Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Gümrük ve Ticaret Bakanlığı b) Rekabet Kurumu c) Gençlik ve Spor Bakanlığı ç) Spor Genel Müdürlüğü d) Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu e) Spor Toto Teşkilat Başkanlığı |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 08 .11.2017 |
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bütün katılımcıları saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, sunuşunuzu dinledik, teşekkür ediyoruz. Özellikle, Van Kapıköy Sınır Kapısı'ndaki modernize çalışmalarından bahsettiniz, bir Vanlı olarak bu konuda birkaç söz etmek isterim. Tabii ki bu gelişmelerden memnuniyet duyuyoruz çünkü Kapıköy Sınır Kapısı uzun yıllardır Van'ın en önemli problemlerinden biri olmaya devam ediyordu. Daha doğrusu, hem Van halkının hem de Türkiye'nin bir problemi aslında sınır kapısının sorun yaşaması. Daha önceki dönemlerde, yani benim hatırladığım, en az yedi kere açılışı yapıldı, kapandı, birçok sorunla karşılaştı ve her defasında... Daha ziyade "Terör örgütü buradan gelir elde ediyor." bahaneleriyle kapatıldığını biliyoruz. Ancak gerçeklik böyle değil Sayın Bakan, siz de incelemişsinizdir. Özellikle, Sayın Fatih Çiftci eski Van Vekilimiz ve kendisi de şu an Bakan Yardımcılığı görevini sürdürüyor, bu arada hayırlı olsun. Dediğim gibi, gerçeklik bu değil. Sınır boylarında herkesin malumu olan, herkesin bildiği bir gerçeklik var, sınır boylarında ticaret yapılır.
Dünya yaratıldığında üzerinde sınırlar yoktu. Sınırlar daha sonraki savaşlar, paylaşımlar, masa başında çizilen sınırlar sonucunda yaşamlar ayrıldı, parçalandı, kuşatıldı. Yani bu sosyolojik gerçeklik ve tarihî arka planını da görmek gerekiyor. Her şeyi özellikle "terörle mücadele" adı altında veya böyle bir korku, böyle bir paranoya düzeyine varan bir politikayla sürdürmemiz mümkün değil. "Alışveriş" diye tanımlayabileceğimiz ama "kaçakçılık" olarak da tanımlanan ve bu anlamda illegalize edilen bir sosyolojik gerçeklikten bahsediyorum Sayın Bakan. İnsanlar geçimlerini sağlayabilmek için ticaret yapıyorlar yani sınırlar da örülse, dikenli teller de olsa, mayınlar da döşense bu gerçeklikten hiçbir zaman uzaklaşılamadı çünkü başka sorunlar var. Örneğin yapacak başka hiçbir şey yok, vergiler çok yüksek, hayvancılık bitmiş, tarım yapamıyor. Böylesi bir durumla karşı karşıya kalan insanlar alışverişlerini sürdürüyorlar neye mal olursa olsun. Nitekim canlara mal oluyor. Sınır kapıları yoksa, her gün neredeyse, insanların, gençlerin ölümüne şahit oluyoruz. Yani benim yaşadığım bölge itibarıyla, eskiden de avukatlık yapıyordum, çok sayıda böyle vakayla ilgili davaları takip ettim. İnsanlar öldürülüyorlar. "Kaçakçılık" tanımı sebebiyle de çoğu zaman kendi haklarını bile aramıyorlar. Yani eğer şanslı iseler yaralı kurtuluyorlar, ölmüyorlar ama bu sefer de bir bidon benzin örneğin, birkaç kilo şeker, çay, sigara gibi, sadece kendi ihtiyacında kullanmak üzere... Yani bu sorunun çözümünün başka bir yolu olmalı. Yani illegalize etmeyle, trajik sonuçlara yol açmayla hem halkın gerçekliğine uymayan hem de itirazlarını yükselten bir noktada buluruz kendimizi. Bu tespiti yapmak istedim özellikle. Bildiğiniz gibi ülkemizde hâlâ "kaçakçılıkla mücadele" adı altında ölümler devam ediyor. Sınır kapıları kapalı olduğu için bu böyle yani sınır ticareti artırılırsa ve bir düzenleme, kayıt altına alma şeklinde ya da insanların talep ettiği şekilde bir düzenleme yapılırsa hepimiz için çok daha iyi olacağı kanaatindeyiz.
