KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Değerli Meclis Başkan Vekilim, siyasi partilerimizin değerli grup başkan vekilleri, Komisyon üyeleri, milletvekilleri, Komisyonun çok değerli uzmanları, değerli basın mensupları; hepinizi gecenin bu vaktinde şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten zor bir gece hepimiz için. Aslında doğru bir takvim kullanıyor olsak, artık yıl problemi olmayan iyi hesaplanmış bir dünya takvimine sahip olsak yılların tekrarı bir sonraki yılda da aynı geceye denk gelecek. Bir cuma gecesini yaşıyoruz, bir perşembe akşamı, yakalanan bir uzlaşmadan sonra Meclis kapanmış ve 15 Temmuz Cuma akşamı Meclis ışıkları yanmayan, içerisinde pek kimselerin olmadığı bir hâlde iken devlet içinde yapılanmış, kendilerine milletin, halkın vergileriyle alınıp emanet edilmiş silahları kendi askerine, kendi milletine, en nihayetinde kendi Meclisine çevirecek kadar şuursuz ve hain bir grup tarafından geçen sene böyle bir cuma akşamında ve yarın hep beraber yıl dönümünü birlikte yaşayacağımız bir hain darbe girişimini yaşadık. Öncelikle o darbe girişimi sırasında hayatını kaybeden 249 şehidimize Allah'tan rahmet, gazilerimize şifa ve minnetlerimizi ifade etmemiz gerekiyor.

Geçen sene 14 Temmuz akşamı bir uzlaşıyla kara para yasası denilen maddenin geri çekilmesi üzerine Meclis kapanırken kapanmayan bir tartışma vardı. Tartışmanın yine tarafları muhalefetin grup başkan vekilleri ile ağırlıklı olarak Sayın Elitaş'tı çünkü bir İç Tüzük değişikliği yapmayı kafaya koymuş, onu sıkça beyan ediyor ve "İç Tüzük geçmeden bu Meclis kapanmayacak." demişti. O hain darbe girişimini duyduğumuzda Ankara'daydık, önce kendi genel merkezlerimize, sonra grupların kendi kararları ve birbirleriyle temasları sonucunda da Sayın Kahraman'ın deyimiyle olağanüstünün olağanüstü bir oturumu yaşamak üzere Meclis Genel Kuruluna geldik. Genel Kurulda Sayın Kahraman'ın açış konuşmalarından sonra kâtip üyelerin yerinde bulunan üç grubun adına grup başkan vekilleri konuşmalar yaptı. Dördüncü grup, Başkanlığa, darbeye karşı olduğunu ancak ertesi gün katılabileceğini ifade etti ve o olağanüstü oturumu sürdürme azmindeyken hepimiz artık Genel Kurul salonu içeride bulunan milletvekilleri açısından can güvenliğinin sağlanamayacağı bir noktadaydı. Karşı çıkışlara rağmen, güvenliğimizi sağlayan Mecliste görevli kişilerin zorlaması ve yönlendirmesiyle de bir sığınağa inildi. İnilen sığınakta önemli işler yapıldı ve yaşandı. Önemlisi, ertesi gün darbeye karşı liderlerin imzalayacağı okunacak metin kaleme alınıyordu üç partiden grup başkan vekilleri ve o anda orada bulunan eski Meclis başkanlarının katılımıyla. Unutmayacağım şey, sık sık dile getirilen ve itiraz edilmeyen parlamenter demokrasi vurgusuydu. Sigara içen içmeyenin birbirinden sigara aldığı, aylar öncesindeki tartışmalar, hatta bazı fiziki mücadelelerin küskünlüklerinin hızla unutulduğu, iktidarla muhalefetin milletvekillerinin o sığınakta parlamenter sistem açısından, demokrasi açısından, Mecliste yaşananlar açısından öz eleştiriyi cesaretle yaptıkları enteresan paylaşımların yaşandığı o geceden aklımda kalan cümlelerden biri şuydu. Daha darbenin başarılı olup olmadığının belli olmadığı saatlerde ertesi gün darbecilere karşı yazılan metin kıymetliydi ve aklımda kalan cümlelerden biri: "Bu gece bu sığınaktan Parlamento ve parlamenter sistem güçlenerek çıkıyor arkadaşlar."dı. Bu, bir partinin görüşü değildi, hepimizin üzerinde birleştiği görüştü. Daha minör bir şey vardı, o da şuydu: "Bundan sonra bu Parlamentoda İç Tüzük kavgası olmaz." Hatta bunu Hakan Çavuşoğlu'yla ayaküstü konuştuğumuzu da hatırlıyorum, kendisi de doğrulayacaktır, daha sonra da doğruladı. "İç Tüzük kavgası olmaz." Bu temenninin komisyonda da Genel Kurulda da devam etmesi veya karşılık bulmasını hâlâ daha ümit ediyoruz.

O gece bazı yerler değiştirildi, daha rahat, daha güvenli odalara geçilmeye çalışılırken bir odaya girdik, iktidar partisinden bir sürü milletvekili arkadaş oturuyordu, bana şaka takıldılar çünkü İç Tüzük meselesinin uçlarından bir tanesi Elitaş'sa o günlerde benim nöbetçi olmamdan da kaynaklı o hafta bana "Hadi hadi son günlerin, al yoklamayı, bir daha aldırtırsan..." falan diye takılışlarını hatırlatanlar... Biri "Özgür, yine iyisin, İç Tüzük değişmez artık bu şartlar altında bundan sonra." dedi. Ben şu cevabı verdiğimi ve üzerinde gülüştüğümüzü ve üzerinden bir anlam çıkarıp uzlaştığımızı çok net hatırlıyorum, keşke en berbat değişiklik olsaydı da bu gece yaşananlar olmasaydı demiştim çünkü en kötü iç tüzük, iç tüzüğünüzün olamayacağı bir parlamentonuzun elinizde olmamasından, en kötü iç tüzük iç tüzüksüzlükten iyiydi, en kötü anayasa anayasasızlıktan iyi olduğu gibi, en kötü meclis meclissizlikten iyi olduğu gibi, en kötü demokrasi dikta rejimlerinden, tek adam yönetimlerinden iyi olduğu gibi. Bunu unutmadan müzakere etmeli. Geçen senenin bu cuma akşamının bize öğrettiklerinden kopmadan, ne müzakere ediyorsak ne teklif ediyorsak ne konuşuyorsak bunu bilmek lazım ama en kötü iç tüzük iç tüzüksüzlükten iyi diye de olabilecek en kötü iç tüzüğü de yapmamak lazım Sayın Elitaş. Bu konuda da meseleyi bir iç tüzük içinde, bir iç tüzük reformu, inşası veya bizim gözümüzle suistimalci bir iç tüzük değişikliği sırasında bulunmanın, çoğunluğun verdiği konfordan yararlanmanın yarattığı şehvete kapılarak parlamenter demokrasiyi daha da yaralayacak işler yapmanın da geleceğe yönelik savunulur bir tarafı olmadığını da biliyoruz.

Öncelikle iki hususa dikkat çekmek istiyordum konuşmayı tasarlarken: Bir teşekkür yapalım, bir eksiklikten ders alınmış olmasını ve bugünkü bir uyarının dikkate alınmış olmasını övünmekte bir beis yok. Geçen sefer Anayasa değişikliğinde Anayasa'ya aykırılık önergeleri okutulmuş ama üzerinde müzakere açılmadan, "Geneli üzerinde işte hepsini görüştük." denilip bir kifayetimüzakere önergesiyle Anayasa'ya aykırılığı iddia edenlerin önergelerinin izahının dinlenmemesi yanlışı yapılmıştı. Bugün benzer bir yanlışa doğru giderken önerge okunduktan sonra talebimizi dikkate alıp üzerinde birer söz verdiniz. Geçen sefer saatlerce süren kavga, tartışma yaşanmadı ve gördünüz, oylama yapıldı Anayasa'ya aykırılığı iddia edenlerin kabul oylarına karşı, teklifi savunanların ret oylarıyla Anayasa'ya aykırılık önergesi reddedildi. Burada kavga etmedik ama geçen sefer etmiştik. Sebebi, geçen sefer keyfî bir yönetim anlayışıydı. Ben, hepsini bir görüştürüyorum, torba ortada, konuşan ona da değinsin ve önemli bir usul kuralını, önemli bir anayasal, önemli bir iç tüzüksel zorunluluğu terk ettiğimiz için o tepkiyi göstermiştik. Bugün ilk baştaki tartışma da iki dakikalık bir söz hakkının tartışmasıydı. Usulüne uygun defalarca daha sonra karşılıklı söz hakları tanındı, hiç kavga olmadı. O yüzden, şu ön yargıdan uzak durmak lazım "Ya, bunlar buraya kavga etmeye gelmiş." Öyle bir şey yok.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Kavga etmeye onlar gelmiş, orduyla gelmişler buraya.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Biz buraya Parlamentonun gereğini yapmaya geldik. Parlamento, Meclis, daha önce de söylendi, kelime kökleriyle, Fransızcasıyla, Arapçasıyla, konuşulan yer. Konuşulabilirse, yeterince anlatılabilirse bu anlatılardan, bu konuşmalardan karşılıklı bir etkileşim, bir uzlaşı çıkarılabilirse veya sürecin sonucunda çıkmıyorsa da çıkmadığı görülebilirse, orada ne kavga, ne söz, ne şiddet, ne sözlü kavga asla ve asla olmaz. Ama kendisi hukuk yapanlar hukuka saygılı olmaz, kendi iç hukuklarını yapma meselelerini bir acelecilik, bir oldu bitticilik, bir şekil şartının tamamlanmasına bağlayacak olurlarsa, yaşı benden eski ve yaşayan, bazı yönleriyle yaşlanan, bazı doğru uygulamalarla, yerleşik uygulamalara dönüşmesiyle kendini yenileyen, gençleştiren bu İç Tüzük'ü gelecek dönemlere sağlıklı bir şekilde bırakamayız.

