KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, sayın milletvekilleri, değerli bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye sıkıntılı bir süreçten geçiyor, sarsıcı olaylar birbirini izliyor. Siyasi ve sosyal hayattaki gelişmeler, bölgemizde yaşanan ve Türkiye'nin güvenliğini doğrudan tehdit eden olaylar, yine, hem FETÖ hem PKK'ya yönelik mücadelenin devam etmesi, içerden ve dışardan kuşatma altına alma girişimleri, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu zor şartları ortaya koymaktadır.

Kuşkusuz, bu gelişmeler iyi yönetilmediği takdirde, var olan temel sorunlarla birlikte, Türkiye ekonomisini de olumsuz etkileyecektir. Nitekim, veriler bu etkilenmeyi ortaya koymaktadır.

Tüketici güven endeksi kasım ayında, bir önceki aya göre yüzde 6,9 oranında azaldı. Ekim ayında 74,04 olan endeks değeri, kasım ayında 68,93 oldu.

Hanenin maddi durum beklentisi endeksi, bir önceki aya göre yüzde 5,4 oranında azalarak, kasım ayında 84,1 oldu. Bu azalış, gelecek on iki aylık dönemde hanenin maddi durumunun daha iyi olacağını bekleyenlerin oranının düşmesinden kaynaklandı.

Genel ekonomik durum beklentisi endeksi de yüzde 6,5 oranında azalarak, kasım ayında 95,06 oldu. Bu düşüş, gelecek on iki aylık dönemde genel ekonomik durumun daha iyi olacağı yönünde beklentisi olan tüketicilerin sayısının, bir önceki aya göre azaldığını göstermektedir.

İşsiz sayısı beklentisi endeksi, bir önceki aya göre yüzde 7,6 oranında azalarak, 71,3 oldu. Bu azalış, gelecek on iki aylık dönemde işsiz sayısında düşüş bekleyenlerin azalmasından kaynaklandı.

Yine, tasarruf etme ihtimali endeksi yüzde 12,7 oranında azaldı. Ekim ayında 23,27 olan endeks, kasım ayında 20,33 oldu, bu düşüş de tüketicilerin gelecek on iki aylık dönemde tasarruf etme ihtimallerinin bir önceki aya göre azaldığını gösteriyor.

Ekonominin sıhhatine yönelik en önemli çıpalardan birisi, hatta en önemlisi döviz kurundaki istikrardır. Buradaki şiddetli dalgalanma dünyanın her yerinde bir olumsuzluk göstergesidir. Bu çerçevede, Türkiye'de kurlara ilişkin son iki haftadaki şiddetli sarsıntı devam etmekte. Bu konuda ne gibi önlemler alınıyor, kamuoyu bunu doğrusu merak ediyor.

Siyasi partilerin farklı ekonomi politikaları olabilir, ancak mali istikrarın sağlanmasının millî bir görev olduğunu ve ideolojik tutumlardan bağımsız olduğunu değerlendiriyoruz. ABD Merkez Bankası, sürekli faiz yükselteceğini ima ederek küresel piyasaları fiyatlarken, Merkez Bankası son yedi aydır "sadeleştirme" adı altında çalışmalar yaptı. Türkiye, bu kaotik süreçte tutunacak dalı aramak yerine, âdeta akıntıya karşı kürek çekmeye çalıştı. Gelinen noktada faiz artırımı yapmak zorunda kalındı. Bununla birlikte, faiz artırımına rağmen dolar 3,46 TL seviyesine ulaştı. Bu durum daha sert tedbirler alınması gerektiğini göstermektedir.

Hükûmet, bu önlemlere, faiz, döviz satışı dâhil tüm para politikası araçlarını kullanmaktan çekinmeyeceği ve ekonomik rasyonalitenin gerektirdiği her türlü yaklaşımı esnek bir biçimde devreye sokacağını açıklamakla başlamalıdır.

