KOMİSYON KONUŞMASI

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Komisyonumuzun değerli üyeleri, sayın milletvekilleri; en son söyleyeceğimi en başta söyleyerek başlamak istiyorum: Bu teklif, çoğunluk partisi bakımından Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma teklifidir, benden söylemesi, takdir sizin. Hiç şüphesiz, meclislerde çoğunluk partisinin ya da çoğunluk grubunun kanun tasarı ve teklifleri konusunda belirleyici oldukları muhakkaktır ama bütün Parlamento tarihimiz göstermiştir ki çoğunlukçu anlayışla, çoğunluk imkânlarıyla o anki pozisyona dayalı olarak yapılan bütün kanun tekliflerinin de İç Tüzük değişikliklerinin de hepsinin daha sonra işlevsizleştiği, yetersiz kaldığı, sonradan tekrar düzenlendiği, yeni düzenlemelerle güçlendirilmeye, işlerlik kazandırılmaya çalışıldığı muhakkak. Onun içindir ki AK PARTİ'nin on beş yıllık Parlamento tarihinde bir konuda 15 defa kanunu Meclise getirdiğine şahit olmuşuzdur. Biz, yapıcı muhalefet anlayışıyla sizi geriye dönük, an itibarıyla da müteaddit defalar bu konularda iyi niyetle ve samimiyetle uyarmamıza rağmen, bulunduğunuz pozisyonun gereği olarak partinizin hiyerarşik yapılanması içerisinde ve alınan talimatlar çerçevesinde, burada, bu İç Tüzük teklifinin ya da geçmişte getirdiğiniz kanun tekliflerinin olumsuzluklarının, yanlışlıklarının, eksikliklerinin bedelini de hem Türkiye hem millet ama daha çok da Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri, gereksiz, fazla mesai yaparak, aynı konuda mükerrer iş ve işlem yapmak suretiyle, topyekûn zarar ettiğimiz de bir gerçek.

İktidar partisinin, çoğunluk partisinin hızlı kanun çıkarma isteğini, seri çalışma isteğini, kaba bir bakışla, anlayışla karşılamak da belki mümkün. Ama neden hızlı, neden çabuk, neden seri? Burada, bu Parlamentoda hep biliyoruz ki, bir kurum için, bir özel kurum için, bir kişi için, birkaç kişi için Parlamentoda kanunlar yapıldı ve bu kanunlar kanun olarak elbette geçerli ve yürürlükte olduğu meridir ama kamu vicdanında kabul görmeyen kanunlar bu Mecliste, genellikle, özellikle AK PARTİ döneminde çok rastlanılan bir durum oldu. Onun içindir ki Parlamento millet bakımından bir "çare müessesesi" özelliği ve algısını da zaman zaman yitirdi, Türkiye'de zenginiyle, fakiriyle, doğulusuyla, batılısıyla, kuzeylisiyle, güneylisiyle, "Parlamentonun seksen milyonun sorunlarını çözmek için var olduğu" gerçeği de çoğu zaman atlandı. İktidar Partisi bunun tam tersini iddia edebilir, ona da saygı duyarım ama orta yerdeki durum budur. Bu bakımdan ben her şeye rağmen, daha geç kalınmamıştır, bu İç Tüzük'ün de sizin maksadınıza çok hizmet edeceğini de düşünmediğimden ve ilk birleşimde Adalet Komisyonu Başkanı İyimaya'nın da söylediği gibi, aslında iç tüzüklerin bulunduğumuz pozisyondan bakarak değil de objektif, işleyebilen, verimliliği sağlayan, verimlilikle beraber hakkaniyet ve adaleti de içinde barındıran bir anlayışla, dolayısıyla bir uzlaşma kültürüyle -ki geçmişte bunun çok çok örnekleri var- yapılmasının faydalı olacağını, olması gerekenin bu olduğunu ve hâlen geç kalınmadığını da söylemek istiyorum, böyle düşünüyorum. Zaten 16 Nisanda yapılan, bizce, tabii, "mühürsüz seçim" olarak tarihe geçen, meri ama gayrimeşru Anayasa yürürlüğe girdiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tümüyle sembolik, şekilsel, işlevsel olmayan bir kurum hâline dönüşecek. Bunun üzüntüsü ve ızdırabı içindeyiz, vicdanen bu konuda rahat değiliz. Dolayısıyla bu İç Tüzük tartışmalarının da çok fazla, eğer 16 Nisanda kabul edilen referandum çerçevesinde oluşan yeni Anayasa hayata geçtiğinde -2019'da mı olur, bu senenin kasım ayında mı olur, onu bilemeyiz- bu İç Tüzük'ün çok kıymeti de aslında kalmayacak çünkü Parlamento 3 temel işlevinin 1'ini tümüyle kaybedecek, 2'sine de bir ortak partner oluşturmuş olacak. Yani bizim Meclis olarak bir sürü işimiz var tabii ama üç mühim işimiz var; yasa yapmak gibi bir işimiz var, Hükûmeti, yürütmeyi denetlemek gibi bir işimiz var, bütçe yapmak gibi bir işimiz var. Savaş ilanı vesaire, onları saymıyorum. Yasaya, yasa yapma konusundaki yetkimize bir ortak getiriyoruz, Cumhurbaşkanını buna ortak ediyoruz. Bütçe yapma yetkimizi tümüyle kaybediyoruz, zira Parlamentodan bütçenin geçmemesi hâlinde yürütme kendi bütçesini fiyatları eskale ederek hayata geçirip tatbik edebilecek. Denetim görevimiz de şekilsel ve sembolik bir hâle gelecek. Yani, şunun şurasında altı yedi ay, üç beş kanunu hızlı geçirebilesiniz diye getirdiğiniz bu teklifin aslında uzun vadede Parlamentomuza da çok hayrı olacağına inanmayanlardanım.

