Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 29 .12.2016 |
EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle... (Gürültüler)
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen...
EROL DORA (Mardin) - Arkadaşlar, zamanımdan gidiyor, lütfen müsaade eder misiniz?
BAŞKAN - Arkadaşlar, ben bir hususu da ifade edeyim: Zaman konusunda ilk günden beri gerçekten en hassas davranan arkadaşımız Sayın Erol Dora. Lütfen dinleyelim.
Buyurun.
EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin bu saatinde konuşmama başlamadan önce, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Türkiye'nin demokrasi düzeyi ve mevcut durumda geçerli olan 1982 darbe anayasası, ülkemizin gerçek demokrasi birikimini yansıtmadığı gibi, farklı dillerin konuşulduğu, farklı inançların bulunduğu, farklı kültürlerin sürdürüldüğü toplumsal yapımıza da denk düşmemektedir. Türkiye halkları, hukukun üstün olduğu, demokratik katılımın önündeki tüm engellerin kaldırıldığı, özgürlüklerin gerçek anlamda kullanılabildiği, insan hak ve hürriyetlerinin evrensel hukuk normlarına yaraşır bir seviyede gerçekleştiği bir anayasayı özlemektedir.
Çağdaş demokrasilerin yaşanır kıldığı ülkeler ve yürürlükte bulunan evrensel hukuk ilkeleri ile ülkemiz demokrasisi arasındaki büyük açığın kapatılması amacıyla, başta Anayasa olmak üzere, yeni düzenlemeler, yıllardır üzerinde çalışılan konu ve sorunların başında gelmektedir.
Söz konusu sorunları çözmek amacıyla, Türkiye'ye özgü deneyimler ve çağdaş demokrasilerin çözüm biçimleri ışığında yapılacak yeni bir anayasa üzerinde siyasal veya akademik nitelikte çalışmalar yapılması zorunluluğu bulunmaktadır ve bu yönde, son yıllarda, anayasa raporları ve önerileriyle kayda değer çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Anayasa değişikliği teklifiyle getirilmek istenen sistemde, gerek Cumhurbaşkanı ile yasama arasındaki ilişkilerde gerek Cumhurbaşkanı ile yargı arasındaki ilişkilerde, Cumhurbaşkanı ile idare arasındaki ilişkilerde denge ve denetleme mekanizmaları yoktur. Seçimleri yenileme, Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanları atama, üst düzey kamu yöneticilerini atama, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye atama gibi Cumhurbaşkanına verilen yetkiler, şartsız ve sınırsız bir şekilde, herhangi bir denetime tâbi olmaksızın verilmektedir. Bu şekilde bir yetki verme örneği çağdaş demokrasilerde yoktur.
Anayasa değişiklik teklifinin üzerinde görüştüğümüz bu maddesinde, "Bütçe ve Kesin Hesap" başlığı altında düzenlemeye gidilmiştir. Bu düzenlemeye göre özetle;
a) Bütçeyle ilgili 161 ile 164'üncü maddeler arasında yer alan hükümler başkanlık sistemiyle uyumlulaştırılarak tek bir maddede toplanmıştır.
Bütçe kanununu Cumhurbaşkanı hazırlayıp Meclise sunacaktır. Bütçe Komisyonunda iktidar ve muhalefet partileri arasında oluşturulan dengeye ilişkin hükümler Anayasa'dan çıkarılmaktadır. Bütçe Kanunu'nun zamanında kabul edilmemesi durumunda önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre yürürlüğe konulmaktadır. Bu madde, yapılan cumhurbaşkanlığı sistemi değişikliklerini bütçe görüşmelerine de uyarlamak için yeniden dizayn edilmiş bir "geçiş" maddesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisine daha öncesinde Hükûmet tarafından sunulan ülke bütçesi artık hükûmet ve Bakanlar Kurulu kavramları kaldırıldığından Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanıp sunulacaktır. Mevcut Anayasa'da her ne kadar Bakanlar Kurulu bütçe yasa tasarısını Meclis'e sunma ve Bütçe Komisyonu'nda en az 25 kişiyle temsil edilme hakkına sahipse de bütçe yapma yetkisi münhasıran Mecliste başlayıp biten bir yetkidir. Mevcut Anayasa'da dahi bütçede, "harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararlarıyla aşılabileceğine dair bütçelere hüküm konulamaz, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile bütçede değişiklik yapmak yetkisi verilemez" hükmü varken, diğer taraftan mevcut mevzuatta cumhurbaşkanı diğer kanunlardan ve anayasa değişikliklerinden farklı olarak bütçe kanununu tekrar görüşülmek üzere dahi Meclise geri gönderemez iken bugün getirilen Anayasa değişikliği teklifiyle parlamentoların asli görevlerinden biri olan merkezî bütçeyi hazırlama yetkisi Cumhurbaşkanına devredilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bir ülkede demokrasi, toplumun kendisi ile ilgili kararlara müdahil olabildiği ölçüde anlamlı, işlevsel ve kalitelidir. Demokrasinin temsilî bir mekanizma değil katılımcı ve müzakereci bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Bu anlamda siyasetin çözüm üretebilme kapasitesi, müzakere süreçlerini inşa edebilmesiyle ilişkilidir. Hesap verebilmeye, denetlenebilmeye açık ve hazır olmak, bir iktidarın demokratlık ve şeffaflık karnesinde önemli noktalardır. Zira bir bütçenin denetlenebilir olması ya da olmaması, iktidarın diğer alanlardaki politika ve icraatlarının da bir aynası niteliğindedir. Bir ülkenin bütçesi üzerinde tasarrufta bulunma, bütçeyi belirleme ve toplum yararına harcama üzerinde yürütülen müzakere ve kararlaşma süreçlerinin demokratikliği, o ülke siyasi demokrasisinin seviyesini tespit etmek bakımından çok önemli bir göstergedir. Olağanüstü dönemlerde, darbe dönemlerinde yazılan anayasaların ülkemizde yaşayan farklı toplumsal kesimlerin demokratik taleplerini gidermediği aksine her darbe anayasasının toplumsal sorunların artarak ve derinleşerek süreğenleşmesine yol açtığı gerçeği son derece maliyetli bir tecrübe olarak orta yerde durmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu bağlamda, Türkiye'nin Osmanlı'daki parlamenter deneyimle birlikte yüz yılı aşkın süredir denediği parlamenter rejimi işler kılmak ve kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temellerinin güçlendirilmesi yerine, AKP ve MHP uzlaşmasıyla herhangi bir ilke tartışması yapılmasına dahi olanak tanınmaksızın yapılan bu tek adamcı rejim dayatması kabul edilemez. Bunun Anayasa dışı yollarla ve devletin bütün olanaklarının ceberrutça kullanılarak yapılmaya çalışılması da hukuken kabul edilemez. Uluslararası ilişkiler bakımından, demokrasinin uluslararası standartları bir yana bırakılarak kişiye özgü bir rejim kurmanın Türkiye'yi dünya sisteminden koparma riski yanı sıra iktisadi ve sosyal alanda yaratması muhtemel olumsuz sonuçları göz ardı edilmemelidir. Tek adamcı rejim dayatmalarının ekonomik bakımdan son derece negatif karşılıklarının olacağı aşikârdır. Şimdi içerisinde bulunduğumuz süreçte yeni bir darbe girişimi ardından yapılan karşı darbe ve OHAL koşulları içerisinde iki parti gizli kapılar ardında, Anayasa tartışmaları yürütmüşlerdir.
İktidar partisinin, Parlamentonun ana muhalefet partisinin ve 3'üncü siyasi partilerini dahi sürece dâhil etmediği, toplumun farklı kesimlerinin hiçbirisinin görüşüne başvurulmadığı, seçilmiş milletvekilleri ve belediye eş başkanlarının âdeta siyasi rehineler olarak cezaevlerinde tutulduğu, muhalif tüm medya kuruluşlarının kapatıldığı, çalışanlarının tutuklandığı, sivil yaşamın olmazsa olmaz örgütlü yapısı olan sivil toplum kuruluşlarının kapatıldığı, özgür düşüncenin egemen olması gereken üniversitelerin baskı altında tutulduğu, akademisyenlerin görevden alındığı veya tutuklandığı bu süreçte topluma dayatılacak bir metnin bir yeni anayasa olmayacağını hepimizin malumudur. Yapılacak olan, darbeyi ve statükoyu süreklileştirme, toplumu daha fazla baskı altında tutacak, demokratik özgürlüklerin daha fazla yok sayılacağı bir dikta metni niteliğindedir. Ne var ki son derece antidemokratik yöntemlerle iki partinin âdeta kendi iç pazarlıklarıyla kamuoyundan ve halkın seçilmiş iradesi konumunda bulunan milletvekillerinden gizlenerek ifade hürriyetinin asgari koşullarda dahi mümkün kılınmadığı, basın özgürlüğünün yok sayıldığı bir süreçte yapılan bu anayasanın meşru olmayacağı aşikârdır. Bu süreçte anayasa hukuku ve siyaset bilimi alanında önemli çalışmaları bulunan birçok akademisyene gerek basında hiç yer verilmemesi gerekse komisyon çalışmaları süresince tüm taleplerimize ve komisyonların yerleşmiş çalışma usullerine karşın hiçbir akademisyenin davet edilmemiş olması, Anayasa yapım sürecinin antidemokratikliğini ve meşru bir zemine sahip olmadığının bir vesikası niteliğindedir. Yeni bir Anayasa yapılabilmesinin en temel ön koşulu ise her yurttaşın ve her toplumsal kesimin, kendilerini özgürce ifade edebileceği yeni anayasaya ilişkin taleplerini özgürce ifade edebileceği demokratik bir ortamın tesis edilmesinden geçmektedir. Bu ortam tesis edilmeden yürütülecek Anayasa tartışmaları ise her şeyden önce toplumsal meşruiyetten yoksun kalacaktır.
Bu düşüncelerle hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.