KOMİSYON KONUŞMASI

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Birkaç gündür çok uzun konuşmalar yapıyoruz, tartışmalar yürütüyoruz, uzun saatler çalıştık bu Komisyonda. Dün nihayet bu konuşmaların ve tartışmaların belli bir noktaya geldiğine dair bir beklenti oluştu bizlerde. Yaptığımız görüşmelerde de bu beklentinin temelsiz olmadığını da gördük dün gece itibarıyla ve bu nedenle gece, oturumlara ara verildi, bugüne ertelendi. Bir değişiklik bekleniyordu, nitekim yapıldı ama bu değişikliğin bizim birkaç gündür sıraladığımız itirazların sebeplerini ortadan kaldırıcı nitelikte olmadığını ne yazık ki gördük. Şüphesiz ufak bir düzeltme de anlamsız ve önemsiz değildir. Bütün bu tartışmaların sonucunda özellikle (3)'üncü bent de "Türk milletinin tarihine ve ortak geçmişine hakaret ve sövme" olarak değiştirildi. Daha önce "tahkir ve itham" olarak yer alıyordu teklifte. E, bir adımdır, doğrudur ancak tartışmaları ortadan kaldırmıyor, sorunları ortadan kaldırmıyor. Özellikle son cümlenin varlığının aynen korunmuş olması en büyük sorundur. Nedir bu sorunlar? Birkaç gündür anlatmaya çalışıyoruz, bugün biraz özetle geçmeye çalışacağım. Böyle bir hükme neden ihtiyaç duyuldu, bu hüküm neden getirildi? Bunun bir disiplin hükmü olduğu belli çünkü İç Tüzük'ün disiplinle ilgili kısmında yer alıyor. Oysa, bugüne kadar bu Tüzük'le yapılamayan ne vardı, neyi eksik bırakmıştı bu Tüzük, hangi konularda Meclis Başkanının ya da Meclisteki çoğunluğun yapmak istediği bir şeye engel olmuştu, doğrusu anlamış değiliz. Mesela, demin Sayın Tanal atıf yaptı, ben de onu dile getirecektim, (3)'üncü bentte son cümle şöyledir: "Türkiye Cumhuriyetine veya onun Anayasa düzenine sövmek." Şimdi, bu getirdiğiniz son cümle ile o aradaki cümleye çıkaralım, diğer cümle bu düzenleme karşısında yetersiz mi kalıyordu? Şimdi, ben, Sayın Tanal'ın aksine, "Bu korunsun." demiyorum, bu da çıkarılabilirdi ama bunu çıkarıp onu koymak nasıl bir mantık, bu karşılamıyor muydu onu? Eğer bu karşılıyorduysa bu dertleri şimdi yeni getirilen hükmün amacı nedir? Günlerdir soruyoruz: Neyi yasaklamak istiyorsunuz, neyi cezalandırmak istiyorsunuz? Mutlaka bir derdiniz var ve bu derdi de karşılamak üzere bir değişiklik teklifi getirdiniz ama bu derdin ne olduğuna dair bugüne kadar tatminkâr ve tutarlı bir cevap alabilmiş değiliz teklif sahiplerinden ve iktidar partisinden.

Hatırlatayım, burada tartıştığımız şey disiplin hukukudur. Disiplin hukukunun amacı belli bir alanda ya da belli kurumda düzeni ve işleyişi korumaktır. Mesela memur disiplin hukuku, memurların çalışmalarında, memurlukla ilgili faaliyetlerinde ve çalıştıkları kurumlarda düzeni sağlama amacına yönelik düzenlemeler içerir. Öğrenci disiplin yönetmelikleri de, yine, aynı şekilde, öğrencilerin yükseköğretim kurumlarındaki davranışlarını, o yükseköğretim kurumlarındaki davranışlarını konu edinir, yükseköğretim kurumlarının kendi iç düzenini bir şekilde koruma altına almaya çalışır, iyi çalışmalarını sağlamaya gayret eder.