Sayın İyimaya, size atıfta bulundum, bilginiz olsun.

AHMET İYİMAYA (Ankara) - Teşekkür ederim.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, Anayasa, anayasalar yasaların ve iç tüzüklerin de, İç Tüzük'ümüzün de dayanağı ve belirleyicisidir. Kanunlar ve anayasa, katılımcı, demokratik, çoğulcu ve uzlaşmacı nitelikleri taşırsa değeri ve önemi güçlenir, herkesin güvencesi ve teminatı olur. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü de öyle bir şey. Yani, demokratik olmayan, çoğulculuğu yok sayan, uzlaşmadan uzak, katılımcılıktan uzak yapılmış her şeyin, yani kanun bakımından, İç Tüzük bakımından, hatta genelge ve yönetmelikler bakımından değeri ve önemi özneldir, olaya ya da kişiye özelden öteye gitmez. İç Tüzük çoğulculuğun yerini çoğunlukçuluğun almamasının güvencesi ise gerçekten ayrı bir değeri ve önemi olur. Elbette Parlamentoda çoğunluk grubu avantajlı ve belirleyicidir. Ama bütün dünya örneklerinde olduğu gibi Türkiye'de de bir seçim yapıyoruz, yürütme belirleniyor bu seçimde ama sistemden sisteme değişmekle birlikte orta yerde bir de Parlamento var, parlamenter sistemde de Parlamentonun içinden ama seçime dayalı çıkan bir yürütme organı var. Başkanlık, yarı başkanlık ve benzer sistemlerde de hem parlamento hem yürütme organı var. Dünyada seçimli ya da seçimsiz bütün ülkelerde parlamentolar var, bir şekilde var, bir şekilde de yürütme işini de üstlenen -adına "saray" deyin, "külliye" deyin, "şato" deyin, "konak" deyin, "köşk" deyin, ne derseniz deyin- ayrı bir yer var. Baktığınızda, yürütme işlevini yapan insanların sıfatları da bazen başkan olabilir, bazen kral olabilir, kraliçe olabilir, cumhurbaşkanı olabilir, başbakan olur, şu olur, bu olur. Ama bir tane mesele vardır, o da şudur: Bir yerde yürütme güçlü, parlamento sembolikse, orada demokrasiden bahsedilmez yürütmenin başındaki ne kadar iyi niyetli olursa olsun ama bir yerde parlamento güçlü, yürütme sembolik ya da bir eş güdümü sağlamakla mükellefse, birliği, bütünlüğü temsil eden herkesin saygı duyduğu bir noktadaysa, o ülkelerde demokrasinin tıkır tıkır işlediğini, huzurun, barışın, sükûnetin olduğunu görürüz. Söylediğim gibi, elbette çoğunluk grubu avantajlı ve belirleyicidir. O zaman sorarlar... Ama çoğunluk grubu "Benim çoğunluğum var, ben her istediğimi yaparım." derse, e, parlamentoları kapatalım, partiler olsun, seçime gidelim, milletin verdiği oy nisabına göre partiler bir yürütme organı noktasında mutabakat sağlasın tek başına ve birden çok parti, e, kanunları falan da partiler genel merkezlerinde yapsın. Neticede milletten, sandıktan çıkmadınız