KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; gerçi Komisyonun çalışması için yeterli çoğunluk yoktur ama sanıyorum itiraz da yok, konuşmaya başlayacağız.

Ben Sayın İyimaya'nın burada olmasını isterdim. Komisyon çalışmaları başladığı günden beri, konuşan hemen hemen bütün hatipler Sayın İyimaya'ya gönderme yapıyorlar, makalelerine, yazmış olduğu dilekçelere. Ben öyle bir şey yapmayacağım. Sayın İyimaya karakolda doğru söyler ama mahkemede şaşar, hep böyledir, o nedenle ona çok fazla gönderme yapmayacağım.

Değerli arkadaşlarım, elbette demokrasilerde seçilmiş çoğunluk kararları alacak, ülkeyi yönetecek; bunda hiçbir şüphe yok. Zaten seçim vazgeçilmez, seçimle gelen çoğunluk hükûmet olacak ve ülkeyi yönetecek ama o sistemin demokrasi olabilmesi için aynı zamanda, azınlıkta olanın, az olanın da konuşma hakkının, kendini, düşüncelerini ifade etme hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmaması gerekiyor. Bu iki şey olmazsa mevcut olan sistem demokrasi değildir. Maalesef, Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisinin son yıllarında ülke böyle bir sisteme doğru yuvarlanıp gidiyor yani demokrasiden giderek uzaklaşıyor. Gerçekten, muhalefetin ya da azınlıkta olanın, az olanların konuşma hakkı, kendini ifade etme hakkı ciddi bir şekilde kısıtlanıyor. Bu Meclis İçtüzüğü değişikliği teklifi de bu şekilde, bu motivasyonla hazırlanmış bir tekliftir.

Değerli arkadaşlarım, bu teklifi konuştuğumuz ülke atmosferinden de kısaca söz etmek gerekiyor. Şu anda, öteden beri var olan, toplumda ayrışma, kutuplaşmanın giderek derinleştiği bir dönemdeyiz. Hatta ve hatta derinleşme değil, bu ayrışma ve kutuplaşmanın başka bir merhaleye geçtiğini görmekteyiz. Öteden beri tepede kurulan, özellikle Sayın Cumhurbaşkanının kurmuş olduğu sert kutuplaştırıcı dil, artık dil olmanın ötesine geçmiş, daha tehlikeli bir hâl almış, muhalefeti fiilî bir şekilde susturacak bir merhaleye, aşamaya gelmiştir maalesef. Son birkaç günden beri 15 Temmuzla ilgili, 15 Temmuz askerî darbe girişiminin anmalarında yapılan konuşmalar, takınılan tavır bunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Sayın Cumhurbaşkanı 15 Temmuz için bir çerçeve, bir tanımlama yaptı ve açık bir şekilde, net bir şekilde bu tanımlamanın dışında, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yorum yapanları darbeci olarak ilan etti. Değerli arkadaşlarım, darbecilik ağır ceza gerektiren, ağırlaştırılmış müebbet gerektiren, müebbet hapis gerektiren bir suçtur. Bu durumda 15 Temmuzla ilgili resmî, yani Sayın Cumhurbaşkanımızın çizmiş olduğu çerçevenin dışında bir yorum yapanlar demek ki suçlu ilan ediliyor ve bir şekilde ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalacak demektir.

Değerli arkadaşlarım, her fırsatta "millet" tanımı yapılıyor. Bu "millet" tanımı... Zaten bütün resmî ideolojiler de kendine göre bir "millet" tanımı yapmıştır. Şimdi, çok açık görülmekte ki Türkiye'de yeni bir resmî ideoloji inşa ediliyor ve bütün kavramlar; sadece "millet" değil, "vatan", "bayrak", bütün kavramlar bu çerçevede yeniden inşa ediliyor. Burada öyle bir dil ortaya konuluyor ki "Bizim gibi düşünenler, bu şekilde bakanlar, bu şekilde yorumlayanlar, bizim kurmaya çalıştığımız bu yeni millî ideoloji çerçevesinde olanlar millet; bunun dışında olanlar düşman." diye tanımlanıyor. Böyle bir ortamda biz İç Tüzük değişikliği yapıyoruz ve bu İç Tüzük değişikliği teklifinin bütün maddelerinde açık bir şekilde düşünceyi ifade etmeyi daha da güç hâle getirecek düzenlemeler var.

Değerli arkadaşlarım, şöyle baktığımız zaman, işte, "Zana maddesi" filan denildi ama ben bakıyorum, iki temel konu var bu İç Tüzük değişikliğinde: Bir, iktidarın muhalefetin konuşma sürelerini kısaltması; ikincisi de muhalefetin kendini ifade etmesine, düşüncesini ifade etmesine en azından disiplin cezası, Meclisten çıkarılma ve para cezası gibi yaptırım getirilme gayreti var.