Gümrük konusu... Özellikle "gümrük" kelime anlamı itibarıyla da bir "ülkeye giren veya bir ülkeden çıkan mal veya eşya üzerinden alınan vergi" demek, zaten başlı başına kelime ve anlam itibarıyla da bir "vergi duvarı" demek. Dediğim gibi, ülkede sadece sınır boylarında yani bölgede, Uludere'de, Çukurca'da, Beytüşşebap'ta, Van'da değil, diğer sınır kapılarında da yani sınırın olduğu her yerde de kaçakçılık ya da ticaret anlamında işlemler devam ediyor. Sayın Bakan, tabii ki devletler haklı olarak kaçakçılık yapılmasını istemezler. Bunun cezai müeyyideleri de olmalıdır ama dediğim gibi, yaptırım ya da yaklaşım, salt devleti koruyan bir kaygıyla değil, daha ziyade insanı da koruyan ve ülkeyi de koruyan bir düzleme çekilmelidir.
Şimdi, Türkiye'nin devasa bir kara sınırı var, özellikle güneyde 600 kilometrelik bir sınır var ve bu sınıra duvar örüldü. Şu an İran sınırına da duvar yapılması gündemde ve sanırım çalışmaları başlatıldı, İran sınırına 144 kilometre yol yapılıyor. Hatta Irak için de yapılacağı söyleniyor. Yani bir yandan dünya ülkeleri sınırların kaldırılmasını tartışırken biz dört tarafımıza duvarlar örmeye başladık. Yani bu sınırları yükselterek ne kaçakçılığı önleyebilirsiniz ne insan geçişlerini önleyebilirsiniz ne gerçekten terörle mücadele edilebilir. Bu duvarların yükselmesi sadece bizi içimize kapatır, ticareti bitirir ve daha çok sorunlara yol açar. Nitekim bu sorunları yaşıyoruz hâlihazırda. Sınırlar yükseldikçe bizim komşularımızla ilişkilerimiz hangi seviyeye vardı? İşte, son iki buçuk yıldır içinde bulunduğumuz tabloda bütün komşularımızla neredeyse sorunlu hâle geldik. Tabii ki birçok insan "İnsan hakları meselesinin, OHAL'in ticarete etkisi nedir? Alakası yok." diye değerlendiriyor ne yazık ki ama tam aksine, Türkiye'deki mesele, özellikle bu ağır OHAL baskısı ve sınır güvenliği, işte sınırların abartılması, bu duvarların yükselmesi özellikle, hem bölgeye hem de bütün Türkiye'ye çok ciddi anlamda zarar veriyor ve biz bu zararlardan etkileniyoruz.
Şimdi, Suriye'deki gelişmeler... Önümüzdeki günlerde bir imzayla bağlanacak netice itibarıyla. Bizim anladığımız, Kürt fobisi sebebiyle bütün komşularımızla ilişkileri gerçekten böyle bir hasmane tutumla gerçekleştiriyoruz. Güneyde, Rojava'da Kürtlerin de içinde olduğu bir yapı, bir uluslararası anlaşmada taraf olduğunda biz onlarla konuşmayacak mıyız, anlaşmayacak mıyız şu an sınırları o kadar yükselttik?
