KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; önce bir soruyla başlamak istiyorum. Sürekli olarak başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Hükûmet üyeleri bankalara faiz düşürmesi doğrultusunda telkinlerde bulunuyorlar ama hazine sürekli borçlanıyor. Bu nasıl oluyor, neyle izah ediyorsunuz? Aslında, Hükûmetin bütçe açığının çok çok ötesinde bir borçlanma var. Bu borçlanma, gerçekten, faizlerin daha da yükselmesini bir tarafa bırakalım, düşmesini engellemiyor mu? Bunu ne yönde açıklıyorsunuz Sayın Bakan?

Değerli arkadaşlar, şimdi 2018 yılı bütçesini konuşuyoruz, bir süre evvel buradan bir paket, bir torba yasa çıktı yine vergilerle ilgili. Hemen paralelinde eş zamanlı olarak orta vadeli program açıklandı. Bu, şimdi, üzerinde konuştuğumuz rakamlara baktığımızda Hükûmetin 2011 yılında, 2011 seçim beyannamesiyle beraber ilan etmiş olduğu 2023 hedefleri bütün bu söylediklerimizle uçmuş görünüyor. Gerçekten, millî gelirden büyümeye kadar, enflasyona kadar hangi göstergeyi ele alırsak alalım, bu şu anda üzerinde konuştuğumuz rakamlar, Hükûmetin ortaya koymuş olduğu 2023 hedeflerini -gerçekten etkisiz hâle- yalanlamıştır yani böyle bir hedefi Türkiye'nin yoktur. Bunu artık kabul ederek konuşmak gerekiyor diye düşünüyorum.

Sayın Bakanım, Kalkınma Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz, rakamlar üzerinde bir tartışma da oldu, karşılıklı olarak suçladık birbirimizi "Batıdan işinize gelen rakamlara sarılıyorsunuz, diğerlerini görmüyorsunuz." diye. Evet, öyle oluyor ama bunu muhalefet yapmıyor, bunu ağırlıklı bir şekilde Hükûmet yapıyor yani buradaki Hükûmet kanadından üye arkadaşlarımız da yapıyor ama daha çok tepeden yapılıyor. Büyümeyle ilgili rakamların üzerine projektör tutuluyor ama bunun nasıl bir büyümeyle olduğuyla ilgili ise hiçbir şey söylenmiyor.

Bakın, dünya kadar endeks var bu konuyla ilgili, büyümeyle ilgili. Bu endekslere baktığımız zaman yani Türkiye'nin durumunun hiç de iç acıcı olmadığını görüyoruz. Şunu demek istemiyorum değerli arkadaşlarım: Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti hiçbir şey yapmadı, yaptığı her şey kötüdür demiyorum ama şunu da görün, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti yani hükûmetleriniz hem demokrasi, özgürlükler, hukuk devleti konusunda, kuvvetler ayrılığı konusunda hem de ekonomiyle ilgili ciddi bir duraklamaya girmiştir, patinaj yapıyor hatta gerilere düşmüştür. Yani Türkiye'de 2008'lerde, 2009'larda, 2010'larda konuştuğumuz ve dünyanın ilgili kuruluşlarının verdikleri karneleri -demokrasi konusunda, ekonomi konusunda- ile bugünkü karneleri karşılaştırdığımız zaman çok da iç açıcı bir durumla karşı karşıya olmadığımız ortada. Bunu görmek gerekiyor, bunun sebeplerini tartışmak gerekiyor, müzakere etmek gerekiyor, "Ortak akılla niçin bu böyle oldu ve bunu nasıl aşabiliriz?" sorusuna cevap aramak gerekiyor; bunu yapmıyorsunuz. Gelen bütün bakanlar, iktidar partisinde konuşan bütün arkadaşlarımız güzel şeyler anlattılar ama problemleri, sıkıntıları, bu durumu izah edecek hiçbir şey söylemediler. "Türkiye orta gelir tuzağına takılıp kaldı." "Türkiye orta, vasat demokrasiye takılıp kaldı." Bunları söylediğimiz zaman çok kızıyorlar ve 2002 rakamlarıyla karşımıza çıkıyorsunuz Sayın Bakanım. 2002'de böyleydi, şu anda böyle oldu. Evet, biliyoruz, 2002'de öyleydi, şu anda böyle oldu rakamlar ama dünyada ne oldu, ona bakmak lazım ve önemli olan, on beş yıllık bir iktidarsınız dolayısıyla siz kendinizi kendinizle karşılaştırın. "2010'da nasıldı, 2012'de nasıldı, 2015'te nasıldı, şimdi niye böyle?" Bu sorulara cevap aramak gerekiyor.