Şimdi, ilk okuduğumda, Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilcilerinin konuşmasını dinlemeden önce şöyle düşünmüştüm: Rahmetli Türkeş'in 12 Eylülden sonra "Biz hapisteyiz, fikirlerimiz iktidarda." diye bir sözü var. "Acaba bu süre kazanmayla ilgili maddeler konusunda MHP'yle bir ortaklık kurmak için Adalet ve Kalkınma Partisi düşünceyi ifade konusunda getirilen maddeleri kabul mü etti, MHP'yle bu şekilde bir anlaşmaya mı vardılar?" diye düşünmüştüm ama öyle değilmiş. Milliyetçi Hareket Partisinin öteden beri dillendirdiği bir konu, şu anda da Adalet ve Kalkınma Partisi düşünceyi ifadeyi mesele hâline getirmiş ve ona cezai yaptırım getirmektedir.

Bu hâliyle bu İç Tüzük değişikliğine bir taraftan "süre kazanmak", diğer taraftan da "Kürt annesini görmesin" değişikliği diyebiliriz. Niye bunu söyledim? Sadece Kürtlerin kendini ifade etmeleri, "kürdistan" gibi kelimeleri kullanmaları değil, daha geniş bir şekilde düşünceyi ifade etmenin önüne yeni engeller getiriliyor ama Meclisteki tartışmaları, Meclis Genel Kurulundaki tartışmaları dikkate alırsak bunlar için geliyor demektir, öyle görünüyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada teklif sahipleri "İhtiyaç olan, sistematik, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurumsallaşmasını sağlayacak, etkin, verimli, çağdaş gelişimlere ayak uyduracak, kaliteli yasa yapmayı sağlayacak değişiklikler yapıyoruz." diyorlar. Böyle değil yani daha evvel Mecliste İç Tüzük'le ilgili kurulan komisyonların raporlarına, yazmış oldukları taslaklara baktığımız zaman, bugün elimizde olan bu 17 maddelik değişiklik, hiçbir şekilde iddia edildiği gibi Meclisin daha etkin bir şekilde, çağdaş gelişimlere ayak uyduracak şekilde yasa yapmasını kolaylaştıracak, Türkiye Büyük Millet Meclisini kurumsallaştıracak değişiklikler değil bunlar.

Yapılan şeyler... Tek tek maddelere girmeyeyim ama iki konunun üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi süreyle ilgili -bunu herkes söyledi- muhalefetin, özellikle grup önerileri verdiğinde süresi kısıtlanıyor. Hadi buna işte "Meclis çoğunluğu böyle uygun gördü, tamam." filan diyebiliriz; işte, Anayasa'nın değişik maddelerine yorumlarla aykırı olduğu iddia edilebilir ama süre kazanmak için gündeme getirilen bir değişiklik var ki bu gerçekten vahim. Anayasa'nın 96'ncı maddesi çok açık, net değerli arkadaşlarım. Yani, Meclisin toplantı yeter sayısının, karar yeter sayısının ne olduğu belli. Toplantı yeter sayısı üçte 1'i, 184; karar yeter sayısı da dörtte 1'i, 138, çok açık bir madde. Şimdi, siz yoklama yapmayı istemeyi kaldırıyorsunuz. Peki, yoklama yapılmayınca Mecliste en az 184 ve 138 kişinin bulunduğunu nasıl tespit edeceksiniz değerli arkadaşlarım, böyle bir şey var mı? Yani, bu gerçekten komik bir durum. Ha, deniliyor ki: "Netice itibarıyla yasanın bütünüyle ilgili yapılacak oylamada bu aranacak zaten." Değerli arkadaşlarım, uzun süreden beri, bildiğiniz gibi, işte, torba yasalarla, temel yasalarla, birbirleriyle hiç ilgisi olmayan, çok farklı konulara bir sayı veriliyor ve bir yasa altında görüşülüyor. Öyle maddeler var ki bu maddelerin birbiriyle ilgisi yok. Daha başka şeyler var. Mesela, Hükûmet sık sık hiç taslakta, tasarıda, Meclis komisyonundan gelen raporda sözü edilmeyen değişiklikler yapıyor ve bu değişikliklerin oylanmasında da yoklama istenmeyecek yani toplantı yeter sayısı 184 ve karar yeter sayısı 138 aranmayacak. Yani, bu Anayasa'ya açık bir şekilde... Yani bunun için anayasacı, hukukçu filan olmaya gerek yok, açık bir şekilde ortada. Yani, mevcut Anayasa Mahkemesi üyeleri, yani ne olsalar bile bu açık gerçeği örtebilirler mi, gerçekten endişe var burada.

