedir. Yani demokrasinizin işleyebilmesi için güvenlikçi politikalar mı öne çıkıyor yoksa özgürlükler mi öne çıkıyor noktası asıl belirleyendir. Dolayısıyla son iki yıldır başta Kürt sorunu olmak üzere bütün toplumsal sorunlarda demokratik yol ve yöntemlerin güvenlikçi politikalarla ele alındığı ve bu güvenlikçi politikalardan dolayı birçok hak ihlalinin yaşandığını görmek mümkündür. 15 Temmuz da baz alınarak kimi haklı nedenleri olmakla beraber ana ekseninizi, stratejinizi kurduğunuz ana eksenin de nasıl olduğunu da göstermektedir. Dolayısıyla herhangi bir yerde sorun, güvenlik problemi, asayiş problemi varsa güvenlik ve asayiş problemine ilişkin hukuk devleti normları ve toplumsal barışı koruyan bir eksende yaklaşmaya hiç kimsenin itirazı olamaz. Burada itiraz geliştirmek bireysel ve toplumsal barışı sağlamak ve insanların özgürlüklerini teminat altına alma düşüncesinden hareketle itiraz götürmeyecek bir şeydir. Fakat bunun ötesinde, birtakım böyle saiklerle, birtakım kaygılarla, korkularla toplumu domine etmek, toplumu bunun üzerinden yönetmeye çalışıp tekçiliği, merkezîyetçiliği ve dayatma politikalarını öne süren yaklaşımlar ister istemez bir güvenlikçi politikanın öne çıkmasını beraberinde getirecektir. Şu anda Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı temel handikap da bu güvenlikçi politikaların özgürlüklerin önüne geçmesidir; her şeyi güvenlik ekseninde ve güvenlikçi politikalar ekseninde değerlendirmektir. Yani konuşmamda da ifade ettim, bunun en temel nedenlerinden biri de doksan veya yüz yıla yakın varan Kürt sorunudur.

Şimdi, biz Kürt sorununu demokratik yöntemlerle, diyalog yöntemleriyle çözmediğimiz takdirde, salt güvenlikçi politikalara endeksli bir bakış açısıyla ele aldığımız takdirde ister istemez, az önce bir arkadaşın da ifade ettiği gibi, işte, "Son fertleri kalıncaya kadar ölecektir." demektir. Yani Kürt sorunu şüphesiz ana bir sorun. Bu ana sorunun yaratmış olduğu çok ağır sonuçlar vardır ve bu ağır sonuçlara ilişkin demokratik siyasetin çözüm üretmesi gerekmektedir.

Şimdi, demokratik siyaset buna ilişkin bir çözüm üretmediği takdirde salt güvenlikle bu sorunu çözmek de mümkün değildir. İşte, 1990'larda denendi, 1925'lerde denendi, 1938'lerde denendi, kırk yıldır deneniyor, on binlerce insanımızın yaşamını yitirmesine rağmen bu sorun hâlen olduğu gibi durmaktadır. Yani bir bütün olarak aslında bir mantalite problemi olarak karşımızda durmaktadır.

Şimdi, Sayın Bakanın 2012 yılında Mardin'de yeni anayasayla ilgili bir panelde yapmış olduğu ve sizlerle paylaşacağım bir konuşması var. Bu konuşmayla şu anda Sayın Bakan aynı noktada duruyor mu durmuyor mu gerçekten ben de merak ediyorum ve ben konuşmasını oldukça da önemsediğimi söylemek istiyorum.

Şimdi, Sayın Soylu, orada, panelde yeni anayasa tartışmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapıyor. Değerlendirmesinden özetleyerek, kısaltarak sizlerle paylaşacağım. Diyor ki: "Orta Doğu ne kadar karışırsa karışsın bölgede bulunan bütün ülkelerin en güvenilir müttefiki Türkiye'dir." Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini ifade ediyor. Sayın Soylu, sizin cümlelerinizdir: "Ben Türkiye'nin üç temel sorunu olduğunu görüyorum, Anayasa sorunun ötesinde üç sorun. Bunlar: Kürt sorunu, Alevilerin yaşadıkları sorunlar, üçüncüsü de kadın ve cinsiyet sorunudur. Bunlarla birlikte dindarlar ve köylülerin yaşadıkları sorunlar da vardır. Bunlar cumhuriyetin ötekileştirdikleriydi. Gayrimüslimlerle beraber bunlar da bir sorun olarak yaşanmıştır. Ama dindarların ve köylülerin sorunlarının son elli yılda önemli bir bölümü çözüldü."