Yine, güneydeki gelişmelerle ilgili, Sayın Bakan, özellikle bu Güney Kürdistan'daki bağımsızlık referandumu sonrasında hemen çok ciddi tepkiler gösterildi en üst düzeyden. Hükûmet olarak da tepki gösterdiniz, siz de yaptırım kararı aldınız. Sayın Cumhurbaşkanı özellikle "Habur Sınır Kapısı'nı derhâl kapatırız." dedi ama sizin açıklamalarınız olaya daha makul yaklaşan bir seyirdeydi. Siz de ilerleyen günlerde, gelişmelere bağlı olarak kapatılabileceğinin gündeme gelebileceğini söyleyerek bol olasılıklı bir ifade kullandınız. Çok olumlu aslında; bu, dış ilişkiler açısından oldukça olumlu. Hemen karar vermenin; kesin, kati karar vermenin ticari ilişkilere kesinlikle bir getirisi olmaz. Bu bakımdan, bu duyarlı davranışınız sınırlardaki kriz dönemlerinde her zaman devam etmeli aslında ve aslında bu, komşularla ilişki meselesini iyileştirmeye yönelik, barışçıl bir politikaya evrilinmesi yönünde en çok sizin Bakanlığınızın çaba göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Şimdi, dört bir tarafımızda ilişkilerimizin neredeyse asgariye indiği bir politika seyrediyor ve bunun etkisini özellikle içeride de çok büyük acıyla, trajik sonuçlarla yaşamaya devam ediyoruz. Bunun hepimize zararı var, hiçbir katkısı yok.
Hâl böyle olunca da bir türlü işin içinden çıkılmaz bir kaos var, bir güvensizlik var. Bölge halkı oldukça tedirgin, herkes çok tedirgin. Geleceğimizden endişeliyiz ve dış yatırımcı ne yazık ki yatırım da yapmıyor. Kimse yatırım yapmak istemiyor, geleceği belirsiz bir hâlde yaşıyoruz çünkü, önümüzü göremiyoruz. Bütçede yani şu an bütçe kanununu tartışıyoruz ama yakın zamandaki Meclisten talepler, özellikle 37 milyarlık ek talep oldukça kaygı verici. Yani bütçedeki gedik ve aşırı vergi yüklemesi, vergi toplanması, vatandaşlardan vergi talep edilmesi ve yine, silaha yatırım yapılacağının söylenmesi oldukça kaygı verici. Biz silaha yatırım yapmak yerine, gerçekten, komşularımızla, özellikle Kürtlerle barışmayı denemeliyiz, ülke olarak Kürtleri yanımıza almalıyız, hem güneyde hem kuzeyde hem dört bir tarafımızda Kürtlerle ilişkilerimizi illaki düzeltmeliyiz diye düşünüyoruz.
Sayın Başkan, yine, Ermenistan sınırıyla ilgili de hâlâ sorunumuz var. Yirmi üç yıldır Ermenistan sınır kapısı kapalıdır. Bu sınır kapısının açılması ekonomik olarak dış ticaret hacmini artıracaktır, bu yadsınamaz bir şey yani kabul edilmesi gereken bir durum. Türkiye-Ermeni sınırının açılmasının ekonomik etkileri bölgesel kalkınmaya, turizme, dış ticarete, sınır ticaretine ve ulaştırma sektörüne de çok ciddi katkı sağlayacaktır. Yani yine bir Ermeni fobisi üzerinden yirmi üç yıldır sınırlar kapalı ve çok uzun mesafeler katedilerek ulaşım yapılıyor. Bu sınırın açılması, Gürcistan üzerinden gerçekleşen ticarette ortaya çıkan ulaştırma maliyetlerini de önemli derecede azaltacaktır.
