KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakanlar, bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başbakan Yardımcıları, Başbakanlık bütçesini görüşüyoruz ve gördüğünüz gibi ilgi son derece düşük. Sabah burada bir oturum yaptık, Cumhurbaşkanlığı, Meclis bütçesi görüşüldü, iktidar sıraları doluydu, hatta ayakta kalanlar vardı, basının ilgisi son derece yüksekti ama gördüğünüz gibi Başbakanlık bütçesi görüşülüyor ve ilgi son derece düşük. Hâlbuki 2015 Haziran seçimlerinden sonra tekrar seçime gittiniz ve Sayın Ahmet Davutoğlu başkanlığında vaatlerde bulundunuz Türkiye'ye ve Türkiye size iktidar yetkisini verdi. Bu iktidar yetkisini, biliyorsunuz, hâlâ Anayasa'mıza göre Başbakanlık kullanıyor yani siyasi sorumlu Anayasa'ya göre vatandaşlara verdiğiniz vaatler çerçevesinde Başbakanlıkta ve Hükûmetinizde. Bunun idrakinde olmanız ve buna göre davranmanız gerekiyor hâlâ, bu anlamda davranmamız gerekiyor, böyle bir tavır göstermemiz gerekiyor. Evet, Ahmet Davutoğlu bir şekilde müstafi Başbakanımız artık ama sonuç olarak Binali Yıldırım devrede, Başbakan ve siyasi sorumlu Hükûmetiniz. Ancak öyle bir durum var ki, fiilî durum öyle bir şekilde yaratıldı ki sanki bütün yetki Cumhurbaşkanında, Anayasa da sanki buna cevaz veriyormuş gibi bir tavır sergileniyor ve genel bir algı var. Değerli Başbakan Yardımcıları, yetki, sorumluluk sizlerde. Gün gelir, devran döner, siyasi sorumlu olarak size hesap sorarlar, bunu bilin. Yani başka bir yerler yetki ve irade kullanıyor diye Anayasa sınırları, çerçevesi dışında siyasi sorumluluktan siz kurtulamazsınız bu çerçevede. Öyle bakmamız gerekiyor, Başbakanın da bence buna göre bir tavır göstermesi gerekiyor. Yani açıkça söyleyeyim, Başbakanı artık haberlerde dahi görmüyoruz, bütün haberler bütün icra anlamında Sayın Cumhurbaşkanıyla başlıyor, Cumhurbaşkanıyla bitiyor. Başbakan artık var mı, yok mu, bir koordinatör bakan mı, bu çerçevede bir duruma indirgendi ve bence bu durum da milletten aldığınız yetki çerçevesinde doğru bir tavır ve algı değil.

Sayın Bakanlar, Başbakan Yardımcıları; son darbe girişiminden sonraysa tamamen güvenlikçi siyasete hapsolmuş bir siyasetin içindeyiz ve güvenlik-özgürlük dengesi anlamında maalesef kantarın topuzu inanılmaz kaçmış durumda. Evet, bir travma yaşadık ama bu travmadan çıkmak yalnızca güvenlikçi politikalara hapsolmakla olmaz ve bu girdap bizi içine çekiyor. Nasıl ki darbeden önce biz sizleri uyardık, siz bizi dinlemediniz, bir darbe dinamiği devrede dedik. Barış sürecini bozan dinamik bu darbe şartlarını hazırladı, 2 polisimizin öldürülmesi meselesinde dahi istihbaratı Başbakana yanlış bir şekilde verdi, manipüle ederek verdi ve darbe şartlarını hazırladı. Bütün bu manipülasyonlara siz inanmadınız, çok güçlü hissettiniz kendinizi ve darbeyi yaşadık. Ondan sonra bu darbeden bir ders çıkarıp bu girdaptan çıkma olasılığı vardı, Elbette belli bir dönem olağanüstü hâl şartlarını kullanabilirdiniz. "Üç ay için." dediniz ama bakın, bir buçuk yıla yaklaşıyoruz, hâlâ olağanüstü hâl şartlarının girdabının içindeyiz ve güvenlikçi siyaset tamamen kendini tahkim ediyor, özgürlük-güvenlik dengesi konusunda hiçbir bakış yok. Yani elbette güvenlikçi bakış devrede olabilir ama bunu dengeleyecek, bu girdaptan çıkacak özgürlükçü bir vizyon ortaya koyma ihtiyacı var ve Hükûmetiniz bu yönde, Sayın Cumhurbaşkanının da, sizin de, Başbakanın da bu yönde bir tavır göstermesi ve bir vizyon ortaya koyması gerekir. Gerçekten bir restorasyon dönemine ihtiyacımız var ve bununla ilgili bir vizyonun olup olmadığını Hükûmetinizin, ciddi anlamda merak ediyorum.

