| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı(1/884) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 20 .10.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu, torba kanunun en tehlikeli, en sıkıntılı ve yağma demeyeceğim, talana dönük, doğanın, meraların, kışlakların, yaylaların, tabiatın tamamen talanına dönük bir düzenleme. Özellikle bu 54'üncü madde, 3213 sayılı Maden Kanunu'nun "Madencilik faaliyetlerinde izinler" başlıklı 7'nci maddesinin on birinci fıkrasının birinci cümlesi değiştirilmek suretiyle, madencilik faaliyetleri için önceden alınması gereken çevresel etki değerlendirme raporu yani ÇED ile diğer kurumları ilgilendiren izinler, özellikle başta 6831 sayılı Orman Kanunu olmak üzere tüm izinlerin üç ay içinde sonuçlandırılmaması hâlinde olumlu karar verilmiş sayılacağı ve Maden işleri Genel Müdürlüğünce işlemlerin yapılacağı düzenlenmektedir.
Bu yasal düzenleme kökten, tümden sakattır ve tehlikelidir arkadaşlar. Zira hangi kurumları ilgilendiren hangi kanunların hangi maddelerine göre verilecek izinlerin kaldırılması gerektiği hususu tek tek sayılarak maddede düzenlenmesi gerekirken bu hususa uyulmayıp kanun yapma tekniğine aykırı ve kaptıkaçtı mantığıyla ve "Ben yaptım oldu." düşüncesiyle torba kanun tasarısıyla yasalaştırılmaya çalışılması hukuki açıdan da son derece tehlikeli ve yanlıştır arkadaşlarım.
Bu tasarıyla 6831 sayılı Orman Kanunu'yla korumaya alınan kıymetli gen kaynakları, tohum meşcereleri, endemik türlerin yer aldığı orman alanları, şayet üç ay içinde CED raporunun verilmemesi gerekçesiyle olumlu yönde karar verilmiş sayılmak suretiyle tehdit altına sokulmaktadır. Açık ve net. Geçmişte Orman Bakanlığı bölge müdürlüğü yapan Antalya milletvekilimiz burada yok herhâlde, burada olsaydı onun dikkatine de sunacaktım özel olarak.
Bilindiği üzere, ÇED raporunun hazırlanması süreci çeşitli nedenler ve mahallî sorunlar nedeniyle zorunlu olarak uzamaktadır. Türkiye'de bu hususlar hiç yokmuş gibi, her şey güllük gülistanlık gibi, ÇED raporunun üç ay içinde bitirilmediği takdirde olumlu karar verilmiş olarak değerlendirileceği hususu, kanun yoluyla Anayasa güvencesi altındaki ormanların ve doğanın tahribatını sağlayacaktır arkadaşlar bu düzenlemeyle. Henüz yankıları ve toplumsal travmaları devam eden Artvin Cerattepe ormanlarının başına gelen benzer doğa tahribatlarının daha çok yaşanmasına neden olunacaktır bu düzenlemeyle. Tabii ki bu düzenlemeler yine ülkenin yer altı kaynakları üzerinde rant hesabı olan kişilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey olmayacaktır.
Diğer taraftan, tasarıyla 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 7'nci maddesinde "Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafından karşılanır." hükmü de kaldırılarak bunun yerine "...aksi takdirde çevresel etki değerlendirmesi ve diğer izin başvuruları ile ilgili olumlu karar verilmiş sayılır ve Genel Müdürlük tarafından buna göre işlem yapılır." hükmü getirilmek suretiyle, bir taraftan mevzuatın gerektirdiği tüm maddi yükümlülükler devletin sırtına yüklenirken, aynı zamanda madencilik faaliyeti için izin verecek tüm devlet kurumlarına da aba altından sopa gösterilmektedir.
Ankara Gazi yerleşkesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi ormanının tahrip edildiği, İstanbul'daki tüm yeşil sahalar, park ve bahçelerin ranta açıldığı gibi bu yasa düzenlemesiyle rantiyecilere daha çok özel imkânlar sağlanmış olmaktadır. Kesinlikle tarafsız ve tekniğine uygun düzenlenmiş ÇED raporu alınmadan, ilgili kurumlarca verilmesi gereken izinler verilmeden madencilik faaliyetine başlanılmamalıdır.
