KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, görevinizde başarılar diliyorum, hayırlı olsun.

Ama Sayın Bakan, her gelen yeni bakana benim bir uyarım olur, arkadaşlar çok iyi bilirler, Komisyon üyesi arkadaşlarım, ne olacağını da şimdi tahmin ediyorlar. Arkanıza bir dönüp bakın lütfen Sayın Bakan, ne görüyorsunuz? Oradan bakın. Yalnızca erkek bürokrat arkadaşları görüyorsunuz. Bu konuda her bakana uyarımı yapıyorum, bürokrasi, arkanızdaki kamu görevlileri yalnızca erkeklerden oluşuyor. Size de kadın bürokratların bu mevkilerde, yanınızda, arkanızda, sağınızda, solunuzda olması için gerekli tedbirleri almanız konusunda bir çağrı yapmış olayım.

Şimdi, gelelim bakanlıkla ilgili müdürlüklere, konulara. Sayın Bakan, ben vakıflarla başlayacağım. Bölgemiz ve coğrafyamız biliyorsunuz, çok dilli, çok kültürlü ve Anadolu kadim medeniyetlerin bir topluluğu. Anadolu, Mezopotamya, Balkanlar, Kafkaslar kadim medeniyetler ve her zaman da çok dilli, çok kültürlü olmuş; bunu bir şekilde başarmışız, becermişiz, bir arada yaşama kültürünü başarmışız, becermişiz. Kültürler ve diller kendi habitatlarına yaşamışlar hep, o habitatları oluşturmuşlar. Benzer şehirlerde, yan yana mahallelerde yaşamışlar ancak her şehirde kendi habitatlarını oluşturmuşlar; Ermeni mahallesi, Rum mahallesi, Musevi mahallesi, Müslüman mahallesi, bunlar oluşmuş, bu geleneğimiz var. Ve o habitatlarda da kendi örgütlülüklerini oluşturmuşlar o topluluklar, demişler ki: "Ya, benim bir kiliseye ihtiyacım var, benim bir okula ihtiyacım var dilimi öğreteceğim, bir yardımlaşma kuruluna ihtiyacım var, bir hastaneye ihtiyacım var." Ne yapmışlar? Örgütlenmişler bunlar kendi aralarında ve dinî inançları için de işte eğitim için de yardımlaşma için de sağlık için de bu kurulları kurmuşlar. Nasıl yapmışlar? Vakıflarla yapmışlar. Vakıf medeniyeti böyle oluşmuş, yerellerde oluşmuş yani hani merkezden ferman vererek değil, yerellerde, o habitatlarda bu ihtiyaçlara dönük olarak insanlar örgütlenmişler, bunu yapmışlar. Hani yerel demokrasi dediğimiz şey, biraz aslında böyle bir şey. Hani, merkezden ferman yayınlayarak birçok şey olmuyor, bunu tarihimizden biliyoruz. Yerellerde bunlar oluşmuş, ihtiyaçlara göre oluşmuş. Ve aynı zamanda da bu bir örgütlenme aracıdır. Bakın, günümüzde bu kadar bencilliğin, bireyselliğin olduğu bir 2017 dünyasında insanların dayanışma duyguları, bir arada ihtiyaçlarına dönük kimliksel, kültürel, dinî pek çok noktada ihtiyaçlara dönük örgütlenmeleri çok önemli. Ama bu anlamda baktığımızda, bu ulus devlet yapılanmaları sonrasında maalesef, coğrafyamız işte orası Rumların toprağı, burası Türk'ün toprağı, orası Ermeni'nin toprağı, orası Arap'ın toprağı diye paramparça olmuş ve büyük bir yıkım yaşamışız ve vakıf medeniyetimiz de büyük bir yıkım yaşamış, vakıf medeniyeti gerçekten büyük bir yıkım yaşamış; binlerce, on binerce vakfımız mülhak duruma düşmüş ve bunlar devletleştirilmiş Sayın Bakan, devletleştirilmiş hepsi. Oysa vakıflar, biliyorsunuz, vakfedenlerindir. Vakfedenler onları hangi amaçla vakfetmişse "Benim bu vakfettiğim yerde çocuklar okusunlar." demiş; "Benim bu yaptığım kilisede insanlar ibadet etsin, camide ibadet etsin." demiş. "Burada benim vakfettiğim paradan her yıl şu kadar çocuk okutulsun, şu kadar fakire yardım edilsin." demiş onları vakfedenler ama baktığınızda, biz binlerce, on binlerce insanın vakfettiklerine maalesef, bence ihanet etmişiz devletleştirerek. Ve bu kültürü tekrar canlandırmak aslında mümkün ama dar bir kalıptan bakıyoruz, hep korkularımızla bakıyoruz, vatandaşa güvenmeyen algımızla bakıyoruz, güvenmiyoruz "Onlar kendi orada örgütlenirse oradan bir şey çıkar, radikal unsurlar çıkar." diye güvenmiyoruz. Oysa demokratik devletlerde bu yerel örgütlenmeler, vakıflar korunurlar ama merkezce denetlenirler, orada bir nefret söylemi, ne bileyim, diğer topluluklara karşı radikal unsurlar varsa bunlar elbette denetlenir ama bu anlamda örgütlenmelerin önü açılması gerekir.