Kısa kısa konuşmam gerekiyor müdürlüklerle ilgili, o açıdan diğerlerine geçeceğim. Buna Cumhurbaşkanlığı bütçesinde uzun uzun değindim. Eğer ki bu girdap içinden çıkamazsak başımıza yeni çoraplar örebilirler, Sayın Başbakan Yardımcıları. Bakın, nasıl başımıza çorap ördüler, biz farkına varamadık; yeni dinamikler devrede olabilir. Pek çok davayla, pek çok hukuki süreçte eski adalet bakanımızı da defalarca uyardık, mesela hak savunucularıyla ilgili, siz o zaman Adalet Bakanı mıydınız bilmiyorum dört ay önce, gözaltına alındıklarında nasıl şayialar yarattılar, işte "Darbeciler yakalandı, darbe planları hazırlanıyordu." Ya geçen hafta bırakıldılar, adli kontrol bile konulamadı. İddianameyi okudunuz mu bilmiyorum, pespaye bir iddianame ve ortada hiçbir delil yok, hiçbir şey yok, tabii ki bırakıldı arkadaşlarımız ve adli kontrol şartı dahi yok. Dört ay önce ne manşetler atıldı, "İngiliz ajanları", "Darbe planlıyorlar", "Yeni Gezi planlıyorlar" diye, ortada hiçbir şey yok. Ama dört ay üzerinde tepinilen bir davaydı.

Bugün de bakın Osman Kavala'yla ilgili aynı şayialar yaratılıyor ve dışarıda, yurt içinde, yurt dışında bu davayla ilgili belli algılar oluşturuluyor ve yeni bir dinamik devrede olabilir. Bu konuda siyasi sorumlu olarak sizleri uyarıyorum. Bu girdaptan çıkış, özgürlükçü, yeni bir vizyonun ortaya konmasından geçer.

Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığına geçeceğim, süremle ilgili tabii ki... Bakın, 7 milyar 700 milyon TL Diyanet İşleri Başkanlığına harcanacak.

Şu servis bitsin ben öyle konuşmak istiyorum.

(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - Arkadaşlar servisi hızlandıralım lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Değerli Başbakan Yardımcılarım, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili konuşmak istiyorum ve Sayın Başbakan Yardımcımız İslam dininin gereklerini topluma öğretmek, doğrusunu öğretmek için bu kurumun önemiyle ilgili gerçekten çok önemli bir konuşma yaptı. Ve "dinimiz" diye tanımladı Başbakan Yardımcımız. Şimdi, bu ülkede elbette, hani bir zamanlar Hristiyanlar, Museviler çoktu, bugün azız belki ama diğer inanç topluluklarına dair kesimler ve çeşitli mezhepler... Bunlar hani sizin için çok önemli rakamlar ifade etmiyor olabilir ama bakın, demokratik toplum, bir kişi dahi olsa, tek bir kişi dahi olsa sizin dininizden olmayan, devletin makbul din olarak görmediği veya herhangi bir inançtan tek bir kişi dahi olsa ona eşit şekilde davranırsa demokratik bir devlettir. Oysa, devletimizin bir kurumu var, Diyanet İşleri Başkanlığı, ona 7 milyar 700 milyon TL de merkezî bütçeden para aktarılıyor, ancak diyor ki: "Ben yalnızca İslam dinine, o da Sünni mezhebine, Hanefilere göre inanca hizmet veririm."

