KOMİSYON KONUŞMASI

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teşekkür ediyorum.

Esasında, böyle bir bütçeye dair yapılacak konuşmanın beş dakikayla sınırlı olması söylenebilecek sözün kendisine dair de büyük bir sıkıntı ve kısıt yaratıyor. Belki maddelemek iyi olabilir.

Öncelikle, şunu bir anımsama ihtiyacı olduğu hissindeyim: Bizler ekonomide kıt kaynaklarla sınırsız istekleri karşılamaya dair bir tercihler bütününün iktisat bilim alanının temelini oluşturduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bütçe de en temel hâliyle esasında siyasi tercihlerin ortaya konduğu bir bütüncül yapıdır. Bu siyasi tercihler ne diye baktığımızda en makro hâliyle şu çok net gözüküyor: Esasında sınıfsal bir tercih yapılıyor özellikle orta gelirliyi bu sefer zor durumda bırakan ve dar gelirli ile en yüksek gelirli sınıfların arasındaki uçurumu gittikçe açan ama en önemlisi de orta gelirliden sosyal yardımlar adı altında dar gelirliye yoksulluğu yöneten bir yaklaşımla transferler yapan ama bununla beraber de rantçı sermayeyi en büyük desteklerle besleyen bir anlayışın devamlılığı bu bütçede çok net gözüküyor.

İkinci mesele, yani, esasında, bu bütçeler tam olarak geleceğe dair hayal kurduğunuz ekonominin ve toplumsal yapının ne olduğunu da yansıtırlar. Böyle baktığınızda, bu bütçenin Türkiye hayali kurmaktan artık vazgeçtiği, iktidarın kendi siyasi devamlılığı için bir parti devleti bütçesi yaptığı da bütçenin neredeyse her kaleminde çok açık gözüküyor.

Üçüncüsü de, esasında, baktığınız zaman, bu Türkiye hayalinin nasıl bir kalkınma stratejisiyle bütünleştiği de bütçelerde gözükür. Yani yarınlara dair ne hayal ettiğiniz de bütçede ortaya konmuş olur. E bu bütçe de emekçiden ziyade rantçı sermayeyi tercih eden, dolayısıyla kalkınan bir Türkiye değil, kalkınan bir yandaş sınıfını destekleyen bütçe olmanın ötesine geçmiyor. Bu ana prensipleri çok önemsiyorum, onun için hızlı özetleme ihtiyacı duydum.

Şimdi, biraz daha teknik baktığınızda, bütçe sunumunun ilk kısmı dışa bağımlı bir ekonomi olduğumuz için ister istemez küresel gelişmelere ayrılmıştı. Bu dışa bağımlılığı azaltıcı bir bütçe ortaya çıkarmak yerine küresel koşulların ne kadar iyi olduğunu anlatmayı tercih eden bir sunum gibi geldi bana. Nitekim, bu kısmının, bütçe sunuşunun dayandırıldığı küresel koşullar IMF'nin son küresel görünüm raporuna dayandırılıyor ve bütçe sunuşunun 12 sayfasının 11 sayfasında bu küresel görünümün esasında çok iyi olduğu, kısa vadede bir risk barındırmadığı, risklerin dengeli olduğu ifade ediliyor, son bir iki cümlede "Ya esasında raporda biraz risklerden de söz ediliyor ama biz o kısmına bakmayacağız." diyen bir yaklaşım sergileniyor. Bu şu açıdan önemli: Biz bir bütçeyi eğer doğru küresel okuma ve doğru makroekonomik varsayımlar üzerine kurmazsak o bütçe zaten ölü doğar ve bu bütçenin dayandırıldığı küresel varsayımlar eğer IMF'nin son küresel görünüm raporundan alınacaksa o zaman şunu anımsatma ihtiyacı duyuyorum, o rapor açıkça şunu söylüyor, diyor ki: "Kısa vadede riskler dengeli gözükmektedir ancak bu koşulların sürdürülebilir olmadığı çok açıktır, orta vadede küresel risklerin artma ihtimali çok belirgin gözükmektedir. Bu koşullarda ülkelerin yapması gereken en sağlıklı şey de yapısal reformlara ihtiyaç duydukları alanları bugün gevşemiş gözüken küresel koşulları bir altın fırsata dönüştürerek gerekli reformları yaptıkları bir düzene geçmeleridir." Yani bu finansman devam edecekmişçesine iş yapmak yerine bu finansmanın çok yakın bir tarihte artık olmayacağı gerçeğiyle yüzleşen, dolayısıyla da ekonominin dış kaynaklara bağımlılığını azaltıcı reformları hızla yerine getiren bir ajandaya ihtiyaç vardır. Korkarım ki bu bütçe bu uyarıları gözden kaçıran ve dolayısıyla Türkiye'nin dışa bağımlılığını azaltmak bir yana bugüne kadar kurulmuş olan dışa bağımlı düzeni daha da pekiştirecek altyapıyı barındırmaktadır.