Dün, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesini görüştük, orada da söyledim. Yani niye devletin merkezden bir Diyanet İşleri Başkanlığı... Yalnızca koordinatör olarak elbette olabilir, her dine, her inanca eşit derecede bakan koordinatör bir kurul tabii ki olabilir ama tek bir dine, tek bir inanca ve her şeyi merkezden yöneten bir anlayışa ihtiyacımız yok. Bu anlamda Sayın Bakan, vakıf medeniyetini canlandırmaya ihtiyaç var ama bunu çoğulcu bir bakışla yapmamız gerekir. Bakın, Müslüman, Hristiyan pek çok vakfımız vardı, geriye çok az Hristiyan vakıfları kaldı ancak onların da binlerce sorunu var, çok iyi biliyorsunuz, eminim. Sayın Adnan Ertem'le yıllardır bu konularda müzakereler yapıyoruz, kendisinin de size aktarımları mutlaka olacaktır. Sizin de bu konuda bir Gümülcineli olarak en iyi empatiyi kuracağınızı biliyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Doğru.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Çünkü bakın, ulus devletler azınlıkları gadre uğratırlar. En iyi empatiyi sizin kurabileceğinize inanmak istiyorum ve inanıyorum diyeyim, göreceğiz bunu, görmek istiyoruz diye söylüyorum. Çünkü biliyorsunuz, Yunanistan'daki Müslüman azınlığın yaşadıkları sorunları bildiğiniz için burada bizim yaşadıklarımızla ilgili en iyi empatiyi sizler kurabilirsiniz. Ve bu anlamda da ulus devletler bakın mütekabiliyet aklıyla bakarlar. Oysa oradakiler azınlıklar, onlar, o ulus devletlerin rehinesi değildir. "Bir ulus devlet bir azınlığa zulmediyorsa ben, mütekabil olarak buradaki azınlığa zulmederim." demek demokratik iddiası olan bir devlete yakışmaz. Biz buranın asli unsurlarıyız, kadim unsurlarıyız ve bu kadim geleneğe layık bir bakışa devletimizin maalesef, bugüne kadar ulaşmadığını düşünüyoruz. Hep mütekabil çerçevede bakılan unsurlarız maalesef. O çerçevede Sayın Bakan, bu konuda adımların atılmasına ihtiyaç var. Vakıfların hak ettiği noktada, Vakıflar Genel Müdürlüğünün çoğulcu bakışla ilgili olan engeller konusunda siyasi olarak -tabii sizin iradenizle- Hükûmetinizin adım atmasına ihtiyacımız var.

