KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, değerli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bireysel emeklilikle ilgili tasarıyla ile ilgili şunları söylemek mümkün: Maddenin gerekçesi çok önemli. "İş yeri bazlı özel emeklilik planlarına yönelik bir uygulama olan otomatik katılım, çalışanların otomatik olarak bir emeklilik planına dâhil edilmesi ve ilgili kişilere belirli şartlar çerçevesinde plandan çıkma imkânı verilmesi esasına dayanmaktadır. Birçok ülkede hayata geçirilen uygulamanın İngiltere, Yeni Zelanda ve ABD gibi ülkelerde başarılı örnekleri bulunmaktadır." denmektedir maddenin gerekçesinde.

Şimdi "bireysel emeklilik" deyince, tabii ki gerçekten İngiltere'de, Yeni Zelanda'da, ABD'de de bireysel emeklilikle ilgili çok büyük başarılar mı var, ona bir bakmamız gerekiyor.

Değerli katılımcılar, 1980'li yıllarla birlikte yaygınlaşan neoliberal politikalar, diğer pek çok alanla birlikte emekçilerin, çalışanların biricik güvence kaynağı olan sosyal güvenlik birikimlerini sermaye için yeni kâr alanı haline dönüştürmeye başladı. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesine yönelik ilk uygulamalar Şili'de başladı ve Latin Amerika ülkelerinin ardından da neoliberal politikalar uygulayan diğer ülkelere de yayıldı. Pinochet rejiminin darbesinin etkisi altında Şili'de 1980 yılında gerçekleştirilen emeklilik reformuyla birlikte özelleştirilen sosyal güvenlik sisteminin iki ayağı vardı: Birincisi, işverenler tarafından ödenen sosyal güvenlik katkısının ortadan kaldırılması, diğeriyse emeklilik birikimlerinin kâr amaçlı özel işletmelerin yönettiği fonlara devredilmesi. Emekçilerin gelecek güvencesi olan birikimlerini sermayeye yeni kâr alanı haline getiren bu uygulamanın sonucunda şirketler sermayelerini büyütürken piyasada oyuncağa dönüşen emeklilik fonları, sahte bilançolar ya da iflaslarla bitti. Pek çok ülkede sosyal güvenlik sistemi ne yazık ki çöktü. "Şili modeli" olarak tanımlanan ve sermaye için son derece cazip olan ama emekçiler, çalışanlar için yıkım anlamına gelen bu uygulamalar 1990'lı yıllar içinde birçok gelişmiş ülkede kabul gördü. Bu ülkelerin başında Amerika geliyordu. Amerika'da şirket hisselerine yatırılan emeklilik fonlarının akıbeti ilk olarak 2002 yılında patlak veren Enron skandalıyla ortaya çıktı. 2000 yılında ABD'nin en büyük 7'nci şirketi olan Enron'un 2001 başında 80 dolar olan fonları da şirketle birlikte çöktü ve 0,20 dolara düştü. Enron'un hisselerine yatırılmış olan emeklilik fonları da şirketle birlikte çöktü. Böylece milyonlarca emeklinin maaşı da riske girmiş oldu. Benzer durum, 2008 krizi sonrasında yüzlerce şirketin iflasa sürüklenmesiyle yeniden yaşandı. Devlet, batan şirketlerin hisselerine yatırılmış olan emekli fonlarını kurtarmayı bahane ederek bu şirketleri iflastan kurtarmak için yüzlerce milyar doları topluma ödetti arkadaşlar.

İngiltere'de ise buna benzer, hisselerinin çok büyük bölümü emeklilik fonlarından oluşan British Petroleum daha fazla kâr elde etmek amacıyla riskli olan derin sularda petrol çıkarmaya girişti. Yine daha fazla kâr için British Petroleum taşeron kullandı ve güvenlik için gerekli yatırımları yapmaktan kaçındı. Sonuç olarak, bildiğimiz gibi, 20 Nisan 2010'da Meksika Körfezi'nde bir British Petroleum platformu patladı ve bu patlamada 11 işçi hayatını kaybederken her gün denize boşalan binlerce varil petrol büyük bir çevre felaketine neden oldu. British Petroleum, daha fazla kâr hırsıyla neden olduğu bu felaketin durdurulması ve tazmini için milyarlarca dolar harcama yapmak zorunda kaldı. British Petroleum hisseleri hızla düşmeye başladı. Böylece emeklilik fonları, British Petroleum hisselerine yatırılmış olan milyonlarca emekçinin geleceği belirsiz hale geldi. Beklentiler, Amerika'da olduğu gibi İngiltere'de de devletin emeklilik fonlarının kurtarılmasını bahane ederek British Petroleum'un zararlarının topluma ödettirilmesi yönünde gerçekleştirilmiştir.

