Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi(2/1783) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 17 .07.2017 |
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Teşekkür ederim.
Arkadaşlar, ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, 2'nci maddede konuşamadığım için Başkanlık Divanına teessüf ediyorum. Hani daha ağırını söylemek istemiyorum açıkçası çünkü şöyle bir durum var: Ben konuşacaktım, belki çok muhteşem şeyler söyleyecektim, belki hepinizi ikna edecektim, belki 2'nci madde geri çekilecekti, bence yani bu çok... Bir de ön yargılı bir bakış açısı ve duruştu. O açıdan, umarım önümüzdeki çalışmalarda bu tarz uygulamalara maruz kalmayız çünkü ben teamülü delmek istemedim, onu da açıklayayım; benim zaten söz talebim vardı, gerekçede konuşmak istemiyordum ya da önerge üzerinde, kendi söz talebim üzerine özellikle 2'nci maddede konuşmak istiyordum çünkü bu tasarının en önemli maddelerinden biriydi 2'nci madde. Muhalefetin sözünü tamamen kesen, muhalefetin zaten kısıtlı imkânlarla kendini ifade etmesinin önünü açan maddelerden birinin daha aslında değiştirilmesi, muhalefete işte, "Siz susun, biz her şeyi düşünüyoruz, biz sizin yerinize de düşünüyoruz, size oy verenler yerine de düşünüyoruz, size oy verenler ve sizin yerinize de karar veriyoruz." demekti, aslında az önceki uygulama da biraz buydu. O açıdan, ben hem 2'nci madde üzerinde hem de 3'üncü madde üzerinde tekrar konuşmak istiyorum. Yani olur da belki yine fikrinizden vazgeçersiniz, olur ya hani böyle bir ışık yanar kafanızda, dersiniz ki: "Ya, doğru söylüyorlar, bir gün de muhalefeti dinleyelim yani bize belki doğru bir şey söylüyorlar." Biraz o kendi öz güveninizden de vazgeçersiniz belki diyorum bu konuşmalarımla.
Evet, arkadaşlar, dediğim gibi, ben hem 2'nci hem de 3'üncü madde üzerinde konuşmak istiyorum. Yani aslında ben Meclisin çalışma stili açısından zamanla ilgili bir probleminin olduğunu açıkçası düşünmüyorum. Yani birçok arkadaşımız konuştu, benden daha tecrübeli, daha bilgili, bu konuda akademik kariyer yapan, profesör unvanında arkadaşlarımız bu konuyla ilgili konuştu. Ben bütün hepsine katılıyorum ama birkaç ekleme daha yapacağım sadece.
Ben bizim Meclis açısından zamanla ilgili bir problemimizin olduğunu düşünmüyorum, bence genel sıkıntı iktidarların kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Şöyle bir örnekle açıklayayım: Yaklaşık -tam net tarihini hatırlamıyorum ama- bir buçuk sene önce falandı galiba, AB uyum yasaları, vize muafiyetiyle ilgili olarak biz birkaç gün boyunca o kadar hızlı bir şekilde çalıştık ki sürekli bir şekilde o kanunları yetiştirmemiz gerekiyormuş gibi bir hızla iktidar sürekli baskı yapıyordu, "Bu kanunu geçirelim. E, hadi geçirelim. Bu yasayı da geçirelim. İşte, vize muafiyeti geliyor." gibi, yangından mal kaçırır gibi vize muafiyetiyle ilgili yasaları çıkardılar ama son iki yasa kaldı çünkü o arada biz Avrupa Birliğine rest çekmiştik, "E, siz bizi kabul etmiyorsanız biz sizi hiç istemiyoruz." demiştik ve politikamızı değiştirmiştik. Bence işte, temel sıkıntısı iktidarların bu, her gelen iktidar kendi ideolojisini devlet ideolojisi hâline getirmeye çalışıyor, bunun üzerinden de her gün yasalar çıkarıyor.
