| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı b) Avrupa Birliği Bakanlığı c) Türk Akreditasyon Kurumu ç) Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 13 .11.2017 |
SALİH CORA (Trabzon) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, değerli Komisyon üyelerim; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanımızın yapmış olduğu konuşma bilgilendirici, ikna edici ve kapsayıcı bir konuşma, kendisine teşekkür ediyoruz.
Hülasa, konuşmasında Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler, kısacası, uzun ince bir yolda olduğumuzu göstermektedir. Bunun nedeni, Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin elli yılı aşkın bir süreye dayanması.
Bilindiği üzere, Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkisi 1959'da dönemin Başbakanı merhum Adnan Menderes'in topluluğa ortaklık başvurusuyla başlamış, "ortaklık anlaşması" dediğimiz Ankara Anlaşması 12 Eylül 1963'te imzalanmış, 1 Aralık 1964'te de Türkiye bunu kabul etmiştir. Şunu baştan kabul etmek gerekir ki Türkiye ve AB, ayrı ayrı medeniyet havzalarının, kültürel aidiyetlerin, tarihî referansların ve siyasi geleneklerin temsilcileridir. Bu durum, zaman zaman yaşanan ve bugün de yaşanmakta olan durağanlıkların olduğu kadar dalgalanmaların da sebebidir.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği şu anda 28 üye ülkesiyle birlikte bir değerler birliğidir. Bunu da siyasi ve ekonomik kriterler olarak tanımladığı Kopenhag Kriterleri ve Maastricht Kriterleri'yle bir norm hâline getirmekte ve birliğe üye olmanın şartı olarak görmektedir. Türkiye ise 78 milyonluk Müslüman, Avrupa'dan daha genç nüfusa sahip, NATO üyesi olarak hem bu kriterleri kabul etmekte hem de bu coğrafyada coğrafyasının gücü yanında dezavantajlarını da taşıyan, bin yıllık devlet geleneğine sahip güçlü bir ülke. Avrupa Birliği tercihi Türkiye'nin, esasında, özünde değerler dünyası tercihidir. Son dönemde AB'yle aramızda anlaşmazlıklar olarak ortaya çıkan durumdan aslında Türkiye'nin konumundan da kaynaklanan fakat birliğin bunu maalesef görmezden gelip AB normlarının ihlali ya da yerine getirmeme olarak gördüğü, bahaneli siyaset yaptığı ve Avrupa Birliğine katılıma engel gösterdiği durumlardır.
Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; Anadolu'da güzel bir söz vardır, teşbihte hata olmaz: "Yâri güzel olanın gözüne uyku girmez." Bizim yârimiz Türkiye, ülkemiz, derdimiz de Türkiye'nin büyümesi, gelişmesi, milletimizin çıkarları. Gözümüze uyku girmemesinin nedeni de budur. Evet, Türkiye olarak biz AB'yle müzakerelerde üye olma vecibelerini birçok üye ülkenin yerine getirmediği kadar Avrupa Birliği müktesebatına uygun yerine getirmemize ve girmeye aday ülkelerden daha iyi olmamıza rağmen Avrupa Birliği üye olmak isteyen hiçbir ülkeye dayatılmayan özel statü ya da ayrıcalıklı ortaklık gibi statüleri Türkiye için uygun görmekte, Türkiye'nin yaptığı reformlar Batı'nın ebedi hastalığı oryantalist bir bakışla küçümsenmekte, Türkiye'yi değerler dünyasının eşit üyesi değil, ötekisi olarak görmektedir. Bu hem yanlış hem de bize karşı yapılan bir haksızlıktır. Avrupa Birliği iğneyi bize, çuvaldızı kendisine batırmalıdır.
Az önce ifade ettiğim gibi Selçuklu'dan, Osmanlı'dan tevarüs eden büyük bir medeniyet havzasında, Doğu'yla Batı'nın kesişme noktasında bulunan çok kültürlü farklı inanç ve inanışlara ev sahipliği yapan, Sayın Bakanımızın, sizlerin de kendi ifadenizle millî ve evrensel değerler toplamı olan Türkiye'nin 28 üyeli Avrupa Birliğine girmesinin siyasi anlamı 28 üyeli olmasının sayısal anlamından çok daha fazladır. Aslında Batı'nın kültürel, dinî, siyasal öteki olarak görmek istediği Türkiye'nin birliğin içinde bulunması, Avrupa Birliğinin küresel boyutu ve çoğulculuğa açık yanının da turnusolü olacaktır diye düşünüyorum. Diğer bir deyişle AB'nin küresel boyuttaki iddiası Türkiye'nin birliğin içinde yer bulmasıyla güçlenecek, AB ilk defa öteki gördüğü Müslüman Türkiye'yle bir arada yaşama tecrübesini yakalayacaktır. Genişleme ve küresel iddia taşıma gayesiyle bulunan Avrupa Birliğinin Türkiye'den vazgeçmesi mümkün olmadığı gibi Türkiye'nin konumu da AB için bir stratejidir ve stratejik bir durumdur. Bu durum Avrupa Birliği karşısında Türkiye'nin güçlü yanlarını da oluşturmaktadır. Avrupa Birliği eğer kendisine atfedilen bir değerler birliği iddiasının taşıyıcısı olacaksa bu sınavı başarıyla vermelidir. Türkiye'nin siyasi aklı ve yönetme pratiğini kasıtlı bir biçimde Türkiye aleyhinde dezenforme eden siyasi sivil yapılara, sivil toplum örgütlerine itibar etmemesinin yanında, kendisine AB perspektifini bir devlet politikası olarak benimseyen demokrasi ve insan haklarının güçlenmesi, serbest piyasa ekonomisinin kurumsallaşması, herkesin kendi olarak var olabildiği yaşam standartlarının kökleşmesini amaç edinen Türkiye'yi birlik fikrinden uzaklaştıracak, toplumda Avrupa Birliğine karşı bu karşıtlığı benimsettirecek zorlama siyasetleri uygulamadan vazgeçmelidir. Bu durum Türkiye olarak bizim de yapmamız gerekenler olmadığı anlamına gelmemektedir. Türkiye'nin AB'ye girme iradesi bir Stockholm sendromu değil, evrensel birçok değerleri diye kodlanan değerlerden kopmamak gerektiğinin iradesi olarak değerlendirmeliyiz. Biz yapısal reformlara devam etmeliyiz, katılım müzakerelerinin canlandırılmasına çalışmalıyız. Schengen'siz Avrupa dolaşımı yani vize hakkı başta olmak üzere son dönemdeki mülteci sorunlarındaki aleyhimize olan asimetrinin giderilmesi temelindeki bir diplomatik mücadeleyi sizlerle beraber sürdürmeliyiz diye düşünmekteyim.
Bu vesileyle önümüzdeki yılın müzakere açısından da olumlu geçmesini temenni ediyorum. Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.