KOMİSYON KONUŞMASI

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri ve Hükûmet üyeleri; şimdi, ben Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum, bayağı kapsamlı ve analitik bir sunum yaptı, bir çerçeve sundu.

Başta şuradan başlayayım, Halkların Demokratik Partisi olarak çok çok tehlikeli gördüğümüz bir eğilimi paylaşayım ben sizinle. Yani başını Almanya'nın çektiği birtakım ülkeler, Türkiye-Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri, çerçeveyi tam üyelik çerçevesinden çıkarıp, bunu böyle stratejik partnerlik ya da iyi komşuluk çerçevesine almaya çalışıyorlar. HDP olarak hem yazılı hem de sözlü olarak bütün platformlarda bunu son derece net bir şekilde eleştirdik, bunun yanlış olduğunu söyledik. Yani, işte Avrupa Birliği "Türkiye'yle göç konusunda, güvenlik konusunda, terörizmle mücadele konusunda biz çalışalım ama onun dışında herhangi bir hukukumuz olmasın." gibi bir yaklaşım içerisinde ve bu her geçen gün daha fazla belirginleşiyor. Şu an Avrupa Birliği içerisindeki tartışmalarda Türkiye'yle ilişkilerin kesilmemesini söyleyenler, birtakım değerleri savunan ülkeler filan değil, daha çok işte Akdeniz'de sıralanmış, özellikle de göçmen konusunda ciddi sıkıntı yaşayan işte İspanya'dır, İtalya'dır, hatta Yunanistan'dır, Fransa'dır kısmen; bunlar direnç gösteriyorlar. Yani, Türkiye'ye bizim ihtiyacımız söz konusu, böyle bugünden yarına atabileceğimiz bir durum değil. Sayın Bakanım da bahsetti, evet Türkiye'nin stratejik bir konumu var ama değerler noktasında Avrupa ile Türkiye arasındaki mesafe inanılmaz artmış. Sadece Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki formel ilişkiler yapısal anlamda kriz içinde değil, Avrupa kamuoyu ile Türkiye kamuoyu arasındaki mesafe inanılmaz açılmış; kültürel mesafe açılmış, iletişim mesafesi açılmış yani dışarıdan Türkiye'ye baktığınız zaman, yabancı basını takip ettiğiniz zaman, özellikle Avrupalı basını takip ettiğiniz zaman yani Türkiye'nin nasıl resmedildiği konusunda dehşete kapılırsınız yani biz burada yaşıyoruz o kadar dehşet içinde değiliz. Ki biliyorsunuz, HDP olarak çok sıkıntılı süreçler yaşıyoruz.

Sayın Bakanın konuşmasında Avrupa'da Türkiye'ye karşı önemli oranda oryantalist böyle bir eğilimin olduğunu ifade etti; ben kısmen katılıyorum buna. Gerçekten, Avrupa'da yabancı düşmanlığı artmış, özellikle bu göçmen krizi sadece demografik bir mesele değil Avrupa için yani 3 milyon insanı doyurabilir Avrupa, öyle bir sıkıntıları yok fakat bu göçmen krizi, Avrupa siyasetinin kimyasını değiştirmeye başladı. İşte, aşırı sağcı partiler, faşist partiler kurumsallaşıyorlar, güçleniyorlar filan ve bunlar hem Hükûmete karşı, Cumhurbaşkanına karşı, Türkiye'ye karşı çok ciddi bilenmiş durumdalar. Yalnız Sayın Bakanım, bizim gözlemlediğimiz şöyle bir durum söz konusu: Şimdi, bunlar zaten Şarkiyatçı tamam, bunlar zaten ırkçı, tamam, bunlar zaten iflah da olmaz kesimler... Yalnız biz sıkıntıyı başka bir yerde görüyoruz. Bakın, hem Avrupa Parlamentosu hem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Türkiye'nin aleyhine oy kullananlar, Avrupa Parlamentosunda işte "Müzakereleri keselim." diyen kesimler, daha doğrusu keselim değil de "Geçici bir süre askıya alalım, birtakım koşullara bağlayalım." Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Türkiye'yi izleme sürecine tekrar yeniden aldıran, ki Türkiye bu konuda bir ilke imza attı maalesef o süreçte. Orada Türkiye'ye karşı ciddi muhalefet gösterenler, on yıl önce AK PARTİ iktidarını sonuna kadar destekleyen kesimler. Sosyal demokratlar mesela, yeşiller, hatta solcular yani yeri gelmişken eleştirelim, Hükûmet bütün o platformlarda ne kadar sağcı, muhafazakâr, Türkiye karşıtı insan varsa onlarla oturup kalkıyor ama gerçekten on yıl önce işte özellikle sosyal demokratlar çok ciddi hayal kırıklığı içerisinde, solda olanlar, yeşiller hani bunlar biraz daha ırkçılığa karşı konum almış kesimler, şu an ellerimiz kollarımız bağlı ve birçoğu yaptıkları konuşmada sürekli, Türkiye'nin Avrupa Birliğine nasıl destek olduklarını, bu entegrasyonun ne kadar önemli olduğunu söylüyor, sonra da hayal kırıklıklarını diziyorlar.

