KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, geneli üzerinde yaptığımız görüşmelerde de çeşitli maddelerde yaptığımız görüşmelerde de 14, 15, 16'ncı maddelerle ilgili görüşlerimizi özetleyerek söyledik. Zaten 3 madde birbirinden ayrılamaz çünkü bu maddeler bir potada eritilip daha sonra hepsi birden bir para cezasına bağlanmak suretiyle birbiriyle ilişkili maddeler hâlinde tutuluyor. 14'üncü maddede görüşlerimi söyleme imkânım olmamıştı başka arkadaşlara söz hakkı verebilmek adına. Öncelikle şunu söyleyeyim. 14'üncü maddede huzuru bozucu döviz, pankart, benzeri materyal meselesi, uzun süredir konuşulan, iktidar partisini rahatsız eden bir yaklaşım ve bir yönelimi içeriyor. Aslında birçok arkadaş atıf yaptı, bugünkü televizyon düzeninde, bugünkü medya düzeninde muhalefetin kısıtlanan ve daralan olanaklarında, özellikle belli bir medya grubunun muhalefeti hiç görmediği, belli bir medya grubunun da muhalefete ayırdığı sürelerin ülkenin, bir partinin genel başkanının, bir partinin grup başkanının canlı yayınlarından arta kalan sürede kısıtlı olanaklarla verdikleri noktada muhalefetin sesini duyurabilmesi sadece sesle olmuyor. Bu yüzden de birkaç arkadaş anlattı "Özgür Özel Soma konuşmasını yaparken elinde baret olmasaydı o konuşma bu kadar hatırlanır mıydı, bilinir miydi?" diye. Gerçekten, bugünkü medya düzeni, bugünkü habercilik anlayışı, bugünkü haberin tüketim yönelimleri mesajı bir objenin peşine takarak ancak tüketiciye ulaştırma, okuyucuya ulaştırma, izleyiciye ulaştırma imkânı veriyor ve bugüne kadar zaman zaman çevik kuvvetin orantısız müdahalesini anlatmak için bir gaz maskesi, bazen Plan ve Bütçe Komisyonuna sıkılan bir damlacık -Sayın Musa Çam karşıda- biber gazı... "Ya, sen ne yapıyorsun Musa, bizi öldürecek misin?" Oysa o biber gazının yirmi katı on dakika önce milletin vekiline, anasının kuzusu, Ankara'da okuyan öğrenciye, o kadar gaz kullanıldığı için oradaki güvenlik görevlilerinin ciğerlerine gelmişken milletvekilinin Plan Bütçede belki 1 mililitre bile olmayan bir biber gazıyla tanışmasının ve yüzleşmesinin hem ne manaya geldiği hem de nasıl haber olduğunun, nasıl konuşulduğunun, nasıl bir objenin peşine mesajın takılarak hedeflenen yere ulaştığının en iyi örnekleri. Ama ben bugün iktidar partisi milletvekillerine Ali İsmail Korkmaz'ın resmine tahammülü, Berkin Elvan'ın resmine tahammülü, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıl dönümünde onların resimlerine, onlardan kalan bazı hatıra eşyalarına tahammülü anlatmayacağım. Bir seçim yapılacak ve o seçimden sonra görülen o ki, kuvvetli de emareler mevcut, iktidar ile muhalefet yer değiştirecek ve belki Ravza Kavakcı muhalefet partisi milletvekili olacak, ana muhalefet partisi milletvekili ve bir sene 3 Mayıs günü, Merve Kavakcı'nın yemin törenini nasıl burada zaman zaman hatırlatma ihtiyacı duyuyor, hatırlatırken Merve Kavakcı'nın resmini taşımak isteyecek ya da 6-7-8 Ekim olaylarına yaptığınız eleştirilerin yıl dönümünde bir gün, bir sene 7 Ekimde diyeceksiniz ki: Ben Yasin Börü'nün resmini çıkarayım. "Bu Yasin Börü nasıl öldü?" diye zaman zaman soruyorsunuz ya. Bugünkü muhalefet partisi iktidarda olacak, siz muhalefette olacaksınız, bir sene 7-8 Ekimde Yasin Börü'nün resmini hatırlatmak isteyeceksiniz veya Nazım Hikmet'in bir şiirine eşlik eden Nazım Hikmet resmine, dövizine tahammül edemediğiniz günlerin dönmüş devranı sonunda elinizde çok sevdiğiniz bir şairin resmi, ondan birkaç mısra okumak isteyeceksiniz...

NURETTİN YAŞAR (Malatya) - Hayali cihan değer.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ama bu kibir doğru değil, yoksa hayali cihan değer değmez.

