| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı (1/850) (Alt Komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 19 .06.2017 |
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, sayın milletvekillerimiz, kıymetli hocalarım, bürokratlarımız ve uzmanlarımız; hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Tabii, ara buluculuğu konuşuyoruz ve bunu konuşurken dünyanın evrensel kabul edilmiş değerleri, ilkeleri var. Bir taraftan konuştuğumuz hususları kendi ulusal mevzuatımız çerçevesinde konuşurken maalesef bir kazığa bağlayamıyoruz. Nedir o, ne olabilir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var veya gelişmiş demokrasilerin oluşturmuş olduğu hukuk düzenleri var.
Şimdi, ben öncelikle bütün dünyanın kabul etmiş olduğu ve ülkemizde de taraflar arasında çokça kabul edilen, kabul edildiğine ilişkin artık istatistikleri olan ara buluculukla ilgili tümden itirazı yapan sayın vekillerimize yürekten teşekkür ediyor, tebrik ediyorum çünkü zor bir işi başarıyorlar, çünkü tarihe, fiilî gerçekliğe, dünyanın gittiği istikamete karşı göstermiş oldukları bu mücadele gerçekten zor bir mücadeledir ve bunu yaptıkları için tebrik ediyorum, zor bir iş.
Şimdi, bakınız, bundan yaklaşık on beş, on yedi yıl önce Amerika "alternative dispute resolution" -ADR- diye ifade edilen alternatif ihtilaf çözme usullerine ilişkin okuduğum bir kitapta sadece ara buluculuk değil, müzakere, ara buluculuk, tahkim, hakem, basit yargılama, dava, dava da bitmiyor, arkasından "sulh" diye hâkimin tarafları uzlaşıya davet ettiği mekanizmalar var. Yani sadece bir iki tane değil, oldukça zengin bir alternatif itilaf çözme usulü dünyada kabul edildi ve işlemeye, çalışmaya da başladı; olumlu sonuçları da gözüküyor.
Şimdi, ben, özellikle, kendi master tezim de olan -ki burada hocam Bahri Öztürk- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hani adil yargılama hakkıyla ilgili meseleyi ifadeyi ederek meseleye bu açıdan bakmak istiyorum. Çünkü adil yargılanma hakkı yargılama sürecinin itilafın doğuşundan infazına kadar geçen sürede karşı karşıya kaldığımız tüm hususlara ilişkin yaklaşımları olan bir ilkedir. Sadece avukat tutmak, savunma hakkı, savunmaların süreyle sınırlandırılamaması, tahsil edilebilirlik, infaz falan bunlar değil yani ihtilaf çıktığından infazına kadar geçen süre adil yargılama ilkesiyle ifade edilebilir ve yorumlanabilir.
Şimdi, öncelikle, adil yargılama ilkesi makul süreyi ifade ediyor. Biraz önce Sayın Vekilimiz Süha Bey de ifade etti, dedi ki: "Efendim, beş yıl sonra 50 bin lira alacağına gel, sana bugün 15 bin lira vereyim." dedi. Gerçekten biz de pratisyen avukat olarak yıllarca çalıştık, iş davalarında işçi ve işveren vekili olarak da ihtilaflara dâhil olduk, takip ettik. Şimdi, 15 bin liralık alacağın hatta 10 bin liralık alacağın 70 bin liraya, 100 bin liraya çıktığı süreçleri biz bizzat gördük. 100 bin liraya çıkan rakama baktığımız zaman bunların ne kadarı işçinin alacağı oluyor? Ne kadar avukatlık ücreti, mahkeme masrafı, gider, faiz veya işçinin yerine göre -yanlış anlaşılmasın, Sabri Bey de biraz önce ifade etti- hakkı olmamasına rağmen, işçinin korunması gereğinden bahisle hak etmemesine rağmen hükmedilen... Bunları da aldığımız zaman ve aradan geçen sürede işçinin yaşayacağı mağduriyetleri de dikkate aldığımız zaman belki 100 bin lira değil, bugün 10 bin, lira 15 bin lira yerine 150 bin lira bile işçinin hak ettiği rakamı maalesef ortaya koymaya yetmiyor. Mesela, basitçe, yaşadığım bir husustan örnek vermek istiyorum. Mesela, bir işçi -henüz davadan ayrılmadığını- dava başlamadan önce işverene teklif etti -işveren vekili olduğum bir husus vardı- "7.500 lira ben burada istiyorum, ödensin." Ben dedim ki: "Müvekkil, derhâl bunu ödeyin hak ettiği rakamdır, gayet de makul bir talep." Arkasından avukata gidiyor, avukat arayınca 15 bin lira istiyor. "Ödeyin, mutlaka ödeyin, bunun ödenmesi gerekir." dedim. Arkasından davanın tebligatı yapılıyor, 22 bin liraya çıkardı, bilirkişiye gitti, 40 bin liraya karar verildi ve kararla beraber 65 bin liraya çıktı, teminatı yatırıp temyize gidildi. Tabii, yapacak bir şey yok ve o mahkemede kararı veren hâkimin emeklilik neticesinde alacağı ücret yani kıdem tazminatı ya da emeklilik ikramiyesi 110-120 bin. Belki burada emekli olacaklar var, emekli olanlar var; onlar, işte, 110-120 bin lira alıyor, beş yıllık işçinin çalışması karşılığında biz 87 bin lira verdik. Helali hoş olsun yani 80 değil, 800 bin lira da verelim, o sorun değil ama hani Nasrettin Hoca'nın çömlekçi ve şemsiyeci muhabbetinde olduğu gibi bu ülkede bir yasa yapıyorsak hem çömlekçinin yani "Yağmur yağmazsa çömlekler kuruyacak ve biz çömlekleri satıp para kazanacağız." diyenlerin hem de şemsiyecinin haklarını koruyacak bir denklemi oturtmamız lazım. Onun için, bu makul sürede yargılanma, adil yargılanma ilkelerinin bir gereğidir. İki: Makul sürede yargılama, az masrafla ekonomik sonuç elde etme, gönüllülük esasına dayanmış olması önemlidir.
Süha Bey'in söylediği de gerçekten yerinde bir itiraz. Gerçekten beş yıl sonra hakkı olan 50 bin lira alacağı varsa, direkt işçinin cebine girecek bir para varsa 15 bin lirayı bugün teklif edip kapatmak yerine yargılama bir hafta içinde bitsin, 50 bin lira verelim desek ne olur, verilebilir mi? Bakın, eğer gerçekten faizi ve diğer hususları çıkaracak olursak Süha Bey'in bu söylediği meselenin hayata geçmesi de yine arabuluculuk müessesesiyle olacak. Neden? Eğer arabuluculuk müessesesi hayata geçerse bir noktada yüzde 30 oranında Yargıtayda, yüzde 15 oranında ilk derece mahkemelerindeki iş davaları yükü azalacak ve böylelikle yargılama süresi beriye çekildikçe bakacak gönüllülük esasına tabi olduğu için arabuluculuğa giden işçi, "Ya, ben burada 15 bin lira almak yerine bir altı ay sonra davam karara bağlanır, 50 bin lira alabilirim." deyip yine orada tercihi kendisi yapacak diyorum.
Onun için, arabuluculukla ilgili zorunlu dava şartı olan İş Kanunu'ndaki düzenlemenin ülke gerçeklerimize, iş hayatındaki düzenlemelere uygun olduğundan bahisle ülkemize, milletimize, iş hayatımıza hayırlar getirsin diyorum.