Bakın, ben avukatım, her gün kanunlarda ayrı ayrı değişiklikler görüyoruz. Artık kanun değişikliklerini takip etmek gibi bir durumumuz yok. Bir kanun şöyle basılı hâle gelir ama biz bu basılı hâle gelen kanunların yanında her gün bilgisayardan çıkartılan kanun paketlerini çıkarıyorduk, torba yasaların içerisine atılmış, nerede bulacağımızı bilemediğimiz kanunları çıkartıyorduk. Bazı kanunların 10 defa değiştirildiğini biliyoruz. Yani daha fazla avukatlık yapan arkadaşlar bilir, artık değişiklik ne zaman yapıldı, niye yapıldı, neye göre yapıldıyı takip etme durumumuz bile yoktu, mahkemede öğrenen hâkimler vardı. Biz diyorduk ki: "Sayın hâkim, evet, siz eski kanunu söylüyorsunuz ama geçen hafta o kanun değişti." Hâkim de şunu söylüyordu: "Ama bir ay önce de değişmişti bu kanun." Yani dediğim gibi, bu, iktidarların kafa karışıklığıyla ilgili bir mevzu. İki yıl önce çözüm süreci varken birçok iyileştirme yapılacak diye bazı kanunlar çıkarıldı. İnsan hak ve özgürlüklerini kısıtlamanın ufak da olsa önünü açmak için, o kısıtlamaların bazılarını kaldırmak için, işte, galiba taş atan çocuklarla ilgili de bir kanun çıkarıldı ve benzeri birçok kanun çıkarıldı ama sonra süreç tepetakla olunca bu sefer hak ve özgürlükleri nasıl daha fazla kısıtlarız diye her gün yine burada, Mecliste mesai yapmaya devam ettik.
Bakın, bence asıl şurada araştırmamız gereken, dönüp bakalım, ne kadar yasa çıkarılıyor, bu yasalar neye göre çıkarılıyor, kimin isteğine göre çıkarılıyor, hangi konjonktürel duruma göre çıkarılıyor, bunun üzerinden bakarsak emin olun, zaman tasarrufu yapmamıza gerek yok, muhalefetin sesini de kesmemize gerek yok.
Bakın, arkadaşlarımız birçok konuya değindi ama ben hani muhalefetin işin fiziki boyutunda da olması gereken bir kurum olduğunu düşünüyorum. Çünkü eğer iktidar tez ise bunun antitezi muhalefettir. Yani siz bir şey söylersiniz, bunun karşısında biz başka bir şey iddia ederiz, bunun sonucunda asıl demokratik ülkelerde olması gereken bunun sentezinin oluşması gerek. Ama siz diyorsunuz ki: "Hayır, biz teziz ve sonuç, sentez de bizim tezimiz olacak, bunun haricinde hiçbir görüşü, hiçbir öneriyi kabul etmiyoruz." Bu öneri ve bu görüş bir topluluğu, bir zümreyi firavunlaştırmaktan başka bir şey değil, firavunlaştırmaya götürür, onun haricinde, demokratik bir ülke, demokratik bir sistem kurmanın önünü açacak bir şey değildir ve benim her konuşmamda ısrarla söylediğim bir şey var arkadaşlar, bizim öncelikle demokrasinin ne olduğunu konuşmamız gerekiyor. Eğer siz demokrasiyi "Ben yaptım, oldu." üzerinden anlarsanız, doğru, kendinize göre çok demokratsınız ama bize göre değilsiniz. Bakın, on yıl önce, on beş yıl önce karşısında durduğunuz bütün uygulamaları bugün kendiniz yapıyorsunuz, bugün mazlumken yarın mazlumlara zulmeden tarafta duruyorsunuz. Onun için biz, sizi sizden de koruyoruz arkadaşlar. Sizi sizin iktidarınızdan, sizi sizin egonuzdan korumaktır da bizim görevimiz. Bundan emin olabilirsiniz. Yani bizim burada işte, bir şeylerin önünü tıkayalım, Meclis çalışamaz hâle gelsin gibi bir niyetimiz yok. Arkadaşların