Vakıflarımız altı yıldır seçim yapamıyor Sayın Bakanım. Azınlık vakıflarının altı yıl önce seçim yapma hakkını elinden aldınız, Sayın Bülent Arınç döneminde oldu. Tam Bülent Arınç'ı ikna ettik, Bülent Arınç gitti; Yalçın Akdoğan geldi, tam Yalçın Akdoğan'ı ikna ettik, Yalçın Akdoğan gitti; Numan Bey geldi, o da oldu; sonra Veysi Kaynak geldi, tam bir noktaya getirdik, Veysi Kaynak "Halloldu, haftaya oluyor, bir ay sonra oluyor." dedi, Veysi Kaynak gitti. Şimdi Hakan Çavuşoğlu var. Umuyorum ki Sayın Bakan, acele edelim, bakın, sizin bakanlıkta altı ayda bir, sekiz ayda bir değişiklik oluyor. Bilmiyorum, umarım, göreviniz devam eder.

MUSA ÇAM (İzmir) - Hakan Bey devam eder.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ya, umuyorum diyorum ama görevinizin ilk döneminde lütfen bu konuya... Adnan Bey hazır bu konuda, adımları hazır, dosyası hazır. Sayın Cumhurbaşkanının da bu konuda engelleyici bir tavrı olmadığını hatta bununla ilgili gerekli talimatları verdiğini de biliyorum, bir an önce çözülsün diye. İstirhamım, ivedilikle bunu çözelim. Bu seçim meselesini bu kadar önemsiyorsak bunu çözelim ve bütün vakıflarımızın bu anlamda önünü açalım Sayın Bakan, hep beraber, tekrar o kadim geleneğimizle ilgili o dar bakışlardan, o dar gömleklerden sıyrılalım derim.

Sayın Bakan, tabii, bir tek azınlık vakıflarıyla ilgili konuşmayacağım. Devlet belli dönemlerde bu vakıf mantığına, yeni kurulan vakıflarda da kendi hayal ettiği toplumu inşa etmek için yalnızca belli vakıflara güç vermiş, bu da yanlış bir bakış. Yani mesela "Fetullahçı vakıflar" dediniz. Biliyorsunuz, onların önü açıldı pek çok konuda, hani "Ne istediler de vermediniz." noktasında gerçekten büyük hatalar yapıldı. Eminim ki Hükûmetiniz de öz eleştiri yapıyordur bu konuda. Şimdi de tekrar "Dindar bir nesil yetiştireceğiz." iddiası var ve bu anlamda belli vakıfların önü açılıyor ve Millî Eğitim Bakanlığıyla ve diğer bakanlıklarla iş birliği yapılıyor, kamu kaynakları oraya aktarılıyor ve yalnızca tek bir inanca dönük olarak, tek bir bakışa, tek bir ideolojiye dönük olarak vakıfların önü açılıyor, kamu kaynakları aktarılıyor.

Ben açıkça söyleyeyim; yaptıklarımızdan, yaşadıklarımızdan ders çıkaralım. Yani tabii ki çeşitli vakıflar kurulabilir ama devlet her vakfa eşit mesafede olmalıdır. Yani toplumun faydasına olan her türlü düşünceye eşit mesafede bakmalıdır. Bu hatayı madem yaptık Fetullahçı yapılanmalarla ilgili benzer hataları yapmamamız gerekiyor, dar bakışla, korkularımızla hareket etmememiz gerekir. Bununla ilgili tekrar hata yapma olasılığımız var Sayın Bakanım. Bu konuda sizi çoğulcu bakmaya, her türlü vakfa eşit mesafede bakmaya çağırıyorum.