İkinci husus: Bu söylediklerim buna bir giriş olmuş oldu, geneli üzerinde konuşma talep eden komisyon üyesi varken, geneli üzerinde konuşma talep eden milletvekili varken, bu görüşmelerin bir keyfiyetle nihayete erdirilmesinin bu Parlamentonun yarınlarına, geleceğine büyük bir haksızlık olduğunun ve olacağının altını çizmek ve böyle bir yanlış içinde bulunulmayacağını ümit etmek isteriz.

Sayın Erkan Akçay ismimi vermeden ama benim olduğumu çok net olarak söyleyerek aslında bir sataşma değil, bir katkı alma ve katkı verme noktasına dönüştürdü benim kullandığım bir ifadeyi. O ifadeyi burada tekrar etmek isterim: Son dönemlerde dünyada yapılan iç tüzük değişiklikleri ve dünya parlamentolarının bu konuda yaşadıklarına bakarsak, iç tüzük değişiklikleri genel olarak muhalefet partilerinin talebi üzerine ortaya çıkıyor. Denetim olanaklarının, denetim seçeneklerinin, denetim yöntemlerinin çeşitlendirilmesi, artırılması talep ediliyor. Söz hakkının ve süresinin artırılması talep ediliyor muhalefet partileri tarafından. Şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim ve öz güveni yüksek bir demokrasi yaşanıyorsa o ülkede, o parlamentoda, bu talepler iktidar partileri tarafından da destekleniyor, kabul ediliyor ve bu hem o ülkenin hem de o parlamentonun ama aslan payı da o ülkedeki iktidarın onuru, gururu, övünç meselesi oluyor. Bu dönemlerde, bu çağda, parlamentolarda bu tip değişiklikleri görüyorsunuz ama muhalefetin sesini kısmayla ilgili, muhalefetin söz sürelerini azaltmayla ilgili, muhalefetin konuştuğunu konuşmadan yazıya dökerek ve zamanımı almayla ilgili yaklaşımlar görmüyorsunuz çünkü parlamentolar konuşulan yerler. Maddelerin özelinde konuşuruz. Verilmiş bazı haklar var. Zaman zaman engellemenin aracı olarak binde 1 kullanılmış, binde 1 ama yüzde 1 değil. İşte, geçmiş tutanak hakkında konuşma. Eğer engellemeyle ilgili hiçbir çaresi yoksa bir renk, bir tuz, bir biber olarak 2 milletvekili de dün de konuştuysa bugün üçer dakika konuşuyor ama kimse şunu demez: "Ya, geçmiş tutanak hakkında konuşa konuşa benim şu yasamı engellediler." Böyle bir örnek yok. Ama siz oradaki konuşmayı yazıya dökerseniz ya da bir başka yerde işte komisyona havaleye itirazı "Ya, konuşmasın yazıyla da verse olur." derseniz sayın teklif sahipleri şu noktaya gelir bu iş. O zaman şu da mümkün: Metin de zaten yazılı bir metin. Gruplar yirmi dakika yerine 2 bin kelimeyi geçmeyecek parti görüşlerini yazılı olarak sunsunlar, şahıslar adına bin kelimeyi geçmeyecek geneli üzerinde görüşmelerle ilgili yazılı metinler tutanağa iliştirilsin ve makul süre sonra da oylamaya geçilsin gidilsin, niye konuşuyoruz? O zaman eğer üç dakika için bunu yapıyorsanız, bunu döner beş dakika için de, yarın on dakika için de yaparsınız. Parlamentolar... Şöyle düşünün: Hangi yanlış anlayış ve yanlış yönleniştir ki bu, parlamentolara sunulmuş önergeler internet sitesine konulmak yerine parlamentoda kâtip üyeler tarafından okunmaktadır; bugün onu kaldırmaya çalışıyorsunuz. Tutanağa eklesek yetmez mi? Başta makul geliyor ama bilinen bir şey var, bu bütün dünya parlamentolarında benzer uygulamalar var çünkü Parlamento, yazıların değil, dilin, sözün, kelimelerin duvarlar arasında yankı bulduğu yerlerdir. Siz konuşulan yerden dilekçe verilen, yazılı olarak yapılan bir yere dönüşürseniz o işte bu Parlamentonun ortaya çıktığı mantıktan uzaklaşmaya başlıyorsunuz demektir. Orada çok kavramsal, kökene inerek anlaşılması gereken ve bugünkü anlamıyla davranılmaması gereken, bugünkü hissiyatla davranılmaması gereken ve terk edilmemesi gereken birtakım ritüeller ve terk edilmemesi gereken yerleşik davranış biçimleri vardır. Aynı askeriyede bazı kuralların kanla yazılmış olduğu gibi, anlam veremezsiniz ama daha önce, o kural konulmadan önce çok kan akıyordur; o kural kanı durduruyorsa o kural katilik kazanmıştır. Parlamentolardaki yerleşik uygulamalar, dünya parlamentolarının size tesadüfen gelen, oysa ortak aklın her yerde hâkim olmasıyla buldukları ortak bazı sonuçlar ve en başından beri söylediğimiz işin yapısı gereği konuşulan yer olan yerde konuşma süresini azaltmaya, konuşmak yerine maruzatını bir dilekçeyle arz etsin yaklaşımı Parlamentonun ruhuna aykırı. Kamuda hizmeti hızlandırmak için evrakı kaldırın, süreleri kaldırın, teknolojiden yararlanın. Ama size birileri der ki o zaman: Milletvekilleri seçim bölgelerinde otursalar, verilen kanun teklifini okusalar, karşı görüşleri görseler, ellerindeki tablet bilgisayardan oy kullansalar ne olur? Hiçbir sakıncası yok. Böyle bakarsanız maksat hasıl olur ama Parlamento parlamento olmaktan, demokrasi demokrasi olmaktan çıkar. Bu yüzden bizim gibi siyasi hareketler maalesef mevcut iktidarın davranış biçimlerinden bir farklılık gösteriyorlar. Mesela, biz seçim bildirgemize şunu koymuş bir partiyiz: İktidara geldiğimizde gerekli İç Tüzük değişikliği teklif edilerek bir kesin hesap komisyonu -mevcuduyla sesteşliğine takılmayın- kurulacak. Bu komisyonun başkanı ana muhalefet partisi, yardımcıları da muhalefet partilerinden olacak. Bu, şeffaflık, hesap verilebilirlik konusunda öz güveni yüksek bir Parlamento demek ve öz güveni yüksek bir -düzeltiyorum- Hükûmet anlayışı demek. Siz denetim olanaklarını daraltan bir iktidar perspektifi koyarsanız -aramızdaki çelişkilerden, rekabetten, geçmişten gelen birtakım kapanmamış hesaplardan ve yarına yönelik ön yargılardan bağımsız söylüyorum- eğer siz şeffaflığı azaltır -işte, Sayıştay raporlarının sunuluş şekli, özeti, bilmem nesi, KİT Komisyonunun işlevsizleştirilmesi, sözlü sorunun kaldırılması gibi somutlaştırabileceğim onlarca örnek- hesap verilebilirliği daraltır ve bu konuda muhalefetin söz süre ve olanaklarını daraltırsanız; o zaman sizin hedefiniz, sizin istikametiniz konusunda benim olumsuz bir şey söylemem algı yaratmaz, meselenin bizatihi kendisi o algıyı zaten yerleştirir.

Sayın Erkan Akçay şöyle güzel bir şey söyledi yani bir espri yaptı, dedi ki: "Bakın, işte, biz muhalefet partisiyiz ve biz önerdik. Biz de öneriyoruz, imzamızı koymuşuz." Sayın hemşehrim, değerli ağabeyim, büyüğüm Erkan Akçay böyle övünebilsin isterdim gerçekten, şöyle ki: Bugün yaşananların tam tersi olsaydı gerçekten bu sizin için övünç kaynağı olurdu. Siz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bir muhalefet partisi olarak Adalet ve Kalkınma Partisini söz haklarını uzatmaya, denetim alanını genişletmeye, süreleri artırmaya, on olanı üç değil de beş olanı on yapmaya, on olanı yirmi yapmaya ve kontrolsüz kullanılan bir gücün sınırlandırılmasına yönelik parlamenter mekanizmaları, olanı geliştirip olmayanı inşa etmeye ikna etseydiniz o zaman bu övünülecek bir şeydi. Zaten dünyada iktidar da muhalefet de bu tip etkileşimlerle övünüyor ama bugün bunun tam tersini yaparsanız şu soruyla karşı karşıya kalırsınız Milliyetçi Hareket Partisinin her biri çok değerli, çok sevdiğim Komisyon üyelerinin milletvekillerinin şahsından bağımsız olarak... İş Nasrettin Hoca fıkrasına döner; ciğer yenmiştir, hoca hanımdan şüphelenmektedir, hanım suçu kediye yüklemektedir, hoca çareyi kedi ile ciğeri tartmakta bulmuştur. Kedi burada ise ciğer nerede? Bugün Milliyetçi Hareket Partisine şu soru sorulur: Muhalefet partisiysen bu yaptığın iş ne? Muhalefetin sesi kısılıyor.

OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) - Cevabını veririz, veririz; cevabını rahatlıkla veririz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Vereceksiniz tabii, vereceksiniz.

Yok, iktidar partisi isen o zaman bu bakanlıklar nerede, bir görelim ya, seçmenin görsün, üyen görsün, kamuoyu görsün, hangi bakanlık sende.

OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) - Derdimiz bakanlık olsaydı...

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Kedi burada ise ciğer nerede? Muhalefetsen bunu yapma! İktidarsan iktidar et! Bunlara cevap vereceksiniz tabii. Biz saygıyla dinledik, dinleyeceğiz de, sizi de dinleyeceğiz, Sayın Akçay'ı da. Bizim Sayın Akçay'la aramızdaki hukuk çok eskiye dayanan, birbirini incitmemek üzerine de çok üzerine emek ve özen verilmiş... Kolay değil, birbiriyle derin siyasi çelişkiler yaşayan iki siyasi partinin grup başkan vekilliğini bir ilde sürdürmek, bir ilde.

Ben, Anayasa değişikliği yapılırken -Sayın Parsak, isminizle söyleyeyim ki size de bir sataşmadan cevap hakkı olsun- gelip bizzat bu tehlikeye dikkat çekmiştim, Milliyetçi Hareket Partisi, Anayasa değişikliğinde Adalet ve Kalkınma Partisi hiç olmazsa referandum için onların sayısal desteğine ihtiyaç duyuyorken. Bu değişikliğin 21'inci maddesinin (b) fıkrasına eklenen "Altı ay içinde yapılması gereken İç Tüzük değişiklikleri" hükmüne, "Bu değişikliklerde de 330, beşte 3 nitelikli çoğunluk aranır." yazabilseydiniz... Ki o gün çok da mümkündü siyaseten ve sizin taraftan da bize "Yahu, siz teklif etmeyecek misiniz? Siz ederseniz konuşulur." gibi şeyler de oldu, belli ki varılmış bir uzlaşmanın dışına çıkamama durumu da vardı; orada da hem hakkı hem geçmişteki zaafı altını çizmek açısından söyleyelim. O gün koysaydınız onu, bugün sizinle birlikte davranan ama esasen rakamsal olarak size ihtiyacı olmadığı için muhalefetin sesini kesen bu maddelere karşı daha kilit, daha direngen, daha net bir rol üstlenmeniz ve bu içinde bulunduğunuz uzlaşı masasında diyeyim kibar bir terim olarak, çok daha güçlü ve muhalefet olma kimliğinizi zedelemeyecek bir uzlaşıyla kalkar, belki de kamuoyunun ve bizlerin de takdirini kazanma imkânı olurdu. Ama bugün 16 Nisan Pazara giden süreçte 330 lazımken bugün 276'nın yetiyor olmasının, sizin aranızda centilmenlik olabilir, o olabilir, bu olabilir, birçok şeyle savunulabilir ama maddenin tabiatı gereğince masada daha güçlü oturabilme ve muhalefete yakışır sonuçlar alabilme imkânını ortadan kaldırdığı çok açık. Tabii, buna karşı çok görüş ifade edecek isim de söyledim, dinlemek de isterim açıkçası.

Tabii, Sayın Elitaş'ın uzlaşılan 110 maddeden bahsedip, "Geçmişte 110 maddede uzlaşılmış." diye o günleri gösterip...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - 166.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - 110 maddede 166?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, 186'da 166.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sonra onları getirmeyip uzlaşılamayan maddeleri paketleştirdiği gerçeğini de bizden gizleyerek birazcık böyle hani aklımızla ve dikkatimizle şaka yollu alay ediyor olması da dikkatimizden kaçmadı ama. Çünkü uzlaşılan madde ama onları getirmiyorsun ki uzlaşılmayan maddeleri getiriyorsun. Böyle bir gerçek var. Ondan işte, Sayın Engin Altay söz alıyor "Yahu, ne yapıyorsun kardeşim!" diyor. Oradaki cümle kurumundaki özne-yüklem kaymasını ıskalasak... Herhâlde bu masanın etrafındaki kimse ıskalamaz onu. Ondan, uzlaşıya vurgu önemlidir; uzlaşılan maddeyi getireceksin o zaman, uzlaşılmayan maddeyi getirip "Ya, zaten şu kadar maddede uzlaşılmış." falan filan... Bunlar doğru olmaz, bunlar bizimle alay etmek olur.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - 18'in 17'sinde uzlaşılmış.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Şarta bağlı.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - 17'si uzlaşılmış madde.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tabii tabii.

Ben, bugün ilkesel olarak söz kesmiyoruz, kesmemek de gerekiyor diye düşünüyorum. Mesela o uzlaşılan, söylenirken, anlatılırken 2008-2009 AKP, CHP, MHP, DTP İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu, Salih Kapusuz, Ali Topuz, Nevzat Korkmaz, Selahattin Demirtaş. O Komisyonun vardığı ilke kararları, içinde birçok şey var; torba kanunun kaldırılması var, temel kanun uygulamasına son verilmesi var, Genel Kurulda pusulayla yoklamaya katılma ve oy verme uygulamasının kaldırılması var, siyasi etik kurulu oluşturulması var, parlamento akademisi kurulması var. Bu parlamento akademisi, aklı başında ve İç Tüzük ve Anayasa değişiklikleri konusunda birbirini yemek yerine birbirine katkı sağlamak ve ülkenin yarınları için kendisinin muhalefette olduğu bir süreçte asla hazmedemeyecekleri, kabul edemeyecekleri değişiklikleri teklif etme çabasında olan iktidarlar ve onun karşısındaki muhalefet partileri değil de gerçekten bilimsel, akılcı ve doğruyu yapan bir noktada iseniz bu parlamento akademisinin çoktan kurulmuş olması gerekiyor. Neyimiz eksikti bugüne kadar kurmadık? İktidar partisine bunu sormanın meşruiyetsizliğinden söz edebilir miyiz? Neyiniz eksikti de bir parlamento akademisi kurup, yaşayan bu canlı İç Tüzük'ün tüm evrimlerini, değişimlerini, dünya parlamentolarındaki örnekleri... Bunu niye yapmadık? Dünya kadar sayısıyla övündüğünüz -ki nitelik sorunu yaşamasa niceliğine hiç itirazımız yok- üniversitelerle ilgili övünmelerinizin yanında bir tane parlamento akademisi bugün ne kadar çok şeyi değiştirirdi.

Bu İç Tüzük değişikliğinin hazırlık süreciyle ilgili son derece sıkıntılı bir süreç yaşandığı baştan beri söyleniyor. Tabii, suçu muhalefet partilerine yükleyebilirsiniz ama 8 Haziran 2017'de Sayın Meclis Başkanı İsmail Kahraman'ın siyasi partilerin grup başkan vekilleriyle yaptığı toplantıdaki zabıttan aldığım bir kısmı aktarmamda fayda var: "Anayasa'da yapılan kapsamlı değişikliklere uyum sağlanması açısından TBMM İçtüzüğü'nün değiştirilmesi zarurettir. Genel Kurul çalışmalarının daha verimli, görüşmelerin daha süratli gerçekleşmesi bakımından da ayrı bir zorunluluk doğmuştur. Yine bu toplantıda Meclis Başkanı olarak diyorum ki: İç Tüzük'te yapılacak değişiklikte iki yöntem benimsenebilir. İlk aşamada yeni Anayasa'nın gerektirdiği intibak düzenlemeleri yapılmalı, ikinci aşamada 2019'a kadar olan sürede yepyeni bir iç tüzük yazılmalıdır." Ancak, İsmail Kahraman bu ifadelerinin arkasında durmadığı gibi, bugün kamuoyuna sanki Anayasa'nın geçici 21'in (b) bendi tatbik ediliyormuşçasına sunulan bu İç Tüzük değişikliği Anayasa'ya uyum amacı taşımamakta, uzaktan yakından o konuda herhangi bir gayreti de bulunmamaktadır. Oysa size verilen görev Anayasa'ya uyum konusunda bir çalışma yapmaktı. Bunu kamuoyuna servis edip muhalefetin sesini kısma, Anayasa'ya aykırı yasama -o kısmına birazcık etraflıca değineceğim- ve oldubittiye getirerek, konuşturmadan, Anayasa'nın öngördüğü sayıda milletvekilinin toplantıya katılımı denetlenmeden yapılabilecek ve sürekli bir meşruiyet, sürekli bir geçerlilik tartışmasını gündeme getirebilecek birtakım değişikliklerle karşımıza çıktınız. Verilen İç Tüzük değişikliği tümüyle iktidar grubunun muhalefet parti gruplarını ve milletvekillerini etkisizleştirme, söz haklarını kısıtlama amacını taşıdığı son derece açık. "Anayasa değişikliğine uyum" denilerek yola çıkıp bambaşka bir hedefle hazırlanmış bir metnin önümüze getirilmiş olmasının iyi niyet anlayışıyla bağdaşmadığı da son derece açıktır.