Peki, Mecliste iyi çalışmayı, düzenli çalışmayı sağlamak için ne gibi hükümler var. E, bunlar zaten daha önce konmuştu, daha önce vardı, şimdi yeni getirilenler Meclisin iç düzenini korumak ya da iyi çalışmasını sağlamak amacına yönelik değildir. Burada düşünce özgürlüğünü doğrudan doğruya kısıtlayıcı hükümler getirilmiştir ve bunların disiplinle hiçbir ilgisi yoktur.

Biraz önce, sanırım Komisyon Başkanıydı, mesela anayasal düzeni korumak gibi bir amaçtan söz etti yanlış not almadıysam. Anayasal düzeni korumak, disiplin hukukunun konusu değildir, ceza hukukunun konusudur. Disiplin hukuku eğer Meclisle ilgiliyse -onu konuşuyoruz- Meclisin çalışmalarını düzenler. Suçun hukuki konusu diye bir kavram vardır, bir başlık vardır, oraya baktığımızda ceza kanunlarının zaten pek çok konuyu suç olarak düzenlediğini görürsünüz. "Anayasal düzeni korumak" kavramları da ceza hukukunda geçer. Eğer bunu disiplin hukukuna aktarmaya kalkarsanız amacınızın disiplini sağlamak değil özgürlüğü kısıtlamak olduğunu da apaçık itiraf etmiş olursunuz.

Bunun dışında para cezasının gerekli olduğunu, disiplin hukukunda bulunduğunu söylediler. Para cezaları tartışmalı bir konudur disiplin hukukunda. Vardır, doğrudur, sayılan örneklerde de vardır ama bizdeki gibi değildir. Birkaç nedenle; önce özel olarak disiplin hukukunda para cezaları nereye oturur konusuna bir açıklık getirmeye çalışayım kendi bakış açımdan, sonra diğer ülke örneklerine dair de birkaç cümle sarf edeyim. Bir defa, para cezaları disiplin tedbiri değil, ceza benzeri tedbir olarak nitelenir ve bunlar konulurken de birkaç kriter gözetilir. Para cezaları konuluyorsa öncesinde ceza hukuku veya ceza muhakemesi hukuku çerçevesindeki savunma haklarının güvence altına alınması lazım. İkincisi, hukuki başvuru yollarının açık olması lazım. Bunun nasıl verileceğine dair de kurallar vardır yani para cezasına nasıl hükmedileceğine dair kurallar vardır. Mesela, Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliği'nde de "Para cezası var." deniliyor, para cezası değildir o. Eğer bir ceza öngörüyorsanız onun hangi fiillere karşılık geldiğini söyleyeceksiniz. Şimdi bizde uyarma cezası gerektiren fiiller sayılmış, bunlar nispeten daha hafif olduğu varsayılan fiillerdir; disiplin hukukunda böyledir, kademe kademe artar cezalar ve o cezalar da kademe kademe daha ağır fiillere tekabül eder. Kınama cezası gerektiren fiiller sayılır, onların uyarma cezası gerektirenlerden daha ağır olduğu varsayımıyla bu düzenleme yapılır, kınama cezası verilir.

Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliği'nden hareket ederek söyleyelim cezaları: Mesela, diyor ki 125'inci madde "Uyarma" cezası; sayıyor, "Şunlar uyarma cezası gerektirir." Sonra (B)'ye geçiyor "Kınama" cezası diyor, sayıyor. Ardından, biraz daha ağır bir disiplin cezası var, "Aylıktan Kesme", orada fiiller daha ağır ve "Kademe İlerlemesinin Durdurulması" var, daha ağır ve nihayet "Devlet Memurluğundan Çıkarma".

Şimdi, bizde ise yapılan şey, 16'ncı maddeyle birlikte alındığında, kınama cezası, artı, para cezası. Para cezası için hangi fiillerin gerekli olduğu ayrıca sayılmış değil, diyor ki: "Kınama cezası alan otomatik olarak üçte 1 aylık ödenekten mahrum edilir." O da bir ceza. Eğer gerçekten disiplin hukuku kurallarına, çağdaş hukuk devletlerindeki anlamıyla disiplin hukuku kurallarına bağlı bir düzenleme yapmak istiyor idiyseniz para cezasını ayrı bir kategori olarak düzenlerdiniz, onun altında da para cezası gerektiren fiilleri yazardınız. Zaten kınama ve geçici çıkarma kademeli artan birer disiplin cezası örnekleridir. Bunların ayrıca para cezasıyla takviyesi ise hiçbir hukuk devleti mantığı kuralı karşısında açıklanamaz, kabul edilemez.

