Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Vakıflar Genel Müdürlüğünün b) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı c) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ç) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü d) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu e) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, f) Atatürk Araştırma Merkezi g) Atatürk Kültür Merkezi ğ) Türk Dil Kurumu h) Türk Tarih Kurumu ı) Kişisel Verileri Koruma Kurumu i) Hazine Müsteşarlığı j) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu k) Sermaye Piyasası Kurulu l) Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 01 .11.2017 |
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle, burada bulunan herkesi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, Sayın Çavuşoğlu, yeni görevinizde başarılar dilerim. Hoş geldiniz ayrıca.
Ben de RTÜK'ten başlamak isterim. Değerli arkadaşlar, RTÜK seçimlerine dair eleştirilerimizi ve mevcut yapısıyla ilgili değerlendirmeleri Sayın Kürkcü yapmıştı, ben de kısaca sadece Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 9 üyesinin mevcut yapısının yani şu anki hâlihazırdaki yapısının Anayasa'ya açıkça aykırı olduğunu belirtmek istiyorum. Anayasa 133'üncü madde, Parlamentoda temsil edilen partilerin temsiliyet dağılımına göre üyelerin olması gerektiğini açıkça düzenlemişken şu an Meclisin üçüncü büyük partisi olan Halkların Demokratik Partisinin üyelik hakkı âdeta gasbedilmiştir. Bunun nasıl olduğunu... Yani, göz göre göre yapıldı bir şekilde ve açıkça buna gasp denir. Şu an orada temsil edilemememiz hem Anayasa ihlalidir hem de göz göre göre bir hak ihlalidir ve ayrıca kabul edilemez bir durumdur. Yani, bu yapısıyla toplanan kurulun aldığı kararlar da baştan Anayasa'ya aykırılık taşıyor. Bir kere, usul şartı yerine gelmemiştir en önemlisi, daha başlarken bu eksiklikle karar vermeye devam ediyor RTÜK ne yazık ki ve ayrıca bu, kurulun varlık sebebini de tartıştıran, meşruluğuna gölge düşüren de bir hâldir ve özerk yapısını da zedeleyen bir hâldir. Bu konuda biz bir açıklama bekliyoruz. Pekâlâ yapılabilecekken neden bu duruma düşüldü? 15 Temmuz günü Meclis açıkken üye seçimi de yapılabilecekken bunun yapılmaması konusunda biz Hükûmetten açıklama bekliyoruz. Bu hâliyle, özellikle OHAL sürecinde bütün muhaliflerin sesinin kısıldığı, bizlere yönelik, muhaliflere yönelik basın ambargosunun uygulandığı bir dönemde bir de RTÜK'teki üyeliğimizin sonlandırılması ya da sıfırlanması tek sesliliği pekiştirmiştir, tamamen çoğunluğun tahakkümünü göstermektedir.
Değerli arkadaşlar, RTÜK yasasının güncellenmesi gerekiyor. Biz daha önce de bu konularda eleştirilerde bulunduk. Özellikle hızlı ilerleyen iletişim çağına, görsel, işitsel, dijital medyanın gelişim seyrine göre güncellenmesi gerekiyor. Medyanın çok hızlı bir şekilde nefret söylemlerini de artırdığına şahit oluyoruz. İnançları, kültürleri, dilleri, kimlikleri aşağılayan, şiddeti teşvik eden, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı, çocukların korunmasını göz ardı eden yayınlar yapıldığını görüyoruz ve görsel, işitsel medyadaki haberler toplumsal çeşitliliği de yansıtmaktan uzaktır ne yazık ki, tek tip haberciliğe evrilen bir boyut kazanmıştır. Kamu yayıncılığı herkesin demokratik değerlere eşitçe ulaşabileceği önemli bir alandır. Bu alanın düzenlenmesi ve denetlenmesi çok önemlidir ama RTÜK'ün yaptırım kararlarına bakıldığında, sadece Cumhurbaşkanı ve iktidar partisine yönelik eleştiriler içeren yayınlar suç sayılıyor ve medya kuruluşlarına yaptırım sadece bu alanda eğer program yapılmışsa onlara yaptırımlar uygulanıyor. İfade özgürlüğü açıkça göz ardı ediliyor. Oysa RTÜK özerk bir kurumdur, öyle olması gerekir fakat mevcut pratiğine baktığımızda, iktidarı koruyan, kollayan bir kuruma dönüştürüldüğünü görüyoruz. Demokratik muhalefete yönelik hakaret ve tehdit içeren, hedef gösteren, farklı kimlik ve kültürleri aşağılayan yayınlar karşısında RTÜK'teki iktidar çoğunluğu havuz medyasını korumaktadır. Üstelik bu tür hakaret içeren, aşağılayan yalan haberler ifade özgürlüğü kapsamında görülüyor ne yazık ki fakat herhangi bir televizyon kanalında iktidarı ilgilendiren eleştirel bir haber ve yorum yer aldığında, bu haber ve yorum hakaret kapsamında değerlendiriliyor. KHK'larla çok sayıda yayın kuruluşu kapatıldı, gazeteler kapatıldı, televizyonlar kapatıldı ama bu televizyonlar zaten yayın hayatlarındayken de çok ağır para cezalarıyla karşı karşıyaydılar, yayınlarını sürdürmeleri bile gittikçe zorlaştırılmıştı.