Sayın Başkan, bir diğer konu: Aslında, bunun Meclis kapalı olduğu için Genel Kurulda mesele edilmesi gereken ama sizin de Meclis kapalıyken çalışma kararı almış bir komisyonun Başkanı olarak gözetmeniz ve itiraz etmeniz gereken bir husus var. Kanun tasarı ve teklifleri ile bunlar gibi görüşülen İç Tüzük değişiklik teklifleri gelen kâğıtlar listesine alınmakta ve komisyonlara havale edilmektedir. Bu hepimizin bildiği bir gerçek. İç Tüzük gereği Türkiye Büyük Millet Meclisi tatil ve ara vermede iken süreler işlememektedir ve gelen kâğıtlar listesi düzenlenmemektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına 28 Haziran Çarşamba günü aldığı kararla 4 Temmuz 2017 Salı gününden başlamak üzere on gün süreyle ara vermiştir. 7 Temmuz 2017 tarihinde yani Meclis ara vermede iken Meclis Başkanlığına sunulan İç Tüzük değişikliği teklifi aynı gün Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir. Anayasa Komisyonunun Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde ve ara vermede bulunduğu sürede çalışabilme kararı almış olması bu havaleyi mümkün kılmaz ve bu havaleyi kabul etmeyi de mümkün kılmaz. Anayasa Komisyonu ara verme veya tatil sırasında çalışmalarını yalnızca ara verme ve tatil başlayana kadar kendisine havale edilmiş bulunan işler üzerinde gerçekleştirebilir. Gelen kâğıtlar listesinde yayımlanmayan İç Tüzük değişiklik teklifine esas numarası verilemez. Bu yüzden, (2/1783) esas numaralı havale işlemi hukuken ve Parlamento geçmişi, yerleşik teamülleri ve yazılı işlemler gereğince yok hükmündedir, geçersizdir. Bu konunun Komisyonunuz tarafından incelenmesi ve görüşülmesi beklenen ve şu an görüşmeye başlattığınız bu İç Tüzük değişikliğinin şu anda bu süreçte size havale edilemez ve sadece burada yaptığımız işin de gelecekte yapabileceğiniz bir işin ön egzersizlerinden öteye geçemeyeceğini ve yaptığımız işin hukuken büyük bir sakatlık barındırdığının da altını çizmek isterim.

Bu kadar önemli olmamakla birlikte, bazen simgelerin, bazen duruşların, bazen bazı dokunuşların ve esasa yönelik olmasa da usule yönelik bazı hamlelerin esasa yönelik mesajlar içerdiği belki de en önemli kurum siyaset kurumu. Sayın İsmail Kahraman bu kutsal görevi üstlendiği, bu önemli görevi üstlendiği günden itibaren havale ettiği tüm kanun teklif ve tasarılarına ismini baş harfi olan -Anayasa değişikliği de buna dâhil olmak üzere- "İK"'yı yazıp paraf atarken "Arkadaşlar -biraz önce polemik konusu oldu ama cümleyi aynen söylemek için- gerekirse Milliyetçi Hareket Partisiyle beraber bu İç Tüzük değişikliğini yapacaktır." talimatıyla Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanının Meclisteki iki parti grubunu talimatlandırdığı görüntüsünden sonra İsmail Kahraman yaptığı havaleye kendi isim ve soy ismini tam olarak yazıp paraf yerine imza atarak bu meseleyle ilgili verilmiş talimata Anayasa değişikliğine bile koymadığı kişisel bir etki koyduğunu şekil yönünden de ortaya koymuştur. Bunun da tutanaklara geçmesi ve Meclis Başkanlığının tarafsızlığı ve Meclisin, hiçbir kurumdan, kişiden talimat alamayacak bir Meclisin bu talimat niteliğindeki ifadeden sonra Meclis Başkanının bu tutumunu da gözler önüne sermek isteriz.

Anayasa Komisyonu toplantısına, eğer iş bir İç Tüzük değişikliği ise, örneğin, Sağlık Komisyonundan sadece dermokozmetiklerin eczanelerde satış hususunu düzenleyecek bir görüşme yapılırken onlarca meslek örgütü, sivil toplum kuruluşu davet ediliyorken, bu Parlamentonun geleneğinde bu sonuna kadar varken bugün bu salonda Türk Parlamenterler Birliğinin, Parlamento Muhabirleri Derneğinin, Yasama Derneğinin, Yasama Uzmanları Derneğinin, Parlamenter Danışmanları Derneğinin, Parlamento Stenografları Derneğinin, Milletvekilleri ve Seçilmişleri İzleme Komitesi Derneğinin, Türkiye Küçük Millet Meclisi Girişimi gibi Parlamentoyu yakından ve doğrudan ilgilendiren konularda izlem ve rapor yayımlayan bir derneğin uzmanlık, bilgi, tecrübe, sivil toplum refleksi gibi bu toplantıya katkı sağlayabilecek konularda kurumsal olarak temsiliyetlerinin sağlanmamış olması büyük bir eksiklik, büyük zafiyettir. Biz kendi hukukumuzu yaparken bizim yaptığımız hukuka herkesin uyması, kaliteli yasa yapma ve en geniş, en doğru, toplum kesimleri tarafından benimsenecek ve rahatsızlık yaratmayacak, bozulmayacak, itiraz edilmeyecek en kaliteli yasayı yapmamız gerekirken, kendi iç hukukumuzu yazarken kendi mesai arkadaşlarımızın derneklerinden, kendi çalışanlarımızın derneklerinden, geçmiş dönem bu Parlamentoya katkı yapmış duayen isimlerin temsil edildiği derneklerden katkı almak, informal iletişime dışarıda katkı sağlayacak temasların yapılmasını sağlamak, şurada onlara beşer, onar dakikayla söz verip onların doğru yönlendirmelerini almaktan bu Parlamentoyu mahrum eden, oldubittici yasama yaklaşımı doğru değildir. Bunun izahı yok. Bu yaklaşım, bu "Biz bize otururuz, şekil şartı tamamlarız, eller iner kalkar, Elitaş'ın hayalleri, verilen talimatlar gerçek olur." doğru bir yaklaşım değil. Bu, meşruiyet krizi yaratmaktan, metinleri yaşlı ve yıpranmakta, yaşlı ve tükenmekte olan metinler olarak ölü doğurmaktan başka bir sonuç doğurmaz.

Teklifin Türkçeyle imtihanına gelecek olursak, gerçekten tam bir fecaat. "Onu oradan kopyalayayım yapıştırayım, 1991'den bir şey alayım, 2001'den bir şey alayım, şuradan da bunu yapıştırayım, aralara noktalı virgülleri koyayım." derken ortaya çıkan mamulden bir paragraf okuyacağım, lütfen fırsatı olan bunu "highlighter"la; fosforlu kalemle çizsin, hiç değilse bir katkımız olmayacaksa şu gerekçedeki şu cümleden kurtuluruz. Şöyle diyor: "Özellikle Genel Kurul çalışma düzeni bağlamında İçtüzükte hâkim olması gereken ilke, konjonktürel olarak değiştirilebilecek nitelikte keyfi kurallar manzumesi olması değil; TBMM'nin yasama ve denetim faaliyetlerini etkin, verimli ve sağlıklı bir şekilde yürütebileceği bir çalışma düzeni ortaya koymaktır." Nereden başladığınızla...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Edebî bir metin olmuş.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Başta başlarken cümlenin niyeti "Genel Kurul çalışma düzeni bağlamında" diye başlayıp bitirirken "... çalışma düzeni ortaya koymaktır." denen bu cümle Sayın Elitaş'ın yapmış olduğu onlarca hazırlıksız ve yüksek tansiyonlu konuşmada bile kuramayacağı devriklikte bir cümledir. Bunu altına imza edip de Komisyona verebilmek gerçekten büyük cesaret işi olmuş. Burada teklif sahiplerini eleştirirken Sayın Elitaş'a da böylesine bir jest yapmış olmayı da günün yorgunluğuna veriyorum kendi açımdan. Teklifler yanlış yaparlar, devrik cümleleri vardır ama teklifler gerçekleri bu kadar çarptırmazlar, tekliflerin yalan söylememek gibi bir sorumlulukları var. Çünkü sonuçta hep diyoruz ya, zaman aşan metinler bunlar, okuyacak sonra biri bunu yani. Hani burada biz utanmayız ama bir gün biri okur, bir şey yazar, çoluğumuz çocuğumuz ileride utanır yaptığımız işten. Ondan bu iş öyle çok hafife alınacak bir iş değil.

Yedinci paragrafta -teklifin- 23 ve 24'üncü yasama dönemlerinde kurulan İç Tüzük uzlaşma komisyonlarında parti gruplarının üzerinde anlaştığı değişikliklerin esas alındığı ve geliştirildiği yazmaktadır. Bu teklifin içeriğinde parti gruplarının üzerinde anlaşamadığı, anlaşmadığı pek çok konu vardır. Parti grup önerileri, konuşma, yoklama, açık oy istemi haklarının kısıtlanması, yeni disiplin cezaları konularında varılan bir mutabakat olmadığı gibi, bunun teklifin genel gerekçesinin içine yazılmış olması buradaki polemik alanından, buradaki polemiği kaldırır tartışma ekseninden bağımsız olarak geleceğe yapılmış büyük bir yanlıştır, bunun düzeltilmesi gerekir.