Türkiye'de sosyal güvenlik sisteminin Şili modeline uygun olarak özelleştirilmesinde diğer önemli bir adım, işsizliği önleme bahanesiyle istihdam üzerindeki yüklerin kaldırılmasına yönelik uygulamalardır. 2008 yılında "İstihdam Paketi", 2009 yılında "İstihdam ve Teşvik Paketi" adıyla uygulamaya konulan düzenlemelerde Sosyal Güvenlik Kurumu işveren payı giderek daha aşağıya çekilirken kimi istihdam biçimleri için ise sıfırlanmıştır.

Türkiye'de Hükümetin hedefi, diğer ülke örneklerinde de görüldüğü gibi, sosyal güvenlik sistemini özelleştirmek ve emekçilerin gelecek güvencelerini tamamen ortadan kaldırmaktır. Türkiye'de, Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu 2001 yılında kabul edilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Emeklilik Gözetim Merkezi verilerine göre 11 Mayıs 2002 tarihi itibarıyla katılımcı sayısı 2 milyon 770 bin 254, toplam fon tutarı ise 16 milyar 333 bin 3 milyon TL'dir.

Bireysel emeklilik sistemi, gelir farklılığının yol açtığı adaletsizliği derinleştirecek bir uygulamadır. Burada amaç, kamusal olarak sağlanması gereken ve ömürleri boyunca çalışarak topluma katkı sağlamış olan bireylerin çalışma hayatından çıktıktan sonra onurlu bir yaşam sürdürebilmeleri için gerekli gelir ve yaşam imkânlarına sahip olmasını engellememek olmalıdır. Devletin öncelikli amacı, kamusal olarak sağlanan emeklilik sisteminin güçlendirilmesi olmalıdır. Bireysel emekliliğin özendirilmesinin ise öncelikle kamusal olarak sağlanması gerekli ve devletin sosyal devlet olmaktan gelen yükümlülüğünün bir yansıması olarak Sosyal Güvenlik Kurumu ve Emekli Sandığı kapsamındaki emeklilere tanınan hak ve imkânların iyileştirilmesine verilmelidir.

Bireysel emeklilik sistemi bir tamamlayıcı emeklilik gibi değil, bireylerin uzun vadeli yatırımlarının kaydıhayat karşılığı değerlendirilmesi ve nemalandırılmasına dönük bir özendirme olmalıdır. Ancak bu çerçeve içerisinde devlet katkısı sistemi olumlu sonuçlar verebilir. Yine de ortaya çıkan durum, tüm gelir gruplarından elde edilen vergilerin ve devlet gelirlerinin, Türkiye gerçeğinde, bireysel emeklilik sistemine ağırlık olarak dâhil olabilen orta ve üst gelir gruplarına aktarımı sonucunu doğuracaktır. Bu durum, toplumsal katman ve sınıflar arasında var olan adaletsizliği artırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Bireysel emeklilik sistemi, kuruluş itibarıyla bir tasarruf aracıdır ve bireylere emeklilik yıllarında ek gelir sağlama amacını taşımaktadır. Bu şekilde düşünüldüğü zaman sistem avantajlı bir durum yaratmaktadır. Ancak, gelir dağılımına göre sisteme katılım incelendiğinde, sistemin yaratacağı dezavantajlar gayet açıktır. Orta ve üst düzey gelir grubu, sisteme katılım ve katkı payı ödeme konusunda büyük bir sıkıntı çekmeyecektir. Bu sayede de emeklilik dönemlerinde daha fazla emeklilik geliri elde edeceklerdir. Alt gelir grubuna dâhil olan bireyler ise sisteme katkı paylarını ödemede sıkıntı çekeceğinden, zaman içinde sistemden ayrılma yolunu tercih edeceklerdir. Bu durum, nema açısından da yine alt gelir gruplarının değil, orta ve üst gelir gruplarının nemalandırılmasının alt sınıflarca ve düşük gelirlilerce finanse edilmesi demek olacaktır, sistemin kuruluş amacı ile nihai neticesi arasındaki ilişki tümüyle kopartılmış olacaktır. Bu nedenle, alt gelir gruplarına daha fazla teşvikler düşünülmeli ve devlet katkı payı sistemi başta gruplar için öngörülerek sistem yeniden tasarlanmalıdır.

