Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
Konu | : | Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı (1/838) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 08 .11.2017 |
ERDAL ATAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; ben de şu an burada bulunan bütün katılımcıları selamlıyorum.
Gerçekten, ekolojiyi koruma, çeşitliliği artırma, var olan yerleri biraz daha bu toplumun yararına geliştirme noktasında adımlar atılacak gibi, tasarıların başlıkları bu biçimde ifade edilse de maalesef, içerikte -az önce diğer vekil arkadaşların da ifade ettiği biçimiyle- tasarı tamamen ekonomik temeller üzerine şekillenmiş ve ranta dayalı olarak ülkenin mevcut kaynaklarını bir şekilde şirketlere tahsis etme tasarısı durumundadır.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Bir Dersimli olarak Sayın Erol'un söylediği şey beni de ilgilendiriyor, benim de şehrim. Munzur Vadisi'nde yapılan barajlar gerçekten oradaki şehri tamamen yok edebilecek bir düzene sahip. Yani bir dere üzerinde ya da bir su üzerinde, bir çay üzerinde 10 tane... Önceden daha fazlaydı, bunların bir kısmı iptal edildi, sonra yenileri eklenerek 25-30 tane bu yönlü bir şey yapılması gerçekten orayı tümden yok etme stratejisinden başka bir mesele değil. Sadece Dersim'le ilgili değil, bunun dışında da 1.500 tane HES'le ve bu projelerle, aslında, ülkemizin her tarafında, ne kadar su varsa, ne kadar verimli alan varsa bunların tümü ticari amaçla tamamen tahribata açılmış durumda. Bunların bir an önce meslek kuruluşları, yöre halkı ve diğerleri de dâhil edilerek, sivil toplum kuruluşları da dâhil edilerek, tekrardan gözden geçirilerek bunların tümünün, büyük çoğunluğunun iptal edilmesi gerekiyor; onu ifade edeyim.
Sadece bu da değil, mesela, bugün ekolojiyi koruma meselelerini tartışıyoruz ama bizim Komisyonumuzun da bilgisi dâhilinde olan ülkemiz âdeta ekolojinin tahribatları yönünden bir yangın alanına çevrilmiş durumda. Karadeniz'de, Zonguldak'ta, işte, Çatalağzı'ndaki şeylerden tutalım da Yeşil Yol'daki bütün o tahribatlara, Cerattepe'den tutalım da Hasankeyf'e, Kaz Dağlarından tutalım da İstanbul'un birçok alanına kadar yani her tarafta, ta Akdeniz'inden diğer alanlarına kadar her gün her yerde insanlar eylemler yaparak doğanın, nasıl şirketler tarafından madenlerle, HES'lerle, diğer yatırımlarla tahrip edildiğini bizlere ifade etmektedir. Bizler de bunların çözümünü yapmak yerine getirilen tasarıyla, maalesef, bunları çok daha fazla, büyük tahribatlar açabilecek şekilde düzenlemiş durumdayız.
Birincisi: Bu tasarının, bu kadar kapsamlı bir tasarının iki gün içerisinde hazırlıkla, bir tartışmayla sonuçlandırılıp oldubittiye getirilmesi kesinlikle kabul edilir değildir, baştan onu ifade edeyim. Bu tasarı durdurulmalıdır. Alt komisyonlarda bunlar tartışılmalıdır. Evet, ekolojiye yönelik, çevreye yönelik, bitki çeşitliliğine yönelik yapmamız gereken çok şey var ama bu, kesinlikle bu biçimde olmaz. Bu yanının ele alınması gerekiyor ve durdurulması gerekiyor. Alt komisyonlarda, Çevre Komisyonunda bu ayrıntılı olarak tartışılarak, ekoloji alanında mücadele yürüten bütün örgütlenmelerle birlikte ele alınarak, yine, yetkili, bununla bağlantılı olan bütün kurumlarla bu mesele işletilerek geliştirilmesi gerekiyor. Gerçekten, Avrupa veya dünyadaki bütün kanunlara uygun hâle de getirilmesi gerekiyor. Ülkemizde hem bitki ve hayvanların hem -dediğimiz- toplumun, üretim ve diğer alanların hepsinin buna ihtiyacı söz konusudur.
Tasarının içeriğine geldiğimiz zaman, birincisi, şu ortaya çıkmış durumda: Mevcut tasarıyla, koruma altında olan 554 tane yerin büyük çoğunluğu şu anda Bakanlığın yetkisine verilerek ulusal çıkar, kamu yararı, strateji, güvenlik ve benzeri nedenlerle rant alanına açılmaktadır, bu, tamamen kanunlaştırılmaktadır. Yani demin sayın vekil de ifade etti, gerçekten koruma altında olan alanlar şu an tamamen ranta açılacak biçimde bir maddeyle düzenlenmiş durumda.