Bakın, Almanya'yla ilgili konuşuyoruz kaç gündür. Sayın Başkana da biraz önce onu anlatmaya çalıştım ama neyse, o kısma girmeyeyim. Almanya'da var, 2004 yılında yapılan düzenleme ayrıdır, bir de 2011 yılında bir kanun değişikliği yapıldı. Almanya'da da parlamento içtüzüğü var, bir de milletvekili kanunu var. Sol Parti milletvekillerinin 2010 yılında Mecliste protestolarını biraz artırması üzerine koalisyon ortakları rahatsız olmuşlardı. Dün de anlattım, hiç uzun uzun tekrar etmeyeceğim, sadece hatırlatmak için söylüyorum. Afganistan'a asker göndermişti Almanya ve Almanya'nın Afganistan'daki askerî varlığına karşı Sol Parti protestolarda bulunuyordu, tişörtler giyiyordu, pankart taşıyordu, mesela, Afganistan'da ölen askerlerin fotoğraflarını getiriyordu, buna benzer şeyler yapıyordu. Bunlar bazen daha gürültülü bir hâl alıyordu. Bunun üzerine koalisyon ortakları yani Hristiyan Demokrat Parti ile Sosyal Demokrat Parti anlaştılar, 2011 yılında bir kanun değişikliğine gittiler. Orada da biraz muğlak ifadelerle "Parlamentonun onuruna aykırı davranmak" diye bir ifade getirdiler ve bunu para cezasına bağladılar ama dikkat edin, birincisinde ayrı bir fiil tanımladılar. Bu tanımı doğru buluruz bulmayız, ona ilişkin görüşümü de söyleyeceğim. Daha önce zaten Alman Parlamentosu İçtüzüğü'nde "Bundestag Geschaftsordnung" dedikleri metinde uyarma, kınama ve geçici çıkarma cezaları var, bunların hangi hâllerde verileceği de iç tüzükte yazılmış. "Buraya ekleyelim." denildi ama "Hayır." dediler. "Bu para cezası bir disiplin tedbiri değildir. Bunu iç tüzükle yapamayız çünkü ceza koymanın tek yolu işlem olarak kanundur." dediler ve kanuna koydular. Ha, bu düzenleme doğru mu oldu? Hayır, ben o düzenlemeyi doğru bulmuyorum. Alman literatüründe, doktrininde ve siyasi hayatında hâlâ eleştiriliyor, o gün de çok eleştirildi; dün de burada bazı örnekler aktardım bu konuda yazılmış çok ciddi akademik makalelerden alıntılarla açıkladım, bunu doğru bulmadıklarını söylüyorlar. O kadar çok eleştirildi ki... Araştırdım, bulamadım, belki eksik araştırmışımdır, eğer daha iyi araştıran bir arkadaş çıkar da düzeltir ya da tamamlarsa ben de memnun olacağım ama bakmaya devam edeceğim. 2011 yılında yürürlüğe giren bu düzenleme uygulanmış değil, altı yıldır yürürlükte ve uygulanmamış. Eğer bu konudaki tartışmaları özellikle akademik literatürden takip ederseniz, uygulanmamış olmasının nedeninin bu düzenlemenin kabul görmemiş olmamasına bağlandığını da tespit edebilirsiniz. Yani çok tartışmalı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu yönünde geniş bir kanaat var, o nedenle, bu hüküm uygulanmadı.

Ayrıca, Alman Federal Anayasa Mahkemesinin bu konularla ilgili çok çeşitli kararları var. Bu kararlardan hareketle oluşturulmuş çok yeni ilkeler var. Uzun uzun yine anlatmayacağım, dün ihtiyaç duyduğum ölçüde aktarmaya çalıştım. Onlara da aykırı olduğu konusunda neredeyse geniş bir mutabakat var diyeyim.