Teklifin grup önerileri konusundaki içeriği bizim baktığımız açıda herhâlde "üç" yazılmış ama bu alt komisyonda beşe, gerçek komisyonda daha makul bir yere getirilmek üzere özenle geri çekilmiş bir yaklaşım derken teklif sahiplerinin bu üç dakikaları hiç sıkıntı duymadan savunuyor olmalarından gerçekten dehşete kapıldığımı ifade etmek isterim. Bir kez şunu biliriz biz grup başkan vekilleri olarak: Bu Mecliste beş dakikanın altında görüşmeli konularda konuşma diye bir şey yoktur, örneğini bulamazsınız. Görüşmeli konu ve sonucu karara bağlanacak konularda bu Parlamentonun ta 1900'den önce kök almış ilk Meclisi Mebusandan beri beş dakikanın altında görüşmeli konusu ve sonra oylamayla sonuçlanan konusu yoktur. Bunun istinası sayın Meclisi yöneten başkan vekillerinin on dakikaya kadar verilen süreyi üç dakikayla sınırladıkları usul tartışmalarında zorunluluk olmadığı hâlde talep üzerine kendi keyfiyetleriyle oylamaya, daha doğrusu talepte ısrar üzerine oylamaya başvurdukları durum dışında bu Parlamentoda görüşmeli ve sonunda oylama olan konuda beş dakika altında konuşma yoktur. Anayasa Mahkemesinin defalarca iktidar partilerinin konuşma sürelerini beş dakikanın altına indirdiği, yerleşik on dakikanın altına çektikleri grup önerilerine karşı verdiği gerekçeli kararlarda da okunursa görüşmeli konu ve oylama öncesi meramın izahı konusunda makuliyet ilkesi açısından en az beş, konu gruplarsa on dakikanın altına inmediğini Anayasa Mahkemesinin defalarca verdiği kararların gerekçelerinde okursunuz.

Burada bir diğer sıkıntı da yasama uzmanlarının, elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, görmediğimizi gören, kaçırdığımızı yakalama sorumluluğu olan yasama uzmanlarının bu konuda uyarı yapmamış ya da yaptıkları uyarıların dikkate alınmamış olması gerçeğidir. Üç dakikalı görüşmeli konu olmaz sayın grup başkan vekilleri. Dönün bakın, sonra sizin önergenizle düzelsin, biz dedik diye düzelmesin ama bu Parlamentoya bu yanlışı yaşatmayın.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Üçü çıkaralım oradan.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Size yakışanı yapmış olursunuz. Ama grup önerisi dediğiniz -biraz önce bahsettim- aslında sizin ülkenin gündemini sıkça ıskaladığınız grup önerisi sayısı artıyorsa -biraz önce Muharrem Erkek'in söylediği gibi- ya ülke gündemi çok karışıktır ya iktidarın gündemi ülke gündemini ıskalamaktadır. Bugün teklif sahibi Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekillerinin de vermiş oldukları grup önerileri ve üzerine yapmış oldukları konuşmalar, reddine yaptıkları sitemlere bakılırsa iktidarın görülmemiş bir şekilde gündem ıskalamakta ısrarcı olduğu, kendi gündemini tek başına dayattığı, Danışma Kurulu uzlaşısının artık uzlaşmamanın istisna olması gereken bir Parlamento işletiminden uzlaşının mucizeye dönüştüğü bir Parlamento yönetim sistemine geçtiğimizin tescilidir. Normalde danışma kurullarından uzlaşmamanın çıkmaması istisnadır; öyle düzenlenmiş, çıkmazsa herkes kendi önerisini veriyor. Öyle yönetiyorsunuz ki Parlamentoyu uzlaşı mucizeye dönüştü. Çölyak hastası çocuklar bu dönemin biricik, bu anlamda bir faciadan sonra gelmeyen ve muhalefetin haklı dile getirilmiş bir nazar boncuğu olmuştur. Peki, Soma Komisyonunu ne yapacağız? Faciadan altı ay önce verilmiş, faciadan önceki iş kazalarını önleme günü olan 26 Nisan günü üzerinde konuşulmuş, HDP ile MHP'yi oylamada bir araya getirebilmiş grup önerimizin partiniz tarafından reddedildiği gerçeğini düşünürsek on dakika yetmemiş Sayın Elitaş. Keşke dilimiz dönseymiş, keşke imkân olsaymış o Komisyonu faciadan sonra kurmak yerine facia öncesi hepimiz "evet" derken siz reddetmemiş ve biz meramımızı anlatacak kadar zamanı bulabilmiş olsaymışız. Şimdi, siz o zamanı toplamda kırk dakikadan toplamda on dört dakikaya indirmeyi tartışıyorsunuz ve çok net bir şey söyleyelim, grup önerileri, bu Parlamentoda, değerli arkadaşlar, kurulan araştırma komisyonları grup önerilerinden sonra bir uzlaşıyla oldu ama mesela doping komisyonunu altı kere reddettiniz Kırkpınar başpehlivanında doping çıkana kadar, dünya şampiyonu kızımızda doping çıkana kadar -kadın atletimizde, düzeltiyorum, cinsiyetçi bir şey olmasın, sonra akla tepki gelir- doping çıkınca kurdunuz o Komisyonu. Hekime karşı şiddet komisyonunu on bir kez reddettiniz, rahmetli Ersin doktorun Gaziantep'te karnına bıçağı soktular, ertesi gün komisyonu kurdunuz, ortak yapalım dediniz. Kadına karşı şiddette, çocuk istismarında ve geçen dönem kurulmuş tüm komisyonlarda ya facia ya felaket ya ulusal bir utanç beklendi. Şimdi, siz bunları anlatırken ki on dakikayı veren için beş, diğer partiler için üç dakikaya indirmeyi tartışıyorsunuz. Ülkenin gündemini alın önünüze bakın, neleri ıskalamışsınız, o MHP'nin, o HDP'nin, o CHP'nin verdiği o önergeler aslında tarihsel olarak ne kadar önemliymiş ve siz ne zaman o önergelere "evet" demişsiniz? Dediğinizde, iş işten nasıl geçmiş? Kimleri kaybetmişiz, neleri ıskalamışız? O gün, siz, o komisyonu kurmak yerine ne iş yapmışsınız? Şimdi diyorsunuz ki: "On dakika çok, bunu üç dakikada anlatır MHP, üç dakikada anlatır HDP." veya "Benim buna karşı argümanlarım için üç dakika yeter bana, veren de on dakika değil, beş dakika konuşsun." İşin bu tarafını ıskalamayın beyler, işin bu tarafı başka bir şey. Her şey yalan, bu doğru. Burayı görün, buna başka bir çözüm üretin. "Ülkenin gündemi Parlamento gündemiyle şöyle çakışacaktır." deyin; ondan sonra, gelin, bu yaptığınız işi savunun.

Kanun tekliflerinin doğrudan gündeme alınması... İki tane beş dakika... Komisyona vermiş milletvekili kanun teklifini, kırk beş gün komisyonda görüşülmemiş, dönmüş dolaşmış, gelmiş; beş dakika kendisi, beş dakika bir yandan arkadaşı anlatıyor, bir salı günü oylanıyor. Sezgin Tanrıkulu, biraz önce, kazanılmış bir hakkın İç Tüzük marifetiyle elinden alınmasıyla ilgili sözlü olarak ifade etti.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Önerge verdi herhâlde. Dikkate alabiliriz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - O kendisi anlatamaz ama bir gerçek var: O, muhalefet adına o kadar çok kanun teklifini verip... Parlamento -biraz da argo jargonuyla, sonuna kadar kapattı ya- muhalefetten hangi milletvekili istediyse o hakkını geriye veriyor, bu konuda grubumuz da kolaylaştırıcılık yapıyor. Bir tek sebebi var.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bir dakika... O hak değildi; lütuf o, hak değil.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Lütuf.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hak değildi o; bakın, farkında değilsiniz. Sayın Altay bilir onun hak olup olmadığını.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bakın, anlatıyorum...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - İç Tüzük'ü iyi okursanız hak olup olmadığını anlarsınız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ya, öyle bir cevap verirsiniz ki ben de sizden öğrenirim Sayın Elitaş. Ne bu şey?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Altay'a sorun, o bilir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, zaten ben bildiğim, bilmediğim konuda Sayın Altay'la yaptığım istişarelerden...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Yani lütuf gibi söylediğinize itiraz var.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - İkinci konuşmayı lütuf gibi söylediğinize itiraz ediyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, hayır, ben onu dememiştim, yanlış anladınız o zaman. İkinci konuşmayı vermeyin demiyorum.