Hükûmet, sadece ekonomi ya da sadece politika yapmamalı, her ikisini bütüncül bir biçimde programlamalıdır. Piyasalara güven mesajının hemen ardından, tüm taraflarla iş birliği hâlinde olunacağı vurgulanmalı ve aralık ayında FED'in faiz artırımından hemen önce para politikalarını devreye sokmalıdır. Yoksa küresel büyük aktörlerin hamlelerinden sonra yapılacak girişimlerin herhangi bir işlevi olmayabilecek ya da etkisi azalabilecektir.

Son iki hafta içerisinde gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere tahvil ve hisse senetleri satımı yoluyla 10 milyar doların üzerinde bir para çıkışının meydana geldiği görülüyor. Önümüzdeki yıl, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri bekleyen küresel mali fırtına öncesinde, ülkemizin dayanmakta olduğu tek temel çıpa olan mali disiplinin daha da sağlamlaştırılması elzemdir, ancak görülmektedir ki 2017 yılı bütçe açığı hedefi, hem gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 1,9'u gibi bir seviyeye dayanmış durumda hem de uzun yıllardır reforme edilmesi beklenen harcama kalitesinin sağlanmasından uzak bulunmaktadır.

Sosyal yardımların isabetliliğine yönelik bir çalışma yapılamamış olması bir yana, yardımların tutarında da önemli bir tasarruf gerçekleştirilememiş olması, hem istihdamı hem kayıtlılığı hem de iş gücü motivasyonunu olumsuz etkilemektedir. Geçtiğimiz yıllara kadar bu durumun mazereti, gelir dağılımını iyileştirici bir etkisinin olduğu yönünde idi, ancak son açıklanan veriler dikkate alındığında, gini kat sayısı yeniden kötüleşmeye başlamış ve 0,39'a gerilemiştir. Sosyal harcamalar bu yönüyle ele alınmadığı sürece, hem ülkemizin yoksul kesimlerine isabetle ulaşılamayacak hem de büyüme, kalkınma ve sosyal gelişmesine katkı sunmayacaktır.

Tarımsal destekler tarımsal üretimin artırılması için önemli bir husustur. Desteklerin artırılması olumludur. Bununla birlikte, bu paraların nereye gittiği, harcamaların karşılığının çiftçimize gelir, sektörümüze ise verim artışı olarak girip girmediği, belli başlı ürünlerde nasıl bir verim artışına neden olduğu yönünde bir etki analizi yapılmış değildir. Bütçe politikalarımız bu anlayışa oturmadığı sürece, kaynakların verimli ve etkin kullanımında zafiyet oluşacaktır. Belirli analizlerle, tarımsal desteklerin ithalatı azaltacak şekilde arz açığı olan ürünlere ve mevcut ürünlerin verim artışını da destekleyecek şekilde verilmesi, çiftçimizin her daim öğrenmeye ve çalışmaya yönlendirmesi, alın teriyle çalışıp, emeğinin karşılığını tam olarak alabilmesi sağlanmalıdır. Aksi hâlde, uygulama, sosyal bir transferin ötesine geçmeyip, hem çiftçimizin hem de Türk tarımının geleceğini karartabilecek bir yaklaşıma dönebilecektir.

2017 yılında özelleştirme gelirlerinin de içinde olduğu yaklaşık 15 milyar TL sermaye geliri hedeflenmektedir. Bu hedef büyük riskler barındırmakta, Hükûmetin tahmini bütçe açığının aslında daha fazla olduğu izlenimini uyandırmaktadır.

Dövizde son yaşanan hızlı yükselişi de dikkate alarak, Hükûmetin orta vadedeki büyüme, istihdam ve enflasyona yönelik hedefleri başta olmak üzere pek çok hedefini gözden geçirmesi gerekmektedir.

2016 yıl sonu büyüme hedefi yüzde 3,2 iken, uluslararası kuruluşlar tahminlerini şimdiden yüzde 2,8'ler seviyesine çekmiştir. Benzer şekilde yüzde 10,5 seviyesindeki işsizlik hedefinin yüzde 11'lerin üzerinde gerçekleşme ihtimali belirmiştir. 2016 yılının tamamlanmasına bir ay kaldığı göz önüne alındığında, alınacak önlemler bu yıla dair göstergeleri değiştirmeyecekse de, 2017 yılı performansını da kötü etkileyecek bir sonuçla karşılaşılmaması için şimdiden gerekli tedbirlerin alınması önem arz etmektedir.