Değerli arkadaşlarım, ikinci önemli konu da düşünce ifadesiyle ilgili 15'inci maddede yapılan değişiklikler. Bakın değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk yıllarından başlayarak 2010'lara kadar demokratikleşme yolunda çok ciddi, önemli değişiklikler yapıldı. Bunlar yeterliydi, değildi, muhalefet partisi katılmıştı, katılmamıştı; bunlar tartışılabilir ama bir bütün olarak aldığınızda, yani, nasıl işte 12 Eylülde askerî darbe oldu, askerî yönetim geldi, arkasından 1983'te seçimler, yavaş yavaş Anayasa'da değişik zamanlarda yapılan değişiklikler, yasalarda değişik zamanlarda yapılan değişiklikler, daha sonra 1999'da Avrupa Birliği sürecinin yeniden başlamasıyla ilgili o çerçevede, o süreçte yapılan değişiklikler... Yani, bir karanlıktan yavaş yavaş demokrasi açısından aydınlığa doğru, daha gelişmiş demokrasiye, daha kullanılabilir hak ve özgürlükler rejimine doğru bir gidiş var ama 2010'dan itibaren, 2011 seçimlerinden sonra ve özellikle de 15 Temmuz 2016'dan sonra, OHAL ilan edilmesinden sonra Türkiye hızlı bir şekilde yine karanlığın içine doğru gidiyor. Şu anda üzerinde konuştuğumuz İç Tüzük değişikliğinin özellikle 15'inci maddesi bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. O kadar genel cümlelerle yazılıyor ki değerli arkadaşlarım, Hükûmetin istemediği ya da o anda Meclisi yöneten Meclis Başkan Vekilinin beğenmediği, çoğunluk grubunu rahatsız eden her şey bir şekilde cezalandırma konusu olabilecek. Arkadaşlarımız bu konuya sık sık değindi, ben uzun uzun konuşmak istemiyorum ama bu değişiklik... Kim bunları yorumlayacak? Hele hele dışarıda herhangi bir yurttaş konuşunca suç teşkil etmeyen bir konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünde bir milletvekilinin ifade etmesi, dillendirmesi durumunda cezayla karşı karşıya bulunması asla ve asla kabul edilebilir bir şey değildir.

Ben uzatmayacağım, teknik bir konuşma da yapmayı düşünmüyorum ama başta Adalet ve Kalkınma Partisi olmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini, bütün arkadaşları uyarmak istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bu yol, yol değil. Yani demokrasi elden gidiyor bir tarafa, yani demokrasiyle ilgili çok ciddi gerilere düştük, o başlamış olduğunuz demokrasiye doğru yürüyüş durdu çoktan ve gerilere doğru gidiyor, bunu bir tarafa bırakıyorum; toplumdaki bu ciddi ayrışmayı, kutuplaşmayı, düşmanlaşmayı görmüyor musunuz değerli arkadaşlarım? Sayın Cumhurbaşkanının bu konudaki davranışları artık yani siyasetin malzemesi, "Ne yapalım işte, seçim zamanları, iç politika..." "Artık o da bir partinin genel başkanı. Dolayısıyla, bir parti genel başkanı gibi konuşuyor." Yani bunların çok ötesine geçti. Bakın, geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı, ana muhalefet partisinin genel başkanıyla ilgili bir söz söyledi. Bu söz, değerli arkadaşlarım, bu gerginliğin, sadece siyasetin tepesinde devam edecek -bu şekilde değil- bu gerginliğin sokağa kadar yansıdığını, yansıyacağını açık bir şekilde ortaya koyuyor değerli arkadaşlarım. Bir defa yani siz değişik yasal düzenlemelerle, OHAL'lerle hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelliyorsunuz, hukuk devletiyle ilgili ciddi gedikler açıyorsunuz, sorunlar oluyor, adaletsizlikler oluyor, bu adaletsizlikler birikiyor ve toplumun kutuplaşmasını hızlandırıyor, düşmanlaşmasını hızlandırıyor buraya kadar ama şu anda içinde bulunduğumuz durumda, bu merhaleyi geçmişiz çünkü Sayın Cumhurbaşkanı ana muhalefet partisi genel başkanına diyor ki: "Sokağa çıkamazsın." Değerli arkadaşlarım, bu kabul edilebilir bir şey değil. Adalet ve Kalkınma Partisi içinde dün daha fazla ama bugün de aklıselimle hareket edebilecek dünya kadar arkadaşımızın olduğunu biliyorum. Bunlar kabul edilemez değerli arkadaşlarım. Etrafınıza bakın, çevremizde olup bitenlere bakın, Suriye'yi görün, Irak'ı görün. "Hayır, efendim, ne ilgisi var, biz Suriye miyiz, Irak mıyız?" filan, yani bu şekilde konuşma lüksümüz yok. Bakın, toplum hızlı bir şekilde buraya gidiyor. Burada tarihî bir görev var. Bugünün siyasetçilerinin en temel görevi bu gidişi durdurmaktır değerli arkadaşlarım. Diğerleri daha sonra bir şekilde düzeltilir, geri adım atılır ama burada daha ileriye atılacak, uçuruma doğru atılacak bir adımın geri dönüşü yoktur. Şimdi size Irak'ın ve Suriye'nin bilançosunu sunmak istemiyorum; her gün, her akşam televizyonlarda, ertesi gün gazetelerde bu bilançoyu görüyorsunuz. Bu İç Tüzük çok daha güzel bir ortamda, daha evvel Meclisin uzlaşma komisyonlarında yapılan çalışmalar esas alınarak çok daha uygun bir şekilde yapılabilir ve bu çalışma en azından bir yumuşamanın vesilesi kılınabilir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kolay gelsin.