birçoğu ifade etti, o gelen yasa tasarıları ya da gelen araştırma önergelerinin birçoğunun toplum tarafından ne kadar istenildiğini, toplumun ne kadar ihtiyaçlarına cevap olduğunu hepimiz gördük. Siz de vicdani olarak rahatladınız. Orada insanlar gelsin, on-on beş dakika konuşsun. Niye bu kadar kendinizden korkuyorsunuz? Ve bence bir şey daha var, bence siz ikna edilmekten de korkuyorsunuz arkadaşlar, ikna edilmek istemiyorsunuz, "Aman muhalefet konuşursa doğru toplumu ikna edebilir." diyorsunuz ama bir de sizi ikna edebilir, belki sizin o vicdanlarınıza seslenebilir, belki kafanızda kurduğunuz o temel kemikleşmiş düşüncelerinizi de değiştirebiliriz, bence bundan da korkuyorsunuz, muhalefetin sizin düşüncelerinize nüfuz etmesinden korkuyorsunuz. Ama korkmayın, bence eleştirilmek, eleştiri almak, dönüşmek, o da dediğim gibi, fiziksel bir şeydir yani bir insan da doğadaki herhangi bir şey de bir varlık da ilk dünyaya geldiği gibi kalmaz, sürekli değişim ve dönüşüm içerisinde olur, bu fiziğin kuralıdır, bu fiziğin kuralına karşı duramazsınız. Bırakın, sizi değiştirelim, dönüştürelim, geliştirelim, bundan korkacağınız bir şey yok. Bence bu egonuzu da, hani o egolarınızı da biraz kırıp bizi de biraz dinleme zahmetine girin.
Arkadaşlar, şimdi, arkadaşlar da yine dediğim gibi, defaten dile getirdi yani dışarıda bir OHAL süreci var, bence bu İç Tüzük'le beraber Meclisin içerisinde de bir OHAL ilanıdır. Yani şu anda bu Parlamentonun 12 milletvekili tutuklu, 11'i HDP, 1'i de CHP olmak üzere bu Parlamentonun 12 milletvekili tutuklu. İki gün önceki kanun hükmünde kararnameyle binlerce insan işinden, aşından edildi. Şu anda, bu saatlerde biz İç Tüzük'ü konuşurken insanlar, insan hakları savunucuları İstanbul Adliyesinde ifade veriyorlar ve büyük bir saçma yaftalamayla, ajan suçlamasıyla insanlar orada ifade vermeyi bekliyor. Yine, onlarca belediyeye kayyum atanmış durumda. İşte, böyle bir koşulda biz İç Tüzük konuşuyoruz. Ama bir de dediğim gibi, bence Mecliste de bir OHAL ilanına ihtiyacı demek ki varmış iktidarın Mecliste de OHAL ilan ediyor. İnsanlar dışarıda konuşamıyor, insanlar sosyal medya üzerinden yaptıkları bir paylaşım nedeniyle cezaevlerindeler. Şimdi diyorsunuz ki orada hallettik, insanları bir şekilde susturmayı başardığınızı zannediyorsunuz, işte, insanlar cezalandırma yöntemleriyle, cezalandırmayla, korkutmayla susturulmaya çalışılıyor. Bu sefer Mecliste de aynı yöntem uygulanmak isteniyor. Ne olacak? Mecliste biz sizin düşünceniz haricinde, sizin ortaya koyduğunuz perspektif dışında bir tanımlama yaparsak eğer, o tanımlamanın karşısında para cezasına çarptırılıyor ya da kınama cezası veriliyor. Yani öyle bir Meclis ki, bir yasama organı, kendisi kendi ifade özgürlüğünü koruyamayacak bir Meclis, bir yasama organı bu halka nasıl daha demokratik bir ortam sunabilir ki ya da nasıl insanların ifade özgürlüğünü koruyabileceğini savunabilir ki, bunu savunamaz arkadaşlar. Yani siz bize diyorsunuz ki -şimdilik bunu diyorsunuz yani birkaç gün sonra bir adım daha ileriye gideceğinizi biliyoruz çünkü adım adım