Yine, bu yerlerden belirlenmiş olan yani bu 500 tane yer içerisinde zaten bir kısmı o dediğimiz iki tane şey dışındakiler, tabiat koruma, yaban hayatını koruma yerlerinin dışındakiler zaten yararlılık ve kullanma biçiminde düzenlenmişti, onların tümü zaten ranta açılmış oluyor. Diğerleri yani tabiat koruma, yaban hayatını koruma olarak yani mutlak korunma alanı olarak ifade edilen alanlarsa Bakanlığın yeniden belirleme yetkisine verilmiş durumda. Yani bu Bakanlık isterse bugüne kadar belirlenmiş olan, belki de elli yıldır, yüz yıldır, çok büyük destek verilmemiş olabilir, korunmamış olabilir, gerekli düzenlemeler yapılmamış olabilir ama tüm bunlara rağmen millî park veya korunma alanı olarak bulunan bütün bu alanların tümünü şimdi Bakanlık tekrardan yeni kriterlerle gözden geçirerek ortadan kaldırabilir. Diyebilir ki: "Munzur Millî Parkı belirlenen kriterlere uygun değildir, bu artık iptal edilecektir." Yani bu hak tamamen Bakanlığa verilmiş bir pozisyona dönüştürülüyor. Bu, şunu getirecek: Zaten o korumadan bir şekilde, kullanma, yarar ve benzerleriyle birlikte tamamen ranta açılan alanların dışında mutlak koruma alanlarını da bu biçimde... Şeyi de yazıyor zaten maddede, eğer herhangi bir alanda bir tüzel kişilik buna bir şekilde karşı çıkarsa ya da öneri-de bulunursa Bakanlık, işte, o dediğimiz, kamunun üstün yararı, ulusal çıkar, strateji, güvenlik ve benzeri nedenlerle tekrardan değerlendirilerek bunların herhangi birisini herhangi bir zamanda, herhangi bir şirket için ortadan kaldırabilir. Sadece o biçimde de değil, şu an diyelim ki mutlak koruma alanı olarak kabul edilip ilan edilse dahi bir bölümünü "Bunlar tahrip oldu.", "Burası ülke yararı için, kamu yararı için daha çok gereklidir." biçiminde onları tekrardan düzenleyerek o bölümün tümünü şirketlere, madenlere, HES'lere ve diğerlerine açabilir. Bu açıdan, kesinlikle, bu kanun bizim ülkemizdeki bütün o koruma alanlarının tümünü, zaten oldukça yoğun bir şekilde tahrip edilen, geriye dönüşü olmayan, doğanın kendisini yenileyemediği biçime dönüştüğü bir durumun çok daha gerisine, belki de onlarca kat gerisine götürerek tahribata açmış olacak.
Yine, bunun dışında, tek bir kriterde birleştirme meselesi de tehlikelidir. Bir alan, aynı zamanda, dediğimiz bütün bu alanlara uygun olabilir. O durumda, bütün bunlarla ilgili olarak çalışan birimlerin hepsi orada gerekli görevlerini yerine getirerek bu meseleyi sürdürmüş olacaktı. Ama şimdi öyle değil, bir tane kritere dönüştürülmüş olacak, örneğin, millî park ilan edilecek, tabiat koruma alanı ortadan kaldırılmış olacak, işte, yaban hayatı koruma meselesi ortadan kaldırılmış olacak, tabiat parkı, tabiat alanı, tür ve habitatı koruma alanı biçiminde o yapılması gereken görevlerin tümü yani o noktada devletin, gerekli yetkililerin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, bunların bir bütününün yapacağı bu görevlerin tümü de ortadan kaldırılarak, sadece bir tanesine dönüştürülerek o mesele de önemli oranda, aslında koruma zırhlarının büyük çoğunluğu ortadan kaldırılmış oluyor. Bir yerde altı tane nitelik varsa yani o kriterler varsa bunların beşi ortadan kaldırılmış olacak, bir tanesine dönüştürülecek, o da -yukarıda dediğimiz gibi- bakanların ihtiyacı dâhilinde tekrar ranta açılmış olacak. Ya da bir kısmı tahrip edildi, "Bu artık geriye döndürülemez, onarılamaz." biçiminde ifade edilerek bu mesele de ranta açılmış olacak.