Şimdi, buna baktığımızda burada bir sorun var. Anayasa'nın başka maddeleriyle çelişen durum var. Anayasa 10 der ki: "Herkes, din, ırk ayrımı gözetmeksizin kanunun önünde eşittir." ve "Hiçbir kişiye, zümreye imtiyaz tanınamaz." der. "Devlet organları bütün işlemlerinde eşitlik ilkesine göre hareket eder." der Anayasa 10. Ama Diyanet İşleri Başkanlığına baktığımızda tek bir kesime dönük, tek bir inanca dönük ve hatta tek bir mezhebe dönük hizmet veriyor. Burada bir çelişki var ve bu yaman çelişki bir türlü giderilemedi.

Bu yönde Anayasa değişikliği noktasında pek çok önerilerimiz oldu. Elbette böyle bir kuruma ihtiyaç var ama mesele şu: Hani Osmanlı döneminde, baktığınızda bütün bu kurumlar, vakıflar ilişkisi çerçevesinde yerelde örgütlenen ve kendi içinde o dinî örgütlenmeleri yapan kurumlardı. Her dinî topluluk, kendi cemaatleri çerçevesinde bu dinî örgütlenmeleri yapardı ve mesela bizim Ermeni Patrikhanesi bu anlamda 2.500 kiliseyi organize edebiliyordu, din insanı yetiştiriyordu, vakıflar çerçevesinde yerelde kaynaklar ayrılabiliyordu ve bu örgütlenmeyi yapabiliyordu, Rumlar öyle, Süryaniler öyle, diğer dinî topluluklar, Müslümanlar da öyle. Ama şimdi baktığımızda, tek din... Hani "Tek, tek, tek..." diyorsunuz ya, burada bir tek din bakışına tekrar tahkim etmeye çalışılan bir anlayış devam ettiriliyor. Oysa, bakın, merkezî yönetim bütçesini görüşüyoruz. Bu vergi herkesten toplanıyor. Bakın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, toparlıyorsunuz herhâlde.

Buyurun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - İnanan ve inanmayan herkesten toplanıyor, her inançtan toplanıyor, her mezhepten toplanıyor ve şunu da söyleyeyim yani başka bir şey daha var: Hani, her inancın günah saydığı belli şeyler vardır. Ya, rakı içenden vergi topluyorsunuz, kumar oynayandan vergi topluyorsunuz, bir havuza atıyorsunuz, sonra diyorsunuz ki: "Ben imamların maaşını buradan veriyorum." Ve her inançtan, inanan, inanmayandan topluyorsunuz, tek bir inanca dönük bu hizmeti veriyorsunuz. Burada ben açıkça söylüyorum: Arkanızda Eşitlik Kurumu var, bakın, Eşitlik Kurumu Başkanı burada. Ben şikâyette bulunuyorum, sizleri Eşitlik Kurumu Başkanına şikâyet ediyorum, diyorum ki: Burada bir haksızlık var Sayın Eşitlik Kurumu Başkanı. Ben hakkımı helal etmiyorum mesela. Ya, yıllarca -ben açıkça söyleyeyim- esnaf olarak da bulundum, vergi de verdim. Ya, 80 bin imama -değil mi, aşağı yukarı var- maaş veren bir devlet. Biz istemiyoruz, bakın, ayrı bir şey. Ya, 200 tane de papaz var. Niye bununla ilgili tedbir almakla ilgili bir düşüncesi olamaz. Bilmem kaç tane haham var, niye bununla ilgili düşüncesi oluşamaz? Ya, daha yeni bir düzenleme yaptınız. Müftülere nikâh yetkisi verdiniz, değil mi? Ya, ben bunu da istemiyorum, bu ayrı ama bakın, ne diyor Anayasa 10: "Hiçbir zümreye özel düzenleme yapamazsınız." Velev ki böyle bir yetki vereceksiniz, o yetkiyi Batı demokrasilerinde olduğu gibi papazlara da vermeniz gerekmez miydi, hahamlara da vermeniz gerekmez miydi? Ama niye veremiyorsunuz biliyor musunuz? Çünkü, Lozan'da tanımlanan azınlıkların ve diğer dinî toplulukların hükmi statülerini tanımadınız bugüne kadar. Doksan beş yıl geçti, Lozan'ın emrettiği statüler, bugüne kadar ne Patrikhaneyle ilgili ne hahambaşılıklarıyla ilgili tanımlanmadı ve onlar gri alanda, statüsüz olarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ruhban okullarını açmadınız.