Enflasyona yönelik hedeflerin de dövizdeki yükselişten etkileneceği açıktır. Son gelişmeler, 2016 yılı hedefi olan yüzde 7,5'un aşılacağına dair güçlü işaretler vermektedir. 2017 yılı hedefi olan yüzde 6,5'un da gerçekçi olmadığı aşikârdır. Endişe, para politikası araçlarının giderek çalışmaz hâle gelebileceği ve büyüme başta olmak üzere enflasyonun saptırıcı etkisinden tüm diğer makro göstergelerin daha da olumsuz etkilenebileceğidir.

Bütün bu bahsettiklerimiz, 2017 yılı merkezi yönetim bütçesini de doğrudan ilgilendiren kısa vadeli hususlar olup, aslında Türkiye ekonomisindeki yaraya kalıcı derecede merhem olabilecek hususlar değildir, ancak tedavi için teşhisin doğru konulması ve yaranın derinleşmemesi önemlidir.

Bu çerçevede, orta ve uzun vadeli düşündüğümüzde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Aksu.

Buyurun.

İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - ...Türkiye'nin bütçe açıklarının da cari açığının da arkasında bulunan temel unsur ve sorun dış ticaret açığıdır.

Türkiye her geçen gün rekabet gücü kaybetmektedir. Nitekim, Dünya Bankasının iş yapma kolaylığı endeksinde 63'üncü sıradan 69'uncu sıraya doğru gerilemiştir. Yatırım ortamının iyileştirilemediği bir ekonomide, ne yatırım ne üretim ne de ihracat mümkün olabilecektir. Cari açık vererek gelirimizi ve refah seviyemizi artırmamız mümkün değildir. Türkiye, otomotiv ve elektronik başta olmak üzere temel teknolojik alanlarda tercihlerini bir an önce yapmalı ve bu sektörlere yoğunlaşmalıdır. Aksi takdirde, ne gelirleri artırıp daha fazla vergi toplayabilecek ne de bütçe açıklarından kurtulabilecektir. Türkiye'nin sıkışıp kaldığı bu durumdan çıkması için, makroekonomik tedbirlerle birlikte hukuk ve adalet, kamu yönetimi ve eğitim, sağlık gibi sosyal sektörlere ilişkin adımları da acilen atması, yeni bir hikâye ortaya koyması zorunludur.

Özelleştirmeyle ilgili bir şeyler de söyleyecektim ama sadece şunu ifade ederek bitirmek istiyorum: Gelir İdaresi Başkanlığının Sayıştay denetim raporunda bir bulgu var, 2'nci bulgu: "Gayrı Faal Durumda Olan Mükelleflerin Resen Terk İşlemlerinin Zamanında Yapılmaması." Şimdi, burada bunun yapılıp yapılmadığından ziyade sonuçları açısından çok ciddi şeyler olduğu görülüyor. Raporda, "Resen terk işlemlerinin zamanında yapılmamasının sonucunda..." diye 8-10 tane şey sayıyor, sonra da "Gayri faal mükelleflerin mükellefiyet kayıtlarının vergi dairelerince terkin işlemlerinin yapılmasında yaşanan gecikmeler sebebiyle hem mükelleflerin hem de idarenin yersiz olarak yukarıda belirtilen maliyetlere katlanmak zorunda kaldıkları değerlendirilmektedir." deniyor. Yani Gelir İdaresinin asli işi bu tür maliyetlere katlanmamak, tam tersine bunlara muhatap olmamak. Dolayısıyla bu değerlendirmenin, bu tespitin önemli olduğunu ve tarafınızdan dikkate alınması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Bütçelerin hayırlı olması dileğiyle saygılar sunuyorum.