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben bunu Mecliste de söyledim.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Evet, ben geleceğim yani.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bu benim genel tezimdir ve bu doğru bir tezdir. Onu bir yıl önce de söyledim, iki yıl önce de söyledim, beş yıl önce de söyledim, on yıl önce de söyledim.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Çok önemsiyoruz. Biz son iki yıldır sizden hiç duymadık. Yani daha çok öl, öldür üzerine, yok etme üzerine bir söylem kuruyorsunuz.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Sizin kulaklarınız duymak istediklerinizi duyuyor, onun için.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Yok, Sayın Bakanım, ben öyle bir ön yargıyla yaklaşmıyorum.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bu tez şudur: 1950 Demokrat Partinin gelmesiyle birlikte dindarlar ve köylüler kendilerini kurtarmışlardır. 1960 darbesi olunca dindarları ve köylüleri tekrar bir tarafa aldılar. Daha sonra, Erbakan'ın belediyeleriyle birlikte dindarlar kendilerini tekrar merkeze getirmeye başardılar. Ardından, 1960'ta yani köylüler kendilerini kurtardılar. Bir köylünün kızı avukat oldu, bir köylünün kızı doktor olabildi, hâkim olabildi. Dindar ve köylüler, iki temel mesele vardı.

Cumhuriyet bütün bunların birleşmesi üzerine kuruldu fakat cumhuriyetten sonra öyle bir ötekileştirme yapıldı ki -bunu yapan cumhuriyet değil- öyle bir ötekileştirme, öyle bir karşılıklı kamplar oluşturuldu ki maalesef herkes birbirine düştü. Ve burada bizim yapmamız gereken bu ittifakı tekrar sağlayabilmektir. Yani Dersim üzerinden, Şeyh Sait meselesi üzerinden, bir çok mesele üzerinden bunlar yapıldı. Bu, benim bugün söylediğim, dün söylediğim değil, bu aslında AK PARTİ Hükûmetinin 2002 tarihinde geldiğinden itibaren ortaya koyduğu süreçtir ve sonuçları itibarıyla da bir taraftan dindarları, bir taraftan köylüleri, bir taraftan Kürt kardeşlerimizi, bir taraftan Alevileri, demokratik bir şeysiye altında sağlamaya çalışan bir adım atmaktadır. Ama bunun karşısında terör örgütü, bunun karşısında başka türlü unsurlar kendilerini ortaya koymaya çalışırlarsa ve bu tezin ve bu meselenin tarihsel bir arka planı vardır, bu arka planıyla beraber de devam eden bir süreçtir. Bugün de onun sahibiyiz, bugün de onu sağlamak için biraz sonra anlatacağım zaten yani bu söylediklerinize karşı aslen ben burada İçişleri Bakanlığının sunumunu yaptım, bir sosyolojik ve bir felsefi yaklaşma, ortaya koymadım ama bunu benden istiyorsunuz, bunu da ortaya koyacağız. Bu sunumun bir arka planı vardır ve bu arka plan 21'inci asrın başından itibaren ısrarla, inatla ve sabırla devam etmektedir. Ve birtakım ray değişiklikleri olduğunu iddia edenlere de söylüyorum. Birtakım ray değişiklikleri yok, tam tersi o süreçlerin içerisinde ortaya konulan ve toplumsal bütünlüğü devam ettirebilmek için gerçekleştirilen politikaların tamamı vardır ve her birinin de kendi adına oluşturduğu bir gerçeklik vardır ve bu da devam ediyor, bunu da biraz sonra şey yapayım.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Ben hani, tamam, aynı noktadaysanız sevindirici tabii ama hani bu dediğiniz sorun alanlarına ilişkin özellikle Kürt sorununun çözümüne dair siz...

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Niye Alevilerin sorunu benim sorunum olmasın? Orada arkadaşımız var, Gürsel Erol, yani biz Tunceli dâhil olmak üzere bu memlekette her noktaya nasıl eğildiğimizi, nasıl bir şekilde yatırım dâhil, insana yakınlaşma dâhil her meseleyi taşıdığımızı ve götürdüğümüzü kendisi demin anlattı, ben anlatmadım. Yani oradaki valimizin, oradaki yöneticilerimizin methüsenasını ben yapmadım, kendileri yaptılar.

Burada biraz önce anlattığım belediyelerle de ilgiliydi. Bizim derdimiz millet, oradaki halk, oradaki kardeşlerimiz ve oradaki insanlar bizim derdimiz ama kompartımanlara ayırıyoruz. Bu kompartımanlarda eğer PKK'yı meşru göreceksiniz, Avrupa tarafından ve başka ülkeler tarafından rasyonel bir değerlendirme olarak kabul ediliyorsun, biz kabul etmiyoruz efendim.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Sayın Bakanım, polis olarak alıyor musunuz?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Efendim?