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım lütfen.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Yanlış anlaşıldı. Bir daha söyleyeyim: Bir salı günü bir muhalefet milletvekili -CHP Grubu veya Sezgin Bey- gelip derse ki: "Benim bir kanun teklifim var ama sizin tarafınızdan kapatılmış." O iki konuşmayı birden, o hakkı geri teslim ediyoruz. Aksi takdirde, şu yaşanıyor, geçmişten öğrendiğimiz bir şey var: İktidarın kanun teklifi, iktidarın kanun tasarısı kendini ifade imkânı kolayca bulurken bu, muhalefet için küçücük bir alan ya, onu da siz kapatıyorsunuz. Geçmişte siz kapatıyorsunuz ve sizin yüzünüzden muhalefet partileri bu olanaktan yararlanamıyor diye bir muhalefet milletvekili onu kapatıyor ki muhalefetten biri gelirse sıraya muhalefete açalım arkadaşlar. Eğri oturup doğru konuşalım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - On beş yıllık AK PARTİ iktidarı döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihi döneminde hiçbir şekilde iktidar partileri İç Tüzük 37'yi kullanmamıştır, iktidar partisi kullanmamıştır.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İç Tüzük 37'yi geçen dönem, iki yıllık dönemde full kapatıp kapatmadığınıza yarın bakıp gelin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, lütfen... İç Tüzük 37 hiçbir iktidar partisi tarafından cumhuriyet tarihinde kullanılmamıştır.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Zaten, şunu ifade edeyim...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Muhalefetin kullanması daha doğru değil mi zaten?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bakın, onu söylüyorum, bilerek söylüyorum bunları.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben de bilerek söylüyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - İç Tüzük 37 iktidar partisi tarafından kullanılmaz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Muhalefetin kullanması gerekir.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hiç kullanılmamış zaten.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Siz iki yıllık süreyle kapattığınız için bu tedbir geliştirildi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - İç Tüzük 37'yi iktidar partileri hiç kapatmamıştır.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben size bir şey söyleyeyim mi: Şu anda da iktidar partisine İç Tüzük 37 hakkı düzenliyorsunuz o zaman. Kendinizle çelişmeyin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, var olmasına rağmen var diyorum. Hükûmete, teklif sahibine, komisyona bu hak verilmiş; hükûmete ve teklif sahibine verilmiş.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Elitaş, komisyona bile verilmiş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, hükûmet ve teklif sahibine verilmiş.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Komisyon çok istiyorsa kendi geçiriyor zaten.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Komisyonun öyle hakkı yok. Hükûmet ile teklif sahibine verilmiş.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "Komisyon" diye de yazıyor Elitaş, açıp okuyalım beraber.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Komisyonun konuşma hakkı var.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Neyse... Bu insicamı bozdunuz, bir toparlama niyetindeydim ama. Yeniden bir giriş, gelişme, sonuç yapacağım.

Şimdi, eğer şöyle bir niyetteyseniz onu şimdi birazdan açıklayın bilelim: Bundan önce Türkiye Büyük Millet Meclisi televizyonu yayınları yirmi dört saat yapılmaktadır, yirmi dört saat internet üzerinden. Bu yayınlar TRT tarafından salı günleri 15.00-19.00, çarşamba, perşembe günlerinde de 14.00-19.00'da yayınlanmaktadır. Şu anda yapmış olduğunuz değişiklik, TBMM TV yayınlarına "TRT" ifadesi geçmeksizin belli saat aralıkları vermektedir. Eğer niyetiniz internetten de yayınlanmakta olan ve saat tahdidi olmayan TBMM TV'yi bir saat sınırlamasına getirmekse bunu Türkiye bilsin. "Yok, öyle düşünmüyoruz." diyorsanız buraya şunu yazın: "TBMM TV'nin internet yayını, tüm internetten süren yayını şu saatler arasında TRT'yle yapılan protokol gereğince TRT'den yayınlanacaktır." diye. Siz "TRT" ifadesini kaldırıp TBMM TV'ye süre koyarsanız... Şu an TBMM TV'nin bir süre sınırı yok ki, gece üçte dahi yayın yapıyor internetten. Bunu bilelim. Eğer niyet o değilse bunu düzeltmek kolay.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bir önerge de sen ver de biz düşünelim bakalım. Bir önerge ver de düşünelim, ne olduğunu anlayalım. Bizi önerge verdirmeye zorlama, bir önerge de sen ver.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bizim belli tavrımız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Elitaş...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Tavır değil, önerge ver de bakalım ne diyorsunuz.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Maddede vereceğiz tabii ki.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Önerge ver de ne olduğunu anlayalım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Elitaş, sekiz buçuk saat sadece Başkana bir usule davet konusunda, şey dışında dinledim ben seni. Defalarca söz aldın ve biz yapmadık bunu, sizin hatiplere de yapmadık, yapılmaması da lazım. "TBMM TV" yazmışsınız, orada saat tahdidi yok, sınırlaması yok, zaten yok. Şimdi, siz, TBMM TV'ye sınırlama getiriyorsunuz bu yazdığınızla; oysaki TRT'nin alanını genişletir gibi, Sayın Akçay ifade etti. TRT'nin alanını mı genişletiyorsunuz, yoksa TBMM TV'yi bu sınırlara mı sokuyorsunuz? Bunun açıklığa kavuşturulması son derece önemli.

Şimdi, yoklama istemine getirmeye çalıştığınız sınırlama, vallahi de olmaz, billahi de olmaz, olmaz. Anayasa'da "Meclis, aldığı kararlar ve tüm işlemlerinde üye tamsayısının üçte 1'iyle toplanır." diyorsa ve siz buna "Ya, kanuna geçerken denetlensin, kanunun tümünde denetlensin, maddelerde denetlenmesin." diyorsanız bu yaptığınız iş Anayasa'ya açık aykırılıktır. Anayasa, Anayasa yapıcı şunu söylüyor size: "Bir toplantı yapıyorsan salonda 184 kişi olacak kardeşim. Millî iradenin o salona yansıması için 184 milletvekili isterim. Bir karar alıyorsan kararı alan tarafta en az 139 kişi olacak." Siz, 184'ü Başkan başta isterse kanunun maddelerine geçilirken ve sonunda... 50 maddelik kanun, her maddede salonda 140 kişi olsa, 139 kişi oy verse senin açından yetecek; bu, Anayasa'ya açık aykırı. Anayasa Mahkemesi bunu iptal de etti, bundan sonra iptal de eder. Güvendiğiniz şuysa, bize hep geçmişte diyorsunuz ya: "Anayasa Mahkemesi eskiden siyasiymiş..." İyimayaların dilekçesine o Anayasa Mahkemesi hangi gerekçelerle... O zamanın Anayasa Mahkemesi, şeytanlaştırdığınız Anayasa Mahkemesi, haksız yere "O zaman sizin kontrolünüzdeydi." dediğiniz Anayasa Mahkemesi Refah Partisinin, Fazilet Partisinin yaptığı başvuruya oy birliğiyle "Bu olmaz." demiş. Şimdi, eğer siz bu yanlıştan dönmez de 184 kişinin salonda olduğunu... Sadece mesela 100 maddelik bir kanunda bir salı, bir de öbür perşembeye kadar arada denetlemezsiniz, bu Anayasa Mahkemesi de bu başvuruya, o sizin o zamanlar için şeytanlaştırdığınız, lanetlediğiniz Anayasa Mahkemesinin koyduğu onurlu duruşu koymazsa bunu da tarih yazar kardeşim. Ama şunu bilin, şunu yapamazsınız: "Millî irade, millî irade" deyip, 317 gibi özenilecek bir çoğunlukla Parlamentoya gelip, o Parlamentoda kanun görüşülürken 184 beyefendiyi o salonda tutamıyorsanız...

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Hanımefendileri...

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hanımefendilerin böyle bir yanlış içinde olmayacağını düşünerek söyledim Nurhayat. Yani nasıl diyeyim şimdi, bizim de bir...

184 parlamenteri o salonda tutamıyorsanız eğer, sonra gidip de "Efendim, biz buna kanunun bir başında, bir sonunda bakalım, arada bizim arkadaşlar bildiği gibi odasında, bakanlıkta, orada burada olsun, burada onlara ihtiyaç yok." derseniz vallahi de billahi de bal gibi millî iradeye de saygısızlıktır, size oy veren kişilere de büyük bir haksızlıktır. Adam, kadın sana oy verdi "Git orada parlamenter görevini yap." diye. 317 kişisin. Sayın Kahraman'ı ayır, 316 kişiden 184 kişiyi oraya getiremiyorsan grubu yönetme kabiliyetinizi kaybetmişsiniz, iktidar yorgunluğu var. Hani "metal yorgunluğu" diyor ya, o tespite katılmak kesin doğru.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ya, ne alakası var, 250 kişi var orada bak.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Grupta metal yorgunluğu var.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ne diyorsun sen? 250 kişinin tamamı orada.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Osman, gözünü seveyim.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Konuşuyorsun ya, sen grubundan 10 kişiyi bulamıyorsun ya.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Osman Bey, haklısın bu tepkinde, çok uzadı toplantı, sağlıklı bir hâlde gitmiyor toplantı.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ne alakası var, 130 kişiden 10 kişi orada... Kendi grubuna bak sen.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Arkadaşlar, bütün dünya parlamentolarında bir gerçek var, bunu kimse inkâr etmez: Parlamentoyu çalıştırmak iktidar partilerinin görevidir. Parlamentoyu çalıştırmak için bir muhalefet partisine, muhalefet partilerine ihtiyaç duymak, yok efendim işte "Sen de yoklamaya girseydin.", bunlar acziyet ifadesidir, bunlara giremezsiniz. Bakın, öyle tutanaklar okuruz ki size, Bülent Arınç, Salih Kapusuz... Sayın Elitaş'ın verdiği örnek, diyor ki: "Bir madde üzerinde üç önerge", her birinde hepsi isteniyor. En iddialı olunan zamanda -iç güvenlik yasa tasarısıydı MHP, CHP, HDP'nin birlikte karşı çıktığı, kendince farklı argümanlarla karşı çıktığımız- o verdiğiniz rakamların yarısı yakalanmamış ama o verdiğimizin aynısının olduğu bir dönem var. Adalet ve Kalkınma Partisinin, daha önce de Fazilet Partisinin muhalefet döneminde tam dediğiniz yapılmış defalarca. Bu konuyu kısıtlamaya yönelik yapılan tüm hamleler de boşa çıkmış. Bu, şudur: Bülent Arınç -tutanaktan okuyabilirim- 2001 İç Tüzük değişikliğinde, bırakın süre kısıtlamaları bilmem neler -ki böyle şeyler yok orada- "filibuster"ı anlatıyor, "engellemek" diyor, "obstrüksiyon" diyor, Arapçasını söylüyor, Fransızcasını söylüyor harikulade bir hitabetle. "Bu bir hak, buna tahammülsüzlüğü teşhir ediyoruz, şikâyet ediyoruz." diyor. Bırakın obstrüksiyon, bırakın "filibuster"ı, kürsüye gelen hatibin on altı saat, on sekiz saatlik konuşmayla engelleme hakkını kullanmasını; on dakikayı on bir dakika yaptığınız zaman kesilen mikrofon yetmezmiş gibi, kürsüye yolladığınız, rahmetli Kamer Genç'in üzerine yolladığınız, başını stenografların üstüne çarptığı görüntü dün gibi ortada. O yüzden kim ne yaptığını, ne önerdiğini, kim neye destek verdiğini biraz görecek, birazcık bilecek.