Şimdi, Almanya'daki durum bu. Bundan hareketle çıkarabileceğimiz sonuçlar bana göre şöyle olmalıydı: Birincisi, para cezasını Parlamentonun iç işleyişiyle ilgili bir fiile bağlardınız, düşünce açıklamasına değil. Verdiğiniz diğer örneklerde de, Fransa ve İngiltere'de de belli para cezası... Onlar "Para cezası" da demiyorlar. Mesela, Almanlar "Para cezası" demiyor buna, "Ordnungsgeld" diyorlar. "Ordnungsgeld" de Türkçeye çevrilmesi çok zor bir kavramdır, "düzen amaçlı parasal yaptırım" diyebilirsiniz. Yani "Geldstrafe" ile "Ordnungsgeld" ayrıdır; "Geldstrafe" para cezasıdır. Bu getirilen hükmün bu ayrımı da ihlal ettiğini bildikleri için yani ne para cezası ne parasal disiplin tedbiri kategorisine girdiği için sorunlu. Ama en azından şu var: Bir ceza öngörüyor ama bu cezayı gerektiren fiil parlamentonun iç işleyişine bağlanmış, parlamenterlerin fikirlerini açıklamalarına değil. Herhangi bir konuda fikrini açıkladığı için disiplin cezasına çarptırılma ihtimali bir milletvekilinin, bugüne kadar takip ettiğim ölçüde, hiçbir çağdaş demokraside söz konusu olmamıştır.

Fransa'daki durum da böyledir, Fransa'da getirilen para cezası da disiplinle ilgilidir, iç işleyişle ilgilidir, parlamento davranış kodlarıyla ilgilidir. Üstelik, bu cezanın verilmesi de öyle oturumu yöneten, birleşimi yöneten meclis başkan vekilinin önerisi ve çoğunluğun kararına bağlı değil, bir Siyasi Etik Kanunu var. Biz karşılaştırma yaparken ya da örnek verirken diğer bütün işimize gelmeyen unsurları ayıklayacağız, sadece bize daha kolaylık sağlayan, güya bizi desteklediğini sandığımız kısımları alacağız. E, bu ne akademide ne de siyasette etik bir yöntem olarak kabul edilebilir. Şöyle söyleyelim: Fransa'daki duruma da uzun girmeyeceğim, burada var, 1949'dan bu yana bu hükümlerin kimlere neden uygulandığına ilişkin de liste önümde. Artık bir anlamı olduğunu düşünmüyorum çünkü bu saatten sonra, maalesef, dün eğer bu konuşmalardan sonra bu çerçevede, hukuk devleti, çağdaş demokrasi çerçevesinde bir düzeltme yapılmamışsa bundan sonra bir beklentim yok, kayıtlara konuşuyorum. O nedenle, uzun anlatmayacağım.

Bir de Siyasi Etik Kanunu var orada ve "büro" diye adlandırılan -yine ayrıntıya girmeyeceğim- bir kurulu var Fransız Parlamentosunun. Buralardan geçmeden de öyle para cezası verilmiyor, altını tekrar çizeyim arkadaşlar. Para cezası fikir açıklama nedeniyle değil, iç işleyişe dair fiiller nedeniyle veriliyor. Ha, eğer illa bir örnek... İngiltere'ye hiç girmeyelim. Aşağı yukarı altı yüz yıllık bir parlamenter gelenek sisteminden söz ediyoruz ve oradaki düzenlemeler çok karmaşık. Orada da bir yerde para cezası görüp, onu çekip alıp "vardır" derseniz, o zaman oturalım, hakikaten Mahmut Bey'in önerdiği gibi bir bilimsel kolokyum yapalım burada, onları uzun uzun uzmanlarla... Belki yanılıyoruzdur, belki eksik biliyoruzdur, başka insanlar tamamlar. Oturalım konuşalım, ondan sonra bu tartışmanın ayrıntılarına girelim, o nedenle şimdi girmeye gerek görmüyorum.