gelişen bir durum- bugün: "Düşünün ama söylemeyin." İki gün sonra ne olacak? "Düşünmeyin." mi olacak? "Hiçbir şey düşünmeyin, sadece bizim istediğimiz şekilde düşünün." mü olacak? Bunun başka bir açıklaması yoktur. Biz sizden farklı olduğumuz için zaten bu sıralardayız, muhalefet sıralarındayız. Eğer sizinle aynı düşünceyi paylaşıyor olsaydık, sizinle aynı perspektifle aynı paradigmayı savunuyor olsaydık o zaman Mecliste iktidara, muhalefete, A partisine, B partisine ihtiyaç olmazdı, hepsi tek parti çerçevesinde toplanır, buna göre siyaset yürütürdü ama ondan demokrasi çıkar mıydı? Çıkmazdı arkadaşlar. Gelsin, bütün anayasa hukukçularını getirelim buraya, bütün doktrini araştıralım, böyle bir demokrasi tanımı olamaz. Siz diyorsunuz ki: "Ya bizdensiniz ya yoksunuz. Ya bizdensiniz ya konuşamazsınız. Ya bizdensiniz ya cezalandırılırsınız." Topluma yaptığınızı bugün halkın iradesine, Meclise de yapmaya çalışıyorsunuz, bunun da kabul görmesini bekliyorsunuz. Peki, bunun Orta Çağ uygulamalarından ne farkı var, bir bana söyleyin. Orta Çağ'da da aynı şeyi yaptılar. Orta Çağ'da insanlara, kadınlar hekimlik yaptığı için "cadı" dediler, kadınları diri diri yaktılar. Yine Orta Çağ'da Galileo dünyanın yuvarlak olduğunu iddia etti ama kilise "Yok, dünya yuvarlak değil, köşesine giderseniz düşersiniz." diyordu. E, eğer Galileo cesaretli olmasaydı, her şeye rağmen, engizisyonda yargılanmaya rağmen, cezaya rağmen bu düşüncesini savunuyor olmasaydı belki biz hâlâ köşesinden düşeceğimiz bir dünya tasavvur ediyor olurduk, hâlâ köşesine gitmekten korktuğumuz bir dünyayı düşünürdük. Ama cesaretli insanlar her zaman çıkar. Bakın, siz bu uygulamaları getirin, yine cesaretli insanlar çıkacak, yine insanlar düşüncelerini söyleyecek, cezalandırmaya rağmen söyleyecek, kısıtlamaya rağmen söyleyecek ama bu ülke yüzyıl geriye gitmiş olacak, bu ülke Avrupa'nın Orta Çağ'ını 21'inci yüzyılda yaşamak zorunda kalacak. Eğer buna siz "Tamam." diyorsanız diyecek bir şey yok. Zaten -elhamdülillah- bütün dünyaya rezil olmuş durumda Türkiye. Yani bakın, Guantanamo'yu övünür durumdayız arkadaşlar, böyle bir şey yok. Guantanamo, Birleşmiş Milletler tarafından bütün dünyada kamuoyunda en büyük işkencelerin olduğu söylenen bir yerdir. Biz kalkıp bugün o uygulamaları nasıl savunabiliriz? Eğer o uygulamaları savunuyorsak, tabii ki dünya kalkıp Türkiye'nin demokratik olmadığından söz edecek, tabii ki Avrupa Birliği "Sizi almam." diyecek. Biz meydanlarda idam taleplerine "Gelsin, tamam." dersek, her gün idam naralarını dinlersek tabii ki Avrupa bizi istemeyecek. E, bunun karşısında biz söz söylediğimiz için de cezalandırılacağız; oldu, tamam, biz de bunu kabul edeceğiz. Eğer böyle zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