mı? Millet yetkiyi X partisine verdiyse, genel merkezlerde kanun yapalım. Parlamentoyu niye tesis etmişiz, dünya demokrasi kültürü buna niye gerek duymuş? Arkadaşlar güzel söylediler, Parlamentonun öncelikli işlevi konuşmak; konuşmak, havanda su dövmek değildir. Konuşmak, bazen Parlamentoyu oluşturan siyasi partilerin bir kısmını rahatsız edecektir, etmezse o konuşmanın bir anlamı yok. Yani muhalefetten rahatsız olmayan bir iktidar olmaz. İktidarın uygulamalarından millet adına milletin müştekiliğine paralel olarak isyan etmeyen bir muhalefet de olmaz. Herkes hadiselere kendi penceresinden bakar. Ama, söylediğim gibi, yasama yetkisini genel merkezlerden kullanmak, parti hiyerarşisine Parlamentodaki parmak sayısına dayalı olarak "Ben isterim, bu böyle olur kardeşim; işi uzatmayın, ben milletten şu kadar oy aldım." deme mantığı, külüstür bir mantıktır, kimseye hayrı olmayan bir mantıktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde birkaç defa söylediğimi hatırlarım, çok beğendiğim bir söz var, yanlış da anlamayın: Demokrasi el kaldıran iki ördeğin bir file üstünlük sağladığı rejim demek değildir. Her şey çoğunluk demek değildir, ideal olan çoğulculuktur. İktidar partisinin, AK PARTİ'nin bu konuda, genel olarak, Parlamentodaki, AK PARTİ'li Parlamentonun bulunduğu ilk günden beri herhâlde bir Sayın Elitaş var burada, bir de ben varım. Burada aralıksız var olan birisi olarak, iktidar partisinin gerek kanun değişikliklerinde gerek İç Tüzük değişikliklerinde gerek Anayasa değişikliklerinde bir çoğunluk şımarıklığı içinde hareket ettiğinin sayısız örneğiyle de karşı karşıya kaldık. Sayın Elitaş gülümsüyor, aslında bu gülümsemesi ikrardan, bunu kabul ettiği anlamına gelir. Ama, biz şunu söylüyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Zaman israfına meydan vermemek için hiçbir sataşmaya cevap vermiyorum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Çok güzel. Sataşma Parlamentoda bir ritüeldir. Sataşmasız bir Parlamento olmaz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sükûtum en büyük cevaptır.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Lakin, Mecliste zaman zaman olduğu gibi, sataşmanın bazen tacize dönüştüğüne tanık oluyoruz. Sataşma yapıyorum diye, sataşacağım diye taciz eden özellikle iktidar partisine mensup çok sayıda milletvekili arkadaşımızdan da muzdaribiz bu konuda. Keşke usulünce, layığınca sataşılsa, bu çok güzel bir şeydir, kıymetli bir şeydir, Parlamentoyu renklendiren bir şeydir. Ama, geçmişte Parlamentoda "sataşma" adı altında çok ciddi tacizlere maruz kaldığımızı da hatırlatmam gerekir.

