KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, biraz önce darbe anayasasına karşı eleştiri yasağının getirildiğini ifade etmiştim ve gerçekten bu meseleyi çok ayrıntılı bir şekilde, etraflıca tartışmak gerektiğini bir kez daha ifade ederek bu konuda uluslararası mahkeme kararlarının...

Şimdi, ifade özgürlüğü ve AİHM standartları ne diyor gerçekten? Yani Türkiye'de yurttaşlar için söz konusu olan ifade özgürlüğü sınırları bu Tüzük'le nasıl oluyor da milletvekilleri için daraltılıyor? Bu tartışma aslında çok çok önemli bir tartışma ve Türkiye'de gelecekte sistem değişikliği, rejim değişikliği, bundan sonra nasıl yaşayacağımız, milletvekilliği statüsünün ve sıfatının nasıl yorumlanacağı, milletvekillerinin ağızlarını bantlayarak mı dolaşacakları, konuşma özgürlükleri olup olmayacağı şeklinde birçok tartışmayı içeriğinde barındırıyor. Şimdi, burada ifade özgürlüğü konusunda aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gerçekten çok yol gösterici içtihatları var. Burada 10'uncu madde kapsamına giren bilgi ve düşünceler, sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği bilgi ve düşünceler değil yani ifade özgürlüğü sadece bunlarla ilgili değil, saldırgan, sarsıcı nitelikte ya da rahatsız eden bilgi ve düşünceler olarak nitelendirilmekte ve demokratik toplumun vazgeçilmez özellikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğinin gereklerinin bu düşüncenin engellenmemesi olduğu tespitinde bulunmaktadır. Mahkeme, ayrıca, keskin ve abartılı dille ifade edilen fikirleri de koruma altına alıyor. Kamunun tartıştığı konularda, siyasi tartışmalarda, seçim kampanyalarında ya da iktidarda olan politikacılara veya kamu otoritelerine yöneltilmiş eleştiriler söz konusu olduğunda saldırgan sözcükler kullanılması, sert eleştiriler yapılması olağandır ve bunlara daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir. Mahkeme, Arslan davasında, davacının, Türkiye'deki kamu mercilerinin güneydoğuda aldığı tedbirleri eleştirirken aşırı sert bir ifade kullandığını, eleştiriye belli derecede bir saldırganlık kattığını kabul etmekle birlikte, Hükûmet ve kamu otoritelerine yönelik eleştirilere daha geniş bir özgürlük alanı tanınması gereğinden hareketle ulusal mahkeme tarafından verilen mahkûmiyet kararını AİHS ona göre sözleşmeye aykırı bulmuştur. Mahkemeye göre bu türden saldırgan ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamı dışında tutulabilmesi için kasıtlı ve dolaysız bir ifadeyle şiddetin kışkırtılması ve şiddetin gerçekleşme olasılığının bulunması gerekmektedir. Mahkemenin Özgür Gündem hakkındaki kararında yazıların bazıları yer yer renkli ve aşağılayıcı ifadelerle otoritelere karşı ileri düzeyde eleştiri içerse ve güvenlik güçlerine yasa dışı davranışlar atfetse de yazılarda şiddetin savunulması veya şiddet kışkırtması bulunmadığı için ulusal mahkeme kararının yine 10'uncu maddeye aykırılığı tespit edilmiş.

Şimdi, burada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları, aslında, bir anlamda milletvekillerinin düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarını da bize tartışırken yol gösterici. Şimdi, bizim yasama sorumsuzluğumuz gerçekten ne anlama geliyor? Şu anda hepimizin sözde yasama sorumsuzluğu var. Herhâlde "sözde" kavramının en fazla ve en hak ettiği kavram milletvekillerinin sorumsuzluğu için olacaktır. Nedir Anayasa 83 ve 112(4)'e göre? Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden aksine bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamamız gerekiyor milletvekilleri olarak. Yasama sorumsuzluğunun tanınmasındaki temel amaç, milletvekillerinin Meclis çalışmaları sırasında düşünce ve söz özgürlüğünü gerçekten tam olarak korumaya hizmet eden bir maddedir. Sorumsuzluktan yararlananlar TCK'nın 301'inci maddesindeki suçu işlese bile cezai olarak aslında sorumlu tutulamazlar. Sorumsuzluğun kapsamı mutlaktır ve her türlü tartışmadan azadedir ve sürekli olduğu için kişilerin milletvekili ve bakan statüsünü yitirmelerinden sonra da etkisini sürdürür.