Alevilere ait dergâhlarla ilgili mesela Sayın Bakanım, tedbirler almanız gerekiyor. Geçmişte bunların da pek çok hakkı gasbedildi. Yani yalnızca Sünni vakıflara dönük adımlar atmadığınızı, Alevi vakıflara dönük, dergâhlara dönük de adımlar attığınızı göstermeniz lazım, azınlıklara, Hristiyanlara. Mesela Süryani vakıflarının Mardin'deki mallarıyla ilgili sorunlar var. Sayın Adnan Ertem hâkim bu konulara. Bununla ilgili önemli görüntüler vermeniz gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Bakan, bir önemli konu daha var. Şimdi, bu Alman vakıfları meselesi var, biliyorum, İçişleri Bakanlığı denetliyor ama. Devletimiz son yıllarda tekrar o kadim korkularına döndü. Tabii, büyük bir travma yaşadık, bu anlaşılır bir şey ancak işte, "Herkes hain, dışarıdan gelen ajanlar ülkemizi parçalayacaklar, şu, bu..." Hani çocukluğumuzda vardı ya, bize ilkokulda ezberletilirdi "Türk'e Türk'ten başka yoktur dost millet." Herkes düşman, herkes hain bakışı, ifrat tefritle çok kötü bir yere savrulduk. Yani dışarıdan ilişki kurduğumuz sivil toplum örgütlerine, vakıflara, her şeye bir korku, bir paranoya çerçevesinde bakarsak içimize kapanırız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ve maalesef o duruma gelmiş durumdayız. Bakın, üç ay önce hak savunucuları mesela Büyükada'da bir toplantı yaparken "Vay, bunlar ajandı, haindi, darbe planlıyordu." diye haberler yapıldı, Hükûmet manipüle edildi, Sayın Cumhurbaşkanı manipüle edildi. Ne oldu? Geçen hafta çıktılar, hiçbir şey yok çünkü delil yok ortada. Hak savunucuları sivil toplum konusunda çalışma yapıyorlar.

Bu sabah da Osman Kavala tutuklandı. Neymiş? İşte, Soros'la ilgiliymiş, bilmem ne... Ya, Sayın Cumhurbaşkanının Soros'la onlarca fotoğrafı var AK PARTİ'nin ilk kuruluş dönemlerinde ve Açık Toplum Vakfını çok iyi biliyorsunuz, neyle ilgilendiğini biliyorsunuz. Gelen kaynakları sivil toplum alanına sizin vakfınızın denetimiyle aktarıyor. Bununla ilgili, bu paranoyalara hapsolmadan bakmamız gerektiğini düşünüyorum ve birtakım unsurlara. Türkiye'nin antidemokratik bir ülke olduğu algısını yaratacak bu tip adımlarla ilgili çok dikkatli olmanızı öneriyorum yoksa başımıza yeni çoraplar örülebilir Sayın Bakanım. Bu konudaki Türkiye algısı konusunda siz ve bakışınız çok önemli olacaktır; Türkiye içe kapanan bir ülke mi olacak yoksa dünyayla ilişki kuran bir ülke olmaya devam mı edecek? Bu konuda sizin Bakanlığınızın çok önemli bir bakanlık olduğunu düşünüyorum. Bu konuda da gerçekten bir şeyler söylerseniz kamuoyunu rahatlatmak anlamında önemli olacağını düşünüyorum.