Değerli arkadaşlar, yasama ve Hükûmetin iş ve işlemlerini denetlemek bakımından parlamentolar konuşur, çok ve uzun konuşur. Parlamentoların çok ve uzun konuşmasının kendi içinde bir mantığı vardır. Gözden kaçmasın diye konuşuruz. Anayasa'ya aykırı olmasın diye konuşuruz. Hukuksuzluk olmasın diye konuşuruz. Ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı olmasın yapılan işler, çıkan kanunlar diye konuşuruz. Hakkaniyetten kopulmasın diye konuşuruz. Kamu yararı göz ardı edilmesin diye konuşuruz. Temel değerler tahrip edilmesin diye konuşuruz ki yasama kaliteli olsun, çıkan yasalar işler olsun, kamu vicdanında karşılık bulsun, kabul görsün ve herkes için olsun; eşit, adil olsun diye konuşuyoruz.

Meclis yasa üreten bir imalathane değildir. Elbette en temel ve en mühim işi adını da aldığı yasama organı sıfatıyla yasa üretecek, ürettiği yasaların uygulanmasını denetleyecek, Meclisin ürettiği yasaya, imal ettiği yasaya Hükûmet de uyacak, birey de uyacak, toplum da uyacak. Bireyden bireye hak ihlali iddiaları olur, buna mahkemeler bakar genellikle. Bireyden kamuya yönelik hak ihlali iddiaları olur, buna da genellikle mahkemeler bakar. Kamudan bireye, devletten bireye yönelik de hak iddiaları olur, buna da mahkemeler bakar genellikle. Ama, kamu-toplum ilişkisinde bu mekanizmaları dengelemek, mahkemelerin bu ihlal iddialarıyla ilgili hüküm vermelerinin de dayanağı Anayasa ve Meclistir. Hiçbir hâkim Mecliste kabul görmemiş, orta yerde olmayan bir kanun maddesine dayalı olarak hüküm veremez. Dolayısıyla, kamudan bireye olsun, bireyden kamuya olsun, bireyden bireye olsun hak ihlalleriyle ilgili en az sorunu yaşamanın, en az sıkıntı çıkarmadan en yüksek huzuru, sükûneti, barışı, refahı ve mutluluğu tesis etmenin yeri de edilecek yer de Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve oradan çıkarılacak kanunların hakkaniyeti ve adaletidir.

Şu anda çok doğal olarak iktidar partisi ve bu teklifte onunla birlikte hareket eden Milliyetçi Hareket Partisi bu İç Tüzük'e kendi penceresinden bakarak bugünlerdeki, bu aylardaki, belki bu yıl içinde Mecliste sürat kazanmak için bu teklifi önümüze getiriyor. Çok doğal olarak, biz de muhalefet partisi olarak, demin saydığım; gözden kaçmasın, Anayasa'ya aykırı olması, hukuksuz olmasın; ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı olmasın; hakkaniyetten kopulmasın ve sair, kamu yararı göz ardı edilmesin mantığıyla; temkinli, refleksli ve üzerinde daha da çok müzakere edilirse o kadar olgunlaşacağına, sağlıklı kanun üretebileceğimize olan inancımızla refleks gösteriyoruz. Yoksa, hiçbirimizin, babamızın şeyi değil burası. Yani hiçbirimize özel bir çıkar sağlayacak değil.