Sayın Bakan, sizin sanırım ticaret hukuku alanında uzmanlığınız var bildiğim kadarıyla. Şu an kamuoyunda pek fazla tartışılmıyor ancak çok önemli bir konu var, aslında çok acil de bir konu; bu, Avrupa Birliğine üyelik başvurumuz, Avrupa Birliği üyeliğinin güncellenmesiyle ilgili. Geçtiğimiz günlerde Almanya Başbakanı Merkel Türkiye'yle Gümrük Birliği Anlaşması'nın genişletilerek güncellenmeyeceğini söyledi. Bu güncellenmemesi, bizim gördüğümüz kadarıyla, oldukça riskli bir durum yani Türkiye'ye çok ciddi zararı olacak bir durum. Ben bunu sormak istiyorum: Bu anlaşmanın akıbeti ne olacaktır? Anlaşmanın genişletilmesi hâlinde Türkiye'de Kamu İhale Yasası değiştirilerek kamu ihalelerine AB şirketlerinin rahatlıkla girebilmesi için yasal zemin hazırlanacaktı bildiğim kadarıyla ama anlaşmanın askıya alınmasıyla bu alandaki gelişmeler ne oldu, ne aşamada; onları öğrenmek istiyoruz. Bu gümrük birliği sınırlarının, örneğin, tarımı kapsayacak şekilde genişletilmesi rekabetin daha da artması, Türkiye'deki üretimin kalitesinin artması anlamına geliyor.
Bilindiği gibi, genişlemenin sağlanması hâlinde -dediğim gibi- Kamu İhale Yasası değişecek ve Avrupalı şirketler Türkiye'deki kamu ihalelerine katılma imkânı sağlayabilecekti ama hâlâ bu konuda bir gelişme yok anladığım kadarıyla. Kamu İhale Yasası'nda son on beş yıllık iktidarınız süresince yerli yatırımcı lehinde çok sayıda değişiklik yapıldı ama değişiklikler Avrupa Birliği yasalarına uyumlu ilerlemedi bildiğimiz kadarıyla. Dış politikada izlenen yanlış politikalar sonucu AB'nin âdeta bir koz olarak kullandığı gümrük birliğinin genişletilmesi belki de bizim Kamu İhale Yasası'nı Avrupa Birliği normlarına yaklaştıracak ve yabancı yatırımcılar açısından bir nebze güven ortamı olacaktı ama AB'yle izlenen yanlış ve yanlı politikalar nedeniyle gümrük birliğinin genişletilmemesi ya da genişletilememesi hâlinde yine içine kapanmış bir Türkiye'yle karşı karşıya olacağız demektir.
Şimdi, Türkiye Avrupa Birliği ülkeleri için en önemli partnerlerden biri, özellikle ekonomik açıdan iki taraf da birbirine bağımlı ama daha çok Türkiye bağımlı. Bu konuları sadece iktisadi bakımdan ele almak yetmiyor, az önce de bahsettiğim güven ortamının, insan hakları hukukunun özellikle gelişmesi gerekiyor çünkü zaten Türkiye Avrupa Birliğine aday ülke statüsü kazanırken Avrupa Birliğinin esas aldığı veya inandığı, güvendiği husus, Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerine uyacağına dair inancıydı, bu sebeple biz aday ülke statüsüne kavuşmuştuk. Tabii, bu adaylık meselesi hem insan haklarına, demokrasiye, piyasa ekonomisine ve hukukun üstünlüğü kriterlerine uymak demektir. Şimdi, bunlardan bir tanesi bile olmadığı zaman Avrupa Birliği normlarını benimsememiş oluyorsunuz. Şu an, dediğim gibi, yaşadığımız mesele ne yazık ki budur. Umarım, yakın zamanda bu anlamda OHAL'in kaldırılması gündeme gelir ve bir an önce sağlıklı bir hem ticari ortama hem de huzur ve güven ortamına kavuşuruz.
Sayın Bakan, bir de şu var: Gümrük Birliği Anlaşması'nın üzerinden yirmi iki yıl geçti. Bu konunun önemi bakımından tekrar etmek istiyorum, dile getirmek istiyorum: Gümrük birliğine dâhil edilmeyen tarım ürünleri, hizmetler, elektronik ticaret gibi sektörlerin anlaşmaya ilave edilmesinin gündemde olduğunu biliyoruz, en azından gündemdeydi, şu an ne aşamada bilmiyoruz.
