KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, Sayın Bakan; ben de öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, siz sunumunuzda kendi cephenizden iyi bir analiz yaptınız ve bu analizi ortaya koyarken Avrupa'nın şu anda yaşamış olduğu kriz ve bu krizin karşılığı neler olduğunu, neler yaşandığını iyi betimlediniz, iyi ortaya koydunuz ve buna da "varoluşsal bir kriz" dediniz, işte "Ontolojik bir sorun yaşıyor." dediniz fakat bunu yaparken de kanımca bir parçalı tutum, bir parçalı yaklaşım ortaya koydunuz. Bu parçalı yaklaşım ve tutumu ortaya koymak ne yazık ki olguları çözümlemek, olayları ele almak ve olayları çözme noktasında çok eksik bir yaklaşımdır. Yani Türkiye'deki mevcut varoluşsal krizi de bununla bağlantılı bir şekilde değerlendirip buradan doğru küresel anlamda yaşanan krizle bütünleştirebilseydiniz belki oradan bir çıkışı öngörmek, o çıkış üzerinden bir çözüm önermesi sunmak daha kolay olabilirdi. Bu yapılmadı, bu yapılmadığı için de biraz önce arkadaşların dile getirdiği gibi, HDP'yi suçlarken, HDP'yi itham ederken kullandıkları dil ile aslında sizin ortaya koymuş olduğunuz dil ne yazık ki birbirine benziyor. Yani Hegel'in aslında yöntem üzerine çok güzel bir değerlendirmesi var. Hegel der ki: "Gerçek bütündür, bütün gerçektir." Yani Alman felsefesinin ve Avrupa felsefesinin kurucu unsurlarından ve kimliklerinden biridir. Dolayısıyla bu mantalitesi, bu mevcut bakış açısı da Avrupa'daki aydınlanmaya, özellikle diyalektik yöntemi Avrupa'daki aydınlanma felsefesine önemli katkılarda bulunmuştur ve hâlen de bu diyalektik yöntem yaşamın bütün alanlarında kullanılıyor. Dolayısıyla biz bu diyalektik yöntemi, bu bütüncül yaklaşımı kendimizden başlatarak olaylara, olgulara yaklaşımda esas almazsak sorunlarımızı da çözemeyiz.

Bugün Avrupa Birliğine girişimizin temel nedeni nedir, niye Avrupa Birliğine girmek istiyoruz? Avrupa Birliği bizim açımızdan neyi refere ediyor? Bunları da ortaya koymak oldukça önemlidir. Dolayısıyla bu konuda bir iki şey söylemek gerekirse, hepinizin de bildiği gibi, değer ve olgu sistematiği üzerinden yaklaşıldığı takdirde Avrupa'nın neresinde olduğumuz da daha iyi, net anlaşılacaktır. Avrupa'daki olgusallığı, Avrupa'daki o pozitivist mantığı eğer biz esas alıp bunun üzerinden bir bakış açısıyla Avrupa'yla bütünleşme gibi bir siyaseti güdersek bu tarzımız hâliyle bir yerde tökezleyecek ve bir yerde sorun alanı hâline gelecek ve az önce ifade ettiğim parçalı, bütüncül olmayan bir tutuma bizi sevk edecektir.

Diğer yandan, eğer değerler üzerinden, Avrupa'nın yüzyıllardır biriktirmiş olduğu değerler üzerinden bir yaklaşımı esas alırsak ve olgularını da bir realite olarak kabul edersek bu daha bütüncül bir yaklaşıma denk geldiği için daha kapsayıcı, daha çözümleyici olacaktır. Bugün Türkiye'de yaşadığımız sorunlar da aslında buna benzer bir sistematik içerisinde gerçekleşiyor yani Türkiye'de de yapısal bir kriz sorunu var, bir iktidar olma sorunu var. Bu iktidar olma sorununu biz daha reel, daha demokratik yöntemlerle ve özgürlükleri esas alan bir çerçevede çözmediğimiz takdirde sorunların altından kalkamayız. Yani Avrupa'ya bakışımızda da buradaki mevcut yaklaşımlarımızda da böylesi bir yöntem bizim için daha kazandırıcı olur diye düşünüyorum.

Az önce arkadaşlar da ifade etti yani bir şikâyet dilinin kullanılması, bir eleştirinin geliştirilmesi tamamen böyle ön yargılarla, peşin kabullerle mahkûm edilmeye çalışılıyor. Yani, biz asla, hiçbir zaman hem parti olarak da hem anlayışımız gereği şikâyet eden ve bunun üzerinden kendisine yaşam alanı açan bir pozisyonda olmadık, daha çözümleyici, daha demokratik yaklaşmaya çalıştık. Şüphesiz, yaklaşımlarımızda kimi eksiklikler, kimi yetersizlikler olmuş olabilir. Bu, eşyanın ve yaşamın doğası gereği kabul edilmelidir. Zaten demokrasinin kendisi birbirini bütünleme, birbirini tamamlama rejimidir, birbirini tamamlama anlayışıdır. Dolayısıyla biz bugün bir demokrasiden söz edeceksek kendimizi merkeze alan, ötekini karşımıza alan bir tutumla yaklaştığımız takdirde bunun adı "demokrasi" olmaz, bunun adı "tekçilik" olur.