Yavaş yavaş sona gelirken şunu söylemek lazım: Başta da söyledim, bir genel yaklaşım var. Süreleri beş dakikanın altına indirmek, beş dakikanın altındaki mevcut süreleri kaldırmak ya da o süreleri yazılı dilekçeyle "Bir arzuhâlini yaz, ver, tutanakta bulunsun. Bugün balık bilmezse Halik bilir." hesabı anlaşılmaz bir yaklaşım var. Bunun terk edilmemesi Parlamentonun konuşulan yer olmaktan çıkarılmasıdır. Yoksa zaten Meclisin bir Dilekçe Komisyonu var, onu her yurttaş gibi milletvekilleri de isterse kullanır.

Disiplin cezalarıyla ilgili para cezası verilmesinin bir sürü mahzuru var. Kuvvetler ayrılığı, yasamanın kendisini yargı yerine koyması... Bu konuda düşünün ki milletvekilinin de ilave edilmesiyle birlikte iki milletvekili karşılıklı hakarette bulunacak, bu milletvekilleri için bir para cezası teklif edilecek, çoğunluk oyuyla karar verilecek, biri iktidardan, biri muhalefetten. Ya, böyle bir şey getiriyorsanız bari bir makule, bir aklın, vicdanın gereğine doğru gitmek lazım. Kaldı ki iki milletvekili birbirine hakaret edecek, hakaret olduğu iddia edilen söylemde bulunulacak, bunu Genel Kurul karara bağlayacak, milletvekili tazminat davası açacak, avukat diyecek ki: "Bu konunun hakaret olmadığı bir Meclis kararıyla sabit." Ya, böyle bir... Siz ne yapıyorsunuz, ne yaptığınızın farkında mısınız?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Çok farkındayız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ve şunu da söyleyeyim: Sakın bana geçmişten bir paket hâlinde görüşülmüş, bütünü kabul edilmeden, bir kimlik ve bir sonuç doğurmayacağı çok açık olan bir paketten falan bahsetmeyin, oradaki para cezalarından da ben başka bir şey söylemek istiyorum. Bu para cezasından fayda murat eden arkadaşlara bir şey söyleyeyim: Vallahi, dershaneye gidiyorduk lise sonda. Özel eğitim kurumu, öyle okul gibi disiplin olmuyor malum. Öğretmen sınıfta kuralları çiğneyenlere para cezası getirmeye kalktı.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bizim ortaokuldaki gibi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Engin Beyler ortaokulda aynı bilinç düzeyine erişip terk etmişler.

İzmir Batı Dershanesinde, 2/B sınıfında öyle kötü bir şey yaşandı ki hâlâ unutamam. O hanımefendinin, genç kadın öğretmenimizin yasakladığı şeyi bir arkadaş ısrarla yaptı, sonra da böyle yaptı ona: "Parasıyla değil mi?" Kim ne fayda murat ediyorsa, ben getirilen şeyin birincisi, kuvvetler ayrılığı açısından; ikincisi, kürsü masuniyeti açısından... Söylenen her şeye katılıyorum, yapılan işin son derece yanlış, Anayasa'ya aykırı, kusurlu olduğunu biliyorum da Allah aşkına kendinize şunu yaptırmayın ya, "Parasıyla değil mi?" deyip alnınıza para yapıştırırlar, yapmayın. Bazı şeylerin disiplin cezası olur, o disiplin cezası çıkarma cezası olur ama para cezası dediniz mi birisinin çok parası vardır, o suçu öyle fena işler ki bugün fayda ettiğinizden çok beter bir duruma gelir. Bunu da ta hiç hatırlayacağımı ummadığım, bu teklifi okurken "Ya, ne yapmış bu arkadaşlar kendi kendilerine." dediğim bir üniversiteye hazırlık hatırası olarak söylemiş olayım.

Frak meselesi... Frak meselesinde Atatürk'e sevgilerine çok inandığım, Atatürk'e saygısından endişem olmayacak isimlerden talihsiz, maksadını aşan, frağı frak olarak görüp, Parlamento bağlamından koparıp arkasındaki kuyrukla alay eden bazı laflar doğru değil. Neden doğru değil? Bu frağı hem bizim Türkiye'deki cemiyet hayatına ama esas Parlamentoya taşıyan kişi Atatürk'tür. Dünyadaki giyim konusundaki uzmanların ortak görüşü, "Frağı en iyi taşıyan kişi, lider." dediği kişi olarak anılır. Bir gelenektir, bir ritüeldir. Yönetecek kişinin yönettiklerine karşı bir özenini ifade eder, özen ifade eder çünkü orada oturduğu gibi Ahmet Aydın veya Sayın Ayşe Nur Bahçekapılı...

TBMM BAŞKAN VEKİLİ AYŞE NUR BAHÇEKAPILI - Ben frak giymiyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Biliyorum ama muadilini.

Orada oturduğu kıyafetiyle çıkıp yönetmez. Yönettiğiniz gün özenli bir kıyafet, frak muadili bir kıyafet giydiğinizi hepimiz biliyoruz çünkü oradaki etek ceketle, pantolon ceketle çıkmıyor mesela. O, Parlamentonun karşısına alelade bir kıyafetle çıkmamaktır. Eğer bir yasaklama yapılacaksa Cumhuriyet Halk Partisi olarak makul göreceğimiz frak yasağı "Bu frağı Atatürk'ten başkası bu kadar güzel taşıyamaz..."

OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) - Aynen öyle.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "...bunu Atatürk'te bırakmalıydık." diye Atatürk'ün ölümünden sonra bu olsaydı bu bence çok makul olurdu ama bugün o "Zehirlediniz." falan diye kime kafa tutuyorsunuz billboardlardan bilmiyorum da hatırasını sahiplendiğiniz Turgut Özal da, ölmeden önce aşağılayıp öldükten sonra mezarı başında gül suyu döktüğünüz Süleyman Demirel de, siyasi hareketinizin üç kurucusundan bir tanesi olan Abdullah Gül de o frağı Atatürk'e de Türkiye Büyük Millet Meclisine de saygısından, eleştirmeden ve hakkını vermeye çalışarak taşıdılar. Bugün birileri frağa laf edebilir, birileri frak konusunda farklı şeyler söyleyebilir ama bizim, Atatürkçülüğünden, Atatürk'e saygısından şüphe duymak istemediğimiz, duymamamız gereken kişiler frakın böyle arkadan kuyruğunu eliyle göstererek bir şey demesin. O, kendilerine de yakışmaz, duyup da susmak bize de yakışmaz.

Burada, başta söyledim, hep emsal aranmış geçmişten, o emsallerden bir şey söyleniyor. Hiç misal olmak, iyi bir şey ortaya koymak, onun üzerinden haklı bir takdir bulmak falan düşünülmemiş anlaşılan. Sayın Elitaş bazen tutanağa, bazen bir eski uzlaşı metnine falan sarılıyor. Sayın Elitaş'ın çok sıkça söylediği bir şeydir: "Aslında temel kanunda bölümler 30 maddeden az olmasını yasaklıyor, bu çok açık." diyor. Diyorsunuz değil mi Sayın Elitaş?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - 30 maddeden fazla olmasın.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "Bu, şunu ortaya koyar, 30 maddenin altında bölümlere ayırmamak lazım." diyorsunuz. Ama işte yoklamadır, şudur budur yüzünden iktidar da bir refleks geliştirmiş, 12 maddelik kanunu 6-6 bölmüş, bir suistimale karşı başka bir suistimal. Bu konuda dürüst davranacaksınız herhâlde? Yani bunu söylediğinizi, savunduğunuzu inkâr etmezsiniz.