Diğer bir konu özellikle yalan habercilik meselesi. Günümüzde sosyal medya platformlarında, dijital ve görsel medyada giderek yaygınlık kazanmıştır. İtalya, Amerika, Almanya gibi ülkeler yalan habere karşı toplumu bilinçlendirmek için medya okuryazarlığı dersleri geliştiriyor. Dünyada bu yalan haberciliğe ve dezenformasyona karşı bir mücadele yürütülüyor. Avrupa başta olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde düzenleyici otoriteler bu konuyu gündemine alarak etik değerler ve sosyal sorumluluk üzerinde çalışmalar yürütmektedir. Ülkemizde ise ne yazık ki medyanın tekleştirilmesiyle birlikte yalan habercilik, algı operasyonuna dönük haberler ve dezenformasyon gittikçe artmaktadır. Toplumsal hafıza her gün saat başı yanıltılıyor. Toplumu zehirleyen bu yalan haberciliği önleyecek düzenlemelerin ve mekanizmaların oluşturulması, medya etiğinin kurumsallaştırılması gerekir. Düzenleyici otorite olarak RTÜK bu konuda yeniden gözden geçirilmeli, mevzuatı, her şeyden önce zihniyeti yenilenmelidir. Aslında, bu şahit olduğumuz dezenformasyon ve yalan habercilik ve tek bir kanaldan, tek bir haberden beslenen yayıncılık anlayışı bugünlerde bizlere daha çok George Orwell'ın 1984 isimli kitabındaki gerçek bakanlığında yaşananları anımsatıyor ne yazık ki, bu duruma şahit oluyoruz. Daha dün söylenen bir haber bugün iktidar onu yalanlamışsa bütün kuruluşlar tarafından yalanlanır hâle gelmiş. Âdeta hafızasızlaştırılmak isteniyoruz.
Diğer bir konu ise şiddet üreten diziler. Televizyon dizileri, gerçekten, deyim yerindeyse şiddet ve şiddet dili, öfke ve nefret duygusunu üretiyor. Özellikle "terörle mücadele" adı altındaki dizilerde şiddet, ayrımcılık, kin, nefret, öteki düşmanlığı, aşağılama teşvik edilmektedir. Geçmişte cemaatin yayın organı olan STV'de yayınlanan Şefkat Tepe gibi ırkçı dizinin bir başka versiyonu bugün değişik kanallarda ama aynı konseptle devam ettiriliyor, sadece ekranın logosu değişmiş hâlde. Yani, şu an değişen nedir, bu konuda biz açıklama bekliyoruz. RTÜK'teki iktidar çoğunluğundan dolayı da bu tür diziler yaptırımsız bırakılıyor. Aslında teşvik de ediliyor mu, bunu da Hükûmete sormamız gerekiyor. Bu tür dizilerle ilgili herhangi bir yaptırım kararına şahit olmadık.