Bakın, çağdaş anayasalar arasında, daha doğrusu çağdaş demokrasi olarak kabul edilen, en azından Batı'daki ders kitaplarında, akademik kitaplarda ülkeler içinde -dün de anlattım- bir tek ülke var fikir açıklamasına ceza bağlayan: İsrail. İsrail'in, bütün diğer politik meseleler bir yana, anayasal açıdan çağdaş demokrasi kabul edildiği doğrudur. Dün de söyledim, her konuşmamda açıklık getirme ihtiyacı da duyuyorum, ben İsrail'in topyekûn homojen bir kavram, bir olgu, bir ülke, bir toplum olarak almıyorum. İsrail'de kurallar var -mesela, size şimdi hatırlatacağım düzenleme- bütün o bana göre dehşet olan kısmına rağmen, işleyişini çok sıkı kurallara bağladılar. Nedir bu düzenleme, hatırlatayım: 20 Temmuz 2016, bugün, tam bir yıl önce sağcı blok, hükûmette Liberman'ların yani ırkçı olduğu konusunda herhâlde buradaki bütün partilerin uzlaşacağı siyasi zihniyet getirdi bunu. Ne getirdiler? Bir kanun değişikliği yaptılar ve dediler ki: "İsrail devletine yönelik veya ırkçılığa tahrik ve teşvik eden sözler kullanan milletvekilleri ile İsrail devletine karşı yürütülen silahlı mücadeleye destek veren milletvekillerinin milletvekilliği, mahkemeye gitmeden, dokunulmazlık kaldırılmadan, parlamentoda dörtte 3 çoğunlukla düşürülür." Devlet Başkanı karşı çıktı. Anladı meseleyi. Yani buraya bir ifade koyuyoruz, bu ifade... Sanki biz anlamıyoruz derdin ne olduğunu, biliyoruz dert nedir, bunu kaç gündür tartışıyoruz. Orada da anladılar, herkes anladı. Esasen düzenlemeyi getirenler de ne için getirdiklerini saklayabilecek durumda değiller. Sayıyorum: İsrail Devlet Başkanı, İsrail'deki sol partiler ve tabii ki bu düzenlemenin hedefinde olan Arap partileri, Birleşik Liste ve Balad buna çok sert tepki gösterdiler. Bakın, tekrar söylüyorum, İsrail Devlet Başkanı dedi ki: "Bu düzenlemenin amacı Arap azınlığı temsil eden milletvekillerini Meclisten tasfiye etmektir. "Irkçılığa tahrik ve teşvik" ifadesi ırkçılık amaçlı getirilmiştir." Biliyorsunuz, İsrail'de yüzde 18-20 civarında bir Arap azınlığı var ve partileri de var. Bunlar İsrail vatandaşı olanlar. Batı Şeria ve Gazze dışında bizzat İsrail vatandaşı olup İsrail'de yaşayanlar. Partileri var, mecliste temsil ediliyorlar 13 milletvekiliyle, 120 kişilik parlamentoda. Dün verdiğim örnekleri gene tekrar etmeyeyim ama bu düzenleme nereden çıktı? Bu düzenleme iki konuda iktidardaki sağcı, ırkçı blok rahatsızlık duyduğu için çıktı. Birincisi "Mavi Marmara operasyonlarına katılan İsrail askerleri katildir." dedi Balad Partisinden 3 milletvekili, birlikte açıklama yaptı. Ardından -aynı, 2014-2015- "Gazze'yi bombalayan uçakları kullanan pilotlar teröristtir." dediler, "İsrail ordusunun yöntemleri IŞİD'den daha kötüdür." dediler. Yani bu kadar açık eleştiriler yaptılar. Bu eleştiriler yüzünden... Ha, bir şey daha var, bu bir, ikincisi de İsrail güvenlik güçlerinin terörist oldukları şüphesiyle öldükleri 3 gencin ailesine taziyeye gitti bu Balad milletvekilleri ile Birleşik Liste milletvekilleri yani Arap azınlığı temsil eden milletvekilleri. Bütün bunlar gerekçe gösterilerek Balad hakkında kapatma davası açıldı. Anayasa Mahkemesi reddetti bunu, "Hayır, kapatamazsınız, bu nedenle kapatma İsrail Anayasası'na aykırıdır." dedi. Biraz önce söyledim, kurallar da işliyor. Peki, milletvekilleri fikirleri yüzünden, bu açıklamalar yüzünden parlamentoda bir yaptırımla karşılaştılar mı? Evet, altı aya kadar geçici çıkarma cezası aldılar. Fakat, hâlâ kurallar işliyor. Sonuçta, evet, pek çok kurumu ve mekanizmasıyla bir demokratik işleyişi var İsrail'in de, "Oy kullanma hakları saklı olmak üzere." dediler. Parlamentoya sokmuyorlar, görüşmelere sokmuyorlar yani genel kurula, "Oylamada oy kullanma hakları var." dediler. Oy kullanıyorlar. Örnek arayacaksanız illa, fikirleri yüzünden milletvekillerinin parlamentodan çıkarıldığı düzenlemelere, İsrail ırkçılarının düzenlemelerine bakın, diğer çağdaş ülkelerde olanlara değil. Ben onları da eleştiriyorum, açık söyleyeyim. Almanya'daki bu düzenleme doğru değil. Ben de Almanya'da içlerinde birlikte çalıştığım hocaların da olduğu o geniş akademisyen çevresinin eleştirilerine tamamen katılıyorum, bu düzenleme doğru değil. Almanya yaptı diye kendiliğinden demokratik olmaz. Ama Almanya'daki de böyle değil zaten, o hâliyle bile demokratik değil.

