Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 27 .12.2016 |
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, yeni anayasa, insanı merkeze alan bir anayasa olmalıdır. Yeni anayasa, tekçi anlayışlar yerine çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı bir anayasa olmalıdır. Yeni anayasa, Birleşmiş Milletler sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi evrensel sözleşmelerle güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklere aykırı hüküm içermemeli. Din, dil ve ırk eksenli olarak ortaya çıkan nefret suçlarına karşı cezai yaptırımlar artmalı, kamu kurumları ve medya nefret suçlarına karşı projelerle donatılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, özellikle, size, bu konuda Alevilerin yeni bir toplum sözleşmesi olan Anayasa'dan ne beklediğine ilişkin bilgiler vermek istiyorum, taleplerini size sunmak istiyorum. Öncelikle, Diyanet İşleri Başkanlığı, anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalıdır. Yine bu yaklaşıma uygun olarak zorunlu din dersi ve benzeri yaklaşımlar Anayasa'dan çıkarılmalı, ana dilde eğitim ve öğrenim hakkını güvence altına alarak, yerel yönetimlere de ana dilde hizmet sunma hakkı tanınmalıdır. Yeni anayasa yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığını dikkate alacak şekilde düzenlenmeli, askerî kurumların toplumsal hayata müdahalesini engelleyici yaptırımlar koyulmalı, Siyasi Partiler Yasası başta olmak üzere, sendikal ve meslekî örgütlenmelerle ilgili yasalar katılımcılık ve demokrasi eksenli olarak yeniden düzenlenmelidir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, özellikle, Alevi kimliği yasal olarak tanınmalıdır. Yeni anayasa çalışmalarında Alevilerin en temel istemi budur. Cemevleri inanç merkezi olarak kabul edilmeli, buna uygun yasal düzenlemeler yapılmalıdır ve ibadet yeri kapsamında cemevleri de yeni bir tüzel kişilik anlamında tanımlanmalıdır. Başta Hacı Bektaş Dergâhı olmak üzere, Alevilere ve Bektaşilere ait bütün dergâhlar müze statüsünden çıkartılmalı, bu dergâhlara ait bina, arazi gibi taşınmazlar ilgili kişi ve kurumlara devredilmelidir. 1826 ve 1925'te yağmalanan, birçok simgesel değerdeki eşya ve kitabı satılan dergâhların da bu ürünlerinin bulunup iadesinin yapılması için bir araştırma komisyonunun kurulması sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyet kurulduğunda, özellikle dinî cereyanlardan korunması için kurucu cumhuriyetin kurucu iradesinin, kurucu unsurlarının bir sigorta teşkil ettiğini biliyorsunuz. Bu sigorta 667 sayılı Tekke ve Zaviyeler Kanunu'ydu yani o dönemde alınmış sözün ona bir sigortaydı ama teli kalın bir sigortaydı. Öyle bir duruma geldik ki darbelere kadar gelen bir süreçte cumhuriyeti koruyabilecek bir sigorta olmadığı ortaya çıktı. O yüzden de diyoruz ki 667 sayılı Tekke ve Zaviyeler Kanunu kaldırılmalıdır. Bu alandaki yasal düzenlemeler özgür laiklik ekseninde, devletin bütün inançlara eşit mesafede duracağı ve hakem rolünü üstleneceği yaklaşımına uygun olarak yeniden yapılmalı, devlet bütün inanç merkezlerine eşit mesafede olmalı, tüm inançlar yeniden özgürleştirilmeli ve bu alanda gerekli her türlü destek sağlanmalıdır. Lozan Anlaşması'ndan bu yana kullanılan ve ayrımcılığa dönüşen "azınlık" kavramı kaldırılarak, eşit yurttaşlık hakkı temel yaklaşıma dönüştürülmelidir."