Ama sizin açınızdan bir an şunu düşünün: Necip Fazıl'ın resminin disiplin soruşturmasına, para cezasına konu olabileceği bir düzenleme. Bu düzenlemeyi yapıyorsunuz ve ebediyen iktidar olacakmış kabulü, ebediyen iktidarmış kibri ve o öz güvenle yapıyorsunuz. Yakın gelecekte sizlerin parlamenter olarak görev yaptığınız süreçte belki hiç muhalefete düşmezsiniz veya partiniz düşer de siz milletvekili olmazsınız ama şu ihtimali göz önünde bulundurun: 15 Temmuz günü, ki bunu illa bugünkü iktidar partisi de yapmak zorunda değil, hep söylüyorum... Berkin Elvan ile Abdullah Tayyip Olçok CHP'li ile AKP'linin kalbini aynı sızlatmıyorsa bu ülkede bir sorun var. Şehitleri, kayıpları, acıları birbiriyle yarıştırarak, kendi acını kutsayıp başkasının acısına sahip çıkmayarak, saygı duymayarak bu ülke hiçbir yere gidemez. Bundan önce de duygularda, acılarda, şehitlerde, yaslarda, tasalarda ortaklaşamamışların birlikte bir başarı elde etmesi mümkün değil. Bu, iktidar-muhalefet ilişkilerinden, çelişkilerinden evirip çevirip okuyup ama doğru bir yerden meseleyi ucundan tutup çözüme kavuşturma ihtiyacıyla ilgili olarak söylüyorum. Bir sene 15 Temmuz anmasında eline Abdullah Tayyip Olçok'un resmini alıp da o kürsüye çıkamayacaksa eğer bir milletvekili, ben böyle İç Tüzük'ü de böyle düzenlemeyi de ne yapayım. Bugün yapılmaya çalışılan mesele bu tip istismarlara, iktidar baskısına son derece açık ve öyle muğlak ifadeler bırakılmış ki -biraz önce de ifade edildi- bir tarafından okuduğunda Meclisin çalışma düzenini ve huzurunu bozucu döviz... Bu herkes için farklı.

BAŞKAN - 14'üncü madde...

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - 14, 15, 16'yı birlikte ele alıyoruz bugün, hep öyle konuştuk, başka da yolu yok.

Bunu öyle bir noktaya getireceğiz ki kim karar verecek? Meclisi yöneten Meclis Başkanı. Peki, kim oylayacak ve nasıl kararlaştırılacak? Bir nitelikli çoğunluk tanımı da yapmıyorsunuz yani diyorsunuz ki: "Salt çoğunluk." yani iktidar partisi ne derse o olacak. O yüzden bir düşünün bakalım, muhalefette olduğunuz dönemde, Faziletteyken, Refahtayken, Adalet ve Kalkınma Partisinin kısa muhalefet döneminde çoğunluk partisinin veya çoğunluğu oluşturan partilerin elinde böyle bir yetki olsaydı, bugün oraya yazıyorsunuz Anayasa'nın ilk 4 maddesi, Anayasa'nın ilk 4 maddesini katı, sert, sizin hep böyle eleştirdiğiniz, "laikçi" falan diye zaman zaman söylediğiniz Anayasa'nın ilk 4 maddesinin içindeki bazı kelimelerin üzerindeki hassasiyetler üzerinden eline yetkiyi almış bir çoğunluk partisi sizin muhalefet döneminizde olsaydı, ağzınızı açtığınızda cezayı bassaydı, işlediğiniz işlemediğiniz kusuru cezalandırsaydı böyle bir düzenleme kabul edilebilir mi? Siz o gözle bu metni okumadıktan sonra bu ülkenin insanlarının size verdiği oyun karşılığını yerine getirmezsiniz çünkü ettiğiniz yeminde dürüstlük var, ettiğiniz yeminde tarafsızlık var, ettiğiniz yeminde hakkaniyetten ayrılmamak var, vicdanla görev yapmak var. O yüzden işin bu tarafını, bu soruları bir yere bırakmak istiyorum.