Şimdi, AKPM'nin yaptığı oylamada -tam olarak hatırlamıyorum ama- ciddi bir farktı, 40'a 110 küsurlu bir farkla izleme sürecine alındı Türkiye. Avrupa Parlamentosunun aldığı kararda da çok ezici bir fark söz konusuydu. Onun için söylüyorum, mesele sadece işte formel anlamda AB kurumları ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulması değil. Avrupa kamuoyu genel anlamda, Batı genel anlamda Türkiye algısında çok ciddi sorun yaşıyor.

Şimdi, Sayın Bakanım, tabii Avrupa'yı eleştirelim, Avrupa Birliğini eleştirelim, belki hiçbir zaman da Türkiye'yi o Birliğin içerisine almayacaklar; kültürel sebeplerle, ideolojik sebeplerle olabilir ama Avrupa Birliği sürecine bir sonuç yani nihai noktasını düşünmek yerine bir süreç olarak düşündüğünüz zaman, bakın 2002-2010 arası asker-sivil dengesinin kurulmasında Avrupa Birliği sürecinin inanılmaz katkıları oldu. Bugün Hükûmetin lafa tuttuğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Hükûmetin defalarca yanında yer aldı. Bugün yerin dibine geçirdiğiniz Venedik Komisyonunun kaç tane kararı var; AK PARTİ 2002-2010 arasında o ciddi badireleri atlatırken Türkiye'de sivilleşme, demokratikleşme alanında. Dolayısıyla 2010-2011'den sonra ciddi anlamda bir dönüşüm olduğunu görüyoruz. Bu, yapısal bir dönüşüm. Türkiye'nin iç siyasetinde, Avrupa'yla olan ilişkilerde gelinen noktada fiiliyatta durmuş bir müzakere süreci söz konusu. Gümrük Birliğinin güncellenmesini yani işte kamu ihaleleriyle tarımı kapsayacak şekilde bunu yapmayacaklar görünüyor, doğrudur, onları da tehdit olarak kullanıyorlar. Yani Sayın Bakanım, bu göçmenler konusunda bakın Avrupa'da -çalışma alanımız olduğu için takip ediyoruz sürekli- gerçekten artık onur, gurur meselesi yapmışlar "Göçmen krizi niye bize karşı tehdit olarak kullanılıyor?" gibi. Yani "Kamyonlara, gemilere koyarız biz, mültecileri göndeririz, Avrupa görür gününü." diyecek söylemler bu devletin en üst düzeyinden çıktı. Bu açıdan yani bu evet göçmen krizi bugün Türkiye'de var, evet yani 3 milyon insan burada bir şekilde barınıyor. Ben bunun hepsini hümaniter birtakım saiklerle açıklayamıyorum. Göçmenler Türkiye'de ucuz iş gücü olabiliyor, Avrupa'ya karşı bir koz olabiliyor, Suriye'nin geleceğinde Türkiye'nin elinde başka bir koz olabiliyor yani çok kullanışlı bir kart gibi de orada duruyor; maalesef, bizim gözlemlerimiz bu yönde. Artı, Avrupa bir göçmeni aldığı zaman Sayın Bakanım, bir göçmenin, bir şahsın, bir küçük göçmen çocuğunu götürün 40-50 bin euro masrafı vardır bir Avrupa ülkesine. Eğitimi vardır, işte entegrasyonu vardır, dile gider para verirler. Türkiye ne... Salıyoruz Aksaray'da mendil satıyor, bize herhangi bir yükü filan yok ki. Devlet olarak, kaç kuruş harcamışız? Ya, insani koşulları filan verdiğimiz filan yok. O konuda biraz farklılaşıyoruz.