Bireysel emeklilik sistemi, yüksek gelirli yurttaşların gönüllü olarak katıldıkları bir sistemdir. Zaten uygulamada sürekli prim ödemeleri yapanların gelir durumlarına bakıldığında da bu görülebilir. Yapılan değişiklikle devletin vergi gelirinden yüksek gelirli gruplara yönelik bir kaynak transferi yapılmaktadır. Özellikle düşük gelirli gruplar da dâhil olmak üzere bütün vergi gelirlerinden finanse edilmesi, gelir dağılımını bozucu bir etki yaratacaktır.

Zorunlu BES uygulaması, Anayasa'nın sosyal devlet ilkesi ve sosyal güvenlik, sözleşme hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerine aykırıdır. Yasa tasarısı, sosyal devlet ilkesine aykırıdır çünkü sosyal güvenlik herkes için zorunludur, vazgeçilmezdir ve Anayasanın 60'ıncı maddesine göre herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir ve devlet bu güvenliği sağlayıp gerekli teşkilatı kurmakla yükümlüdür. Devlete düşen görev, BES'e değil, çalışanların hâlihazırda prim ödediği kamusal sosyal güvenlik sistemine daha fazla katkı yapmaktır. İşçi sınıfının, çalışanların ihtiyacı zorunlu bireysel emeklilik sistemi değil, herkese parasız ve nitelikli sağlık ve sosyal güvenlik hakkının tanınmasıdır ve bunun güçlendirilmesidir. İşçilerin, çalışanların, emekçilerin, BAĞKUR'luların imzalamadıkları sözleşmeden iki ay sonra cayma hakkı tanınsa da özel bir sigorta programına üye olmaya zorlanması, kendi arzusu dışında ücretlerinden kesinti yapılması hukuksuzluktur ve Anayasa'nın 60'ıncı maddesine de aykırıdır.

Tüm bu hukuki itirazların yanı sıra bir önemli nokta da zorunlu BES'le işçilerin yoksullaşacak olmasıdır. Asgari ücretlilerden 50 lira civarında bir kesinti yapılacak, yüksek ücretlerde ve sendikalı-toplu sözleşmeli işyerlerinde bu rakam çok daha yukarılara çıkacaktır. Düşük ücretli ve asgari ücretli işçilerin yüzde 20'lik vergi dilimine girmeye başlamış olması, yoksullaşmayı daha da artıracaktır. Asgari ücretliyi hem BES hem de vergi dilimindeki artış vuracak, böylece yaşamını açlık sınırının altında sürdürmeye çalışan asgari ücretli için, kesinti yapılan her ay daha da zor yaşam koşullarını beraberinde getirecektir. Yani, hem BES'e hem de vergi dilimine gireceği için asgari ücretle çalışanlar açısından BES'e girmek bir avantaj değil, tam bir dezavantajdır arkadaşlar.

Devlet katkısıyla bireysel emeklilik dayatması, devlet kesesinden özel sigortaların finansmanı demektir aynı zamanda. Unutulmasın ki devletin vergi gelirlerinin önemli bir bölümü ücretlilerden sağlanmaktadır. Yani devlet, işçilerden aldığı parayla finansal sermayeyi destekleyecektir. Bu da yetmeyecek, Kanal İstanbul gibi çılgın projelerle yandaş inşaat şirketlerine yeni kaynaklar aktarılacaktır. İşçilerin, emekçinin ödediği vergilerle, işçilerden kesilen paralarla sermayenin beslenmesi kabul edilemez bir yolsuzluktur. Borç içerisinde yaşamlarını sürdürebilen işçilerin tasarruf yapması için zorla ceplerine el uzatmak çözüm değildir ve kurtuluş da değildir. Ülkede tasarruf oranları artırılmak isteniyorsa çare işçilerin gelirlerini ve ücretlerini artırmaktır. Zorla tasarruf olmaz. Ücretlerin artışıyla, ücretlere zam yaparak işçilerin tasarruf etmeleri olanaklı hâle gelir. Zorunlu tasarruf doğru bir tasarruf değildir.

Türkiye'de BES, başından beri umulduğu gibi, bu aslan paylarını oluşturamıyor. Büyük sermaye gruplarını bu fonlara çekmek de ne yazık ki başarısız görünmektedir çünkü havuz büyüklüğü göz dolduramamaktadır. İşte söz konusu zorunlu hâle getirilmesine dair çabanın bir kısmı bu havuzu doldurmaya yöneliktir. Performansı, dediğimiz gibi, zayıftır oldukça. 2015 yılında, BES, ortalamada reel olarak yüzde 7'ye yakın zarar etmiştir. Yaklaşık 6 milyon katılımcının birikimleri enflasyon karşısında eridi. Özellikle yüksek risk-yüksek getiri üzerinden bu sistemin pazarlandığı ve fon dağılımlarını hisse senetleri üzerine yapmış kişilerin geçtiğimiz sene kayıpları yüzde 21'in üzerine çıkmaktadır. TL cinsinden kamu borçlanması, tahvil veya bono alanların kayıpları yüzde 7 olurken orta-yüksek risk taşıyan fonlar yüzde 8'e yakın değer kaybetmiştir arkadaşlar.