Şimdi, bu düzenleme 83'üncü madde karşısında hiçbir şekilde Anayasa'ya uygun kabul edilemez. Çünkü milletvekillerinin dışarıda söyledikleri takdirde asla yaptırımla karşılaşmayacakları sözler bu çerçevede değerlendirilip hem geçici çıkarma ya da kınama, artı, para cezasıyla cezalandırılacak.

Konuşulup diyor, işte, şu kelime... Artık tekrar etmeyeceğim ben o kelimeleri. Ya da işte Sayın Başkan "federasyon" dedi, ağzından kaçırdığını varsayıyorum Sayın Şentop'un, mesela federasyon buraya girer.

Şimdi, şu son cümleye bakar mısınız: "Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasında düzenlenen idari yapısına aykırı tanımlamalar." Ya, 1982 Anayasası'nı bu yüzden sen de Mustafa Şentop, ben de bir milyon kere eleştirdik "Bu tür ifadeler kullanmayın." diye, böyle ağdalı, ne olduğu belli olmayan ifadeler kullandığı için yerin dibine batırdık bunları. Anayasa Uzlaşma Komisyonunda senin de sözlerin var, başkalarının da sözleri var. İlk 4 maddeyle ilgili söylediğin sözler var.

Şimdi, şunu söylemek istiyorum: Girmeyeceğim oraya, gerçekten derdim polemik değil. Bir de bu konuşmayı da yapmayı istemedim aslında, çünkü çok konuştuk ve ben dün ilk defa uzun süredir bu Parlamentoda, komisyonlarda en azından aklıselimle bir uzlaşma, hukuk devleti, demokrasi çerçevesinde bir mutabakat oluşabileceği...

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Yanılgısına...

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Yok. İnancı oluştu küçücük ve buradan giderken de uzun süredir bu Parlamentodaki çalışmalarda hissetmediğim hoş bir duyguyla ayrıldım.

İki yıldır Parlamentodayım, elimden geldiğince çalışmalar yapıyorum, ne kadar katkım var, bu elbette başkalarının takdir edeceği bir şeydir ama ilk defa dün buradan ayrılırken "Bakın, konuşmak bir işe yarıyor, zaten Parlamento bunun için var." duygusuna kapıldım. Sabah geldiğimde, maalesef bu ülkede sevinçler çok uzun sürmüyor, buna da alışmadığımı söyleyemem ama yine de hevesim kırılmıştı konuşma konusunda. Ama görevimdir, arkadaşlarımla birlikte, burada oturan herkesle birlikte, sadece partili arkadaşlarım değil burada eleştirisi olan diğer bütün arkadaşlarla birlikte, görev sayıyorum, CHP'den milletvekili arkadaşlar da dâhil olmak üzere, derdimizi anlatmaya çalışmak bizim görevimizdir, uyarılar yapmak bizim görevimizdir. Bu nedenle buradayız, o nedenle de konuşuyorum. Öyle, uzatma ya da süre kazanma, yarına sarkıtma gibi küçük hesapların aslında peşinde değiliz.