Şimdi, bu maddeyle yasama sorumsuzluğu tümüyle lağvedilmekte, Anayasa 83 ve 112/4'e göre kürsü dokunulmazlığının, mutlak sorumsuzluğun tümüyle eleştiri hakkının kullanılmasıyla birlikte Anayasa'ya aykırı bir uygulamaya dönüşeceği kanaatimizce kesindir. Şimdi, bununla birlikte başka yönden de değerlendirmek gerekirse, mesela Çetin Özay'a göre, bu yasama sorumsuzluğu salt, soyut ve prestij olarak ele alınmamalıdır, prestije dayalı otoritelerin sarsılmaması olarak değerlendirilmelidir. Dikkat edecek olursak bir suçun hukuki konusunun sınırlanabilir, net olarak çerçevesi çizilebilir bir hâle ancak yorumla gidebiliriz. Madde içeriği her zaman korunan kurumları dokunulmaz kılacak bir yoruma tabi tutulabilir. Maddeye dayanılarak son dönemlerde açılan davalarda bu sınırların gözetilmediği de ortadadır. Mesela, Hrant Dink'in davası Türkiye kamuoyunun en çok bildiği davalardan bir tanesidir. İçinde Türk kimliğine yönelik hiçbir olumsuz düşünce barındırmamasına rağmen, sadece ifade içinde "Türk" kavramına yer verilmesi cezalandırmaya esas alınmıştır. Maddeyle korunan değer ve kurumlar Türklük, cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükûmet, devletin yargı organları, askerîye ve Emniyet teşkilatıdır. Maddede yer verilen "Türklük" belirsizlik içeren bir tanımdır. Türk'ün Türk milletinden olan kimse olarak anlaşılması durumunda ise Türk milletinin nasıl tanımlanacağı sorunu karşımıza çıkıyor. İşte bu nedenle "millet" kavramı siyasi, sosyolojik, kültürel ve hukuki bakış açılarıyla ancak tanımlanabilir.

Şu anda hiç kimsenin beni dinlemediğinin farkındayım. İktidar partisinden Divan dışında hiçbir milletvekili de yok burada. Bunun da kayıtlara geçmesini istiyorum. Ben sadece konuşuyorum, kendim dinliyorum ve bu tartışma hani böyle karşılıklı... Tabii, dinleyenler vardır da... Ama gerçekten böyle bir gürültü ortamında, böyle bir atmosferde bu kadar önemli, bu kadar hayati bir meseleyi tartışmaktan da son derece üzüntü duyduğumu da laflarımın arasında belirtmiş olayım. Çünkü bazı meseleler konuşularak normalleşmemeli diyorum. Şu anda konuştuğumuz mesele Türkiye'nin gelecek yüz yıllarını etkileyecek bir mesele ve milletvekilleri olarak hepimizi doğrudan ilgilendiren bir mesele. Kayıtlara geçmesi bu yönüyle önemli. Takdir edersiniz ki insan konuştuğunda eğer dinlenmiyorsa ve özellikle de iktidar partisini ikna etmeye çalışırken, en azından karşılıklı bir diyalog ve tartışma zemini yaratmaya çalışırken iktidar partisinden hiçbir milletvekilinin burada dinleme zahmetinde bulunmamasını, Meclis başkan vekilinin olmamasını, sadece Meclis Genel Sekreter Yardımcısının olduğu bir ortamda İç Tüzük tartışmalarını muhalefetin kendi kendine yaptığını da not etmek gerekiyor. Şu anda sadece muhalefet partisi olarak İç Tüzük'e yönelik eleştirilerimizi yapıyoruz.

Netice olarak bu konuşmayı daha fazla uzatmadan ve bu eleştirimi özellikle Başkanlık Divanının ciddiye almaları umuduyla yönelterek söylemek istiyorum ki biz burada -bir kez daha söylüyorum- anlatmış olmak için anlatmıyoruz. Gerçekten bu İç Tüzük değişiklik teklifinin gözden geçirilmesini, değerlendirilmesini ve telafisi imkânsız zararlar ortaya çıkmaması için bir an önce, daha önümüzdeyken bu maddelerin değerlendirilmesini istiyoruz. Ama maalesef, muhataplık konusunda, tartışma konusunda bir diyalog değil, bir monolog yaşıyoruz. Bu nedenle bundan üzüntü duyduğumu tekrar ifade etmek istiyorum.

İç Tüzük değişiklik teklifinin 15'inci maddesini -tekrar tekrar, defaaten ifade ederek diyorum ki- mutlaka değerlendirmeliyiz. Bu maddenin nasıl bu değişiklik teklifine girdiğini tahmin etmek zor değil. Ama şunu da söyleyeyim, diğer maddelerde belki ifade edeceğim: Bizzat iktidar partisi tarafından, iktidar partisinin şu anda sorumlu makamlarındaki milletvekilleri tarafından, bakanlar tarafından şu İç Tüzük teklifine aykırı binlerce konuşma örneği önümüze getirebiliriz, bunları tartışabiliriz. Dün bunu söylüyordunuz, bugün ne değişti? Bu durumda iktidar partisinden şöyle bir açıklama isteme hakkımız var: Siz bu dönüşümü neye dayanarak yapıyorsunuz? Eğer gerçekten "Biz totaliter bir sistem hedefliyoruz." "Biz faşizmi kurumsallaştırmaya çalışıyoruz." "Biz düşünce ve söz özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırmaya çalışıyoruz." derlerse bunu başka bir şekilde tartışmamız gerekiyor. Ama yok, bize, dün yetkililerin, Sayın Elitaş'ın ifade ettiği gibi "Amaç şudur, budur." diyerek, işin etrafında dolanarak bu meseleyi çözemeyiz. Yani şu anda hepimiz burada çok yoğun bir mesai yapıyoruz, emek veriyoruz ve bu emek gerçekten değerlidir. Bunun da takdir edilmesini talep etme hakkımız var diyorum, teşekkür ediyorum.