Yaptığınız, yazdığınız metinlerin dercedildiği yerler ana metni ileri taşımalıdır. Parlamenter demokrasi, kaliteli yasama ve yapmaya çalıştığımız işin kendisi, hayatın ta kendisi bunu gerektirir. Kimse bir metnin içine bir cümle sokup o metni geriye götüremez. 14, 15, 16'nın içine soktuğunuz yazılar metni iki yüz elli yıl geri götürüyor, iki yüz elli ila iki yüz altmış yıl. Voltaire diyor ki: "Senin söylediğin sözlerin hiçbirine katılmıyorum ama senin sözünü söylemeni savunmak için canımı bile verebilirim." Bunu, Voltaire'in bir öğrencisinin Voltaire hakkında yazdığı, Voltaire'i anlatan bir hatıratnameden alıyoruz. Eğer Voltaire demediyse o çocuk Voltaire'e atfetmiş, sizin kusurunuz iki yüz on yıla geriler sadece. İki yüz on yıl önce yazmışlar bunu, "Voltaire dedi ki: Senin fikrine asla katılmıyorum ama düşüncelerini söylemek için canımı verebilirim." demişler. İki yüz elli yıl geriye götüren metin üzerinde düzeltme olmaz arkadaşlar. Anayasalar, iç tüzükler aşkın zamanlı metinlerdir, bugün yazılırlar, dünden ders alırlar ama yarını kucaklarlar, yarına yürürler, yarını görürler, yarını yaşarlar. Yazdığınız metnin başarısı yarın okunduğunda, yarın tatbik edildiğinde "Bugün hâlâ daha geçerliymiş, hâlâ daha yazılan metin güncelliğini koruyor, bugünü de kapsıyor." diye takdir topluyorsa takdir yapılacak bir iş yaparsınız. Yok, okunduğu gün yazanlara birileri "Ya, bu belayı başımıza kim açmış, niye açmış, nereden çıktı bu?" diyorsa o zaman sıkıntı var. Kürsü masuniyeti, kürsü dokunulmazlığı bütün dünya anayasalarında az veya çok var, hiç olmadığı çok nadir örnekler var.

Eğri oturup doğru konuşalım. Sayın imza sahipleri, sayın iktidar partisi milletvekilleri; kürsü dokunulmazlığı meselesi, dışarıda suç olan bir şeyi bile kürsüde suç olmaktan çıkaran bir düzenlemedir. Katı uygulandığı yerlerde her şeyiyle öyledir, tazminata bile konu olmaz. Bizde yargı kararları var, kürsü dokunulmazlığı hakaret suçunu kapsamaz, miktarına göre asliye ve sulh hukuk mahkemelerinin konusudur ama dünyada bazı örneklerde tazminata dahi konu olmaz, istediği kadar hakaret etsin, onda tazminat davası bile açamazsın. Bizde yüksek mahkemelerin içtihatları bunun tazminat cezası olabileceğini gösteriyor, bence de kürsüden hakaret kabul edilebilir bir şey değildir ama hukuk mahkemelerinin konusudur. Meclisler kendi disiplinlerini sağlayacak tedbirler alırlar, bunun için de bizim İç Tüzük'ümüzde de olduğu gibi, tartışmalı taraflarıyla, desteklenecek taraflarıyla Meclisten çıkarma, geçici çıkarma, geçici men gibi düzenlemeler olabilir. İlerici metinler bunları zayıflatır, geriletir, ortadan kaldırır ama bu yapılan uygulama, aynı suça bir de para cezası ilişkilendirilmesi kabul edilebilecek bir düzenleme değildir. Ama işin esas kabul edilemeyecek tarafı şudur: İki milletvekilinin birbirine yapmış oldukları hakaret olduğu iddia edilen duruma Meclis çoğunluğu karar verecek. Yani bir iktidar milletvekili ile bir muhalefet milletvekili birbirine hakaret suçu işlerlerse devreye Meclis başkan vekili girecek, ikisi için ayrı ayrı oylanacak ve düşünün ki iktidar partisi milletvekilinin ettiği hakaret doğal olarak çoğunluk oylarıyla cezasız kalacak, muhalefete ceza verilecek. Muhalefet partisi milletvekili kendisini savunmak için veya hakkını aramak için hukuk mahkemesine gidecek. Orada iktidar partisi milletvekili diyecek ki: "Bu konuda alınmış Meclis kararı var efendim. Siz mahkeme olarak Meclisin kararlarının üstünde misiniz? Bu konuda Meclis benim hakaret suçu işlemediğime karar verdi, siz mahkeme olarak bir Meclis kararının üstüne çıkamazsınız." Nerede kaldı kanun önünde eşitlik, nerede kaldı Anayasa'nın eşitlik ilkesi? O yüzden, yapılmakta olan 15, 16, 17, sizin niyetiniz, cezalandırmak istediğiniz şey, seçtiğiniz yöntem, argüman ne olursa olsun, bir kere temel hukuk açısından fevkalade sıkıntılı, fevkalade problemli.