Ama dediğim gibi, vallahi, biz sizi de koruyoruz, hepinizi koruyoruz, farklı düşünceleri koruyoruz. Bu Mecliste bir sürü düşünceden insan var. Bu Mecliste Ermeniler var mesela, onlar Ermenilerle ilgili olayı farklı yorumluyor, tarihçiler de farklı yorumluyor, bir sürü yorum şekli var. Biri çıkıp bir düşünceyi ifade ederse, bunun karşısında cezalandırılırsa biz nasıl bir gelişmeden söz edeceğiz, insanlar nasıl tartışacak bunu? Tarihçiler tartışsın dışarıda, milletvekilleri içeride tartışmasın. Milletvekilleri "Dersim katliamı" diyemeyecek ama. Dersim'de binlerce insan katledilmiş olacak ama gelip burada insanlar "Dersim" ya da "Dersim katliamı" diyemeyecek. Osmanlı döneminde kayıtlarda olmasına rağmen, yine Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendi tutanaklarında "kürdistan" ibaresi geçmesine rağmen, Türkiye'de "kürdistan" adını taşıyan bir parti olmasına rağmen Mecliste milletvekilleri "kürdistan" diyemeyecek. Böyle bir anlayış olamaz, böyle bir anlayışla ileriye de gidilemez. Bir defa başlangıç yanlış. Sürekli aynı şeyi söylüyoruz. Bakın, başladığınız nokta yanlışsa varacağınız sonuç da yanlış olacak, buradan başka bir şey beklemeyin. 2+2=4, 5 çıkarabiliyorsanız diyecek bir şeyim yok ama siz sürekli 2+2'den 5 çıkarmaya çalışıyorsunuz, bütün politikalarınız bunun üzerine kurulu.
Şimdi, bu Komisyon salonu çok şey gördü. Bu Komisyon, iki yıllık süreç içerisinde en fazla ihlalin olduğu komisyon olarak konuşuluyor. Bir, bu Komisyonda, bu odada milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı. İkincisi, bu Komisyonda, yine bu salonda bir Anayasa değişikliği, bir rejim değişikliği yapıldı; ülkenin kaderini tamamen değiştirecek, ülkenin bütün kaderini tek bir kişinin eline verecek bir Anayasa değişikliği yapıldı. Bugün bir adım daha ileriye götürüyorsunuz, diyorsunuz ki: "Biz Meclisin kapatılmasını istiyoruz." Tamam, kapatın, şu anda zaten fiiliyatta hiçbirimizin, hiçbirinizin söz hakkı yok. Yani kimse bana şeyden söz etmesin, "Biz bu kanunları biliyoruz, bu kanunları bildiğimiz için getiriyoruz, bunu destekliyoruz." demeyin; böyle bir şey yok zaten ama diyorsunuz ki: Var olan fiilî yapıyı da bitirelim, Meclisin kapısına kilit vuralım.
Biz diyoruz ki: Mecliste temsilî demokrasi bile yetersiz, bunun daha radikal bir şekilde başka bir sisteme dönüşmesi gerekiyor. Biz bu tezi savunurken, siz "Hayır, tek bir kişi hepimizle ilgili karar verebilir." diyorsunuz. Ama arkadaşlar, bir yıl sonra, iki yıl sonra, üç yıl sonra, beş yıl sonra -Diyarbakır'da o Diyarbakır Cezaevinin nasıl müze olması konuşuluyordu ya- bu salon utanç müzesi olacak, Türkiye'nin bütün utançlarının konuşulduğu ve ona onay veren yer olarak, Meclisin kapısına kilit bile vurulsa burası utanç müzesi olarak kalacak; bundan hepiniz emin olabilirsiniz.
Ama bu yol, yol değil. Dediğim gibi, sizden, hepinizden daha az şey biliyor olabilirim, hiç "Ben çok biliyorum." demem ama bir gün olsun, birazcık bizi dinleyin. Dönün, daha on beş yıl önceki hâlinize bakın, iktidar olmadan önceki hâlinize ve çabalarınıza bakın ve bugünkü politikalarınıza bakın, aradaki uçurumu görün, kendinizle yüzleşin. Bakın, muhalefet, iktidarın aynasıdır arkadaşlar. Siz kendinizi görmüyor olabilirsiniz, hatalarınızın farkında olmayabilirsiniz ama sürekli, bizim söylediklerimize kulak tıkayarak çözüm bulamazsınız. Biraz bizi dinleyin. Aynanız biziz, muhalefettir. Demokrasi böyle bir şeydir.
