KOMİSYON KONUŞMASI

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Aslında hangi madde hakkında söz alırsak alalım fark etmiyor, sorguladığımız şey, bu İç Tüzük değişiklik teklifinin temelinde yatan zihniyettir. Biraz önce kabul edilen 8'inci maddede de yine hız adına sürelerin kısaltılması söz konusuydu, hem de Meclis çalışmaları açısından son derece önemli bir konuda, usul tartışmaları konusunda süreyi kısıtlamaya yönelik, ciddi anlamda kısıtlamaya yönelik bir değişiklik vardı. Ben onunla ilgili birkaç kelam etmek isterim.

Bu Meclisin hızlı çalışması gerektiğini söylüyor iktidar temsilcileri ve teklif sahipleri. Doğrusu, daha nasıl hızlı çalışabileceğini kestirmek zor. Hele bugün, şu içinde bulunduğumuz hâli eğer kamuoyu canlı görebilse birkaç ekrandan, ne hâlde olduğumuzu çok iyi anlayabilirdi ve neden hâlâ hız istedikleri konusunda da daha fazla açıklama yapmak zorunda kalırlardı iktidar temsilcileri. Bakın, biraz önce Genel Kuruldaydım, önemli bir kanun tasarısı görüşülüyor. Diğer arkadaşlarımız da öyle zaten, sadece ben değil, burada bulunan muhalefet partisi milletvekilleri öyle. Orada söz hakkımız oluyor, koşturuyoruz, Genel Kurula gidiyoruz, beş dakika konuşuyoruz, oradan hemen tekrar çıkıp koşturup bu salona geliyoruz İç Tüzük'ü tartışmak için.

Bu acelenin neden olduğunu sorup duruyoruz. Cevabı bize göre açık; iktidar temsilcileri farklı cevaplar veriyorlar ama doğrusu ikna edici değiller. Şu anda daha fazla hız nasıl sağlanır? Zaten bu çalışma şeklini belirleme yetkisi, imkânı iktidar partisinin elindedir. Dün saat üç buçuğa kadar çalıştık, sabaha karşı üç buçukta bitirdik buradaki çalışmaları; önceki gün sabaha karşı dörtte bitti; bugün de muhtemelen yine aynı saatlere kadar çalışacağız yani sabaha karşı üç dört gibi bu çalışmalar ancak bitebilecek gibi görünüyor. Muhtemelen, öyle anlaşılıyor ki iktidar sahipleri yukarıdan talimat almışlar, bu İç Tüzük bu hafta yetişecek, Komisyon görüşmeleri bitecek, ardından Genel Kurula gelecek ve hızla çıkacak. Peki, ne adına? Keşke bu kadar hızı, bu kadar yoğunluğu Parlamentoyu ve parlamenter sistemi daha demokratik hâle getirmek için yaşıyor olsaydık. Keşke bu kadar çabayı parlamenter sistemde daha özgürlükçü ve demokratik bir işleyişi sağlamak için yapsaydık ama maalesef tam tersi oluyor.

Parlamento tarihine baktığınızda parlamentarizmin ortaya çıkış sebebi, asıl anlamı iktidarı sınırlamaktı. Yani parlamentolar çağdaş anlamda parlamenter sisteme evrilen yolda ilk çıkış misyonlarını iktidarı sınırlamak olarak yaşamışlardır. Ondan öncesinde parlamentolar ortaya çıkmadan önce zaten tam yetkili, mutlak kudrete sahip monarklar vardı yani "yürütme" dediğimiz erk her şeyi yapabiliyordu; yasama fonksiyonunu da kullanabiliyordu, yargı da onun kontrolündeydi. Dolayısıyla herhangi bir sınır bulunmuyordu iktidara yönelik. Parlamentolar iktidarı sınırlama mücadelesinin en önemli araçları ve en önemli kurumları olarak ortaya çıkmışlardır.

Şimdi, 1982 Anayasası'na kadar, en azından şöyle söyleyelim, 1961-1982 arası, 1980 arası dönemde Türkiye Parlamentonun ve parlamentoculuğun bu anlamına epey yakın sayılabilecek bir tecrübe yaşadı. Parlamento demokratik işleyişe daha çok sahipti, daha demokratik bir nitelik taşıyordu, nispeten özgürlükçü bir ortam vardı, ülkede sorunlar yaşanıyordu ancak bu sorunları Parlamentoda daha çoğulcu bir ortamda ele alma imkânları da açıktı. 1980'de yapılan darbe, 12 Eylül darbesinin ilk hedefi özgürlükleri kısıtlamak, yürütmeyi güçlendirmek oldu. "Yürütme güçlü hâle gelsin, gelmelidir." dediler ve 82 Anayasası'nın temel mantığında da bu düşünce yatıyordu, bu hedef yatıyordu. Evet, Parlamentoyu zayıflatalım, yürütmeyi güçlendirelim. Yürütmeyi nasıl güçlendireceksiniz? Birkaç açıdan bunu yapmak mümkün diye düşündüler ve istedikleri sistemi de 82 Anayasası'na koydular.