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Polis olarak alıyor musunuz? Bahsettiğiniz Tuncelileri, Alevileri yani kendi teşkilatınıza alıyor musunuz?

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Alıyoruz, alıyoruz, siz merak etmeyin. Bakın, bir şey söyleyeyim...

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Genelde bize aksi yönde şeyler geliyor.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bak, demin bir şey söyledim, siz kaçırdınız. Demin bir şey söyledim, böyle bir ayrışmayı, böyle bir ayrıştırmayı ortaya koymak...

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Başkanım, ben devam edeceğim.

BAŞKAN - Sayın Bakanım...

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Tamam, özür diliyorum. Böyle bir ayrışmayı, ayrıştırmayı ortaya koymayı baştan beri reddettim. Ben Bakan olduğumdan beri bana şu soru soruluyor? "Ne kadar Alevi, ne kadar polis, polis müdürü, vali vardır?" Bir kere meseleye insani açıdan böyle yaklaşmak ve böyle bir yukarıdan aşağıya değerlendirme yapmak son derece yanlış.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, siz bunları sunumunuzda, şeylerde cevaplarsanız daha memnun oluruz.

İbrahim Bey, buyurun, sürenizi durdurmuştum.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Şimdi, Sayın Bakan, doğru, böyle söylüyorsunuz, aynı noktadaysanız ki -samimiyetinize inanıyorum- ama rapor öyle söylemiyor ama gelişmeler onu söylemiyor ama bugün yaşadığımız sorunlar bunu söylemiyor. Bu sorunların çözümüne dair hâlen yığınla duran problem alanları var, bunlar hâlen çözülmemiş. Örneğin burada ana dilde eğitimle ilgili görüşünüz de var. Kürtlerin ana dilde eğitim alması gerektiğini söylüyorsunuz. Buradaki konuşmanızda, Mardin'deki konuşmanızda babanızı da zorla ikna etmeye çalıştığınızı da söylüyorsunuz yani ikna olmadığını falan söylüyorsunuz. Kürtlerin ana dilde eğitim görme hakkının bir insan hakkı olduğunu söylüyorsunuz. Bunlar çok güzel şeylerdir yani sorunun kökenine dair, sorunun esasına dair temel, ilkesel yaklaşımlardır. Şimdi bu problemler duruyor mu hâlen yerinde? Duruyor. Bunların çözümünü isteyen insanlar içeride mi? İçeride. Yani bunlar şu veya bu şekilde işte terörle ilişkili, şiddetle ilişkili gösteriliyor ama esas nedeni bu soruna dair çözüm üreten insanların hâlen illegal gösterilmesi, hâlen gayrimeşru ilan edilmesi ve hâlen bununla ilgili çeşitli yaptırımlara tabi kalmasıdır. Örneğin, işte akademisyenlerle ilgili. Bakın, bizim akademisyenlerin barış bildirisine imza koymasıyla ilgili bakış açınız, ona yönelik tutumunuz da -işte sizi de tenzih ederim, belki siz şey etmiyorsunuz, daha düşüncenizi bilmiyorum- Hükûmetinizin yaklaşımı farklı. Yani orada akademisyenler "Barış istiyoruz, çatışmalar olmasın." diyor, Hükûmetin güvenlikçi politikaları...

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Bildiriyi okumadınız herhâlde.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Ben okudum, okudum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Ya yetti ya!

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Ama çarpıtıyorsunuz.

BAŞKAN - Lütfen Sayın Kavcıoğlu...

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Ben farklı bir şeyden bahsediyorum. Bakın, sizin değerlendirmeniz farklı olabilir ama sonuçta biz konuşuyoruz, siz öyle değerlendiriyorsunuz, ben de konuşarak...

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Bu ülkede barış adına hiç mi bir şey yapılmadı? Öyle bir şey yok.

BAŞKAN - Sayın Kavcıoğlu, size söz talebi vereceğim. Sayın Kavcıoğlu, siz konuşmanızda dile getirirsiniz, lütfen.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Siz dile getirin, bakın, biz zaten niye birbirimizle konuşacağız, niye böyle platformlara ihtiyaç duyuyoruz? Yani hiç kimsenin düşüncesi mutlak değildir.

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Doğruları konuşacaksınız.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Ama şimdi size göre doğru...

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Ya, sizin dediğinizi kabul edersek tamam mı?