Öte yandan, her gün yaşanan kadın cinayetlerinin beslendiği yerlerden biri de yine dizilerdir, dizilerdeki kadına yönelik şiddet içerikleridir. Kadınlara yöneltilmiş silahlar, dayak görüntüleri gibi görüntüler karşısında RTÜK ne yapıyor, bunu merak ediyoruz. Dizilerdeki karakterlerle kadınlara toplumsal yaşamda dayatılan geleneksel rol oynatılıyor. Kadın aşağılanıyor, eziliyor, cinsel obje olarak sunuluyor. Bu konularda daha fazla çaba sarf edilmesi gerekir. Tabii, bu yayınların sokaklardaki karşılığı da dizi içeriklerinin gerçeğe dönüşmesi şeklinde ne yazık ki tezahür ediyor ve her gün kadına yönelik cinsel saldırılar, tacizler, tecavüzler, şiddet ve kadın cinayetleri ne yazık ki artmaktadır. Bu konuda biz çok defa uyarılarda bulunduk. Hükûmetin kadına yönelik şiddeti durdurma konusunda gerçekten bir rol üstlenmesi gerekiyor ve bunun her alanda dizayn edilmesi gerekiyor. RTÜK de, RTÜK gibi bir kurum da bunun en önemli medya ayağı, en önemli parçasıdır. Bu konuda biz bir kere daha hatırlatma yapmak istiyoruz. Bu tür yayınlara karşı hem yayın kuruluşlarıyla, yapımcılarla şiddet kültürünü önleyici toplantılar yapılmalı hem de RTÜK daha etkili yaptırımlar uygulamalıdır. Yayınladığı dizide kadına şiddeti teşvik eden bir televizyon kuruluşunun ertesi gün ana haber bülteninde bir kadın cinayeti haberini verirken "öfkeli koca" şeklinde cinayeti meşrulaştırıcı, gerekçelendiren bir dil kullanması aslında şaşırtıcı olmamaktadır. Ya da kadın cinayeti veya taciziyle ilgili bir haberi veren yayın kuruluşunun bir gün önce yayınladığı dizinin içeriğini gözden geçirmesi, bu olgudaki sosyal sorumluluğunu görerek öz denetim yapması gerekir. Bu konunun RTÜK'ün yayın denetimindeki kırmızı çizgilerinden biri olması gerekiyor ve yasal mevzuatın daha etkili hâle getirilmesi gerekiyor.
Bir başka konu da doğrudan satış yapan kanallar. Gerçekten, bu kanallar tam bir facia. TÜRKSAT uydusu üzerinden yayın yapan RTÜK lisanslı birçok televizyon kanalı yayıncılık faaliyetiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan yayınlar yapıyorlar. Bu yayınlar "doğrudan satış" adı altında bitkisel, dinsel, cinsel ürünler pazarlıyor ve toplumun sağlığını bozuyorlar, manevi duyguları âdeta sömürülüyor. RTÜK'ün bu kanallara ceza vermesi yeterli değil. Evet, RTÜK ceza veriyor, bu kanallar o kadar çok para kazanıyorlar ki bu cezaları ödüyorlar ve yayın hayatlarına devam ediyorlar. Bu kanalların asıl işi yayıncılık falan değil, kamusal sorumluluk da taşımıyorlar, tümüyle ticari faaliyet...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun, ek süre veriyorum.
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ederim.
Evet, bu kanalların hiçbir kamusal sorumlulukları yok. Tamamen ticari amaçlarla faaliyet yürüten bu kanalların sonlandırılması gerekiyor. Özellikle toplumun dinî duygularını, inancını sömüren yayınlar çok sayıda artmıştır. Yani, öyle abartmışlar ki cin ilacı, çörek otu, peygamber sünneti gibi ürünler pazarlanıyor. Kanun hükmünde kararnameyle bir gece yarısı yayınevlerini, televizyonları kapatan, gazetecileri işten çıkaran, bir sürü insanı işten çıkaran KHK'ların gücü bu kanallara yetmiyor mu, ben sormak istiyorum ve ayrıca, TÜRKSAT savcı yazısıyla birçok muhalif kanalı da uydudan çıkarmıştı. Özellikle İMC TV, Hayat TV, Van TV, TV 10, Özgür Gün TV, Jiyan TV, Azadi TV gibi kanalları tekrar saymak isterim. 2001 yılında Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında ana dilde yayıncılığın önü açılmıştı, RTÜK mevzuatı da AB'ye uyum kapsamında güncellenmişti. İşte, dün Kürtçe yayınlara lisans veren RTÜK, OHAL sürecinde bu kanalların lisansını birer birer iptal etti. "Ana dilde yayıncılık bizim iktidarımızda gelişti." diyen AKP ne yazık ki ana dilde yayıncılığın kapısına kilit vurmuş hâldedir.