Sayın Bakan, şimdi, bu "yurt dışı türkler ve akraba topluluklar" dediniz. Bakın, oradaki sunumunuzu da gayet dikkatlice dinledim ve yurt dışında yaşayan gençlerimiz için işte, programlar düzenlediğinizi söylediniz, diaspora dediniz, çok güzel. Yalnız az önceki sunumuma tekrar döneceğim. Yurt dışında yaşayan yalnızca Türklerle ilgili, eğer ki Türk soylularla ilgili bir şeyler yapıyorsanız eksik yapıyorsunuz. Yurt dışı Türkler ve akraba topluluklar olarak Türkiye'nin yalnıza Türkiye köklü olarak yurt dışında yaşayan 9 milyon Ermeni vatandaşı var, 2 milyon en az Süryani vatandaşı var, 4-5 milyon Kürt vatandaşı var ve çeşitli topluluklardan, çeşitli inançlardan, çeşitli aidiyetlerinden milyonlarca insanı var. Bu anlamda da bu tip programları mutlaka Türkiye'den, kökü Türkiye olan, Türkiye vatandaşı olan herkese dönük yapmanız lazım, bu da çoğulcu bakışın bir göstergesi olur. Eğer bu konuda bir irade koymaya hazırsanız, ben de size bu konuyla ilgili yardımcı olmaya hazırım. Mesela yurt dışındaki bütün Ermenilerle, Süryanilerle, Rumlarla ilgili ilişkilerimiz var. Niye onları ait oldukları -onlar çünkü Sivaslı, Kayserili, Malatyalı, Adanalı, Bursalı- topraklarla tekrar ilişkilendirmeye dönük bir vizyonumuz olmasın bizim, neden olmasın? Çünkü onlar Türkiye'den maalesef, gadre uğrayarak ayrılmak zorunda kalmışlar ve tekrar vatanlarıyla ilişki kurmak anlamında, sizin o "Yurtdışı Türkleri ve Akraba Toplulukları" denen kurumunuzun veya sizin bakışı, vizyonu çok hayati olabilir. Türkiye'nin o dar gömlekte mi kalacağı yoksa daha çoğulcu bir bakışa mı sahip olacağıyla ilgili.

Sayın Bakan. diğer konulara da geçmek istiyorum. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Şimdi şöyle dedi Sayın Bakan sunumunda: "Olmazsa olmaz unsuru Türkçedir". "Dilimizi gelecek kuşaklara aktarmak." dedi. Bunların altına imza atıyorum, tekrar etmeyeyim pek çok noktada, elbette Türkçemizi öğreneceğiz. Bakın ben kendimden bir örnek vereyim. Ben Türkçeyi gayet iyi konuşuyorum değil mi arkadaşlar? Yani fena değilim. Benim ilk dilim Ermenice ve Ermeni okuluna gittim ben. İlkokulunda, anaokulunda Ermenice olarak okudum. Orada hayatıma Türkçe de girdi, Türkçeyle beraber yaşamaya başladı dilim. Siz de benzer bir durumdasınız, çok iyi biliyorum. Yunancayı ve Türkçeyi beraber yaşamış bir insansınız, biliyorum. Ama Yunancayı ve Türkçeyi beraber öğrenmişsiniz. İki dili öğrendiğim zaman inanın üçüncü dili çok daha rahat öğrendim. Pek çok arkadaşımdan... Mesela, onlar haftada yirmi saat İngilizce görürdü, benim kadar İngilizce bilmezler. Ben haftada beş saat gördüm, İngilizceyi çok daha iyi biliyorum. Gittim, İspanyolcayı da öğrendim, İspanyolcayı da şimdi gayet güzel konuşuyorum. Çünkü diller kafamda bir barış içinde, hani bir dil üstündür öbür dil eksiktir değil, bütün diller kafamda barış içinde ve çok dilli yaşamayı biliyorum. Oysa devletimiz çok dilli olmayı bir korku olarak görmüş, bir paranoya olarak görmüş. Hani bir çocuğun ana dilinde doğmasını, o dilinde ilk başta eğitim almasını, sonra ulusal dille tanışmasını, sonra evrensel dillerle tanışmasını bir paranoya olarak görmüş ve o yüzden de insanlarımız ne kendi dilini doğru düzgün konuşabiliyor, gerçekten öyle. Bakın, çoğu insan Türkçeyi doğru düzgün konuşamıyor arkadaşlar, ne ana dilini doğru düzgün konuşabiliyor ne de büyük oranda... Suriyeli mültecilere bakın, çoğunluğu İngilizceyi şakır şakır konuşurlar, bizde gidin bakın liselerde İngilizceyi doğru düzgün konuşanın oranı son derece düşüktür. Başarısızız. Niye? Dillere paranoya olarak bakıyoruz çünkü, kalıplaşmışız. Ya, Allah'ınızı severseniz, bu ülkede 80 milyon insan var, hepimiz vergi veriyoruz. Türk Dil Kurumu tabii ki olmalı ama artık bu dar kalıptan ziyade, yaşayan dillere, bütün dillere, Anadolu'nun bütün dillerine dönük tedbirler alan bir bakış olsa olmaz mı? Ermenice, bakın, Anadolu'nun kadim dillerinden birisi, UNESCO'nun yok olan diller grubuna girmiş durumda. Niye ben de kendi dilimle ilgili tedbirler alamayayım Sayın Bakan? Niye bununla ilgili devlet bir kaynak ayırmasın Ermenicenin yaşaması için? Niye Sayın Bekaroğlu'nun Lazcası yok olsun? Bakın kendisi gayet güzel konuşuyor, çocukları belki bilmiyor. Niye Lazca yok olsun? Niye bu diller burada bir arada kardeşçe yaşamasınlar, çok dilli olmanın nimetlerinden faydalanmayalım, evrensel dille beraber? Bu anlamda bu dar kalıpları artık, 2017 dünyasının... Bakın 1920'lerin, 1930'ların paradigması farklıydı dünyada ama 2017 dünyasında artık değer yaratmak istiyorsak çocuklarımızı bütün dünyaya, bütün renklere, dillere, kimliklere barışık yaşatmak istiyorsak artık yeni bir paradigmaya geçmemiz gerekir. Çok dilli olmak ve ana dili temelli çok dilli eğitim korku değildir, korku olmamalı, paranoya olmamalı.