BES sadece bir yatırım aracı değildir. BES'in bir diğer yüzü ise herkesin yaşamına dokunacak sosyal güvenliğe de bakıyor. Özellikle 90'lı yıllarda IMF ve Dünya Bankası direktifiyle bir hak olmaktan bir sorun olmaya başlayan sosyal güvenlik sistemi, o günden bugüne, büyük bir kısmı AKP döneminde olmak üzere ciddi köklü dönüşümler geçiriyor. Bu dönüşümlerin en büyük halkalarından biri ise kuşkusuz bugünde gündeme yeniden taşınan kamu emeklilik sistemine ilişkindir. Emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısı yükseltildikten sonra iktidara gelen AKP, iktidara geçtiği günden bu yana sağlık ve sosyal güvenlik sistemindeki kamu tasfiyesini hızlandırmakla meşguldür. Bu adımlardan kamu emeklilik sistemine ilişkin olanlardan birinin de kuşkusuz bireysel emeklilik sistemi ile bağı çok kuvvetli. BES geliyor, kamu emekliliği tasfiye ediliyor demek şu aşama için çok doğru olmayacaktır belki ama lakin gitgide emeklilik maaşları zamlarında işveren yükümlülüğü düzenlemelerinde BES iktidarın tüm emekçilere ve emeklilere karşı kullandığı bir koz olarak masada duracaktır ve bu yönüyle de bu tasfiyeye hizmet edecek önemli bir araç olarak anlaşılmaktadır.

Alternatif, Türkiye'de BES; başta çok masumane amaçlarla tanıtılmıştı, ülkenin tasarruf ihtiyacını karşılama, bireyleri tasarruf sahibi yaparak borçlanmadan az da olsa uzaklaşabilmek gibi tanımlamalarla altı çizile çizile "Aman ha, bu emeklilik sisteminin alternatifi değil, tamamlayıcısı." şeklinde uyarılarla piyasaya sürülmüştür. Sigorta şirketlerinin bankalar aracılığıyla geniş toplum kesimlerini sisteme agresif bir şekilde katma çabasına tanık olmayanımız yoktur herhalde. Bireysel emeklilik sistemi katılımcılarının birçoğunun aynı anda kredi sahibi de oluşunun, bankalarda üzeri kapalı dayatma usulü satılan BES poliçeleriyle yakından bir ilişkisi vardır.

Sonuç olarak Başbakan Yardımcısı Şimşek'in geçtiğimiz günlerde kendi ağzıyla durumu ifade ediyor: "Hayat standartlarını korumak isteyen bireyler için, sosyal güvenlik sistemlerince sunulan emeklilik gelirine ek bir gelir sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir sistem." Bu cümleyi daha anlaşılır bir hale getirmek istersek;

Bir: İnsanca yaşam için yeterli bir emekli maaşının verilmesi sorumluluğunu iktidar hiçbir zaman üstlenmeyecek. İki: Emeklilik döneminde insanca bir yaşam düzeyi bugünden sadece gelirinden tasarruf yapabilen orta ve yüksek gelirlilerin payına düşecek. Üç: Sonuç olarak BES, emekli maaşının tamamlayıcısı olduğu gibi, aynı zamanda emekli maaşının insanca bir yaşam olması yolunda hak arama kanallarını tıkayacak, bu sorumluluğu bireylerin kendisine yükleyecektir.

Bu düzenlemelerden sonra tahmin ediyorum ki önümüzdeki günlerde çalışanların özellikle kıdem tazminatlarına el uzatılacak ve kazanılmış olan haklarını da ellerinden alınması için yeni düzenlemelerin yapılacağıyla ilgili ciddi endişeleri ve kaygıları taşıyorum. Bütün bunlar Türkiye'de sağlık sisteminin ve sosyal güvenlik sisteminin adım adım tasfiyesi, adım adım özelleştirilmesinden başka bir şey olmayacaktır. Dolayısıyla Anayasa'nın 60'ncı maddesine aykırı olan bu düzenleme Türkiye'de gelecekte çalışanların, emekçilerin haklarına el uzatmaktan başka bir şey olmayacaktır ve kıdem tazminatının da ortadan kaldırılması ve kıdem tazminatının da fona devredilmesiyle ilgili önümüzdeki günlerde işçileri, emekçileri, çalışanları bekleyen büyük bir tehlikenin olduğunu burada kayda geçiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.