"Türk milleti" tanımı var. Ben MHP ile AKP'yi kavga ettirmek için, bir daha bu kavgaları hatırlatmak için söylemiyorum ama iyi kötü Meclisi eksiksiz takip eden, açık olduğu hemen her gün, milletvekilliği dönemimde -Grup Başkan Vekilliğinden önce- neredeyse eksiksiz takip eden bir Milletvekili olarak bana "Söyle bakalım Özgür Özel, MHP en çok hangi lafı attı AKP'ye?" dersen şu lafı atmıştır: Sayın Cumhurbaşkanınca, iktidar partisi grubunca çokça tekrar edilen "milletimiz, millet" söyleminde, Sayın Erkan Akçay da çokça demiştir, MHP'liler de çokça demiştir, "Ya şu milletin bir adını söyleyin kardeşim." derlerdi. Kendisi de vücut diliyle şimdi tasdik ediyor. 24'üncü Dönemde o milletin adını söylemeden...

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Yani bir vücut dilini dahi emanet edemeyeceğiz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - E edin, ne olacak?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Belki bin defa söylenmiştir, bunlar saklı gizli şeyler değil.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Evet. Saklı bir şey olsa söylemem zaten. Tutanaklarda var.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Ama söylemeye gerek var mı? Takdir sizin.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Var, şöyle: Diyorsunuz ki "O milletin adını söyle." İktidar partisi de o milletin adını söylemiyor. Şimdi bugün...

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Söylüyor, niye?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, siz yıllarca "Niye söylemiyorsunuz?" dediniz onlara. En çok attığınız laftı, onlar da uzun süre çok ısrarla söylemediler.

Şimdi üzerinde bir şeyde uzlaşmışsınız da o uzlaşmanızın sizin açınızdan tutarsız bir tarafı yok ama iktidar partisi açısından, dün suç saymadığı, dün özen göstermediği, dün ayakları altında çiğnediği bir meseleyi bugün burada cezaya tabi tutarken yarın hangi irtibat ve ittifak içinde olacakları bilinmez. O konuda bir endişe olacaksa yine size menkuldür o, ben onu söylüyorum, yoksa bu kısmında size bir şey söylediğim yok. Sizin orada bir tutarlılık sorununuz yok ama muhatabınız sizin bütün ısrarlarınıza rağmen, "millet" dedi ama "Türk milleti" demedi, siz de hep bunu eleştirdiniz. Bunun altını çizmekte hiçbir sıkıntı yok.

Ama bu konu Anayasa'nın ilk 4 maddesi açısından da hangi hassasiyette olursak olalım, bugünkü şartlarda kuzuyu kurda emanet etmektir.

Bugünkü Meclis Başkanı adına... Veya istese bütün oturumları yönetir Meclis Başkanı, çıkacak beyefendi -bahsettiğiniz laiklik ilkesi de bunun içinde- ve "Laiklik Anayasa'da olmamalıdır." diyen, laikliğe ağız dolusu laf söyleyen İsmail Kahraman, laikliğe laf söyleme durumunda önce savcı olarak görev yapacak, "Birisi laikliğe laf söyledi, Anayasa'nın ilk 4 maddesine aykırı bir davranışta bulunuyor." diyecek, iktidar partisi de bunu cezalandıracak. Resmen kuzuyu kurda emanet etmek. Buradan adalet bekliyorsunuz, buradan eşitlik bekliyorsunuz; sıkıntı burada, tutarsızlık burada, çelişki burada. Ama bir daha söylüyorum, ister Anayasa'nın ilk 4 maddesi olsun ister iktidar partisinden veya başka partilerden, benim duymayı haz etmediğim, asla katılmadığım fikirler olsun, kürsü masuniyeti yani milletvekilinin orada kullandığı ifadelerden dolayı sorumlu olmama hâli hem evrensel hem de Parlamento hukuku açısından gözümüz gibi sakınmamız gereken bir şey çünkü mesele daha sonra başkasının elinde çok başka bir şeye dönüşebilmektedir.