Türk Tarih Kurumu konusunda da bir iki bir şey söyleyeceğim, bitireceğim. Sayın Başkan, biliyorsunuz o konuda da dar bir bakışa hapsolduk. Anadolu dediğimiz, kazdığınız her yerde on bin yıllık tarih çıkıyor, on bin yıllık tarih ve pek çok medeniyet, Urartu'su, Hitit'i, Roma'sı, Bizans'ı, Osmanlı'sı hepsi bizim atalarımız, ortak atalarımız. Yani üç kuşak geriye gittiğinizde hanginizin Türk, hanginizin Ermeni, hanginizin Rum, hanginizin ne çıkacağını kimse bilemez ama orada dar bir bakışa hapsolmuşuz. Demişiz ki arkadaş, "Güneş dili teorisi." Allah Allah, on bin yıllık tarihi mi tercih edeceğiz? Niye biz 1071'e hapsoluyoruz, neden? 1071'de velev ki birileri geldi ki daha önce de gelmişti, gerçekten de geldiler, daha önce de varlardı. Bakın tarih çıkıyor, İstanbul'da bir kazıda çıktı, daha da önce gelmişler Türkler. Burada yaşayanlar da vardı, bir arada yaşamayı becerdik yüz yıllar boyunca. Birbirimize şu, bu dememeye çalıştık. Niye şimdi yalnızca tek bir kimlik üzerinde bir tarih anlayışı kuruyoruz? Niye çoğulcu bir bakış, ortak tarihimiz üzerine bir anlayış kuramıyoruz? Bu anlamda bir vizyon ihtiyacı yok mu ortak tarih bakışı konusunda? Tabii ki bir ulusal bakış olmalı ama bunun çoğulcu unsurları olmalı, içinde çoğulculuk barındırmalı, ortak tarih diye bakmalı. Mesela Sayın Bakan sunumunda şöyle bir şey söyledi: "Ermeni meselesi ve Anadolu'daki Müslüman soykırımı üzerine çalışmalar yapıyoruz." Bakın, Allah'ınızı severseniz, ben tarihe gerçekten husumet olarak bakmak istemiyorum, tarihten ders çıkarmak ve vicdani, adil, adalet yönünde bakıyorum tarihe, hepimizin böyle bakması lazım. Ben Genel Kurulda "Ermeni soykırımı" dedim diye kıyamet koptu. Tamam, bunun adını başka türlü adlandırabiliriz ama Anadolu halkları Birinci Dünya Savaşı döneminde çok büyük felaketler yaşadılar, Balkan halkları da, Kafkas halkları da. Bununla maalesef ulus devletler adil bir şekilde yüzleşemediler, bütün yaşadığımız felaketlerle ilgili adil bir şekilde yüzleşemediler. Herkes kendi zaviyesinden, gerçekten kendi ölüsüyle ilgili dertlenmek ve diğer tarafı suçlamak ve hamaset üzerine bu meselenin yüz yıldır üzerinde tepiniyorlar, ölülerimizin üzerinde. Oysa adil bir çözüm mümkün, tarihe adil bir hafızayla bakmak mümkün, ölülerimizi usulüne göre gömüp bir taş koyup başında dua etmek mümkün. Neden böyle, dar bir bakış -çocuklarımıza yalnızca hamaset yükleyecek- "Ermeniler Müslümanları öldürdü, soykırım yaptı." diye suçlayacak bir bakışa hapsolalım veya tersine hapsolalım? Niye hep beraber adil bir çözüm, bir yüzleşme, bir adalet duygusuyla bu meseleleri çözemiyoruz? Ortak bir hafıza ve gerçek bir tarih üzerinde bu meseleleri çözüp geleceğe bakamıyoruz? Gerçekten üzüldüm, 2017 Türkiyesinde Türk Tarih Kurumunun uğraştığı bu konuda gerçekten üzüldüm Sayın Bakan. Bu anlamda da gerçekten sizlerin, Hükûmetinizin ilk kuruluş yıllarındaki iddiaları çok farklıyken şu anda yeni, farklı bir yere savrulmamasını arzu ediyorum.