Sayın İyimaya'nın ilk toplantıda söylediği çok güzel bir şey vardı: "Bu İç Tüzük yapılmalı, yürürlük tarihi iki yasama dönemi sonra olmalı." Biz Elitaş'la ilk buluştuğumuzda bu mantıkla bakıp yürürlük tarihini biraz uzun tutabilsek, belki derli toplu, herkesin mutabakat içinde altına imza atacağı bir İç Tüzük'e sahip olmuş olacaktık. Ama, göz göre göre Anayasa'ya aykırı yasa imal etmek de yasama ruhuyla bağdaşmaz; bunun adı yasama olmaz, dayatma olur. Geçmişte, arkadaşlar ilk toplantıda söyledi, şu kadar defada şu kadar maddesi değişmiş bir İç tüzük var orta yerde. Yani madde sayısı kadar neredeyse değişiklik yapılmış ama hiçbir sonuç alınamamış, o günün ihtiyaçları belki bir şekilde giderilmiş. Kısmen çoğunlukçu ama genelde çoğulcu yaklaşımlarla İç Tüzükler yapılmış ve o günün ihtiyaçları giderilmiş. Geriye dönüp baktığınızda, özellikle İç Tüzük meselesinde Meclisimizin çoğulcu bir yaklaşımla, uzlaşmacı bir yaklaşımla İç Tüzük yaptığını görüyoruz. Şimdi, burada iktidar der ki: "Efendim, biz geldik size, teklif ettik ama siz yanaşmadınız, kabul etmediniz." Etmeyeceğiz tabii. Etsek biz de sizin içinizde bir parça oluruz, biz sizin dışınızdayız. Siz ne kadar doğru iş yaparsanız yapın ki yapmıyorsunuz ayrıca, biz sizin bir eksiğinizi bulmak...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bir daha söyler misiniz baştaki cümleyi: "Ne kadar doğru iş yaparsanız yapın..."

ENGİN ALTAY (İstanbul) - "Yaparsanız yapın ki yapmıyorsunuz."

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - "Yaparsanız yapın, itiraz ederiz." diyorsunuz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Demeyeceğim, bir dinle bakalım.

Biz daha iyisini ararız. Bakın, ben size bir şey söyleyeyim: Türkiye Büyük Millet Meclisinde düşünceler kalıba sokulamaz. Mesela, Meclis başkan vekillerinin sıkça yaptığı bir şey var, 64'e aykırı müdahale. Dün Sayın Kahraman da bunu, İç Tüzük'ün 64'üncü maddesini açıkça ihlal etmek suretiyle konuşan hatibin değerlendirmelerine alternatif yorum getirdi.

Değerli milletvekilleri, bu Meclis konuşmak için var. Bu Meclisin kürsüsünde konuşan bir milletvekilinin söyledikleri Anayasa'ya aykırı bile olsa, konu nizama zarar verecek bir ifade içinde dahi olsa, Meclis Başkanının buna müdahale hakkı yoktur.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Kahraman 83'üncü maddenin hakkını kullanarak, Anayasa 83.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Sayın Kahraman, İç Tüzük'ün 64'üncü maddesindeki "oturumu yöneten başkan ve başkan vekillerine men edilmiş bir işi" delerek, 64'ü yok sayarak müdahale etti, ne dedi? Türkiye Büyük Millet Meclisinde düşünceler kalıba sokulamaz değerli milletvekilleri. Düşünceyi beğenirsiniz beğenmezsiniz. Orta yerdeki Anayasa'ya ya da sisteme ya da bir yasaya, bir yönetmeliğe aykırı olabilir. Bir ülkede Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsündeki düşünce bir kalıba sokulacaksa o Meclis kapansın gitsin kardeşim, bize öyle Meclis lazım değil. Bir milletvekilinin "Çok şükür hukuk iyi işliyor. Her şey ne güzel." demek gibi bir mecburiyeti yoktur. Dünyanın en iyi sistemi de bu ülkede olsa milletvekili daha iyisini aramak, daha iyisine ulaşmak için eleştirel bakacaktır, eleştirel bakıyorsa milletvekilidir. Böyle şey olabilir mi? "Efendim, burada orta yerde bir düzen var, her şey güzel. Konuşma bunun aleyhinde." Böyle şey yok, adam düşüncesini söyleyecek kardeşim. Biz hepimiz bunu dinleyeceğiz. Düşüncesini söyleme fırsatını kaybetmemek için, onun ve bizim kaybetmemek için demokrasiye ve hakkaniyetli bir İç Tüzük'e ihtiyacımız olduğunu bileceğiz.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlık sebebi, bir emir komuta zincirinde çoğunluk partisinin merkezinden indirilen yasaları süratli ve seri bir şekilde geçirmek değildir; o, en son iştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlık sebebi, öncelikle Meclisi var eden demokrasimizi yüceltmektir, bu ülkenin demokrasiyle yaşayıp yürümesine katkı sağlamaktır. "Beş senede bir kere seçim yaparız, milletin takdirini şu veya bu şekilde alırsak her istediğimizi yaparız." anlayışı demokrasilerde olan bir anlayış değildir. Bizim gibi yarım demokrasilerde, külüstür demokrasilerde, az gelişmiş demokrasilerde görülen bir hastalıktır. Tekrar söylüyorum: Uzlaşma kâr getirir, dayatma zarar getirir kazanana da kaybedene de, çoğunluğa da azınlığa da.