Şimdi, bu dönemde yaşadığımız şey, 1982 Anayasası'nı yapan o otoriter, baskıcı, faşist zihniyetin hedeflerini, amaçlarını tamama erdirmektir. Artık Parlamento iyice işlevsiz hâle getirilecek, Parlamentodan medet ummak artık bir seçenek olmaktan çıkarılacak, iktidarın eli her konuda rahatlatılacak ve sınırlar kaldırılacak. Böylece aslında mutlak yetkili bir sisteme doğru gidiyoruz. Bir süre öncesine kadar "Türkiye'de padişahlık ya da sultanlık kurulmak isteniyor." dendiğinde pek çok insan bunu abartılı buluyordu. Evet, Türkiye'de otoriter bir gidişat olduğunu herkes kabul ediyordu ama bunun bir tür monarşi özlemi ya da monarşiye dönüş hevesi olduğu söylendiğinde biraz abartılı kaçıyordu. Fakat şimdi yaşadığımız şu tecrübe, doğrusunu isterseniz, asıl özlemin böyle bir sultanlık sistemi ama bugünün şartlarına uyarlanmış bir sultanlık sistemi olduğu görüşünü artık pek de abartılı kılmıyor. Daha doğrusu, bu gelişmeler karşısında "sultanlık hevesi" değerlendirmeleri hiç de abartılı kaçmıyor. Parlamento Başkanın, Cumhurbaşkanının, eğer çoğunluğa sahipse istediği gibi yönlendireceği, istediği gibi kontrol edeceği bir organ hâline getiriliyor.

Bu İç Tüzük, o düzenlemeleri yapmanın da yol temizliği amacıyla getirilmiş bir öneri, bir değişiklik önerisi yani modern sultanlığı kurmak için ihtiyaç duyulan diğer düzenlemelerin yapılmasına yönelik bir yol temizliği amacıyla bu İç Tüzük değişikliği getirilmiş karşımıza. Zaten yargının yürütmeyi denetleme imkânları da ortadan kalktı maalesef. "Bugün Genel Kurulda istinaf mahkemeleriyle ilgili bir tasarı görüşülüyor." dedim konuşmama başlarken; orada da hakikaten büyük bir ironi var. İstinaf sistemi uzun süre -benim öğrenciliğimde de öyleydi- Türkiye'de yargının daha hızlı, daha etkili çalışmasını sağlamak için düşünülen bir sistemdi. Bununla ilgili epey çalışmalar yapıldı ama şimdi yargı bütünüyle çöktüğü için şeklî açıdan hangi düzenlemeyi yaparsanız yapın fark etmiyor.

İdari yargı tecrübesi bu ülkede en eski geleneklerden biridir yani cumhuriyetten çok önce başlamış bir gelenekten söz ediyoruz idari yargı alanında. 1868'de kuruldu Şûrayı Devlet yani Danıştay ve yüz elli yıla yaklaşan bir geçmişi var. Şimdi, yüz elli yıl sonra geldiğimiz yer, maalesef yüz elli yıl önceden farklı değil. Peki, bu kadar bedeller ödendi, bu kadar mücadeleler yapıldı; bütün bunlar heba mı olacak? Hiç öyle olmayacak elbette. Yaşananlar boşa yaşanmış olmayacak. Bu çabaların başarı şansı yok, sadece sistemi ve toplumu daha fazla zorlama gibi bir sonuç doğurur. Bu zorlamanın yaratacağı etkileri her konuşmada bir uyarı olarak hatırlatmaya çalışıyoruz. Bu kadar uzun tecrübelerden Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının bu kadar çeşitli mücadelelerle oluşturduğu birikimlerden sonra, yüz elli yıl önceki anlayışa, yüz elli yıl önceki sisteme dönüşün imkânı yoktur. O nedenle, ben iktidar partisi temsilcilerine diğer arkadaşlarım gibi hep bu zorlamadan vazgeçmelerini öneriyorum çünkü bu zorlamayla varacağınız bir başarı, elde edeceğiniz bir başarı yoktur, kazanacağınız bir kâr yoktur. Buradan sadece topluma daha fazla sıkıntı, ülkeye daha fazla tahribat gelebilir. Bunu yapmak için de doğrusu çok önemli sebeplere sahip olmak lazım yani bir iktidarın bu kadar zorlamaya başvurması için ciddi sebeplerinin olması lazım. Durumu görmediklerini zannetmiyorum. İktidar partisinin yöneticilerinin de milletvekillerinin de büyük bir kısmının aslında yaşanan şeyin toplumu çok fazla zorlamak olduğunun farkındadırlar bence. Neden yapıyorlar? Muhtemelen daha büyük güvencelere ihtiyaç duyuyorlar, muhtemelen daha fazla güvence ihtiyacını yaratan korkuları vardır.

BAŞKAN - Hocam, toparlayabilir misiniz.

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Dolayısıyla, bu korkulara dayanarak böyle bir zorlamaya gidiyorlardır. Toplumu daha iyiye taşımak için değil, kendilerini korumaya almak için. Kendilerini koruma altına alma ihtiyacı doğuran korkuları bastırmak için sistemi ve toplumu bu kadar zorluyorlar. Oysa, eğer özgürlükçü yolu, eğer demokratik yolu tercih ederlerse göreceklerdir ki her şey çok daha insani ve çok daha medeni olacaktır.

Ben bu yolun kapalı olmadığını düşünüyorum iktidar için. İktidarın bu yola girmeye henüz vakti olduğunu düşünüyorum. Onlar zorlarlarsa elbette bizler buna karşı koymaya devam edeceğiz. Daha fazla gerilim olmadan bu yola girmek iktidarın elindedir şüphesiz ve onların da bu imkânı daha suhuletle, tefekkürle değerlendirmelerini bekliyorum.

Saygılar sunuyorum hepinize.