Toparlamaya çalışayım. Şimdi, Hükûmetin seçim öncesi, bu Alman seçimleri öncesi biliyoruz hem Hükûmet hem Cumhurbaşkanı bunlar seçime yönelik şeylerdir, bunlar şimdi seçimden sonra biz durumu toparlarız.

Değerli arkadaşlar, böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye ile Avrupa Birliği Avrupa kurumları arasındaki kriz yapısal bir kriz hâlini almıştır ve 5 insan hakları aktivistinin bırakılmasıyla öyle çok kolay çözülebilecek bir durum değildir. Avrupa'daki kanaat şudur: "Türkiye -aynen böyle diyorlar- artık bir hukuk devleti değildir." Bu konuda kanaatleri net. Hele hele bu başkanlık referandumundan sonra bakın yarı öbür gün Avrupa'nın bütün kurumlarıyla şu sıkıntıyı yaşayacaksınız "Yasama, yürütme yargı birbirinden ayrı değil ve yargı bağımsız değil." Alın size yapısal bir kriz. Şimdi 2002, 2003, 2004, 2005 bir reform süreci yaşadı Türkiye. Bu reform sürecinde Türkiye'nin hukuk sistemini, idari sistemini Avrupa'yla uyumlaştırmak için onlarca reform yaptı. Geldiğimiz noktada elimizdeki sisteme bakıyoruz güçler ayrılığı itibarıyla, hukukun üstünlüğü itibarıyla, şimdi bekliyorlar, hele uyum yasaları çıkardığımız zaman, biz Mecliste onların taleplerini karşılamadığımız zaman ilişkiler tam bir kopma noktasına gelebilir. O zamana kadar mülteci krizine de kendilerince bir çözüm bulabilirlerse çok daha agresif olacaklardır.

IPA Fonlarına dair çok küçük bir şey söyleyeyim. Doğrudur, Sayın Bakanım, hukuk alanına en fazla kaynak aktarıldı bu katılım öncesi fonlardan. Fakat "625 milyon avro" dediniz. Şimdi biz sonuca bakıyoruz, sonuç ne şu an? Yani şu an Türkiye'deki hukuk sistemi tam anlamıyla çökmüş, Türkiye nüfusunun yüzde 70'i yargıya güvenmediğini söylüyor. Bunun içerisinde yüzde 25 yani AK PARTİ'ye oy verenlerin yarısı da yargıya güvenmediğini söylüyor. Böyle bir içler acısı durumdayız. Bizim IPA Fonları konusunda Avrupa Birliğiyle yaptığımız görüşmelerde yani "Bu HDP sürekli olarak bizi dışarıda gammazlıyorlar, işte hainlik yapıyorlar." falan diyor, biz pozisyonumuzu da çok açık bir şekilde söyleyelim. Biz şunu söyledik, dedik ki: "Para veriyorsunuz, lütfen bu paranın nasıl harcandığına dikkat edin." Mesela hukuk alanına para veriyorsanız bu hukuk kurumlarının Avrupa Birliğiyle gerçekten uyum hâlinde olup olmadığına bakın. Amacı dışında mı kullanılıyor? Polise mi veriyor mesela. Polis Avrupa Birliği standartlarına mı geliyor? Takip edin. Eğer öyleyse daha fazla verin. Ama eğer öyle değilse, ki biz yargı alanında böyle olmadığını düşünüyoruz, onu alın mesela sivil toplum kuruluşlarına verin. Bu gelen talebi biz defalarca şu an "yapacağız" dedikleri yani hukuk ve sivil topluma kaynak aktarmada hem yazılı hem sözlü olarak bizim talebimiz olarak geldi. Bunu çok tartıştık.