Tasarı, "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." hükmünü içeren Anayasanın 56'ncı maddesi ile "Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; -verilmemelidir- proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez." kuralını getiren Çevre Kanunu'nun 10'uncu maddesi ile Türkiye'nin taraf olduğu çevre koruma sözleşmeleri madencilik faaliyetleri için yürürlükten kaldırılmaktadır bu düzenlemeyle. Kanun değişikliğiyle Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ilga edilemez, edilmemelidir.
Bu tasarı yasalaşırsa madencilik faaliyetleri için alınması zorunlu çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kararı, çevre izin ve lisansları, orman tahsisi, iş yeri açma ve çalışma, gayrisıhhi müessese ruhsatları, imar izinleri, kamu hizmetine ya da umumun yararına ayrılmış yerlere 60 metre, özel mülklere 20 metre dâhilinde madenciliğe izin ile diğer izin ve ruhsatlar için yapılan başvurular üç ay içinde sonuçlandırılmazsa izin verilmiş sayılacaktır arkadaşlar. Düşünün, oturduğunuz konuta 20, 60 metre yakın mesafelere ruhsat verilecek bu düzenlemeyle arkadaşlar. Böylelikle, madencilik faaliyetleri her türlü denetimden muaf, dokunulmaz faaliyetlere dönüştürülmek istenmektedir. Oysa madencilik çevreye en fazla zarar veren, iş güvenliği açısından en tehlikeli faaliyetlerin başında gelmektedir. Henüz daha Soma'daki 301 madencinin annelerinin, eşlerinin, çocuklarının gözyaşları kurumuş değil. Hemen arkasından Ermenek'teki 18 maden işçisinin ailelerinin hâlâ daha gözyaşları ve acıları ortada. Yetmedi, birkaç gün önce Şırnak'ta bir madende yaşanan facialar aklımızda arkadaşlar. Oysa madencilik çevreye en fazla zarar veren, iş güvenliği açısından en tehlikeli faaliyetlerin başında gelmekte. Tasarının gerekçesinde yer alan "çevreye duyarlı madencilik..." Peh peh peh! "Çevreye duyarlı madencilik..." Nasıl olacak bu? Varsa bir arkadaşımız bunu bize anlatsın. Tasarının kendisiyle de zaten baştan sona kadar tezattır. Tasarının yasalaşması, maden işletmesi yapılan alanları yaşanmaz hâle getirecek, yeni Soma, Ermenek, Şırnak, Maraş, Kütahya dâhil olmak üzere, Zonguldak dâhil olmak üzere yeni maden kazalarına davetiye çıkarmaktan başka hiçbir şey değildir arkadaşlar.
İzmir'de de olağanüstü şekilde Ankara'dan lisans verilmektedir. Bergama'nın Kozak Yaylası'na, çam fıstıklarının olduğu yerlere, Karaburun Yarımadası'na, Selçuk'un Gökçealan köyüne, Kemalpaşa'nın köylerine ÇED olumsuz olmasına rağmen yeni başvurulara Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yeni ruhsatlar vererek doğayı katletmektedir arkadaşlar.
Birkaç gün önce söylemiştim, Kızılderili atasözünü bir kez daha söylüyorum arkadaşlar: "Son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde, son ağaç yok olduğunda beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacaktır." Ama bu kadar doğa katliamı, bu felaketler arkadaşlar... Doğa asla affetmez, doğa asla affetmez ama onun bedelini hep fakir fukara ailelerin çocukları madenlerin altında hayatlarıyla ödemektedir arkadaşlar.
O nedenle, Orman Bakanlığının temsilcisi yok, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının temsilcisi yok, sadece Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının değerli yöneticisi burada var; o da istiyor ki bir an önce yatırımlar açısından... Biz yatırımlara karşı değiliz arkadaşlar, yatırımlar yapılsın, maden ruhsatları da verilsin, taş ocağı, mıcır ocakları ruhsatları da verilsin, hiç itirazımız yok ama bunların doğru yerlerde ve doğru projelerle usulüne, adabına uygun bir şekilde verilmesi gerekir. Yoksa "Üç ay içerisinde verilmedi, otomatikman ben bu ruhsatları veriyorum..." Gelecek nesillerin hava alabilecekleri, yaşayabilecekleri alanları böylelikle katlediyoruz, yok ediyoruz. Böyle bir vebalin altına kimse girmesin, hele hele hayırlı bir cuma günü için bu parmakların kalkmaması gerekir arkadaşlar.
Teşekkür ediyorum.