Bakın, bu endekslere, Açık Pazar Endeksi'ne, Avrupa 2020 Rekabetçilik Endeksi'ne, bütün bunlara bakın Türkiye'nin yerini göreceksiniz. Bilgi ve İletişim Teknolojileri Gelişmişlik Endeksi, Bütçe Şeffaflığı Endeksi, Daha İyi Yaşam Endeksi, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Endeksi (PISA), Yasal Hakları Güvence Endeksi, E-Devlet Kalkınma Endeksi, Dünya Ekonomik Özgürlükler Endeksi, E-Katılım Endeksi, Ekonomik Kırılganlık Endeksi, Enerji Mimarisi Performans Endeksi, bu şekilde gidiyor, dünya kadar endeks var ve bu endekslerdeki yerimiz sıramız belli.

Bir daha tekrar ediyorum: Elbette sizin dönemimizde bu endekslerin bazılarında iyileşmeler oldu, olmaya devam endeksler de var ama genel olarak ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğumuz da çok açık, net görülüyor. Bunları görmeden konuştuğumuz zaman sadece ve sadece kendimizi kandırmış oluyoruz, hiçbir şey de olmuyor, "Hayır, böyle değildir" dediğimiz zaman bunları düzeltecek bir şey ortaya çıkmıyor.

En önemli problem, değerli arkadaşlarım, ekonomiye güven azalmasıyla ilgili ciddi rakamlar var, sıkıntılar var. Bunu görmedikten sonra gidilecek bir yer yok. Arkadaşlarımız refleks olarak yani "Siz 'demokrasi' diyorsunuz, 'özgürlükler' falan diyorsunuz ama rakamlar iyileşiyor, aslında dünyanın Türkiye'ye güveni devam ediyor, hiç merak etmeyin, bütün bunları halledecek formüllerin hepsi bizim elimizde mevcuttur." diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, sizin büyümenizin bir başka özelliği de istihdamın olmadığı bir büyümeyle karşı karşıyayız yani her yerde, en basit iktisat kitapları da büyümeye paralel olarak bir istihdam artışını işaret eder. Eğer istihdam artışı yoksa o büyüme, problemli bir büyümedir diğer endekslerin tamamını bir tarafa bıraksak bile.

Hükûmet şöyle izah ediyor: Yani gelişme oldukça, insanlar bu gelişmeyi gördükçe iş gücüne katılma talepleri artıyor, dolayısıyla biz dünya kadar istihdam sağlasak bile fazla bir şey olmuyor. Hayır, öyle değil değerli arkadaşlar, aslında sizin özellikle son yıllarda bütün bunları fark ederek ekonominin tekrar büyümesi, tekrar canlanması için yapmış olduğunuz teşviklere rağmen ciddi bir istihdam ortaya çıkmıyor. Bunun böyle olmasının sebebi aslında temelde güvenle ilgili bir problem var. Yani yatırım yapan insan yeniden istihdam yapacak ki dünya kadar da teşvik aldı -vergiden bedelsiz arsalara kadar, işte hazine garantili kredilere kadar- buna rağmen yeni istihdam sağlamıyor, almıyor. Niye almıyor? Çünkü bunların kalıcı olup olmadığı konusunda ciddi bir şekilde sıkıntı var, endişesi var, güvenle ilgili ciddi bir problemi var.

