Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Ekonomi Bakanlığı |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 09 .11.2017 |
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; öncelikle ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Ekonomi Bakanlığının -diğer adıyla Dış Ticaret Bakanlığı- hemen hemen bütün göstergelerine baktığımız zaman, çok ciddi bir düşüşün, çok ciddi bir krizin olduğunu görmek mümkün. Her ne kadar Sayın Bakan sunuşunu yaparken çok iyi bir noktada olduğumuzu ifade etmiş olmuş olsa da aslında hayatın kendisi, yaşamın kendisi çok iyi bir noktada olmadığımızı gösteriyor. Cari açıkta her geçen gün büyüyen rakamlar, işsizlikte büyüyen rakamlar -hatta yüzde 16-17 bir işsizlik rakamının Türkiye'de var olması- enflasyonun sürekli büyümesi, faizlerin sürekli artması vesaire ekonomik göstergenin belirleyici unsurlarında çok ciddi bir büyüme, çok ciddi bir artış söz konusudur. Tüm bunlar ekonominin iyi gitmediği anlamına gelmektedir. E, tabii, bu iyi gitmemenin nedenlerini ortaya koymak da biz muhalefete öncelikli düşmektedir. Öncelikli olarak şunu söylemek gerekir ki en büyük nedenlerinden biri siyasal sürecin, siyasal gidişatın çok sağlıklı, çok stabil ve istikrarlı bir şekilde yürütülemeyişidir. Yani bir ülkede siyaseten yönetememe durumu, siyaseten kendini var edememe durumu krize dönüşmüşse orada ekonomik göstergelerin, ekonomik parametrelerin sağlıklı işleyebilmesi de mümkün değildir. Bugün, kabul edersiniz ki sadece Türkiye değil Orta Doğu ve dünyada ciddi bir küresel kriz var. Türkiye de bu krizin bir parçası olan ülkelerden biri. Bu krizli durumları biz öncelikli tespit edip bu krizli durumlara ilişkin sağlıklı çözüm önermeleri sunmadığımız takdirde, ekonomik göstergelerimizi de iyileştirmemiz mümkün değildir. Bakın, yanı başımızda 2011 Arap Baharı'yla başlayan ve şu anda Suriye'de odaklaşan bir Orta Doğu krizi var. Bu Orta Doğu krizinin temel çözüm parametresi, temel çıkış noktası nedir? Krizi yaratan, krizin gelişmesini sağlayan güçlerin bakış açısı mıdır, yoksa bu krize neden olan, bu krizi esaslı üreten nedenlere yönelmek midir? Hepinizin de kabul edebileceği gibi bu krizin asıl nedeni demokratikleşmemektir; o topraklarda halkların ve inançların kendi demokratik yaşamını özgürce, eşitlikçi bir şekilde sürdürememesidir. Dolayısıyla, oraya doğru bir demokratik bakış, demokratik bir perspektif ortaya koymadığınız sürece bu sorunları çözmeniz, bu sorunlara dair bir tutum ortaya koymanız da mümkün değildir. Şimdi, Hükûmetiniz ve yürütmüş olduğunuz politikalar oraya nasıl bir tutumla, nasıl bir projektörle yaklaşıyor; krizi çözen mi, krizi derinleştiren mi, statükoyu devam ettiren mi, statükoya karşı demokratikleşmeden yana bir tutum takınmak mı? Orada, biliyorsunuz, Türkiye'nin 911 kilometre Rojava'yla yani Suriye'yle bir sınırı var ve bu sınırın hemen öte tarafında bin yıllardır, çoğunluğu Türkiye'de olmak üzere Orta Doğu'da 4 parçaya ayrılmış bir Kürt halkı yaşamaktadır ve bu Kürt halkının orada yaşıyor olması Türklerle de, Araplarla da, Farslarla da tarihsel, kültürel bağlarının olması gerçekliğini de ortaya koymaktadır. Şimdi, sizin oraya ilişkin politikalarınız, orada Kürtlerin statü sahibi olması mıdır, yoksa Kürtlerin Esad inkârının, imhacılığının, Baas rejiminin faşizan politikalarına maruz bırakılması mıdır? Kürtler orada kendi iradeleriyle, kendi kültürleriyle, kendi dilleriyle bir yaşam iradesini ortaya koyuyorlar ve bu yaşam iradesini ortaya koyarken de demokratik bir stratejiyle, demokratik bir modelle bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, diğer halklarla birlikte; Ermeni'siyle, Süryani'siyle, Türkmeni'yle, Arap'ıyla birlikte orada bir yaşam inşa etmeye çalışıyorlar. Şimdi, Hükûmetiniz ne yapıyor veya siz nasıl bakıyorsunuz veya