Sözü çok uzatmadan son olarak şunu da söyleyeyim: Bugün yapılmaya çalışılan iş 1960, Demokrat Partinin tahkikat komisyonundan farklı bir iş değil bu maddeleri değiştirmezseniz. Daha sonra yaşanan darbe, o darbenin ortaya koyduğu hukuk, hepimizin şu anda üzülerek andığı, doğru bulmadığı, kınadığı siyasi idamlar, hepsi bir yana... Zaten onlar olmasa bugün Demokrat Partinin o gün o kararları veren yöneticilerinin çocuklarının en çok utanacakları iş o tahkikat komisyonudur. Tahkikat komisyonudur ki 18 Nisan 1960'ta iki tane Demokrat Partili milletvekili tarafından önerilmiş, Demokrat Parti çoğunluğuyla kurulmuş, 15 üyeden oluşuyor. "Genel Kurul seçecek üyelerini." demişler, 15'ini de Demokrat Partiden seçmişler. Seçilen tahkikat komisyonunun o gün yaptığı görev: Komisyon mahkeme ve dava yetkisine sahip olacak, tutuklama yetkisi de var, gazetelere matbaalara el koyma, milletvekillerini yargılama ve hapsetme, gazeteleri kapatabilme, Meclis müzakerelerinin yayınlanmasına engel koyma ve aldığı herhangi bir kararın kesinliği ve mahkeme yolunun kapalı olmasıyla malul bir komisyon. Bu komisyon İsmet Paşa'nın Meclis konuşmasına yayım yasağı getiriyor 15'te 15 oy birliğiyle. İsmet Paşa ertesi gün gidiyor buna karşı, Ulus gazetesinin sabah toplantısında yayım masasına oturuyor, "Kimseden korkmayın çocuklar." diyor. Ulus gazetesi o metni yayımladığı için kapatma kararı alınıyor ve daha sonra Ulus gazetesi Anadolu'nun dört bir yanında korsan nüshalarla, hiç okunmadığının elli katı, yüz katı basılarak ve okunarak bambaşka bir yere taşınıyor.

Alınan her türlü baskıcı, her türlü sansürcü, her türlü kerameti kendinden menkul, çoğunluğa dayanan, muhalefeti susturmaya yönelik hadsiz ve densiz karar milletin vicdanından döner, gün gelir hukuktan döner ve tarihe kara birer leke olarak geçer.

Bugün, şimdi yapılan, daha önceki duyumlardan, iktidar partisinin burayı boşaltmasından, Komisyonun "İlla bu gece bitireceğiz bu Komisyonu." derken yapılan bu değerlendirmelerden sonra, bu konuşmadan sonra tatile sokulup yarına kadar değişikliklere gebe olmasından ümitvar olmak istiyorum. Umut etmek isterim ki günlerdir yapılan bu değerlendirmelerimiz, bu tarihsel göndermelerimiz, bu belli bir hukuk, siyaset, sosyoloji, demokrasi temelli bugüne değil yarına dair uyarılarımız bir sonuç veriyordur ve bu yanlışlardan, Anayasa'ya aykırı İç Tüzük düzenlemesiyle Anayasa'yı ihlali kafaya koymuş ve Anayasa'yı ihlal sırasındaki parmak izlerini bırakmamak için Anayasa değiştiren bir İç Tüzük değişikliğiyle ve Anayasa Mahkemesinin vereceği bir Anayasa dışı karara güvenerek yapılan Meclisin toplantı yeter sayısı olmadan toplanması, öyle kararlar alabilmesinden başlayan, tahkikat komisyonlarına taş çıkaracak bu son 3 madde düzenlemesine kadar giden, milletvekilinin söz haklarını kısıtlayan, muhalefetin -iktidarı- ülkenin gündemi ve iktidarın gündemi arasındaki açıyı teşhir eden ve Meclis gündemini ülke gündemine yaklaştırmak için iktidara söz söyleme hakkını savunan grup önerilerini ortadan kaldıran tarihin en ayıplı ve getiren iktidar açısından da destek veren kurumsal kimliklerin kendinin tarih önünde bugünkü pozisyonlarını sorgulamaları zaruretini ortaya çıkarması açısından da bu sorunlu teklif ümit ederiz tamamıyla geri çekilir.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) - İnşallah.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ümit ederiz bu yanlışlardan dönülür, dönülürse size Meclis kürsüsünden ilk kez, siyasi tarihinizde ilk kez bu kadar ciddi eleştirileri dinleyip gereğini yapma konusunda gösterdiğiniz demokratik olgunluk için teşekkür etmek, amasız, fakatsız teşekkür etmek de boynumuzun borcu olsun.

Ümitvar değilim ama ümidimi korumak, yarına umutla bakmak istiyorum. Bugün, yarına yapılacak değişikliklerin, bu yapılan bütün uyarılar sonucunda 4 partinin içinde bulunduğu gerçek bir mutabakata ihtiyaç duyduğunu, ufak tefek makyajlarla, ufak tefek yasak savmalarla erişilecek meselenin işi siyaseten büyük bir günahkârlıktan siyaseten daha az günah işleme durumuna evrilteceğini, topyekûn bu günahtan kurtulmanın yolunun bu teklifin topyekûn geri çekilmesi olduğunun altını çiziyor, gösterdiğiniz anlayış için de teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Özel, teşekkür ediyorum.