Devam edelim, şimdi, böyle bir tanımlamaya ne girer? Ya, söyleyin ne girer? "Kürdistan" kelimesi giriyor mu girmiyor mu? Efendim, "Bölünmez bütünlüğü tehdit eden bir şekilde kullanılırsa girer." derseniz nasıl takdir edilecek?

Bakın, arkadaşlar, hukuk düzeni içinde çelişkiler yaratıyorsunuz. Şu bizim hakikaten her tarafından eleştirdiğimiz hukuk düzeninin bile kendine göre bir mantığı, iyi kötü bir tutarlılığı, daha doğrusu iyi kötü bir sistematiği var, yıllar içinde süzülen içtihatlar var.

Bakın, 12/12/2014, açın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı internet sitesini, "yargitaycb.gov.tr" tescil edilen partinin adı "Kürdistan Özgürlük Partisi", programında "federasyon" var, tescil edilmiş, kapatma davası yok. Şu an Anayasa'nın demokratik sistemin vazgeçilmez unsurları saydığı siyasi partilerden biri.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - PAK.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Bu şey... Yok, Kürdistan Sosyalist Partisi bu.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Ha bir de Hak ve Özgürlükler Partisi var.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - O daha önce, evet. 30 Mayıs 2016 -diğerini söyleyeceğim- tarihli tescil, bu sayfada resmî olarak duruyor.

Ondan önce de "Kürdistan Özgürlük Partisi" diye bir parti başvurdu, bu da -2014 yılında, 12/12/2014- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sayfasında tescil edilmiş siyasi partiler sayfasında var. Yine programında, tüzüğünde federasyonu savunuyor.

Biraz önce Sevgili Ertuğrul Kürkcü Ağabeyim de söyledi, Hak ve Özgürlükler Partisinin programıyla ilgili de bu kapatma davası açıldı, Anayasa Mahkemesi "Federasyonu savunmak kapatma nedeni olamaz." dedi.

Katılımcı Demokrasi Partisi, rahmetli Şerafettin Elçi'nin kurduğu parti de Anayasa Mahkemesinde kapatma davasına muhatap oldu federasyon istediği için, o da Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.

Şimdi, biz bu kadar büyük bedeller ödeyerek ve büyük acılar çekerek Türkiye'de demokrasiyi, özgürlükleri belli bir noktaya getirmişiz. Eskiden "Kürt" kelimesi yasakken, "kart," "kurt" denirken şimdi "Kürdistan" kelimesi parti adı olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sitesinin resmî tescil sayfasında durabiliyor. Buradan geriye gitmeyi gerektiren nedir değerli arkadaşlar? Buradan geriye gitmeye kapı açan bu düzenlemelerin gereği nedir?

Şimdi, bunları tutarlı bir biçimde, samimi bir biçimde açıklayabilirlerse belki bizler ya da kamuoyu bir parça ikna oluruz ama bir açıklama yok. Hangi kelime şu çizilen son cümle kapsamına girer? Daha pek çok örnek var, bu örnekleri de sıralamayacağım. Burada şu eklenenler, "hakaret"ten sonra gelen, yani kişilere şahıslara hakaret, itirazımız yok. O zaten evrensel, çağdaş demokrasilerde kabul gören bir şeydir. Ve bunun da bir geleneği oluşur, ölçüleri oluşur. İşte Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisine filan. Demokrasilerde hakaret ve eleştirinin sınırını da -şu ülkedeki uygulama, bu ülkedeki uygulama değil- bizim için Avrupa ortak kamu hukukunun alanı olarak kabul edilen, bizim de dâhil olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi belirler.

90'ıncı maddemiz, ki AKP tarafından 2010 yılında değiştirilen... Yok, 2010 yılında değil, daha önce...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - 2007...

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Yok, çok da... 2014 galiba.