Son olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GARO PAYLAN (İstanbul) - İki dakikam varsa AFAD'la ilgili bir iki şey söyleyeceğim yoksa kalabilir, sorun yok.

BAŞKAN - Toparlarsanız memnun oluruz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tamam.

Özür dilerim, AFAD değil TİKA.

Sayın Bakan, dün AFAD'la ilgili konuştuk çünkü. Sayın Recep Akdağ buradaydı, o da yeni bir bakanımız ve ben ona şunu sordum: Sayın Cumhurbaşkanımız 2015 yılında dedi ki: "Biz 10 milyar dolar para harcadık." yani dünyadaki ve Türkiye'deki mülteci meseleleriyle ilgili. 2016'da dedi ki: "20 milyar dolar para harcıyoruz." Sonra dedi ki: "30 milyar dolar para harcıyoruz." Yani o tabii ki Suriyeli mültecilerle ilgili bunu söylüyor ama. "Dünyada gayrisafi yurt dışı hasılasına göre 2'nciyiz." dedi. Yani bütün bu yardımlarda 2'nciyiz diye söyledi hatta gayrisafi yurt dışı hasılasına göre 1'inci olabiliriz diye söyledi, 1'inciyiz ya da olabiliriz diye söyledi. Şimdi, gerçekten ben hassaten rica ediyorum. Bize bu hesabı veren kimse olmadı, ben defalarca soru önergesi verdim, defalarca. Bu 30 milyar dolarla ilgili de gayrisafi yurt içi hasılaya göre 1'inciyiz iddiasıyla ilgili de, bütün bakanlıklar boyutuyla. Deyin ki arkadaş "Biz bütçeden şu kadar parayı, şu bakanlıktan, şu müdürlükten, şöyle şöyle topladık, bu hesaba göre 1'inciyiz." diye gösterin. 30 milyar dolarla ilgili de dün cevap alamadığım için size de Hükûmet adına soruyorum. O hesabı lütfen verin. Hangi bakanlıktan, ne şekilde, nasıl harcandı? 30 milyar dolar 115 milyar TL yapar ya! Nasıl harcandı, nereden çıktı, hangi bakanlıktan? Bir hesabını lütfen verin, hem TİKA yani 1'inci olma iddiasıyla ilgili hem de Suriyeli mültecilerle ilgili, 30 milyar dolarla ilgili.

Teşekkür ederim.