Peki, diyeceksiniz ki siz öyle diyorsunuz filan ama aslında hiç de öyle değil. Hayır, arkadaşlar, burada yanılıyorsunuz, siyasal güvenceler yeterli güvenceler değildir, siyasal güvenceler kalıcı bir istikrarı sağlamaz, siyasal güvenceler yatırımcı için kalıcı güvenceler değildir. Bunun yerine kurumsal güvenceler vermek gerekiyor, hukuki güvenceler vermek gerekiyor.

Türkiye şöyle bir şeyle karşı karşıya: Yani bütün dünyayla problemleri oluyor, sıkıntıları oluyor, ikili bir şekilde, işte Cumhurbaşkanı gidiyor, Başbakan gidiyor, birtakım görüşmeler yapıyor, güvenceler alıyor veriyor ve iş bitiyor; aslında bitmiyor. Çünkü bugün Rusya'yla problemlerimizi çözdüğümüzde yarın bir bakıyoruz Almanya'yla, öbür gün Hollanda'yla, daha sonraki gün Amerika'yla başka problemler çıkıyor. İşte, bir bakıyoruz, Irak'ın Başbakanına "Kalibremde misin?" diye bir çıkışla karşı karşıya kalıyoruz, ertesi gün "Kardeşim İbadi" diye hitap edebiliyoruz. Bütün bunlar, Türkiye'nin sadece içerdeki yatırımcı için değil dışarıda da güveniyle ilgili çok ciddi sıkıntı, problem ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla kalıcı bir istikrar, kalıcı bir büyüme, istihdam ve endekslerin iyileşmesini istiyorsak, dolayısıyla da insanımızın mutlu, refah içinde yaşamasını istiyorsak kurumsal güvenceler ortaya çıkarmamız gerekiyor. Türkiye tam bir hukuk devleti olacak, kuvvetler ayrılığının olduğu, hak ve özgürlüklerin garanti altında olduğu, mülkiyet hakkının garanti altında olduğunu, bunu herkes bilecek. Böyle olduğu zaman o siyasal jeopolitik risklerle ortaya çıkan problemler de kendiliğinden geçici oluyor.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan; bir de bu garanti tutarları yani yap-işlet-devret, yap-kirala-devretle ilgili Maliye Bakanı "Bu konuda bir çalışma yapıyoruz." diye bir açıklama yaptı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, bir dakika lütfen.

Buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - O nedenle size de soracağım. Bu yap-işlet-devret, yap-kirala-devret önümüzdeki günlerde bir kara delik olacak gibi görünüyor. Dünyanın aslında terk ettiği, icat edildiği ülkelerde terk edilen bu finans modeliyle ilgili ne düşünüyorsunuz, ne yapacaksınız, gerçekten bu şekilde, bu hızda devam edecek misiniz, bu soruyu soruyorum. Çünkü bunun şeyini gelecek kuşaklar ödeyecek.

Sayın Başkanım, birkaç dakika sonra konuşmamı bitireceğim. Bu Doğu Karadeniz Kalkınma Projesiyle ilgili, DOKAP'la ilgili birkaç cümleyle konuşmama son vereceğim.

Geçen yıl burada konuşmuştuk, özellikle de Sayıştayın kurumla ilgili tespitlerinden hareketle sorular sormuştuk, konuşmuştuk, daha sonra ben bunları yazılı soru hâline de getirip Sayın Bakana ilettim ama bu seneki Sayıştay raporunda da aynı problemler devam ediyor.

Nedir aynı problemler? Bir defa, "Verilerin temininde güçlük nedeniyle izleme ve değerlendirme problemli." diyor. "DOKAP Eylem Planı e-İzleme Sistemi Projesi hazırlanması öngörüldüğü hâlde 2016 yılında konulan ödeneğin kullanılmadığı ve yapılmadığı;

Eylem Planı kapsamında yapılan yatırımların incelenerek gereken önlemlerin zamanında alınamaması, projelerden beklenen sonuçların gerçekleşmesini güçleştirdiği;

DOKAP Eylem Planı'nda (2014-2018) bulunan projelerin büyük bir kısmının öngörüldüğü yıllarda gerçekleştirilmediği" şeklinde tespitleri var.

Bu tespitler devam ediyor: "Yapılan denetimlerde, Eylem Planı'nda yer alan ve 2016 yılında tamamlanması gereken bir kısım projelerin hiç gerçekleşmediği, 2016 ve takip eden yıllarda gerçekleştirilmesi planlanan projelerden 2016 yılına ilişkin kısımlarında hiçbir ilerleme sağlanmadığı" belirtiliyor.

Gerçekten DOKAP'ın Bölgesel Kalkınma İdaresi Başkanlığının sorumluluğundaki herhangi bir çalışma yapılmayan projeler de sayılıyor. Turizm sektörü için nitelikli iş gücü kapasitesi oluşturması projesi, turizm gelişme potansiyeline yönelik çalışmalar, nehir havzalarında sel ve taşkın, böyle devam ediyor.

Bir de DOKAP'a ayrılan paraların da tamamen kullanılmadığı, verilen kadroların kullanılmadığı bunun yerine değişik yöntemlerle geçici çalışanlar istihdam edildiği tespitleri var.

Ve en önemli tespiti, bununla da bitireyim: Bu Yeşil Yol'la ilgili bir tespiti var 2016 Sayıştay Raporu'nda. "Yeşil Yol kapsamında yapılan yol imalatlarında ÇED raporlarının düzenlenmediği tespit edilmiştir."

Değerli arkadaşlar, bu Yeşil Yol, gerçekten ciddi bir problem. 2.600 kilometre Samsun'dan giriyor Batum'da bitiriyor ve bu yol, dağı taşı delerek gidiyor. Böyle bir yola bölgenin ihtiyacı yok.

Değerli arkadaşlarım, Doğu Karadeniz yaylalarının tamamının zaten ilçelere bağlantısı var. Bu yolun yerine ilçe ile yayla bağlantıları yollarının ıslah edilmesi çok daha uygun değil mi? Bu yolla hadi turist geldi, bu gelen turiste kime, ne bırakacak? Yani köylere mi bırakacak, ilçelere inmeden kime ne bırakacak, kimin için bu yapılıyor? Dolayısıyla bölgedeki insanlar, özellikle çevreciler, bunun turizmle bir ilgisi yok mu acaba, bu başka amaçlı mı, madenlerle ilgili midir, HES'ler arkadan mı dolanacak gibi, dünya kadar soru soruyorlar.

Bir şey daha, bitireyim.

Bu arkadaşlarımız, işte, "Bizi DOKAP'a aldınız, Bayburt'tan böyle şikâyet geldi. Dolayısıyla biz daha çok Doğu Anadolu'yla ilgili, sulamayla ilgili." diyor ama DOKAP'ın raporunda bakıyorum, hiç merak etmesinler, gerçekten Bayburt'ta daha fazla çalışmışlar, Rize'ye herhangi bir çalışma görünmüyor.

Son cümlem, bitiriyorum.

Ben de inanıyorum Doğu Karadeniz Bölgesi'nin bundan sonra yol alabilmesinde turizmin önemli bir yeri var ama bu, gelişigüzel, bölgedeki insanlarla, sivil topum örgütleriyle görüşülmeden, oturup Doğu Karadeniz'in turizm projesi nasıl olacak, turizmle ilgili engeller nedir, sıkıntılar nedir, imkânlar nedir, bu konuyla ilgili ciddi bir çalışma, hazırlık yapılmadan alınacak bir yol yoktur.

Bu DOKAP yöneticileriyle ilgili Sayıştayın raporu da dikkate alınarak herhangi bir işlem yapacak mısınız Sayın Başkan? Yani orada oturacaklar mı, yoksa devlet dünya kadar para ayırıyor, bütçeden para veriyoruz, bunun gereğini yapacaklar mı? Bu konuyla ilgili sizden bir cevap bekliyorum.

Teşekkür ederim.