BAŞKAN - 2004.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - 2004, pardon. 2004'te değiştirildi ve o sözleşme bizde kanunlardan üstün hâle getirildi. Yani "İnsan hakları belgeleri bizde kanunlarla çelişiyorsa kanun uygulanmaz." dendi. Çok ileri, güzel bir düzenlemeydi, o zaman da alkışladım, şimdi de alkışlıyorum. Onun gerisine düşmeyi gerektiren nedir? Neden? Bu ülkeye hizmet yapmadı mı AK PARTİ hükûmetleri? Yaptı. Bu düzenlemeler o hizmetler içindedir. Niye geriye gidiyorsunuz? Başka hizmetler yok mu? "Asimilasyona ve inkâra son verdik." diye çok övünüyor.

Şimdi, "Bir bölge ismi, yok efendim, şu amaçla kullanılırsa ceza gelir milletvekiline." demeyi gerektiren nedir?

Bakın, bu maddenin uygulaması -zaten şu an psikoloji bu- nasıl olur bilmiyoruz. Ama ben iyi olacağı kanısında değilim, daha doğrusu keyfî kullanıma elverişli olduğu kanısındayım. Bunun anlamı Parlamentoya Parlamento düzeyinde asimilasyon ve inkârı geri getirmektir. Asimilasyon ve inkârın AK PARTİ hükûmetleri döneminde belli ölçülerde kırıldığını söyledim, kabul ediyorum. Daha önce Kürt kelimesi kullanılmazken bu Parlamentoda Sayın Erdoğan tarafından kullanıldı. Kürt ismi...

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Önce ben kullandım Beyefendi.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Efendim?

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Önce ben kullandım.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Özür dilerim, ben AKP'yi kastediyorum, daha başkaları da var CHP'den. Hayır, hayır, ben AKP'yi söylüyorum Sayın Altay, yoksa onu biliyorum ama "Kürdistan" kelimesini de kullandı. Şimdi, yeniden niye geriye gidiyoruz? Polemiğe girmek derdinde değilim, sebeplerine ilişkin fikrim de var ama bu fikri de şimdi artık bu saatte açıp da yeni bir polemik konusu hâline getirme isteğim de yok.

BAŞKAN - Tam ben de saate işaret edecektim Hocam.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Efendim?

BAŞKAN - Ben de saate işaret edecektim.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, konuşacağız, ben de bitirmek üzereyim zaten. Bitiriyoruz, son gündeyiz, dün çalışsaydınız, bu değişiklik çok anlamlı değil, biz de sabaha kadar kalırdık, gene kalabiliriz.

Şimdi -toparlıyorum zaten, hani bitiyor- bu düzenlemeleri, özellikle düşünce özgürlüğünü apaçık sınırlayan 83'üncü maddeye aykırılığı bana göre tartışmasız olan bu düzenlemeleri getirmenin nedenlerini açıklamak özellikle AK PARTİ sözcülerinin ve temsilcilerinin görevidir, kamuoyuna karşı görevidir. Daha önce de söylemiştim, tutarlı davranmak için şimdi önümüzde maalesef bir yol var; Ceza Kanunu'nu değiştireceksiniz, federasyon, kürdistan ve burada kullanılan daha pek çok kavram ve fikre cezayı açık hâle getireceksiniz, böylece Yargıtayın da takdir yetkisini kaldıracaksınız, tutarlı olsun, ki apaçık "Kürdistan kelimesi yasak." densin veya bunu açıkça yapacaklarını zannetmiyorum, Yargıtaya baskı daha kolaydır, bu sistemde, yargı bağımsızlığının da artık tamamen ortadan kaldırıldığı bu sistemde Yargıtay da eski içtihatlarından dönsün. Yani ben dışarıda söylediğim takdirde asla bir yaptırımla karşılaşmayacağım sözleri Mecliste söylediğimde ceza göreceğim bir durum ortadan kaldırılsın. Bu şizofrenik durumu ortadan kaldırın, ya dışarıda söylenen her söz Mecliste de daha fazla koruma görsün ya da Mecliste cezalandırılacak her söz Meclis dışında da cezalandırılsın.

Efendim, teşekkürler ediyorum.