Şimdi, o dediğiniz bir sürü şeyi yapmışsınız Sayın Elitaş. İşte yoklamayı kaldırmışsınız, onu yapmışsınız, bunu yapmışsınız. Madem tutarlıyız, madem sözümüzün bir değeri var, madem dürüstlük üzerine de ant içmişiz, bizim üzerimizde de bizim genel siyasi rekabet sırasındaki ortaya koyduğunuz tablodan farklı bir hissiyatla kendi ifadelerinizi çokça söylediğiniz zamanlar oluyor, e onu da koysaydınız. Deyin ki koyun şuraya... MHP sonuna kadar karşı değil miydi? "Bu temel kanunun istismarıdır." demiyor muydu? Aynı hukuk alanı, torba kanun temel kanun olur mu?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Olmaz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Temel kanunun tanımı ne? Sayın Akçay, hep konuştuk bunları. Temel kanun bir disiplini... Birbirine benzeyen işte Vergi Usul Kanunu temel olacak tabii, bir hukuk alanını bütünleşik olarak düzenleyecek. Torba kanun ne? Torba kanun, mesela madendeki işçinin asgari ücretini bir madde düzenliyor, 2'nci madde -yaptık bunu diye bilerek söylüyorum- tüp bebekten alınacak katılım payını artırıyor. İkisi ayrı maddeler, bu torba kanun. Kardeşim, bir kanun... Bir kere torba kanun bir ayıp. Terk edelim diye uzlaşı metniniz var.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Doğru.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Temel kanun istismar ediliyor ama Sayın Parsak, ya, bir kanun hem torba hem temel olur mu? Hem torba hem de aynı hukuk disiplini için yapılmış bir hak. Ya, madem bir yola çıktınız, sizin söylediklerinizdeki iyi niyetinize inanacağız, onu iddia ediyorsunuz. Biz samimiyetle iyi bir şey yapmaya çalışıyoruz. O zaman düzenlesene öbür tarafta da "Torba kanunlar temel kanun olarak gelemez." desene, temel kanun tanımına tutanağa da geçecek şekilde burada temel kanun düzenlemesine daha net bir ifade yazsana, yasaklayan bir cümle koysana. O zaman diyelim ki: "Bak, MHP nasıl bir tutarlılık içinde, geçmişte de bunu söylüyordu, şimdi de söylüyor."

Şimdi, millî birlikle, devletin bekasıyla torba kanunu temel kanun yapmaya göz yumma arasında ne gibi bir irtibat olabilir ne gibi bir makullük ilişkisi kurabilirim Sayın Parsak? İktidara verdiğiniz her desteğe "Devletin bekası..." Eyvallah. İşte "Önce milletim sonra partim..."

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sonra ilkem.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Biraz sonra doğrusunu söyleyeceğim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Doğrusunu söylersiniz.

Peki, bunu yaparken bir torba kanunun, bugün geldiğimiz noktada temel kanun olarak ele alınmasına, bu İç Tüzük'ün üzerinden geçerken bir söz söylemeden, bir düzenleme yapmadan devam ediyorsanız o zaman hangi içtenliğe, hangi samimiyete inanmamızı beklersiniz bizden? İktidar partisinin bu suistimalci İç Tüzük uygulamasına günü gelince ağız dolusu eleştiri getir, daha sonra bilemediğimiz, anlayamadığımız bir şekilde bir şeyler yap, onu da kendince gerekçelendir ama buradaki bu yaman çelişki gerçekten akıl alır gibi değil. O zaman akla şöyle bir şey geliyor, son olarak onu söyleyerek de bitireyim. Sayın Parsak da cevap hakkını makul bir şeyde kullansın.

Murathan Mungan'ındı diye hatırlıyorum -yanlışsa kusura bakmayın- "Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın." diyor Sayın Parsak. "Kendin içindeyken kafan dışarıdaysa..." Yani bize uyarlarsan "Genel merkez içerideyken seçmen üyen dışarıdaysa çaresi yok kardeşim." diyor.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Özel, çok ayıp ediyorsun, çok ayıp ediyorsun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "Şiirle, şarkıyla avunacaksın ve kaçınılmaz olarak kahrolacaksın." diyor.

Neden rahatsız oluyorsunuz ki?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Bunun İç Tüzük'le ne alakası var?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Son derece alakası var.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Partimize bühtanda bulunmaya hakkınız yok.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Cevabını verirsiniz... Cevabını verirsiniz...

Çemberin ya içinde olursun ya da dışında yer alırsın.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Milletin yanında, milletin. Milletin yanında.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Onlar milletin yanındayken...

MURAT EMİR (Ankara) - Bu demagojiyi, bırak bu edebiyatı ya.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Onlar "Milletin yanındayız." derken siz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alıyordunuz.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Osman, millet İç Tüzük değişikliği istemiyor.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Milletin yanındayız, biz istiyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Milletin yanındayken, onlar "Milletin yanındayız." derken siz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alıyordunuz, bunu alkışlıyordunuz.

YUSUF BAŞER (Yozgat) - Yeter be!

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Onlar milletin yanındayken siz onları kanla beslenmekle suçluyordunuz. (Gürültüler)

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Siz milletin yanındasınız, öyle mi?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Hadi bakalım...

BAŞKAN - Arkadaşlar...

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - O yüzden, hamaset bir yere kadar; bir gerçeklik var, bir realite var. Ya gerçekten doğruları yapacaksınız, herkes diyecek ki "Bu bir tutarlılıktır." ya bu kadar tutarsızlık içinde tutarlıymışsınız gibi çıkıp da karşımızda... O zaman sorarlar: "Kedi buradaysa ciğer nerede?" derler kardeşim. Ve biz sizi seçmeninize, biz sizi Türk halkına, biz sizi iktidar olun diye oy verip muhalefetteyken arkamızda durmanızı beklediğiniz ama o refleksi kaybettiğiniz süreçte yüzde 80'i sizden farklılaşmış, ayrışmış olan çok değerli seçmeninize şikâyet etmeye devam ederiz. Bunu da açıklıkla söylemek lazım.

Son sözüm: Aslında bugün gazetelerde akıl almaz şeyler okuduk. Zaytung var ya şaka haber gibi, ben dün önce Zaytung sandım. "Reis" filminin yönetmeni FETÖ'cü çıkmış. 15 Temmuz belgeselinin yapımcısı evde FETÖ'cü saklarken yakalanmış.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Allah Allah.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bakın, o gece Sayın Erdoğan'ın uçağını kullanan adam FETÖ irtibatından dolayı meslekten menedilmiş, bunları okuduk hep.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Kılıçdaroğlu'nun danışmanı...

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bir tanesi yalanlanmadı.

Bakın arkadaşlar, darbeyi bir kez daha -başta söyledim- yapanı da lanetleyelim, karışanı da lanetleyelim. Darbenin panzehri demokrasidir. Darbenin aşısı -ülkeyi darbeye karşı aşılayacaksanız- özgürlüktür, demokrasidir, konuşmaktır, konuşma alanının daralmamasıdır.

Siz eğer daha önce yaptığınız gibi tek başınıza, katkı almadan, bilek bükerek bazı değişiklikleri yaparsanız -bunu son yaptığınızda 2010 Anayasası'nı yapmıştınız- bir gün şöyle bir haber okunacak ve sürpriz olmayacak. Bunu aklı olan, vicdanı olan tüm milletvekillerine söylüyorum. Bir gün şöyle bir haber okunacak ve bu haber kimseyi şaşırtmayacak: "Anayasa değişikliğini hazırlayan, İç Tüzük değişikliğini hazırlayan ekibin içindeki şu, şu, şu isimler FETÖ'cü çıktı." Çünkü bunlar FETÖ'ye hizmet eder, başka bir şeye hizmet etmez. Demokrasi daralıyorsa ülkeyi darbeye açarsınız, söz bitiyorsa ülkeyi darbeye açarsınız. Geçmişte size o yanlışları yaptırdı o FETÖ'cüler, 15 Temmuzu beraber... Yine aynı yanlışlar yaptırılıyor, aynı hatalar yaptırılıyor. Ha, şunu görüyoruz: İçerideki FETÖ'cüyü tam da o konularda yetkili bir yerde tutup esir alma politikası bir yere kadar tutar. En ummadığınız işi yapar o esirler ama o esir gün gelir aslına rücu eder ve bu ülke bu kadar bedeli boşu boşuna öder. Biz, demokrasinin yanında olmaya...

Sayın Başkan, son sözüm, şunu söylüyorum: Biz Bülent Tezcan, Levent Gök, geçen sene 15 Temmuz gecesi bu saatlerde, belki biraz daha ilerleyen bir saatte Mecliste Bülent Tezcan Ayşe Hanım'ın bağlantısıyla CNN'e "Şimdi tankların üstüne çıkma zamanıdır." diyordu. CNN'in belgeselinde de tekrarı var, izliyoruz. Levent Gök, darbe karşısındaki tutumu en net şekilde ifade etti, Meclisin yazdığı tutanaklarda var. Ben kendi grubumdan hararetle alkış almaya alışığım.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Onu diyoruz işte.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben "Bütün darbeler doğası gereği iktidar partisine karşı yapılır. Bütün ülke, bütün dünya döner bakar muhalefet ne yapıyor diye. Biz doksan üç yıllık partiyiz, siyaseten yeneriz yeniliriz ama darbecilere teslim olmayız, bu gece darbenin karşısındayız. Yapılacak ilk resmî seçimlere kadar ana muhalefet partisiyiz; iktidara, Parlamentoya saygılıyız; bir başka hevesimiz, niyetimiz olmaz, seçilmiş iktidarın arkasındayız." deyip de kendi grubumdan aynı alkışı alırken, iktidar partisi ayakta alkışlarken bu gece gelip de bunları konuşalım, 16 Nisanda Parlamentoyu işlevsizleştiren o rejim değişikliğinin bir devamını buraya getirip milletvekilleri sussun diye yapmamıştık. Ben o gece bizimle birlikte orada olan, hep birlikte olduğumuz herkesle o gecenin o aziz hatırasını ömrüm boyunca kişisel olarak muhafaza edeceğim, o konuda hiçbir beis yok ama kurumsal olarak o gece oradan bulunan kişilerin bugün kendi kurumlarına, bu Parlamentoya ne yaptığını, bu ülkeye ne yaptığını, bu rejime ne yaptığını kendi içlerinde sorgulamalarını talep etmek de varsa aramızda şu kadarcık bir hukuk, birbirimize geçtiyse şu kadarcık bir hakkımız bu da hepimizin hakkıdır.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan, sağ olun.