Bakın "Dindar toplum yetiştireceğiz." diyorsunuz. Niye diğer dinî topluluklar da Hristiyanlar da Museviler de kendi cemaatlerini dindar bir toplum olarak yetiştirme hakkına sahip olmasınlar Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde? Ruhban okulunu açmazsanız nasıl din adamlarını yetiştirecekler, nasıl din insanlarını yetiştirecekler, nasıl kendi topluluklarını din anlamında eğitecekler, tedbirlerini alacaklar, nasıl mali tedbirlerini alacaklar? Bunlarla ilgili hiçbir düzenleme yok. Hani, hep "Osmanlıcıyız." dersiniz ya, gerçekten dönüp bir bakın, nasıldı acaba orada düzenlemeler, eşitlik hukuku anlamında neler yapılmış? Eşitlik Kurumu Başkanımız, siz de bakın lütfen.

Bakın, değerli arkadaşlar, patrikhanemiz, Ermeni patrikhanesi; mesela, on yıl önce bizim patriğimiz hastalandı ve biz yıllardır "Patriğimizi seçmek istiyoruz." diyoruz. Başvurularımızı yaptık. Patriğimizi seçmek bizim hakkımız. Beş yüz yıl boyunca biz böyle yapmışız, patriğimizi seçmişiz. Ya, bu seçim yetkimizi dahi Hükûmetiniz vermiyor. Bakın, patriğimizi seçemiyoruz. Yıllardır seçim hakkımızı istiyoruz, bununla ilgili tedbirler alınmıyor. O anlamda, hani "tek", "tek", "tek", "tek" diyorsunuz. Tek din çerçevesinde bakan bir devlet -açıkça söyleyeyim- Eşitlik Kurumuna şikâyet edilmeyi hak ediyor. Ben, sizleri Eşitlik Kurumuna havale ediyorum Sayın Başbakan Yardımcıları.

SELİNA DOĞAN (İstanbul) - Eşitlik Kurumu kime bağlı? Şıracının şahidi bozacı.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Şikayetimi işleme koyacaksınız değil mi Sayın Eşitlik Kurumu?

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VE EŞİTLİK KURUMU BAŞKANI SÜLEYMAN ARSLAN - Evet.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tamam ama bağlı olduğunuz bakanlık sizi azletmesin efendim.

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VE EŞİTLİK KURUMU BAŞKANI SÜLEYMAN ARSLAN - Yok, biz bağlı değiliz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bağlı değil misiniz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sadece bütçe veriyoruz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bütçe veriyorsunuz.

Bağlı değilsiniz. Tamam, işleme alacağınız için teşekkür ediyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Bütçeyi de Meclis veriyor.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bütçeyi biz veriyoruz efendim. Şikâyeti işleme alacaklarmış.

BAŞKAN - Soru işlemini sonra yapacağız zaten, siz konuşmanızı bitirirseniz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Benim ilk gençliğimde TRT izliyoruz, çok iyi hatırlarsınız "Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği şöyle toplandı, Millî Güvenlik Kurulu toplantı böyle tedbirler alındı, hükûmete böyle tavsiye kararlarında bulundu." diye haberler çıkardı. Hükûmetler de bunu emir telakki ederlerdi, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ne derse emir telakki ederlerdi. Hep haberler bu şekilde gelişirdi. Biz de 1990'lı yıllardaki o güvenlikçi paradigma içinde bakardık. Ya, ne yapalım işte, böyle bir gerçeklik vardı; 1980'lerin sonu, 1990'lar böyle geçti. Ve demokratik siyaset alanını hep daraltan, özgürlükçü politikaları hep yok sayan, hep güvenlikçi bakışı hapseden bir Millî Güvenlik Kurulu gerçekliği vardı.

AK PARTİ kuruluş dönemlerinde hep buna karşı çıktı. Demokratik siyaset alanını genişletmek; bu iddiayı ortaya koydu, dünyaya da bunu anlatmaya çalıştı ve bu anlamda mesafeler de katetmeye çalıştı ancak baktığımızda, geldiğimiz noktada -maalesef diyorum- hep Türkiye'mizin özgürlük alanında daha iyi olacağını düşünen bir insan hakları savunucusu olarak maalesef son iki üç yıldır çok ciddi anlamda irtifa kaybettiğimizi düşünüyorum. Tekrar hep "Millî Güvenlik Kurulu bunu dedi, bunu yaptı, 'OHAL'i uzatın.' dedi." Bu emirler Hükûmet tarafından maalesef emir telakki ediliyor, Meclise hemen ertesi günü gönderiliyor bu fezlekeler ve anında burada kanunlaştırılıyor bir nota hükmünde.