Yemin ediyorum, inanarak söylüyorum: Buradan ettiğiniz hiçbir murat ve maksat hasıl olmayacak. Çünkü bunu, bu İç Tüzük'ü tümüyle ortadan kaldıramayacağınıza göre, en azından Anayasa'da teminat altına alınmış kimi haklar orta yerde durduğu sürece ve Parlamento eşittir konuşmak -dünyanın her yerinde böyle- olduğu sürece aha burada söylüyorum, çoğunluk partisine söylüyorum: Bu işten zarar edeceksiniz.

Arkadaşım Özgür Bey'di galiba, söyledi: 100 maddelik kanun geliyor, şimdi uyum yasaları gelecek KHK'yla yapmazsanız. Şu nezakette bulunmadık mı biz: Olumlu olan bütün maddelerde hiç konuşmadan hep birlikte oy vererek geçirmedik mi? Yani "Benim çoğunluğum var, ben bunu geçiririm." Ee, geçirirsin. İşte, o zaman da Parlamentodan geçireceksen Parlamentonun o sistematiğine uyacaksın, o bedele katlanacaksın, üç gün değil de altı günde geçireceksin ki ben muhalefet olarak tarihe ve kamu vicdanına, kamuoyuna karşı müsterih olacağım. Ben de diyeceğim ki "Kardeşim, ben bunu bunu bunu söyledim. Şu kadar süreyle Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün bana verdiği hakları kullandım ama doğal olarak çoğunluk partisi Mecliste yasaları geçirme konusunda belirleyicidir." diyebileceğim. Bu hakkımı da elimden alacaksan bizi buradan sürün daha iyi. Milliyetçi Hareket Partisiyle bir kanun yapın, Anayasa değişikliği yapın, deyin ki: "İki parti anlaşıp da Meclis çoğunluğunun 367'sini sağlarsa, onlar isterse diğer partiler dört yıl, bir dahaki seçime kadar Meclise giremez." diye bir değişiklik yapın vallahi billahi daha adil olur, daha makul olur. Böyle bir şey olabilir mi? "Muhalefet konuşmasın efendim, niye konuşuyor?" Biz dalkavuk değiliz ki, biz kavuk sallayamayız, biz yanlışa "yanlış" demek için buradayız. Evet, parti hiyerarşisi vardır, bizim partimizin genel merkezinde de bir karar alınır, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun milletvekilleri buna riayet ederler, işin doğası ve doğrusu budur, buna bir şey demem ama her söylenenin bir emir komuta zincirinde kabul görmesi ve Parlamentoya bunun yansıması Parlamentonun ruhuna aykırıdır, ben bunu söylüyorum.