Evet, şimdi, ben aslında bu süreç içerisinde biraz 2'nci maddeden söz etmek istedim yani muhalefete yapılmak istenen durumla ilgili. Bir de 3'üncü madde diye bir maddemiz var. Aslında bence bu İç Tüzük'ün tamamı geri çekilse hepiniz açısından daha hayırlı olacak da bir bakalım, birbirimizi ikna edebilecek miyiz?
3'üncü maddede de gelen... Kırkyılda bir bir milletvekili bir yasa teklifi getirebiliyor Meclise, kırk beş gün incelenmezse eğer o yasa teklifi Mecliste görüşülebiliyor. "Hayır, yasa tasarısı sunmak sadece bizim tekelimizde olacak, teklif sunmak sadece iktidarın tekelinde olacak." diyorsunuz. Lütfedip "Haftada bir bir milletvekili bunu yapabilir." diyorsunuz. Böyle bir demokrasi anlayışınız var zaten sizin. Yani hesapladığınız süre on dakika mı? On dakikayla neyi kaybediyoruz? Ne kaybedeceğiz ya da ne kazanacağız? On dakika, on beş dakika, yarım saat olsun; bir milletvekili geliyor, orada bir kanun tasarısı ya da önergesi üzerinde konuşuyor diye bu Meclis çalışamaz bir hâlde mi? Değil. Mesele o değil. Mesele, dediğim gibi, nasıl ki sistemi tek kişinin eline verdiniz, tek adam rejimi hâline geldi, şu anda bütün Meclisi de tek tipleştirme harekâtıdır bu, başka bir adı yok bunun. Hepimiz tek tip olacağız, hepimiz sizin gibi düşüneceğiz. E, ben sizin gibi düşünmüyorum, buna engel olabilir misiniz? Hayır. Tamam, söylememe engel olabilirsiniz, onun önünde durabilirsiniz ama nereye kadar benim düşüncemi engelleyebilirsiniz? Ben düşünmeye devam ederim ve bir gün gelir, bu düşünen insanların sesleri daha da yüksek çıkar.
Siz insanların düşüncelerini ifade etmelerini engellerseniz toplumsal kaosu getirmekten başka bir sonuç çıkmaz bundan. İnsanlar gelip kendini ifade edecekler. İnsanlar kendi iradelerinin, kendi seçtikleri vekiller üzerinden kendi düşüncelerinin Mecliste ifade edildiğini görecek. Bunu görmezse nasıl bir yönteme başvurur? "Çözüm bulamıyoruz." diye sokaklara mı dökülsün insanlar? Ne yapsınlar, nasıl ifade etsinler kendilerini? İnsanlar basın açıklaması yapamıyor OHAL'den, yürüyüş yapamıyor; ne yapsın insanlar? E, Meclisi de siz böyle çalışamaz hâle getirdiniz, milletvekilleri de konuşamayacak. E, zaten 12 milletvekili içeride, zaten biz her gün tutuklanma tehlikesiyle ya da tutuklanma tehdidiyle yüz yüzeyiz. İşte geçen bir hafta içerisinde 3-4 arkadaşımızla ilgili hüküm verildi. Böyle bir sistem içerisinde insanlar kendini ifade edemezse ne olur? Kaos olur arkadaşlar, kaos.
Bakın, biz size 15 Temmuz darbesi öncesinde de söyledik, ben de söyledim, gruptaki bütün arkadaşlarımız da defaatle söyledi; "Eğer bu ülke demokratikleşmezse her zaman darbe tehlikesiyle karşı karşıya kalır." dedik, hâlâ diyoruz. Bu ülkeyi tek bir şey kurtarır. Bu İç Tüzük'le biz ne kazanacağız? Hiçbir şey. Ya da bu Anayasa değişikliğiyle ne kazandık? Hiçbir şey. Bu ülkeyi tek bir şey kurtarır, demokratikleşme, halkların birbiriyle barışını sağlama; başka bir şey yok. Siz bir halkın dilini "X" diye geçirirseniz bu insanlar kendilerini nasıl ifade etsinler? Fark etmez hangisi olduğu, bütün diller açısından böyle bu. Bir halkın...