Sayın Başbakan Yardımcıları, bu girdaptır. Millî güvenlikçi bakış, tamamen güvenlikçi bakışa hapsolmak bir girdaptır dediğim gibi. OHAL kararları, OHAL devleti olmak, OHAL'in kurumsallaşması bir girdaptır, bizi içine çeker ve eninde sonunda maalesef başımıza yeni çoraplar örülmesine yol açar.

Şimdi AFAD'a geçmek istiyorum.

BAŞKAN - AFAD'a geçerken artık biraz da toparlarsak sevinirim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Cumhurbaşkanımız 2015 yılında dedi ki: "Biz -mültecilerle ilgili, sığınmacılarla ilgili- misafirlerimize 10 milyar dolar harcadık." Biz şaşırdık. Ben o zaman soru önergesi verdim "Ya, bu 10 milyar doları nasıl harcadınız, hangi bakanlıklar, hangi kalemler?" diye. Cevap gelmedi. 2016 yılı oldu, bakın bir yıl geçti "20 milyar dolar harcadık bugüne kadar." dedi. Bir yıl geçiyor bakın. Bir yılda 10 milyar dolar arttı, yine şaşırdık. Ben yine soru önergesi verdim, dedim ki: "10 milyardan 20 milyar dolara bir yılda nasıl çıktı?" Cevap vermediler. Ama bu yıl yeni bir sürprizle karşılaştık. Bu yıl Cumhurbaşkanımız daha yeni tekrarlıyor, "30 milyar dolar harcadık." dedi sığınmacılarla ilgili, 30 milyar dolar. Ya, Allah'ınızı severseniz, Sayın Bekir Bozdağ, sizin rakamlarla a5 milyar TL yapıyor. 115 milyar TL arkadaşlar, 30 milyar dolar.

MUSA ÇAM (İzmir) - Eski parayla.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Şimdi ben matematiğini yapıyorum. Bakın, siz dediniz ki: "2017 yılında AFAD 1 milyar 680 milyon TL harcadı." Velev ki iki ay daha koyalım, 2 milyar TL harcayacaksınız, yapar 600 milyon dolar. Beş yıldır sığınmacılar var, 3 milyar dolar yapar. Ya, başka nereden para harcadınız? Hangi bakanlıktan para harcadınız? Sağlık Bakanlığının harcaması olabilir ama 30 milyar dolardan bahsediyoruz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Eğitim var, sağlık var.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tamam, anlıyorum ama bakın, AFAD en büyük kalemdir; ondan hiçbir şüphem yok. Yani yaklaşık olarak -takribî olarak- 3 milyar dolar -cevap vermediğiniz için bilmiyorum ama- AFAD harcadıysa. Hani, de ki "2 milyar dolar" Sağlık Bakanlığına harcadınız, ha "3" de, 6 eder. 2 milyar dolar da öbürleri harcasın, 7-8 milyar... 30 milyar dolar rakamını lütfen bize bir izah edin Sayın Bakan.

Afetlerle ilgili -bir İstanbul Milletvekili olarak hemen geçmek istiyorum- Sayın Bakan, İstanbul'umuzun neredeyse bütün deprem toplanma alanları imara açıldı. Hani, Sayın Cumhurbaşkanı da "ihanet" diye tanımladı ya, gerçekten bir deprem durumu olursa o insanların afet durumunda toplanma alanlarına AVM'ler yapıldı, başka imarlara açıldı, çeşitli müteahhitlere maalesef verildi ve afet toplanma alanlarımızın şu anda tamamına yakını dolu maalesef. Ve o daracık sokaklarda -bakın Bağcılar'ı bilirsiniz, diğer semtleri bilirsiniz- sokaklara girilemez bile. Allah korusun bir afet olma durumunda, deprem olma durumunda o sokaklara dahi giremeyeceğimiz belki günler geçecek. Bu anlamda, ivedi tedbirlerin alınması ve afet toplanma durumlarıyla ilgili bilgi vermenizi istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Paylan, toparlayalım lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tamam.