Şimdi şöyle toparlayayım: Sayın Bakanım, biz bu çarşamba günü bir heyetle Avrupa Birliğine üye ülkelerin müsteşarlarıyla bir toplantı yapacağız, dönem dönem yapıyoruz, üç dört ayda bir yan yana geliyoruz, soruları oluyor, sorularını cevaplandırıyoruz. Yani "Ne oluyor, HDP ne düşünüyor?" gibi. Şimdi ben gideceğim, Ayhan Bey olacak -parti sözcümüz yeni cezaevinden çıktı biliyorsunuz- 2'de hukuk işlerinden sorumlu bir arkadaşımız, Ayşe hanım, bir başka vekilimizle gideceğiz. Gideceğiz, 27 ülke artı 2 ülke Norveç, İsviçre onlar da takip etmek istiyorlar. Orada bize diyecekler ki: "Evren Çevik nerede?" Evren Çevik bizim on yıldır danışmanımız. DBP'de, DTP'de danışmanlık yapmış, iki yıldır ben kendisiyle çalışıyorum, bir doktora öğrencisi, kamu yönetimi çalışıyor, kıymetli, 2 çocuk babası bu sene ikinci defa baba oldu, şu an göz altında, bu sabah almışlar. Ben Bingöl'den buraya yetişmeye çalışırken almışlar "Terör örgütü propagandası." diye. Buradan çıkarsam, yetişirsem gidip eşini çocuklarını da göreceğim. Diyecekler ki nerede? Diyeceğiz: "Vallahi, Evren çevik işte on yıldır hepinizin tanıdığı şu anda terörle mücadelede orada ifade veriyor." Bundan üç gün önce de bir dava açtılar kendisi hakkında terör örgütü üyeliğinden. Orada da şöyle suçlamalar var, ben kendim okudum inanamazsınız. Diyor ki: "2009 yılında Ahmet Türk Avrupa'ya gitmiş, siz PKK terör örgütü üyesi olarak onun programını yapmışsınız." Çocukcağız diyor ki: "Ya, Ahmet Türk parti başkanı, ben de bu partinin dış ilişkiler danışmanıyım. Evet yaptım ama bu benim resmi görevim yani yapmasam beni işten atacaklar." Böyle komik gerekçelerle çocuğun hayatını neredeyse kaydıracaklar. Şimdi bunu şunun için söyledim Sayın Bakan: Şimdi biz gideceğiz oraya bize soracaklar bunları. "HDP ne düşünüyor?" Birinci vereceğim örnek bu. Bu Hükûmeti gammazlamak için filan değil yani Türkiye'nin dışarıdaki imajını bozmak için değil. Eş başkanlarımız cezaevinde, belediye başkanlarımız cezaevinde. Danışman alamıyorum ya, iki aydır danışman alacağım, dış ilişkiler danışmanı alacağım doktora öğrencisi, pırıl pırıl, yurt dışında doktora yapmış, "Güvenlik gerekçesiyle alamazsın." diyor Altı aydır danışmansızım yani. Bize sıkıntılarınızı soracaklar. HDP'yi bir parti olarak boğmaya çalışıyorlar. Sadece HDP değil basın üzerideki yasakları biliyorsunuz. "Sivil toplum" diyorsunuz, Osman Kavala'yı götürdüler, aldılar içeriye, sanırım şahsen birçok insan tanıyor, sivil toplum alanında çalışan insanlar tanıyorlar en azından.

Şimdi hâl böyleyken Sayın Bakanım size 350 milyon kadar bir bütçe veriyorlar ve diyorlar ki: "Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi düzenleyin, toparlayın." Vallahi biz de diyoruz ki: şahsi anlamda bir problemimiz yok diğer sayın bakanlarımızla ama Sayın İçişleri Bakanıyla Sayın Adalet Bakanının bu uygulamaları böyle devam ettiği müddetçe size 350 milyon değil 3,5 milyar bütçe versek Türkiye'nin algısını orada değiştirmek mümkün olmaz. Dolayısıyla biz şunu söylüyoruz: Dış politika içeride başlar. Özellikle Türkiye-AB ilişkilerinde evde bu kadar kırık dökük varken, basın üzerine akademi üzerine, sivil toplum üzerine, siyaset üzerine, yerel yönetimler üzerine bütün bunlar varken ve bunlar Avrupa Parlamentosunun, Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Konseyinin raporlarına, Venedik Komisyonunun raporlarına girip referans belge olmuşken meseleyi sadece "Vallahi Avrupalılar bize düşman yani biz her şeyi doğru yaptık, Avrupalılar bize düşman"la biz götüremeyiz. Bu durumdan biz de şikâyetçiyiz. Yani ben sürekli olarak bir buçuk yıldır HDP'nin dış ilişkilerine bakıyorum, size yemin ediyorum haftanın üç günü gözaltı tutuklama raporları yazıp sağa sola gönderiyoruz. Artık kimse kalmadı. Bingöl'deyim 6 ay içindi 4 il başkanım, 5 ilçe başkanım hepsi içeride 50, 60 yaşında emekli öğretmenler, il başkanlarımız hepsi içeride. Suç ne? Terör örgütü. Bazen soruyoruz "Hangi terör örgütü?", bunu karıştırdılar.