statükoyu koruma düşüncesinde olanlar nasıl bakıyor? Daha çok bu mevcut gerçekliği reddeden, bu mevcut gerçekliği göz ardı eden ve bunu kabul etmeyen bir bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Sınırdaki kapıları kapatıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Sınırlara duvar örüyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Kırmızı çizgi hâline getiriyorsunuz oradaki halkları. Şimdi, bu politika, siyaseten bu yaklaşımınız, hâliyle, sizin orayla olan ekonomik, ticari ilişkilerinizi doğrudan etkileyecektir ve şu anda komşu olarak görmeniz gereken Kürtlerle stratejik bir iş birliği ve bir ittifak kurmanız gereken bir noktada bir düşmanlık politikasıyla, bir anti Kürt politikasıyla tamamen ilişkiler berhava ediliyor ve ilişkiler olumsuz etkileniyor. Dolayısıyla, dış ticaretin gelişmesi ve Ekonomi Bakanlığının gelişmesinden söz edilecekse, öncelikle Rojava politikasının değiştirilmesi gerekiyor, bu duvarların bir an önce kaldırılması gerekiyor; bu tecritin, bu izolasyonun, bu statükocu yaklaşımın bir an önce ortadan kaldırılması gerekiyor. Ne olması gerekiyor? Demokratik bir zihniyetle, demokratik bir anlayışla oradaki Kürtlerin kardeşlik ve eşitlik temelinde onlarla bir ittifaklaşmaya; onlarla düzgün, sağlıklı, yaratıcı bir komşuluk ilişkisine gitmek gerekiyor. Diğer yandan "güney Kürdistan" dediğimiz Bölgesel Kürt Yönetimi'yle yaşanan ilişkiler. Bakın, orada da aynı durum söz konusudur. Orada da çok ileri birtakım iddialarla orayla olan ticaret şu anda artık yavaş yavaş Irak Merkezî Hükûmeti'ne devredilmek durumundadır. Yani oraya ilişkin yürüttüğünüz politikalar Kürtleri orada İran'ın etkisine, uluslararası birtakım küresel emperyal güçlerin insafına bırakmaya yöneltiyor. Dolayısıyla, orayla olan ticaret de ekonomiyi çok ciddi bir şekilde etkilemektedir. Bütün bunların sonucu ne olacaktır? Hepimizin de hemfikir olduğu, uluslararası küresel emperyal güçlerin gelip burada bizi çatıştırma, burada bizi birtakım kendi çıkarlarını elde etmeye yönelik bir kaosun içerisine sokma sürecini yaşatacaktır. Tüm bunların karşısında durmak öncelikli olarak barıştan yana, demokrasiden yana, özgürlükten yana bir tutumun sahibi olmaktır. Dolayısıyla, ekonomi de siyasetten bağımsız değildir ve olmamıştır. Ekonominin güçlü olması insanın kendine güveniyle ve yarına duyacağı güvenle mümkün olacaktır. Bugün güvenin olmadığı bir yerde, kaygıların zirve yaptığı bir coğrafyada ve bir iklimde ekonominin iyi olması da beklenemez. Dolayısıyla güvenlikli bir yaşam demokratik bir yaşamla ancak mümkündür. Yaşamı demokratikleştirdiğiniz takdirde ekonomiyi de güvenceye almış olur, insanları da güvenlik içerisinde yaşatmış olursunuz. Az önce bir arkadaş da ifade etti "ekonominin demokratikleşmesi" kavramını kullandı. Her şeyde olduğu gibi ekonomide de olmazsa olmaz olan temel parametre demokratikleşmektir. Dolayısıyla sözünü etmeye çalıştığım Kürt politikası da dâhil olmak üzere demokratik bir zihniyet, barışçıl bir zihniyet eşitlikçi bir zihniyetin gerçekleşmesiyle mümkündür, bu olmadığı takdirde ekonominin gelişmesi de mümkün değildir. Bugün bizim ekonomimiz de dâhil olmak üzere sorunlarını çözmeyen bütün ülkelerin ekonomileri dış güçlerin çıkarları çerçevesinde şekillenmektedir. Dış güçler niye kendi çıkarlarını bizim ülkemizde ve bize benzer ülkelerde rahat bir şekilde gerçekleştirme olanağını buluyorlar? Çünkü sorun alanı olarak, kriz alanı olarak burayı tuttukları içindir, sürekli buraya el atma, sürekli buralarla oynama fırsatına ve imkânına sahip oldukları içindir. Biz sorunlarımızı çözdüğümüz takdirde hiçbir güce de gelip bu sorunların üzerinden kendi çıkarlarını koruma fırsatını da vermemiş oluruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayhan, ilave süre veriyorum, lütfen toparlar mısınız.
İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Bakın, çok uzun uzun aslında bu ekonominin felsefesiyle ilgili, ekonominin ruhuyla ilgili bir şeyler de paylaşmayı isterdim ama zaman sorununuz var.
Kısa bir şey söyleyeyim: Ekonominin toplumsallığı açısından, ekonominin gerçekten topluma, toplumsal yaşama dair olan karşılığı açısından "ekonomi" kelimesinin Antik Yunan çıkışı olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ekonomi "Eko" ve "nomos" kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşuyor. "Ekonomos" demek aile işi demektir, ev yasası demektir, kadın yasası demektir. Yani ekonomiyi kadının yaptığı, sadece toplumsal ihtiyaçların, ev ihtiyaçlarının, aile ihtiyaçlarının karşılandığı bir alan olarak ele almışlardır ve o günden bugüne bu kadına ait olan, bu topluma ait olan, ahlakın merkezinde olması gereken alan ne yazık ki talana, vurguna, çatışmaya, iktidara ve kavgaya maruz bırakılmış ve sürekli üzerinde oynanan bir alan hâline getirilmiştir. Bugün bir insanı eğer ayartmak istiyorsanız, eğer ahlaksızlaştırmak istiyorsanız, bir toplumu da düşürmek istiyorsanız en öncelikli yaptığınız şey ekonomiyi bir silah olarak kullanmaktır. Bunu yapanlar da kimlerdir? İşte bu silahı elinde bulunduran, öncelikli olarak erkek egemenlikçi, iktidar hırsına, güç hırsına sahip olanlardır. Dünyamızda bunun örnekleri çok ve Türkiye'de de çok fazlasıyla yaşanmaktadır. Paraya mahkûm olma, paranın kölesi olma, kâr hırsına kapılma, iktidar hırsına kapılma gibi temel özelliklerin asıl besleyicisi ekonominin yanlış mantıkla ele alınmasıdır. Onun için, dediğim gibi, konuşmamda da esas olarak vurgulamaya çalıştığım gibi, demokratikleşmek hepimiz açısından, hele hele ekonomik yaşamımız açısından oldukça da önemlidir, bunun da olması için birbirimize güvenmemiz gerekiyor, yarınımıza dair güvenlikli bir yaşamı inşa etmemiz gerekiyor. İnsanların en temel kaygısı yarının ne olacağına dair yaşama kaygısıdır, güvenlik kaygısıdır. Bu güvenlik kaygısını biz ancak birbirimize dayanarak, birbirimizle ortak hareket ederek, birbirimizi besleyerek ve birbirimizle iyi, doğru bir ilişki kurarak gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla bunu yapmadığımız takdirde istediğiniz kadar rakamlarla illüzyonlar ve birtakım manipülasyonlar yapın hiçbir şeyi değiştiremezsiniz, yaşam böyle değildir diyorum, saygılar sunuyorum, teşekkürler, sağ olun.