Eğer ki bir İstanbul depremi olma durumuyla ilgili risk senaryolarınız nedir? Yani bununla ilgili simülasyonlar gerçekten yapıyor musunuz? Mesela, o girilemeyecek sokaklarla ilgili ne tip tedbirler var? Bir de "önleyici tedbir" dediniz, bunu duyduğuma sevindim. Sayın Çevre Bakanı da bunu dillendiriyor. Bu kentsel dönüşümle ilgili, bakın, gerçeklik şudur: Rant olan alanlarda kentsel dönüşüm oluyor, rant olmayan alanlarda kesinlikle olmuyor Sayın Bakan. Ve Çevre Bakanımız maalesef şu anlamda henüz bu bakışta değil. Bilmiyorum, gelecek, burada bütçesinde konuşacağız. O garibanlar -bakın, rant olmayan, hani zamanında 10 kat, 15 kat yapılmış- içinde insanlar oturuyorlar; onları yıkarsan 10 daire yerine 4 daire düşeceği için yıkılamıyor. Hükûmetinizin onlarla ilgili bir plan geliştirmesi gerekiyor yani oradaki o çürük evlerde oturan insanlarımızla, rant oluşturmayan evlerde oturan insanlarımızla ilgili kesinlikle sağlam evlere geçişiyle ilgili bir plan geliştirmemiz gerekiyor. Yalnızca müteahhide veren bir bakış var. Uzatmadan bununla ilgili son olarak bir konuya daha değineceğim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Süreniz bitti, lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, servis oldu, biliyorsunuz.

BAŞKAN - Yirmi dakika oldu zaten.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Hayır, hayır ama servis oldu.

BAŞKAN - Bir dakika servisti, o bir dakikayı vereyim.

Buyurun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Yapmayın, ne bir dakikası.

Hemen bitiriyorum.

Türkiye Tanıtım Ajansı ve Başbakanlık Tanıtma Fonu... Sayın Başbakan Yardımcıları, bakın, 10 milyonlarca dolar para harcıyorsunuz Amerika'da, Avrupa'da tanıtım için. İnanın, artık bu tanıtımlar boşa giden paralar. Ya, dünyada herkes birbirini görüyoruz, internet çağındayız. Haber, burada olan her şey orada okunuyor. Af Örgütü insan hakları savunucularını tutukladığınız anda, isterseniz 1 milyar dolar para harcayın, Türkiye'nin bütün tanıtımı berhava olur. Bunu bilin. Ya, gazetecilerin tutuklandığı bir ülkede olma bilgisi Batı'da olduğu sürece, 100 milyon dolar harcayın hiçbir işe yaramaz. Yapmamız gereken, hukuk devleti olduğumuzu göstermektir. Bununla ilgili adımların atılması en büyük tanıtım olacaktır. Harcadığınız paralar boşa gidiyor, bunu bilin.

Son olarak da TMSF'yle ilgili "1.019 şirkete kayyum atandı." dediniz. Bakın, ben bir baklavacıyı biliyorum mesela, kayyum atadınız. Baklavacılıktan hiç anlamayan insanı baklavacılığa vermişsiniz. Yatak işinden anlamayan insan orada yatak işinde kayyum olarak duruyor. Mobilyacılıktan hiç anlamayan bir kayyum mobilyacıda duruyor. Ya, burada ülkenin kaynakları var bir holding ayarında. Sayın Başbakan Yardımcılarım, şuna bir bakmanızı istiyorum. Bakın, TMSF bir kitapçık yayınlamış, bir holding gibi böyle gerçekten bayağı şaşaalı. Yelkenleri şişirmiş nereye gidiyor TMSF? Gerçekten merak ettim yani bu görüntü bana doğru gelmedi. TMSF dediğimiz Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu yelkeni şişirip bir yere gitmez yani böyle görüntülerle değil, tam tersine, Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu'nun misyonuna ve vizyonuna uygun bence tavırlar göstermesi lazım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ve bu holding bakışına değil, bir an önce hukuk devleti çerçevesinde bu davaların sonuçlandırılıp gerekenlerin kendi sahiplerine iade edilmesi, yoksa çok büyük tazminatlarla karşı karşıya kalabiliriz Sayın Başbakan Yardımcıları.