Bugün Avrupa'dan umduğumuz, Avrupa'dan beklediğimiz şey, Avrupa'nın daha barbar, daha böyle Orta Çağ anlayışıyla süregelen o geri yönleri asla değildir. Avrupa'nın, az önce de sözlerimde ifade ettiğim gibi, yüzyıllardır bu barbarlığa karşı, bu Orta Çağ anlayışına karşı biriktirmiş olduğu demokrasi mücadelesidir. Dolayısıyla bunu buradan ele alıp sorunlarımızı bu çerçevede masaya yatırmamız en sağlıklı yöntem olacaktır.

Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye'de -az önce arkadaşlar da ifade etti- OHAL rejimi, kanun hükmünde kararnamelerle, yargının siyasallaşması, sistemin giderek otoriterleşmesi ve tekleşmesini beraberinde getiren bir sürü uygulamalarla karşı karşıyayız. Bu uygulamalar, ister istemez yaşamın ciddi bir şekilde demokratik yönünü dumura uğratıyor, demokratik yönünü aksatıyor. Buna ilişkin, bizim demokratik yönlere dair geliştirmiş olduğumuz eleştiriler de şikâyet olarak algılanıyor veya farklı niyetlerle kriminalize edilmeye, mahkûm edilmeye çalışılıyor. Bu bakış açısı zaten zihinsel olarak aslında çok sakat, çok çarpık bir bakış açısıdır. Dolayısıyla biz eğer sorunlarımızı çözeceksek öncelikli olarak zihinlerimizdeki değişimi, dönüşümü gerçekleştirmek durumundayız. Biz çok iddialı, çok böyle hani her şeyi kendimize tanımlamışız gibi bir nokta olarak asla algılanmasın ve biz-siz noktasına getirilmesin. Az önce de dediğim gibi, demokrasinin gereği birlikte hareket etmek, ortak paydaşları bulabilmektir, bunu gerçekleştirebilmektir, insanın doğasıyla, insanın yaşamıyla karşı karşıya kaldığı sorunları çözebilme iradesidir ama bu iradeyi ortaya koyarken de özellikle Avrupa Birliği sürecinde yaşamış olduğumuz sıkıntıları da göz önünde bulundurarak daha bütüncül bir yaklaşımı kendimizde gerçekleştirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde sorunları çözmemiz de mümkün değildir yani böyle birbirimizi suçlayan, birbirimizi itham eden, hele hele bir akademisyen arkadaşın söylemlerinde aslında olmaması gereken... İşte az önce arkadaş ifade etti, "Bu akademisyenler başka bir ülkede konuşsaydı belki öldürürlerdi." gibi bir şey söyledi. Bu, çok kabul edilemez bir yaklaşım, bir tutumdur. Yani demokrasilerde ille her şeyi sizin gibi düşünmesini, ille her şeyi sizin düşündüğünüz formatlarda ifade edilmesini bekleyemezsiniz. Ötekinin de farklı düşünebilme, ötekinin de farklı düşünceleri, farklı yaklaşımları olabileceğini tolere etme anlayışıdır. Dolayısıyla bu tolere durumu yaşamın bütün alanlarında eğer gerçekleştirilmezse, eğer bu esas alınmazsa hiçbir adım ileriye gitmemiz de hiçbir mesafe katetmemiz de mümkün değildir. Yani bugün partimizin karşı karşıya kalmış olduğu sorunlar, toplumun diğer kesimlerinin karşı karşıya kalmış olduğu sorunlar bir bütün olarak bu mevcut zihniyetten kaynaklı gerçekleşmektedir. Yani Avrupa Birliği sürecinin akamete uğraması da bundan kaynaklıdır. Bugün Avrupa'da sağ gelişmişken Türkiye'de bu anlamda tekçi otoriter ve güvenlikçi politikalar yükselmekte ve bu yükselen özellikler birbiriyle buluşan ve birbirini gerileten bir noktadadır. Dolayısıyla bizim bütün bunlara karşı çıkmamız gerekiyor, bütün bunların karşısında olması gerekeni, doğal olanı paylaşmamız gerekiyor. Bunun da esası nedir? Demokrasidir, özgürlüklerdir. Bunu yapmak ve bunu esas almak gerekiyor. Aksi takdirde sorunları çözmek de dediğim gibi mümkün değildir ve bu bakış açısıyla da asla çözmemiz de mümkün olmayacaktır. Oradan hareketle ben Avrupa Birliği projesinin çok önemli olduğunu, Avrupa Birliği projesinin aynı zamanda bir bilinçlenme süreci olduğunun farkına vararak yaklaşmamız gerektiğini, bunun bugünden yarına gerçekleşen bir şey olarak ele alınmaması gerektiğini, tamamen böyle lokalize edilerek, belli bir sınıra hapsedilerek bu sürece yaklaşımın beraberinde birçok sancı ve sıkıntı getireceğini ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Son sözünüzü alayım lütfen.

İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Toparlayayım.

On yıllık, on beş yılık süre içerisinde kimi yaşanan sorunlara karşı böyle reflekslerimizle hareket ederek toptancı yaklaşımlarla, böyle kaba, retçi yaklaşımlarla bunun karşısında durmak kesinlikle doğru bir tutum ve yaklaşım değildir ve demokratik bir yaklaşım da değildir. Ben bu varoluşsal krizin sadece bizimle ilgili olmadığını, sadece Avrupa'yla ilgili olmadığını, Orta Doğu merkezli küresel bir kriz olduğunu ve bu krizde yegâne çözümün de demokratikleşmekten geçtiğini ifade etmek istiyorum ve altını da çizmek istiyorum.

Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.