KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Türk tarihinin tartışmasız en büyük kahramanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Meclisimizin ilk kurucusu, eşsiz insan Mustafa Kemal Atatürk'ün sonsuza uğurlanmasının yıl dönümü. O, dünyayı yüzyıllardır sömüren emperyalistleri ilk kez dize getirmiş, vatanın topraklarını, kendi halkını Sevr'de emperyalistlere satan saltanatı yıkmış, halkına aklın ve bilimin yolunu göstermiş, aydınlanma devrimini başlatmış, dünyadaki bütün mazlum halklara zincirlerini nasıl kıracaklarını öğretmiş eşsiz bir lider, büyük bir devrimciydi. Atatürk'ü sevgiyle, saygıyla ve minnetle anıyorum.

Sayın Bakan, Plan Bütçe Komisyonu Başkanlığı, Ulaştırma, Denizcilik, Haberleşme Bakanlığı görevlerini yaptınız ve Kalkınma Bakanlığı görevini yürütüyorsunuz. Size bundan sonraki görevlerinizde başarılar dileriz, siyasi yaşamınızda başarılar dileriz. 2018 yılı bütçesinin de hayırlı ve uğurlu olmasını istiyoruz.

Plan Bütçede ne var ne yok diye soracak olursanız da ne diyeyim şimdi, ne diyeyim? Torba kanunlar ardı ardına devam ediyor. Uzun çalışma saatleri, uzun çalışma, mesailer... Zulüm burada devam ediyor.

Sayın Başkan, siz duymadınız bunları zaten. Bunları duymadınız siz.

BAŞKAN - Arkadaşlar, yok, duydum. Keyif alıyorum yani.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, bir ülkedeki siyasi, sosyal, ekonomik ve benzeri bütün politikaların, planların, programların başarısı genellikle istatistikçilerin topladığı rakamlara bakılarak ölçülüyor. Oysa istatistikler her zaman doğruyu söylemez. Zira istatistik biraz da doğru söylememe sanatı hâline geldi ne yazık ki. Örneğin, geçen yıl bu zamanlar istatistikçiler bize Türkiye'nin 2012 yılında yüzde 2,1; 2013 yılında yüzde 4,2; 2014 yılında yüzde 3; 2015 yılında yüzde 4 büyüdüğünü söylüyorlardı. Bunlara bakıp 2016 yılı büyüme oranının sıfıra yakın bir noktada olacağını tahmin ediyorduk, beş yıldır yüzde 5'in altında büyüyen bir ekonomiyle ilgili yorumlar yapıyorduk, ekonomideki durgunluğun nedenlerini sorguluyorduk, düşük oranda büyürken cari işlemler açığımız niçin büyüyor denklemini çözmeye çalışıyorduk. Hükûmet sözcüleri "Cari açık veriyoruz çünkü tasarruf yapamıyoruz." diyerek olayı geçiştiriyorlardı.

Sanırım geçen yıl aralık ayında Türkiye İstatistik Kurumu "Pardon, bizim yöntemimiz yanlışmış o yüzden yanlış hesaplamışız; 2012 yılında yüzde 2,1 değil yüzde 4,8 büyümüşüz. 2013 yılında yüzde 4,2 değil bunun 2 katı yani yüzde 8,5 büyümüşüz. 2014 yılında yüzde 3 değil aslında yüzde 5,2 büyümüşüz, 2015 yılında yüzde 4 büyüdüğümüzü sanıyorduk, meğer yüzde 6,1 büyümüşüz." açıklamasını yaptı. Hatta, biz, millî gelirin yüzde 14-15'i kadar tasarruf yaptığımızı sanıyorduk, meğerse millî gelirimizin yüzde 24-25'i seviyesinde tasarruf yapıyormuşuz. Yani boşuna ağlaşmışız, biz neredeyse Almanya oranında tasarruf yapıyormuşuz. Tabi Almanya millî gelirinin yüzde 7-8'i kadar cari işlemler fazlası verirken Türkiye'nin niçin millî gelirinin yüzde 4-5'i oranında cari açık verdiğini sorgulamıyoruz çünkü yeni seri hesaplamalar sonucunda.