Öte yandan, muhalif sesten âdeta korkan bir iktidarla karşı karşıyayız çünkü bugün gazeteciler cezaevinde. İşte muhalif herkes aslında tutuklanıyor bir bir. Doğru haber yapan insanlar tutuklanıyor ve sesleri kesiliyor, çok haksız cezalar alıyorlar. Bugün gazeteci Nedim Türfent'in duruşması vardı, Komisyonda olduğum için takip edemedim ama Nedim Türfent geçen sene Hakkâri'de köylüleri yere yatırıp işkence eden bir askerin onlara yönelik "Türk'ün gücünü göreceksiniz." manzarasını çeken ve bu haberi yapan kişidir. Sadece yaptığı bu haber sebebiyle tutuklanmıştır. Bir seneden fazladır tutukludur ve bütün tanıklar onun suçsuz olduğunu açıklamıştır. Yani birçok yalan tanık çıkmıştı ve o tanıklıkların tamamının sahte olduğu açıklanmasına, kanıtlanmasına rağmen sırf bu yayını yaptığı için hâlâ tutukludur. Bugün duruşması var, umarım özgürlüğüne kavuşur, diğer gazeteciler de bir an önce özgürlüğüne kavuşur ama geldiğimiz hâl ne yazık ki bu. Gazeteciler susturuluyor, halkın haber alma hakkı engelleniyor, televizyonlar bu az önce bahsettiğim ticari faaliyet yürüten ve hiçbir sorumluluk taşımayan kanallarla dolmuş taşmış durumda ve diğer yandan nefret söylemleriyle beslenen birçok dizi sürekli olarak topluma empoze ediliyor. Bu hepimiz açısından çok ciddi tehlike barındırıyor. Ben bir soru daha sorarak sonlandırmak istiyorum. KHK kapsamında kapatılan birçok televizyon ve radyo kuruluşu TMSF'ye devredilmişti. TMSF'nin bu kanallara ait frekansları belli kuruluşlara, özellikle iktidara yakın medya gruplarına sattığını biliyoruz. Bunu RTÜK'ten de onaylattırdılar. Örneğin iktidarın medya grubu olan Turkuaz Medyaya birçok frekans devredildi. Üstelik birçok kuruluş RTÜK'ten frekans talep etmesine, hatta bazıları mahkeme kararıyla frekans hakkı kazanmasına rağmen o kuruluşlara RTÜK "Spektrumda yer yok." diyerek frekans vermemekte ama KHK ile boşalan frekansları ise aynı RTÜK ve TMSF havuz medyasına, yandaş kurumlara kelepir gibi dağıtmaktadır. TMSF bu ihaleleri nasıl yaptı? İhale yapıldı mı, yapılmadı mı? Kimler hangi teklifi verdi? Bunların hiçbiri belli değil, ihale olup olmadığı da belli değil. Bunların cevaplarını merak ediyoruz ve ayrıca cevap yoksa bile araştırılması, öğrenilmesi gerekir ve denetlenmesi gerekir.
Bir de Diyanet İşleri Başkanlığı da TMSF'den frekans alan kurumlar arasında. Bildiğimiz gibi, Diyanet İşleri ticari bir kuruluş değil, faaliyetleri arasında yayıncılık yok ama KHK kapsamında kapatılan radyolardan iki tanesinin frekansı TMSF eliyle Diyanete devredildi. Diyanet sadece TRT'den frekans talep edebilir, bunun haricinde satın alma yapamaz ama bunu yasaları çiğneyerek yaptılar. Örneğin Adana'da kapatılan Dünya Radyonun frekansı Diyanete verildi. Hangi bedel karşılığında nasıl verildi, bunlar belli değil. Diyanet de alım satım yapan bir ticari kurum hâline gelmiş anlaşılan. Biz bu sorulara cevap alabilirsek çok memnun oluruz.
Geçen sene özellikle yayın yasakları çok sayıda uygulanmıştı 2016 yılında. 100'den fazla olaya dair haberciliğe yayın yasağı getirildiğini biliyoruz. Çok önemli, hepimizin gündemini de meşgul eden ve ısrarla haber almaya çalıştığımız olaylarda dahi halkın haber alma hakkı engellenmişti. Bu yayın yasağından sonra ne geldiğini aslında biliyoruz az çok. Ben hukukçu olduğum için de yakından takip etme fırsatımızın olduğu dosyalar da oldu. Yayın yasağı gelir, daha sonra o dosyalarla ilgili, işte, gizlilik kararları verilir ve dosyaların içeriğinde ne oluyor, gerçek deliller toplanıyor mu, araştırılıyor mu, araştırılmıyor mu? Ve dosya bir gün aniden kapatılır, gerçek sorumlular açığa çıkarılmaz. Geçen sene yaşanan hadiselerin de bu akıbete uğramamasını temenni ederek ben konuşmamı sonlandırıyorum.
Teşekkür ediyorum.