BAŞKAN - Sayın Ayhan, siz devam edin, buyurun.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Şimdi, size göre bir doğru, benim için doğru olmayabilir yani şimdi bu çok yanlış bir yaklaşım.

Şimdi, neyse, ben şunu söylüyorum. Bakın, bin küsur akademisyen Türkiye'de barışın tesis edilmesi için bir imza kampanyası başlattı ve bu imza kampanyası başlattıkları için de işlerinden oldular, içeri atıldılar ve bir sürü yaptırıma maruz kaldılar. Yani benim anlattığım konuyla bağlantılı bir şekilde dile getirmek istiyorum. Sayın Bakanın ifade ettiği demokrasi, insan hakları, özgürlükler bağlamında ele alınması gereken bir şey ama karşı karşıya kaldıkları muameleye baktığımız zaman kesinlikle bu mevcut yaklaşımlarla, bu mevcut bakış açısıyla örtüşmeyen yaptırımlarla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla yani bütün bunları gören bir yerden sorunlarımızı güvenlikçi bir perspektifle, güvenlikçi bir politikayla çözmekten ziyade demokratik esaslar üzerinden, özgürlükleri esas alan bir tutumla çözmeliyiz.

Bakın, kayyumlar meselesi de öyle, az önce Celal Bey de anlattı. Şu ana kadar bizim belediye başkanları hâlen içeride olmalarına rağmen -84 belediyeye kayyum atanmış- haklarında verilmiş bir hüküm yok yani terörü desteklediği, şiddeti desteklediği, bir yerlere para aktardıklarına dair bir hüküm yok ama kamuoyunda, gündemde sürekli böyle kriminalize edilerek, farklı gösterilerek mahkûm edilmeye çalışılıyorlar. Ha, tüm bunlar sübjektif değerlendirmelerdir, niyete bağlı değerlendirmelerdir, hani demokrasinin de böyle bir şey olmadığını da hepimiz de biliyoruz yani. Olgularla kendisini...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - ...işletmesi gereken bir sistemdir. Dolayısıyla ben hani güvenlikçi politikaların son yıllarda artıyor olmasının ülkemizin geleceği açısından, ülkemizdeki toplumsal sorunların çözümü açısından geçer yol olmadığını; bu mevcut yöntemlerin, bu mevcut yaklaşımların terk edilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Bir diğer nokta da bakın, 15 Temmuzdan bugüne kadar sık sık gündeme de geldi, bu zırhlı araçların çarpması ve yaptıkları kaza görüntüleriyle ölen insan sayısı. Yani 8'i çocuk olmak üzere şu ana kadar bir yılı aşkındır 30'a yakın insan bu zırhlı araçlardan kaynaklı yaşamını yitirdi. En son işte bugün aileleri bizleri ziyaret etti, en son 8 Ekim 2016 tarihinde Yüksekova'da COBRA tipli zırhlı araçtan çıkan kurşunlarla Yüksekova'da 4 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Sayın Bakan, siz de taziyeye gittiniz ve orada bu olayın takipçisi olacağınızı söylediniz. Bunun tutukluluk sonucu olduğunu veya bunun FETÖ'cüler tarafından yapılabilme ihtimali olduğunu da beyan ettiniz.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben?

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Yani bu polislerin FETÖ'cü olma ihtimalinin olduğunu.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben?

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Evet, basında okudum, bilmiyorum yani ben okuduğumu söylüyorum.

Şimdi, bu insanların bugün aileleri bizi ziyaret etti. Dükkânlarında otururken, iş yerlerinde otururken esnaf olan bu insanlar zırhı araçtan çıkan kurşunlar sonucu yaşamını yitiriyor. Ne oluyor? Siz kamuoyunda, basında bu olayın takipçisi olacağınızı söylüyorsunuz, 4 insanın yaşamını yitirdiği bir olayda 3 polis yargılanıyor, bu 3 polisten biri on ay tutuklu kalıyor, ikinci duruşmada on ay tutuklu kalan polis tahliye ediliyor. Bakın, 4 yurttaş böyle bir şeyin, güvenlik eksenli yaklaşımlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayhan, lütfen tamamlar mısınız.

Buyurun.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Yani bütün bunlar sorun ve bununla ilgili, buna benzer bir sürü problem söz konusudur. Dolayısıyla mantığımızı biraz daha böyle demokrasiden, çözümden, özgürlüklerden yana hayata geçirirsek o noktada bir çaba içerisine girersek inanıyorum ki bu gibi sorunlar da en aza inecektir.

Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim, sağ olun Başkanım.