Hükûmet sözcülerinden bu yıl da ekonominin yılın ilk yarısında yüzde 5'in üzerinde büyüdüğü, henüz açıklanmayan üçüncü çeyrekte çift haneli büyüme oranlarına ulaşıldığına ilişkin açıklamalar dinliyoruz. Oysa halkın günlük yaşamına baktığımızda, hiç de öyle çift haneli büyüyen bir ekonominin vatandaşları oldukları izlenimini edinmiyoruz.

"Gallup" isimli bir uluslararası araştırma kuruluşu, her yıl Dünya Mutluluk Endeksi isimli bir araştırma yapıyor. Bu mutluluk araştırmasının en sonuncusunda Türkiye dünyanın Suriye'den sonra en mutsuz ikinci ülkesi olarak ölçüldü. Bir yıl önceki araştırmada Türkiye üçüncü en mutsuz ülkeydi. Araştırma mutsuzluğun arttığını gösteriyor.

Yıllardır iç savaş yaşayan Yemen, paramparça olmuş topraklarını terör örgütleri işgal etmiş Irak gibi ülkelerin halkı bile Türk halkından mutlu gözüküyor.

Bir söz vardı, istatistikler başka bilgilerle teyit etmediğimiz sürece gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda yanılırız. Ünlü futbol adamı Alex Ferguson'un futbol istatistikleriyle ilgili güzel bir sözü vardır: "İstatistik çok şey gösterir, ama asıl görünmesi gerekeni göstermez." diye ünlü bir sözü vardır İngiliz futbol adamının.

İstatistikler, örneğin, benzine, motorine her gün zam gelen bir ülkenin vatandaşlarının ruh hâlini yeterince yansıtmaz. Ücreti enflasyon karşısında her geçen gün eriyen çalışanın ruh hâlini de ölçemez. Vergisini tam olarak ödediği hâlde mahallesinde çocuğunu gönderebileceği nitelikli bir okul bulamayan annenin, babanın öfkesini de göstermez. Yargının bağımsız olmadığı, basının özgür olmadığı, çalışanın hakkını alamadığı, insan haklarının ayaklar altına alındığı, muhalif herkesin her an suçsuz yere hapse atılma olasılığı bulunduğu, hiçbir vatandaşın hukuki güvencesinin kalmadığı, kaderi bir adamın iki dudağı arasında olan bir ülkenin vatandaşlarının ruh hâlini herhangi bir istatistik ne yazık ki ölçmez, ölçemez.

Başbakanının çocukları vergi cennetlerinde şirket açıp ülkesine vergi vermekten kaçtığı bir ülkenin vatandaşları, halk ekmek fabrikasının önünde kuyruğa girerek aldığı ekmeğe, musluğundan akan sağlıksız suya, hastalıktan kurtulmak için aldığı ilaca, çocuğuna içireceği süte, yiyeceği yoğurda, giyeceği kıyafete vergi ödüyorsa mutlu olabilir mi?

Bu Başbakanın, yani oğulları Türkiye'ye vergi ödememek için şirketlerini, gemilerini, Malta gibi vergi cennetlerine kaydettiren Başbakanın, altına imza attığı yasa tasarısıyla, bu yoksul halktan daha fazla vergi vermesini isteyebildiği bir ülkenin insanları bu ülkeye "vatanım" diye sahip çıkabilir mi, ne kadar sahip çıkabilir?

Başbakanı, vatandaştan daha çok vergi isterken "Terörle mücadele ediyoruz, vatanın milletin bekası, etrafımız düşman dolu." diyorken kendi çocuklarının milyonlarca dolarlık kazancını vergiden kaçırmasını "küresel ticaret" diye açıklayan bir ülkenin diğer vatandaşları nasıl mutlu olabilir?

İnsanlar ülkelerinde özgürlük arıyor, insan onuruna yakışır hayat koşulları arıyor, sağlıklı bir çevre arıyor, temiz su arıyor, kaliteli sağlık hizmeti arıyor, sabahtan akşama değişen değil, gerçekten iyi bir eğitim arıyor, düşüncesini özgürce açıklayacak alanlar arıyor, ülkesinde ve dünyada olanları tarafsız bir medyada seyretmek, okumak istiyor. Refahı artsın istiyor. Bunları bulamadığı bir ülkede mutlu olabilecek bir vatandaş olabilir mi?