Şimdi, Avrupa darbe konusunda yeterli tavrı almamış olabilir, erken almamış olabilir ama bakın bu memleket hukuki açıdan, siyasi açıdan, idari açıdan inanılmaz bir krizin içerisinde ve bu ekonomik krizi daha da derinleştiriyor. Dolayısıyla bizi önerimiz, özellikle bilmiyorum yapabiliyor musunuz dönem dönem diğer bakanlarla da görüşüp yani bunun şöyle bir tartışmasını yapmak, yoksa sadece Dışişleri Bakanı Mevlüt Bey için de söylüyorum ve Avrupa Birliği Bakanlığı dışarıda Türkiye'nin imajını toparlayacak, ilişkileri düzeltecek ama evde her gün kırılıp dökülenin haddi hesabı yok. Hâl böyleyken biz bir an önce yani eğer çıkacaksak bu yapısal krizin içerisinden Türkiye'de özellikle hukukun üstünlüğü, özellikle siyaset üzerindeki, basın üzerindeki bu baskıların bir an önce kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Son bir şeyle ben kapatıyorum. Zekeriya Bey Anayasa Mahkemesinden bahsetti. Hani hukukun tepesi Anayasa Mahkemesi. Arkadaşlar, bakın, eş başkanlarımız içeride, vekillerimiz değil mi? Tam 399 gün sonra Selahattin Demirtaş'a gün verdiler tutuklu olduğu dava için. Bir gece ansızın 10 kişiyi alabiliyorsun işin acele, iddianame 399 gün sonra, burada. Ayın 16'sında da -iki, üç günümüz kaldı- Gülser Yıldırım bir vekilimiz hakkında tutukluluğuna dair Anayasa Mahkemesi bir karar alacak. Tam 13 ay sonra Anayasa Mahkemesi bir şekilde önünü aldı. Umuyoruz pozitif bir karar çıkar, adil bir karar çıkar, vekiller dışarıda olur, yargılamaları devam eder, kısmen de olsa, küçük de olsa en azından dışarıda olur, Meclis çalışmalarına katılabilirler ve bu vesileyle tıkanmış siyaset kurumunu belki Anayasa Mahkemesinin bu kararı hani belki siyasal anlamda bir normalleşmeye doğru belki bir adım, küçük bir soluk, küçük bir kapı olarak belki görebiliriz. Ama içeride bu siyasal istikrarsızlık devam ettikçe bu tutuklamalar, bu olağanüstü hâl, artık olağanüstü değil sayın vekilim, olağan artık yani olağan Türkiye bu... Şimdi böyle olursa sıkıntı yaşayacaksınız, her gittiğiniz zaman sizin önünüze dosyaları koyacak. Diyecek: "Bak bu oluyor." Çünkü biz de gidiyoruz Sayın Bakanım, biz de sürekli gidip geliyoruz, bize de soruyorlar. Dolayısıyla aklın yolu bir, bir darbe yaşandı, çok kötü oldu, çok kaybı da oldu bu ülkeye fakat bu durumdan hâlâ bir çıkış olabileceğini düşünüyoruz ve bunun yolu gerçekten popülist, milliyetçi, hatta yabancı düşmanı -kimi zaman bu taraf da savruluyor dönem dönem o tür argümanların içerisine- laf yarıştırmaktan ziyade bir an önce şuna bakalım: Önünde sonunda o hukuka hepimiz muhtacız, ihtiyaç duyacağız. Devran dönüyor, başka şeyler oluyor. Dolayısıyla bir planla biz sonuna kadar o fasılların açılması için destek sunarız mesela HDP olarak, istiyoruz bunları fakat dediğim gibi, aha şimdi ben gideceğim "Danışmanınız nerede?" diyecek, "Tutuklandı." diyeceğim, eş başkanım tutuklandı, o oldu, bu oldu. Böyle olursa -sadece HDP için söylemiyorum- biz bu darboğazdan çıkarız, inşallah yirmi sene sonra da biz siyaset yaparız bu ülkede yani o konuda kendimize güvenimiz tamdır, geçici bir dönemdir, geçecek, biz devam edeceğiz yani bu darboğazdan çıkacağız hem parti olarak hem ülke olarak. Fakat bir an önce özellikle Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının yaptıkları ettikleriyle ilgili derli toplu bir konuşma çünkü dışarıda bize çıkan malzeme de size gelen malzeme de yoğunlukla o iki bakanlığımızın yaptığı şeyler. O açıdan belki onlardan biraz bütçe alıp size verseler, onların şeylerini biraz daha daraltsalar hepimiz rahat edeceğiz diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.