Şimdi, Anayasa'nın -Komisyon üyesi arkadaşlarımız çalıştılar, ben şimdi hiç ifadelere girmeyeyim- 2, 6, 7, 11, 25, 67, 68, 83, 87, 96 ve 98'inci maddelerine bu teklif aykırı. Her maddede partimizin sözcüleri bunları Komisyona anlatacaklar. Beğenelim, beğenmeyelim, orta yerde bir anayasa var. Yüz küsur defa değişmiş ama biz buna ne diyoruz? 12 Eylül Anayasası diyoruz. Şimdi, 16 Nisandan sonra yeni bir anayasa vücut buldu, bunu da beğenmiyoruz, beğenmeyeceğiz ama "Hayır efendim, ben bu 16 Nisan referandumundan sonra gelen Anayasa'yı kabul etmem." deme hakkını da kendimizde görmüyoruz. "Meri ama gayrimeşru" diyerek bu orta yerdeki Anayasa'ya biz uymaya yenisini yapana kadar devam edeceğiz. İyi de kardeşim, siz niye uymuyorsunuz ya? Siz niye uymuyorsunuz? Saydım, kaç maddesine aykırı olduğunu iddia ediyoruz. Biri yanlış, ikisi yanlış, üçü yanlış; hepsi mi yanlış? Hepsi mi yanlış? İşte yasama şımarıklığı, çoğunluk şımarıklığı dediğim, içine düştüğünüz hâl bu hâldir. "Anayasa'ya aykırı olabilir, benim Mecliste çoğunluğum var." İyi, varsa var, al hayrını gör. Bir şey elde edemezsin. Size zarar. Size zarardan geçtim, ne hâliniz varsa görün de bu Meclise ve bu millete zarar. Bunu söylemeye çalışıyoruz.

Şimdi, şeklî ve sembolik, işlevsiz bir Meclise doğru gidiyoruz 16 Nisan Anayasası yürürlüğe girdiğinde. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu yasama fonksiyonu, bütçe hakkı, denetim hakkı ortadan kalkıyor. İşlevsellikten şekilselliğe, etkililik ve belirleyicilikten sembolikliğe dönüşen bir Meclisin üyeleriyiz. Bunu yarın siz de kabul edeceksiniz. Ben maddelere şimdi girmeyeceğim, 1'inci madde çok açık. Yani üzerinde, tabii, tartışmaya muhtaç hâller var ama bu teklif harakiridir. İktidar partisine sesleniyorum: Bu teklifle yasama organı harakiri yapmaktadır. Sonuçları bakımından kimseye bir hayrı olmayacak. Bu teklif sayesinde "Hızlı çıkaracağız." dediğiniz kanunları daha bozuk, daha arızalı, daha sorunlu çıkarmanıza vesile olacak bir teklifi getirdiniz. Biz Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün bize verdiği imkânlar dâhilinde bu teklifin yanlışlığını bıkmadan, yorulmadan, usanmadan anlatmak zorundayız. Size düşen, Komisyon yönetimine düşen, sabırla, sükûnetle muhalefetin uyarılarını, ikazlarını, yapıcı eleştirilerini dinlemek. Dikkate alıp almamak çoğunluk partisi yetkililerinin ve yöneticilerinin işidir ama tekrar tekrar söylüyorum: Parlamento kıymettir, değerdir, millî iradedir, millî iradenin tecelligâhıdır. Buradaki her üye, Parlamentonun her sayın üyesi çok kıymetlidir, aziz milletimizin vekâletini üstünde taşımaktadır. Bu bilinç içinde, bu yaklaşım içinde misyonumuzun ve üstlendiğimiz görevin aziz milletimizin günlük hayatını kolaylaştıracak, geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak, memleketin huzuru, refahı ve mutluluğuna hizmet edecek bir perspektifle bakmak işin şanıdır, yakışanıdır. Parti hiyerarşisi içinde "Yukarısı böyle istiyor, ne yapalım, yapacak bir şey yok." deyip geçiştirivermek Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin saygınlığına halel getirir. İsim ya da parti zikretmiyorum, bu herkes için, hepimiz için geçerlidir.

Komisyonun bundan sonraki süreçte teklifi bu anlayış içinde değerlendirmesinde fayda görüyoruz. "Biz böyle getirdik, virgülüne bile dokunmadan geçiririz." mantığının da faydalı olmadığını düşünüyorum. Arkadaşlarımızın önergeleri de olacak maddeler kapsamında; muhalefetten gelen önergelerde muhalefetten çok size hayır vardır, bu çerçevede bakmanızı da on beş senedir Mecliste bulunan bir arkadaşınız olarak naçizane size öneriyorum.

Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Komisyona çalışmaların bundan sonraki aşamasında uyum, iş birliği ve başarı temenni ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.