İyi yetişmiş gençler artık Türkiye'de kalmak istemiyor Sayın Bakan. Kanada'ya, ABD'ye, AB ülkelerine gitmenin, gidip oralarda kalmanın yollarını arıyorlar.

Çeşitli uluslararası karşılaştırmalar yapılıyor. Türkiye'nin buralardaki yerini gördükçe insanın yüzü kızarıyor. Türkiye gibi bir ülke Basın Özgürlüğü Endeksi'nde özgür olmayan ülkeler arasında yer alıyor. İfade özgürlüğünde "eh işte, kısmen özgür" kategorisinde kalıyor. Hukukun üstünlüğü sıralamasında 113 ülke arasında 99'unculuğa kadar geriliyor. İnsani gelişmişlikte 188 ülke arasında 71'inci sırada zor duruyor. Kadın-erkek eşitliği endeksinde 144 ülke arasında 130'uncu sıraya iniyor.

Böyle bir ülkenin vatandaşlarını hangi sözde ekonomik büyüme mutlu edebilir, onu takdirlere bırakıyorum.

Büyüyen bir ekonomide işsizlik artıyorsa bu büyüme insanları mutlu eder mi? Geçen yıl temmuz ayında 3 milyon 324 bin olan resmî işsiz sayısı bu yıl 3 milyon 443 bine yükselmiş. Yüzde 10,7 olan geçen yıl temmuz ayındaki işsizlik oranı bu yıl temmuz ayında da aynı ayda yüzde 10,7 olmuş, tabii, bunlar istatistiklere girenler. Artık iş bulma umudunu kaybetmiş insanlar bu istatistiklerin içerisinde yok. Geçen yıl her 100 gençten 19,8'i işsizmiş, ekonominin iki haneli büyüdüğü iddia edilen bu yıl her 100 gençten 21,1'i işsiz geziyor. Genç nüfusun yüzde 26,7'si ne bir okulda okuyor ne de bir işte çalışabiliyor. Türkiye genç nüfusunu refahını artırmak için bir fırsat olarak ne yazık ki kullanamıyor.

TÜİK çeşitli anketler yapıyor. Anketin birinde vatandaşlara "Aile gelirin geçimini nasıl karşılıyor?" diye soruyor. Geçen yıl vatandaşların yüzde 40'ı geliriyle geçimini çok zor ve zor karşıladığını söylüyor. Geliriyle geçimini kolay karşılayan sadece yüzde 20'lik bir mutlu azınlık bulunuyor.

TÜİK'in çok düşük yoksulluk sınırı rakamlarıyla bile Türkiye nüfusunun yüzde 21,2'sinin yoksul olduğu otaya çıkıyor. Nüfusun yüzde 32,9'u maddi yoksunluk çekiyor. En yoksul yüzde 5'lik kesimle en zengin yüzde 5'lik kesimler arasında 2014 yılında 20 kat olan fark, 2016 yılında 23 kata çıkıyor.

Bunları söylediğimizde iktidar sahipleri son yıllarda sosyal yardımların ne kadar çok artırıldığıyla övünüyor. Hayatını sosyal yardımla sürdüren bir insan ne kadar mutlu olabilir, bunu da sizlere bırakıyorum.

23 milyon kredi kartı sahibi olan Türkiye'de 3 milyon 140 bin kişi, kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ya da her ikisini birden ödeyemediği için icraya düşmüş bulunuyor. Böyle bir ülkenin vatandaşlarının mutlu olması mümkün müdür?

Türkiye hem siyasi hem de ekonomi anlamında kötü yönetilmektedir. Türk halkının Suriyelilerden sonra dünyanın en mutsuz insanları olmasının sorumlusu bugün Türkiye'yi yönetenlerdir. Çünkü iktidardakilerin Türkiye'yi götürmek istediği yer ile Türk halkının gitmek istediği, özlediği yer aynı yer değildir.

BAŞKAN - Sayın Çam, bir dakika süre veriyorum.

Buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Türk halkı demokrasi istemektedir, iktidar, ülkeyi olağanüstü hâlle yönetmek için direnmektedir, Türk halkı dünyayla bütünleşmek istemektedir. İktidar Türkiye'nin etrafını duvarlarla çevirmeye çalışmaktadır. Türk halkı çocukları fen lisesinde okusun istemektedir, iktidar "Hayır, imam-hatiplerde okusun." diye dayatmaktadır. Biz imam-hatiplere karşı değiliz ama bütün okulların imam-hatibe dönüştüğü bir Türkiye'nin dünyada nasıl rekabet edebileceğini, nasıl ilk 10 ekonomiye gireceğini, nasıl ilk 6 ekonomiye gireceğini gerçekten merak etmekteyim.

Bütün bu sorunların temelinde, hem bundan önceki sağ iktidarların hem de AKP iktidarının planlı kalkınmaya olan düşmanlıkları yatmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatını bir kanun hükmünde kararnameyle işlevsiz bir bakanlığa dönüştüren AKP iktidarı Türkiye'nin hem bugünkü hem de gelecekteki mutsuzluğunun temel kaynağıdır. Eski bir DPT uzmanı olarak ve bugün karşınızda Bakan olan Sayın Bakanımız bu Devlet Planlama Teşkilatında yetişen kadroların ne kadar zengin ne kadar bilgi birikimli olduğunu takdir eder. Sayın Bakanımız da bunlardan biri. DPT'nin 1960 yılında yayınlanan kuruluş kanunda görevleri şöyle sıralanmış Sayın Bakanım: "Ülkenin kaynak ve imkânlarını tespit ederek iktisadi ve sosyal politika hedeflerinin tayininde Hükûmete yardımcı olmak. Bakanlıkların ekonomi politikalarını ilgilendiren faaliyetlerine koordinasyon temin etmek, tavsiyelerde bulunmak, müşavirlik yapmak. Hükûmetin belirlediği hedeflere ulaşması için kısa ve uzun vadeli planlar hazırlamak. Kamu kuruluşlarının çalışmalarının ıslahı için politikalar geliştirmek, özel sektörün ekonomik gelişme hedefine uygun teşvik ve yönlendirilmesi için tedbirler tavsiye etmek.

Bizim planlama teşkilatı kurulurken ülkede her işe karışacak merkezî bir teşkilat olarak düşünülmemiş; tersine, ekonomik politikaların belirlenmesinde seçilen politikaların uygulanmasında hükûmetlere yardımcı olacak bir teknik grup olarak kurulmuştu. Hele hele özel sektörün işlerine müdahale diye bir şey yoktu. Her hükûmetin, özel sektörün, ülkenin, DPT'nin 1960 yılındaki kuruluş kanununda belirtilen hizmetlerine ihtiyacı var. Serbest piyasa ekonomisi bu hizmetler olmadan işleyemez. Bakanlığın eski DPT'ye tekrar geri dönmesi ve DPT'nin yeni baştan inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Son sözüm: İstanbul'da günün üç dört saatini trafikte geçiren vatandaşın sorununu çözmek için kaynak ayırmayan bir ülkenin hangi vatandaşını Ankara'daki binlerce odalı saraydan sonra yüzlerce odalı yeni yazlık saray yapılması için milyonlarca lira aktarılması mutlu edebilir? Elbette bir ülkenin bütün sorunlarını herhangi bir yılın bütçesiyle çözemeyiz ama planla, programla, bütçeyle hangi sorunun çözümüne öncelik vereceğimizi belirleyebiliriz. Ama bu iktidar, planı, programı, bütçeyi sadece anayasal ve yasal zorunluluk olduğu için kâğıt üzerinde yapıyor. Kaynaklar, yatırım programında olmayan, bütçede ödeneği bulunmayan, planlarda yeri bulunmayan harcamalara, hem de sorumlu olmayan tek bir kişinin emrine aktarılabiliyor. Türkiye, bugün içerisinde bulunduğu açmazdan bu iktidar anlayışıyla çıkamaz. Aksini hesaplayamadığımız için Türkiye ekonomisinin sizin dediğiniz gibi büyümüş olabileceğini kabul etsek bile ama siz bu ülkenin kalkındığını vicdanınız sızlamadan söyleyebiliyor musunuz, bunu da merak ediyorum.

2018 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Tekrar görevinizde başarılar diliyorum.