Şimdi, iç hikâyeye döndüğünüzde -bu küresel varsayımlar yanlış olduğu için zaten baştan çöküyor ve çöküşü döviz kurundaki hareketlilikte zaten çok net görüyoruz ama- iç koşullara baktığınızda da hikâyenin temellendirildiği yer büyüme gibi gözüküyor. Yani biz ne yapalım edelim, büyüyelim, başka ne olduğu hiç önemli değil. Oysaki büyümenin bir hedef olarak ortaya konması başka hedefler için aracı olduğu zaman kıymetlidir yani yeterli düzeyde istihdam yaratırsanız. Bunun özellikle altını çiziyorum, ülkenin istihdam ihtiyacı daha yüksekken yarattığınız istihdamla övünen değil, yaratılan işsizliğe çare olamamayı dert edinen bir ekonomik anlayışa ihtiyaç vardır. Yani büyümeyi kendi başına bir hedef olarak gören değil, ülkede işsizliği çözecek, ülkede eşitsizlikleri çözecek, ülkede borç yükünü çözecek, ülkede var olan kırılganlıkları ortadan kaldıracak yaklaşımlar için büyüme bir hedef olarak konur. Kendi başına büyüme bir hedef olarak konduğu zaman bu esas amaçlara ulaşan bir kalkınma stratejisi de yazılamamış olur. Nitekim bu bütçe de bir kez daha bu yaklaşımı çok somut bir biçimde ortaya koyuyor. Yani "Bugün büyüyelim ama var olan işsizlik sorununu gerçekten çözecek yapısal adımları atalım." demeyen, "Var olan eşitsizlikleri çözelim." demeyen, "Var olan borçluluk sorununa çare üretelim." demeyen bir bütçeyle bir kez daha karşı karşıyayız. Bunların her biri rakamlarla çok net desteklenebiliyor. Bugün Türkiye'nin en zengin kesimi ile en yoksul kesimi arasında 7,7 kata ulaşmış bir fark var. Bugün borçluluğa baktığınızda belki kamunun borcu nispi olarak azalmış gözükse de kamudan ziyade artık hane halklarının borçlu olduğu, hane halklarından daha çok da reel sektörün borçlu olduğu bir Türkiye ekonomisiyle karşı karşıyayız. Kırılganlıkların Türkiye içerisinde farklı kurumlara kaydırılmış olması genel Türkiye ekonomisinin kırılgan olmadığı anlamına gelmez. Bu bütçe, kendi üzerinden, kamu üzerinden yükü atan ama yükü attıktan sonra ortaya çıkan kırılganlıklarda ne özel sektörü ne de hane halkını koruyacak adımları barındırmayan, insandan kopuk bir bütçe olmaya aday bir kez daha.

Özetle -esasında söyleyecek çok şey var ama hakikaten vakit olmadığı için her birine detaylı giremiyorum- şunu anımsatarak bitireyim: Bu bütçenin her detayını konuşacağız mutlaka ama şunu bilerek konuşmak zorundayız: Karşımıza konmuş olan bütçe gerçekçi değil, varsayımları yanlış olduğu için, bir hikâyesi olmadığı için, kendi içinde bütüncüllüğünü tamamen kaybetmiş bir bütçeyle karşı karşıyayız. Böyle olduğu zaman zaten faizler otomatik olarak yükseliyor. Çünkü siz kurumlar vergisini önce düşüreceğiz deyip iki hafta sonra arttıran bir yaklaşımla vergi oynaklığı yarattığınızda, siz bütün dünya kurumlar vergisini düşürüp ekonomik coğrafyayı değiştirirken kurumlar vergisini arttırdığınız bir bütçeyle yatırımcının karşısına çıktığınızda bunların yükü toptan kötü yönetim ve bütüncül olmayan bir ekonomi politikası sebebiyle vatandaşın omzuna yükleniyor. Belli ki bu kalkınma modelinin sonuna gelindi ama bu bütçe sonuna gelindiği bilinen bir kalkınma modelinde ısrar etmeye devam ediyor. Bu ısrar sadece ve sadece siyaseten var olan düzenin devamı için anlamlı, bu ısrar Türkiye'nin geleceği için hiçbir fayda barındırmıyor. Üzülerek söylüyorum ki hakikaten Türkiye geleceği açısından çok zararlı olan bir bütçeyle karşı karşıyayız.

Özetle burada iyi ücret yok, güvenceli çalışma yok yani emekçi yok, burada inovasyon yok, AR-GE yok, eğitim yok yani bir gelecek yok, burada üretimin altyapısını güçlendirecek, üretimi özendirecek, yatırımları makine teçhizata kaydıracak bir öngörü yok yani katma değer yaratacak bir üretici yok, burada hak temelli sosyal adaleti sağlayacak bir sosyal politika yok, yine yoksulluğu yönetmek, yine dar kesimliyi yok görmek var, bu bütçede varsa yoksa rant sermayesi var, bu bütçede varsa yoksa siyaset var, oysa Türkiye bundan çok daha iyisini hak ediyor.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.