Yine, bu ÇED'le ilgili bölüm de aynı şekilde. Zaten çevre düzenlemeyle ilgili büyük problemler vardı. Yani şirket orayla ilgili belirlenen kriterlere uygun bir planlama sunuyor, o planlamaya yereldeki halk ya da meslek örgütleri itiraz ediyor, itiraz sonrasında o mesele yanlış bulunduğu, kriterlere, müfredata uymadığı için mahkemeler tarafından bozuluyor; ondan sonra alıyor, sadece o kelimeyi değiştiriyor, cümleyi değiştiriyor, ÇED olarak sunuyor. Bakanlıklar da OHAL, diğeri, öbürü ve benzerleri hiçbir şekilde itiraz yapılmayacak şekilde onların tümünü düzenlemiş oluyor. İşte bu düzenleme onların tümünü yani ÇED'le ilgili aslında kamu yararına mahkemelerin vermiş olduğu kararları ya da bir şekilde o kurumların, çevre ve meslek örgütlerinin, mühendis ve mimar odalarının, ona benzer bütün kurumların itirazlarının tümünü de ortadan kaldırarak Bakanlığı tek yetkili, mevcut ortaya koymuş olduğu kanunu değiştiremez hâle dönüştürmüş olacak.
Yine, cezalar bölümü de öyle. 25'inci maddede cezalar var, diyor ki: "Eğer burayı tahrip ederseniz..." Yani bir maden şirketi, herhangi bir HES ya da herhangi bir şey bunu tahrip ederse onu tekrar yenilemesi için ona ceza verilecek, ceza da şu: "Git orayı geriye, eski hâline getir." Eğer getiremezse para cezası verilecek. Yani şuna açılmış oluyor: Herhangi bir işletme kendi alanında yeterli kârı elde etmek için istediği kadar tahribat yaratabilir. Bu yarattığı tahribatla ilgili "Sen onu eski hâline getir." denecek. Eğer getiremezse bu sefer de ona belli bir para cezası verilmiş olacak. Şirket de şöyle düşünüyor uluslararası alanda veya ulusal çıkarları açısından: "Ben elde etmiş olduğum kârı zaten elde etmiş oluyorum." Nasıl elde ediyor? Yap-işlet-devret siyasetiyle orada diyelim ki bir tane baraj yapıyor bir derenin üzerine, orada zaten binlerce hayvan, diyelim ki bitki türleri tahrip ediliyor, onun üzerinden yirmi beş yıl boyunca o belirlenen megavatta ya da herhangi bir şekilde, neyse, bunların tümü karşılanmazsa devlet bunların tümünü zaten ona bir şekilde tekrar ödemek zorunda, hani köprülerde olduğu gibi. Köprünün üzerinden 40 bin araç geçmezse "Biz kaç araç geçerse kalanını size ödeyeceğiz." diyor. Yani bu pozisyonda bir durum söz konusu, bu da o pozisyonda bir düzenlemedir. Yani oradaki maden istediği kadar alanı tahrip edecek, sonra oradaki komisyon ya da devlet gidecek, diyecek ki: "Sen burayı fazladan tahrip etmişsin, belirlenen ÇED şeylerinin dışına çıkmışsın, o zaman bunu geri eski hâline getireceksin." O da "Vallahi, benim o kadar işim yok." diyerek... Bu mesele de ne kadar tutuyor? Yarattığı o tahribatla, elde etmiş olduğu kârla yüz binlerce parayı, milyonlarca parayı cebine indirmiş olacak. Orada da getirecek devlete, belki de cüzi bir miktarda bir para vererek "Git, kendin bu meseleyi onar ya da düzelt." Devlet de bütün bu tahribatların sonucunda, bakanlıkla "Burası artık koruma alanının, sit alanının, güvenlik alanının ya da -herhangi bir şekilde o dediğimiz- zırhların dışına çıkmıştır." diyerek onu tümden o şirketlerin tümüne verebilir. Yani bu yapılan düzenleme tamamen bu alanların tümünü sanayiye -o "tahribat alanları" dediğimiz- geriye dönüşümsüz olarak bu meseleleri açmaktadır.
Bizim, bu ülkede madenler, enerji kaynakları, diğer meselelerle ilgili şeylerimiz yok, hani "Tümden her şeyi kapatalım, bu meseleyi başka bir tarafa bırakalım." biçiminde bir yaklaşımımız yok. Ama bununla ilgili uzman kurumların... Yani "sivil toplum örgütleri" diyor ama hiç bu meseleye itiraz eden bir tane kurum var mı? Yine yandaş olarak, bu meselede hareket eden belli insanlar, uzmanlar getirilerek bu mesele kapatılıyor. Tahribatların hepsi yereldeki halkla, diğerleriyle, öbürleriyle, bütün bu muhalif olan kesimlerle birlikte ele alınarak işleniyor mu? Yani itiraz getirecek olan muhalif kesimdir, yoksa oradan yandaş olan, hiç oraya gitmemiş olan -bir de öyle bir durum da var- bir uzman diyor ki: "Yapılabilir, sorun değil, yeter ki ÇED'e uygun olsun." biçiminde bir açıklamayla bu meseleleri önemli oranda tahribata açmış durumda.
Son olarak şunu ifade edeyim: Dikkat edilirse bizim şu an iktidarda bulunan Hükûmet -bu son iki-iki buçuk yılına ben kendim tanığım- bir tane halkın yararına, bir tane doğanın yararına, bir tane bu canlı-cansız varlıkların yararına, hayvanların, ekolojinin yararına bir tane yasa çıkarmadı, bir tane yasa çıkarmadı. Torba yasa içerisinde bir geliyor: "Meralar sanayiye açılacak." Bir torba yasa geliyor: "Zeytinlikler açılacak." Bir torba yasa geliyor: "Kıyılar ticarete açılacak." Bir torba yasa geliyor: "Diğerleri, öbürleri tahribata ve diğerlerine açılacak." "İşçiler, emekçilerle ilgili haklar kısıtlanacak.", "Vergi yasaları şöyle olacak." öbürleri... Yani bir tane yararlı bir yasa bu ülke halklarına yönelik getirilemez mi ya? Bu kadar mı -bu ülke halklarına yönelik- para karşısında, ticaret karşısında, bütün bu geriye dönüşümsüz olarak bu ülkenin varlıkları tahrip edilebilir? Yani böyle bir anlayış olabilir mi, tahripkâr anlayış olabilir mi? Asla kabul edilir değil. Bu ülkede para her şey midir ya? Üzerinde yaşayacağımız bir dünya, bir ülke, bir alan yoksa yüz binlerce paran olmuş ne olacak ya? Herkes kanser olmuşsa, herkes bu hastalıklarla boğuşuyorsa paranın ne anlamı var? Ki onun dışında da uzmanlar diyor, enerji olarak yeterli bir enerjimiz var. Bu ülkenin yer altı, yer üstü zenginlikleri ve doğal kaynakları doğru işletildiğinde, uzmanlarla gerekli önlemler alınarak işletildiğinde yani özelleştirmeye verilmeden bizzat devlet bütün önlemleri alarak uzmanlarla, yöre halkıyla anlaşmalı bir şekilde bu alanları işlettiğinde hem daha fazlasını tahribata açmanın bir anlamı kalmayacak hem de yenilenebilir yani doğanın kendisini yenileyebileceği bir işleyiş, bir anlayış, bir kriter bu meseleyi bir şekilde hayata uygulayabilir.
Getirilen bu son tasarı bugüne kadar getirilenlerin en az 100 katı daha büyük tahribat yaratacak ve tamamen sermayeye, tamamen tahribata ve ranta yönelik bütün bu gelişmelerin tümünün de önünü açmış olacak. Biz kesinlikle bu meseleye karşıyız. Bunun bir an önce durdurulması gerekiyor. Alt komisyonlarda yine bu insanlarla birlikte bu meselenin işletilerek ele alınması gerekiyor.
Ayrıca, Çevre Komisyonunun yaklaşımı şu olmalıdır: Çevre Komisyonunun bu coğrafyadaki bütün çevre sorunlarının tümüne duyarlı olması lazım. Cerattepe'de insanlar niye itiraz ediyor, gidip yerinde incelememiz gerekiyor. Yeşil Yol'a niye itiraz ediyor bu halk? Ya da insanlar Zonguldak'ta niye bu HES'lere, diğerlerine, Trakya'daki bu tahribata niye itiraz ediyor? Kaz Dağlarında ne oluyor? Bunların tümüne yönelik de gidip yerinde incelememiz gerekiyor. Uzmanlarla birlikte gerekli sonuçları çıkararak, ona uygun bir düzenlemeyle hem ulusal hem de uluslararası alandaki bütün bu düzenlemeleri yaparak, gerçekten cennet olan bu coğrafyamızın tümünü koruyarak bu meseleyi doğru temelde, toplumun çıkarlarına ve yararlarına uygun ilerletmemiz gerekiyor.
Teşekkür ederim.