Avrupa Birliği ülkeleri farklı ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzalıyor. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olmadığı için bu imzalanan sözleşmelerdeki karar mekanizmalarında yer alamıyor ama sonuçlarından, her imzalanan anlaşmanın sonuçlarından doğrudan etkilenen ülke Türkiye'dir çünkü o ülkelerin malları Türkiye'ye gümrüksüz geliyor ama Türkiye'den giden mallar gümrüklü gidiyor. Bu bakımdan çok önemli ve iki tarafın da birbirine bu anlamda bağımlılığı söz konusu ama Türkiye çok daha bağımlı hâlde. Dediğim gibi, bu konuda da biz açıklama bekliyoruz sizden, değerlendirmelerinizi bekliyoruz.
Son olarak, bu, AVM'lere değinmek istiyorum Sayın Bakan. Büyük alışveriş merkezleri, sizin de malumunuz. Alışveriş merkezi ruhsatları hangi esaslara göre veriliyor? Çünkü uygulamada Gümrük ve Ticaret Bakanlığının sorumlu olduğu 6585 sayılı Kanun'da düzenleniyor ve buna göre "Bir yapı veya alan bütünlüğü olan, içinde büyük mağaza ve/veya beslenme, giyinme, eğlenme, dinlenme, kültürel ve benzeri ihtiyaçların bir kısmının veya tamamının karşılandığı diğer işyerleri bulunan, merkezî bir yönetime ve ortak kullanım alanları ile yönetmelikle belirlenen..." vesaire vesaire şeklinde tanımlanıyor, daha uzun tanımı var da.
Şimdi, mevcut hâliyle Türkiye'de, özellikle büyük şehirlerde -hatta küçük şehirlerde de başladı- tam şehrin göbeğine yapılmaya başlandı. Kural olarak AVM'lerin şehir dışına yani bu tarz bir kompozisyona, komplekse sahip olan alışveriş merkezlerinin şehir dışına ya da belli aralıklarda yapılması gerekiyor fakat her yerde artık AVM'ler boy gösteriyor ve bu sebeple alanlar ranta açılmış oluyor. Bunun çok önemli bir olumsuz etkisi de esnafadır, esnaflar art arda iflas ediyorlar Sayın Bakan. TÜİK verilerine göre iflas rakamları gerçekten dehşet verici. Yani özellikle Ocak 2017'den Temmuz 2017'ye kadar 51.775 esnaf iflas etti ve bu iflasın sebepleri arasında bu AVM'lerin de katkısını yadsıyamayız, mutlak suretle katkısı var demek istiyoruz. Tabii, diğer etkenler de söz konusu, az önce anlattığım OHAL'in yarattığı ortam sebebiyle de birçok iflas eden kesim var. Buna dair bir belirlemeniz var mı? İflastan etkilenenlerin hangi sebeplerle etkilendiğine dair bir araştırmanız, incelemeniz var ise paylaşmanızı istiyoruz.
Ayrıca, bu AVM'ler gerçekten çok çirkin, şehirlerin görüntüsünü de bozuyor. Ayrıca, bütün şehirler birbirine benzemeye başladı, şehircilik açısından da oldukça sakıncalı ve herkes artık karşı çıkıyor. Bütün şehirler gerçekten birbirine benzedi, artık dükkânların dizilişi bile aynı, her yerde aynı. Şehirlerin gerçek, o tarihî dokusu ne yazık ki bu AVM'lere ve ticari alana... Sırf "Ticareti canlandıralım." mantığıyla da yaklaşılmıyordur umarım çünkü bu, kentlerin geleceği. Yani bizim elli yıl sonrasına miras bırakabileceğimiz AVM'ler midir, TOKİ'ler midir, bu görüntü müdür? Gerçekten biz endişeye kapılıyoruz, bu anlamda bir açıklama da bekliyoruz.
Ben teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özgökçe Ertan.