BAŞKAN - Sayın Başaran, toparlar mısınız lütfen.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Benim diğer maddeden de kalan sürem vardı Başkan.
BAŞKAN - Sayın Başaran, lütfen toparlar mısınız.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Toparlayacağım.
BAŞKAN - Peki, sağ olun.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Şimdi, bu insanları siz hiçbir yerde kendilerini ifade edemez hâle getirirseniz bu insanlar ne yapacak, bence bunu düşünün. Bakın, ben bir film önermiştim, tekrar öneriyorum, zeytinin hikâyesi vardı, bence onu izleyin. Siz zeytini yasaklarsanız insanlar başka yollara gider, bunu bir düşünün.
Evet, arkadaşlar, bir de ben aslında belki hepinize gelmiş olan bir kitabı göstermek istiyorum, parti sözcümüz Sayın Ayhan Bilgen galiba bütün gruplara, bütün milletvekillerine gönderdi. "Gereği Düşünüldü: Açık Mektup" diye bütün milletvekili arkadaşlarımıza gönderildi diye düşünüyorum. Yani şu anda bir milletvekili arkadaşımız tutuklu, bizim parti sözcümüzdü. Bugün burada kendi düşüncesini ifade etmesi gerekirken... Bence hepiniz aynı şeyi düşünüyorsunuzdur, Sayın Bilgen burada olsaydı bence hepiniz açısından büyük bir kazançtı, hepinizin ufkunu açacak çok güzel şeyler söyleyebilirdi. Bunu iktidardan muhalefete hiç kimsenin reddetmeyeceğine inanıyorum, en azından bu kadar vicdanlı olduğunuzu düşünüyorum bu konuda, onun bilgisi ve düşünceleri açısından. Burada olsaydı belki şu anda bu ortam bambaşka bir şey olurdu. Bir kitap yazmış ama cezaevinden "Görülmüştür." ibaresini taşıyan bir kitap bu. Ben son, bu kitaptan o yoksa bile onun adına birkaç cümleyi buradan okumak istiyorum. O burada olmayabilir ama kendi ifadeleriyle birazdan okuyacağım gibi, kimin özür olmadığını biz bilemeyiz. Bazen özgürlük dışarıda olmak değildir. Bazen nerenin özgürlük getirdiğini bilemeyiz. Onun için ben onun birkaç cümlesini okuyup bitireceğim ama umarım, dediğim gibi, bazen muhalefeti dinlersiniz. Dinlemek iyidir, birbirini anlamak da iyidir.
"Özgürlük demir kapıyla, dört duvarla, tel örgüyle, penceredeki parmaklıklarla engellenebilecek bir şey değildir. Zihinde, yürekte başlar özgür olma iddiası. Özgür olmayanın ne inancı olur ne ahlakı ne de aklı. Ben özgür olduğuma inanıyorum, en azından öyle olmaya çalışıyorum. Özgür olmayan biz değiliz; koltuklarını, rozetlerini kaybetme korkusuyla bildiği gerçeği söylemeyenler, inandıkları gibi hareket etmeyenler, tehlikeyi gördüğü hâlde kafalarını kuma gömmeyi tercih edenlerdir. Ne diyelim, cezaevi tabiriyle 'Allah kurtarsın.' 'Baskının arttığı ortamlarda mizah gelişir.' diye boşuna dememişler. Onun için bazen gülmek, gülüp geçmek en devrimci eylem kabul edilir. Meşhur fıkradır; papağan, sahibinin hoşuna gitmeyen sözü tekrarlamaktan men edilince meramını iki kelimeyle anlatmaya devam etmiş: 'Anlarsınız ya.'" İşte, arkadaşlar, siz o Meclis kürsülerine bizim kendi ortak tarihimizdeki bütün cümleleri de yasaklasanız, biz o Meclis kürsüsüne bütün paralarımız -hani paraya bağladınız ya- bitse bile çıkar deriz ki: "Anlarsınız ya." Bunu deriz, emin olun ki deriz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim.