KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasa değişiklik teklifinin görüşüldüğü bu Komisyonda üçüncü kez söz talebinde bulundum. İlk iki sefer talebim çeşitli nedenlerle, işte, kavga çıktı, gündem değişti vesaire oldu kesildi, söz alamadım, üçüncüde söz aldım. Esasında, bir yerde de iyi oldu bugün bu saatte söz almam. Çünkü, Anayasa değişiklik teklifine ilişkin öneri ilk etapta geldiğinde şöyle düşünmüştüm: 316 milletvekilinin burada imzası var, bizim açımızdan "rejim değişikliği" dediğimiz, sizlerin "sistem değişikliği" dediği böylesine Türkiye'nin kaderinin etkileyebilecek bir değişikliği herhâlde aylarca tartışmışsınızdır, bu işin son hâlidir, bundan sonra da belki de bizim söyleyeceklerimiz sadece tarihe not düşmek anlamını taşıyabilir diye düşünmüştüm. Ancak, görülüyor ki her ne kadar imzaları önce toplasanız da sizin de esas itibarıyla metinden sonradan haberiniz oldu ve şu anda metinde neler olup bittiğini ve bu değişikliklerle "Türkiye nereye gidecek?" tartışmasını kendi içinizde de yeni yapıyorsunuz.

Biraz algıda seçicilik olmuş. 21 madde 18'e düştü, düşen maddelere baktığımızda bu değişiklik teklifinin Türkiye'ye verdiği zararlar konusunda herhangi bir duyarlılık göremiyorum ama milletvekillerine, şahıslara olabilecek muhtemel zararları yani yedek milletvekilliği konusu gibi hemen algıda seçicilik olmuş ve o konuda tartışmalar sonucunda metinden çıkarılmış. Tabii "Bunun ne önemi var?" desek aslında çok büyük, kapsamlı bir değişiklik değil, çok büyük bir önemi yok. Ancak, bizim bu teklife ilişkin bugün aslında hem bugünkü tartışmalar hem daha önceki Komisyon tartışmaları...

Şunu söylemek lazım en başta: Ülkelerin yönetim şekilleri ülkelerin kültürlerine göre, birikimlerine göre, tarihî geçmişlerine göre oluşur. Yani "Biz elli yıl başkanlık sistemiyle yönetildik, şimdi parlamenter demokrasiye geçelim, biraz da böyle yönetelim ülkeyi." diyen başka bir ülke çıkmamıştır. Böyle sistem değişikliğine giden devlet geleneği olan bir ülke yoktur. Bu değişiklik teklifiyle birlikte kuvvetler ayrılığı tamamen ortadan kalkıyor. Belki ideal değildi, tamamen kuvvetler birliğine dayalı bir sistem kurulacak ve hukuk literatüründe kuvvetler birliğini esas alan anayasalara da "sahte anayasa", "görünürde anayasa", aslında, "tuzak anayasa" denildiğini de biliyoruz. Bu hâliyle bu değişiklik geçerse Türkiye'de aslında anayasa olmadığını da yaşayarak göreceğiz.

Bakın, değerli arkadaşlar, şimdi, Anayasa değişikliği 178 maddenin bu hâliyle 18'ine ilişkin. Yani, bu tartışmaların başladığı noktada fiilî bir durum var, nedir bu fiilî durum? Fiilî durum "Mevcut Anayasa'nın bazı hükümlerine biz uyamıyoruz, buna uymamız lazım ama uyamıyoruz, dolayısıyla Anayasa'yı bize uyduralım." Peki, bu değişiklik teklifinde Anayasa değişikliğinin nasıl oylanacağına ilişkin hüküm olduğu yerde duruyor. Bu oylamanın yapılacağı yerde, Genel Kurulda hepimiz biliyoruz ki daha önceki Anayasa değişikliklerinde yaptığınız gibi gizli oylamaya uymayacaksınız. Yine, koca koca bakanlar dahi verdiği oyları göstererek geçecek ve notlar alınacak, aynı şekilde teslim edilecek, kimin ne oy verdiği de anlaşılacak. Şayet, emin olun arkadaşlar, bu Anayasa değişikliği Anayasa'ya uygun gerçekleşse zaten 330'un altında kalacak. Bütün bu tartışmaların, sizin kendi içinizde Mecliste yapılan tartışmaların ortaya çıkardığı gerçek bu.

Şimdi, sürekli 12 Eylül 2010 referandumundan bahsedildi. "Tarihten dersler çıkarmak lazım." denildi. Tabii, çok yeni, altı yıl öncesinde gerçekleşen bir değişiklik. O zamana giderken Türkiye'deki siyasi atmosferi, yaşanan tartışmaları düşünüyorum. Biz Parlamentoda değiliz, milletvekili değiliz televizyonda izliyorum. Adalet ve Kalkınma Partisinin grup toplantısı, o zamanki Genel Başkan, Başbakan Tayyip Erdoğan konuşurken gözyaşlarına hâkim olamadı, ağlamaya başladı. Devamında da gördük ki onun etkisiyle bakanlar, başbakan yardımcıları, milletvekillerinin bir kısmı da gözyaşlarını tutamadı. Neydi bu kadar duygusallaştıran? Açıkçası merak ettim, İnternet'e girdim, maddelere tek tek baktım. Şimdi, "Türkiye 12 Eylül'ün acılarından kurtulacak." dendi. "Türkiye 12 Eylül darbe anayasasından kurtulacak." dendi. Aslında orada da mevcut Anayasa'nın 25-26 maddesinde değişiklik öngörülüyordu, 2 madde dışındaki diğer maddelere ilişkin belki de Parlamentodaki bütün gruplar buna "evet" diyebilecekti ancak "Bu paket, bu paketi ayıramayız, bunu böyle oyluyorsanız, kabul ediyorsanız kabul edin." dediniz, onun dışında ayrılmadı. Bakın, orada ne vardı? Orada, mesela, 12 Eylül darbe anayasasıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, vergi borcu nedeniyle yurt dışına çıkamayan vatandaşların bu sorununun çözümüne yönelik madde vardı özetiyle. O günün şartlarında şöyle bir pragmatik bir yaklaşımı vardı bunun: "Birkaç yüz bin, borcu nedeniyle yurt dışına çıkamayan vatandaş var, aileleriyle birlikte birkaç milyon oy yapar, sadece bu nedenle dahi olsa bile buna oy verirler."

Nihayetinde "Türkiye darbeleri yapan, darbeleri gerçekleştiren darbecileri yargılayacak." dendi, algı buydu, gerçek ne oldu burada? 90 yaşın üzerindeki, GATA'da tedavi olan 2 emekli general yargılandı ve o yargılamalardan da kamuoyunu tatmin edici bir şey çıkmadı. Şimdi, bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu çıkmazın en büyük sebebi, gerçekler ile gerçekler üzerine kurgulanan bir siyasi atmosfer yok, tamamen algılar üzerinde gidiyor. Bundan sonraki dönem içinde bu teklif şayet aşağıdan, Genel Kuruldan geçerse meydanlara indiğinizde şöyle anlatacaksınız, diyeceksiniz ki: "Türkiye özgürleşecek, demokratikleşecek. Türkiye istikrara kavuşacak. Türkiye'de âdeta bahar açacak." Söylüyor bakanlarınız falan. "Türkiye başka bir ülke olacak." diyeceksiniz. TRT, şayet şu anda herkesin vergisiyle yayın yapan, Anayasa'da yer aldığı gibi devletin televizyonuysa ve bu Anayasa değişikliği teklifinde...

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, uğultuyu keselim, Sayın Emre'yi dinleyelim lütfen.

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bakın, çok basit bir şey söylüyorum: Bu Anayasa değişikliği teklifi şayet aşağıda, Genel Kuruldan geçerse ve bunun propaganda kısmı başladığında her gün birer saat her siyasi partiden temsilcinin, birer milletvekilinin katılımıyla kampanyanın sonuna kadar program yapılsa bu reddolur, doğrusunu yanlışını vatandaş anlar. Buna müsaade edecek misiniz arkadaşlar? Hadi siz aldığınız oy kadar konuşun, siz kırk dokuz dakika konuşun, biz yirmi beş dakika konuşalım. Emin olun, iki aylık bu dönem içerisinde bu propaganda imkânı bir nebze eşitlense bunu vatandaş yüzde 60-70'le zaten reddeder. Şimdi, diyeceksiniz ki: "Efendim, madem vatandaşın oyuyla bu sonuçlar belli olacak, ne sizin bu endişeniz?" Endişemiz şu değerli arkadaşlar: Türkiye'de sağlıklı bir seçim atmosferi yok, OHAL dönemiyle yönetiliyoruz. Şu anda Türkiye'de gerçek anlamda basın özgürlüğünden bahsedemeyiz. Artık bu tip şeyler çok basit ölçülüyor. Muhalefetin sesini duyurduğu, derdini anlattığı ya da bir medya ölçümü yapıldığında iktidar partisinin yer bulduğu, zaman bulduğu vakit ile muhalefetinkini kıyaslandığında ortaya çıkan bir gerçek var: Burada manipüle edilen seçimleri yaşıyoruz. Bundan sonraki bu değişiklikle birlikte şunu görüyoruz, vatandaşımıza biz anlatacağız: Türkiye'de kuvvetler ayrılığı sistemi, evet, ideal değildi, eksikleri vardı, demokrasinin eksikleri vardı ama şayet bu teklif yasalaşırsa Türkiye geri dönülmez bir karanlığa hızla koşmaya başlayacak ve Türkiye'de bir daha demokratik sistemden, demokratik seçimlerden bahsedilemeyecek. Türkiye otoriter, dünyadan dışlanmış ve hızla çöküş yaşayan bir ülke hâline gelecek. Dolayısıyla, belki bugün bu teklifin görüşüldüğü Komisyonda özellikle oylamaların da açık olmasıyla birlikte gerekli refleksi gösteremeyeceksiniz ancak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEYNEL EMRE (İstanbul) - ...Genel Kurula kadar, en azından sizlerin vicdanlarına hitap edebileceğimize inanıyorum; en azından değişiklik yapacağınızı, bu teklifi geri çekeceğinizi umuyorum diyorum, çok da fazla uzatmak istemiyorum.

Teşekkür ederim, sağ olun.