2009 yılında başlayıp 9 kez yapılan Alevi çalıştayları neticesinde Hükûmet, Alevi sorunu çözmekle ilgili kararlı adımlar atacağını hem Türkiye kamuoyu hem de Alevi toplumu ile paylaşmıştır. Hükûmetin yapmış olduğu bu çalıştayların, cumhuriyet hükûmetlerinin ilk kez doğrudan Alevileri, Alevileri temsil eden Alevi örgütlerini dinlemeye ve anlamaya çalışması bakımından önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyoruz. Bu son derece önemli girişimi neticelendirmeden buraya kadar getirmeyi de ağır bir şekilde eleştiriyoruz ayrıca. Buradan tekrardan beyan etmek isterim ki bu çalışma eğer sonuca ulaştırılsaydı Alevi çalıştaylarında Alevilerin temel hak ve talepleri gündeme getirilip yasal düzlemde çözülseydi belki bu sorunu burada konuşmayacaktık. Bu bağlamda, Hükûmetin Alevilerin sorunlarını çözmek bir yana, sorunu yeniden inşa ettiğine ve esasta dinsel bir topluluk olarak Alevilerin sorunlarıyla ilgilenmek yerine kendi siyasal çıkarları doğrultusunda mevcut toplumu biçimlendirmeye, biçimlendiremediğinin varlığını yok saymaya, bununla da yetinmeyip çeşitli kesimlere hedef göstermeye devam ettiğini, maalesef, üzülerek görüyoruz. Başbakan 21 Mart 2016 tarihinde Nevruz'la birlikte Alevilerin sorunlarının çözümüyle ilgili Parlamentoya bir kanun getireceğini kamuoyuna beyan etmişti. Burada, son bir kez daha, içeriğini bilmediğimiz kanunun ve yasanın Alevilerle tartışılan, üzerinde görüşülen ve müzakere edilen konular olmadığını kamuoyuna beyan etmek isterim. Alevilerin sadece kendisi için değil, Türkiye'de yaşayan herkes için yıllardır dillendirdikleri "eşit yurttaşlık" kavramını bir kez daha hatırlatıp, kamuoyunca bilinen Alevilerin sorunlarını komisyon çalışmasına sunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu sunacağım temel maddeler tüm Alevi örgütlerinin -Cem Vakfı da dâhil- hepsinin bir araya gelerek eşit yurttaşlık temelinde sorunlarını nasıl çözüleceğine ilişkin, bir toplum sözleşmesinde nelerin yer alması gerektiğine ilişkin özeti içeriyor. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasını istiyor Aleviler."Cemevlerimiz amasız, fakatsız ibadethane statüsündedir." diyorlar. "Dergâhlarımız sahiplerine teslim edilmelidir." diyoruz. Kamudaki ayrımcılığa son verilmelidir. Nefret söylemini kullananlara karşı yasalar çıkartılmalıdır. Alevi köylerine zorla cami yapımına son verilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır. Millî Eğitim müfredatındaki başka topluluklara ve Alevilere karşı nefret söylemleri kaldırılmalıdır. Madımak, utanç müzesi olmalıdır. Hakikatler komisyonu kurulmalı ve katliamlarla yüzleşilmelidir. Eşit yurttaşlık hakkı temelindeki temel özetler bunlar.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Alevi sorununun giderek süreğen bir sorun hâlini alması ve ülkemizin siyasal coğrafyasında çözüm yollarının tükenmediği hâlde, tıkanarak sorunun uluslararası platformlara taşınması Alevileri de rahatsız etmektedir. Siyasal planda, her düzeyde ve her platform için geçerli olmak üzere, Aleviliği tanımlama girişimlerinden vazgeçilmelidir. Aleviliğin ne olduğu ya da olmadığı yalnızca Alevi topluluklar tarafından yanıtlanabilir ve yanıtlanmalıdır da. Özellikle, devletin siyasal-örgütsel yapısı içinde yer alan kurumların -başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere- bu faaliyetlerine son vermelidir. Alevi sorununun teolojik ya da tarihsel bir sorun olmayıp, doğrudan ve öncelikle siyasal bir sorun olduğu kabulünden hareketle, sorunun siyasal planda muhataplarının öncelikle doğrudan Alevi topluluklarının kendisi ve sırasıyla ilgili örgütleri ve temsilcileri olduğu bizim açımızdan kırmızı bir çizgi anlamına gelmektedir. Bu nedenle, sorunun çözümü için Aleviliği teolojik ya da tarihsel olarak tartışma konusu yapmak, sorunu çözmekten çok, daha da karmaşıklaştıracak ve içinden çıkılmaz hâle getirecektir. Aleviliğin teolojik ve tarihsel boyutları, teolojik ve akademik düzeyde anlamlı ve canlı bir araştırma ya da tartışma konusu olabilir ancak siyasal toplumdan ve özel olarak devletin yapılanmasından kaynaklanan bu sorun teologlar ve tarihçilere havale edilmemelidir. Anayasa yapım süreçlerinde Alevi sorununun siyasal niteliğinden hareketle siyasal bir çözüm yolu bulunmasına odaklanmalı, gündeme getirilmesi mümkün olan, Aleviliğin tarihsel, teolojik ve ritüel özelliklerine ilişkin görüş ve yaklaşımlar Aleviliğin bir inanç olarak öneminin ve farklılığının altının çizilmesiyle sınırlı olarak ele alınmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Alevi toplulukların özellikle negatif ayrımcılığın çeşitli biçimleri altında karşı karşıya bulunduğu siyasal sorunlar başta Anayasa'mız olmak üzere ülkemizin temel kurucu metinleri her ne kadar eşit yurttaşlık anlayışını vazetse de mevcut devlet yapılanmasının gerek kurumsal düzeyde gerekse bu kurumların kadroları ölçeğinde fiilen hâkim Sünnilik inancına göre şekillenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Alevilerle Sünni Müslüman halkın sözüm ona siyasetin merkezinden uzak tutulduğu, modernleşme süreci içinde ötekileştirilen, dışlanan, çevrede tutulan Alevilik dahil tüm kesimlerin siyasi alanda söz sahibi olma istemiyle öne çıktığını iddia eden görüşlerin varlığını bilmemize karşın, bu görüşlerin ihmal ettiği nokta Sünniliğin devletin gereksinimleri doğrultusunda başlangıçtan bugüne yurttaşlığın temel yapı taşı olarak kullanıldığı, Aleviliğin ise tümüyle Sünnilik karşısında ötekileştirilerek Alevi yurttaşların ikincilleştirildiği ve ancak devletin ve hükûmetlerin çeşitli gereksinimleri doğrultusunda ve tümüyle sınırlı rollerle siyasal alana çağrıldığıdır.
Türkiye'de kabul gören anlayışa göre laikliğin din ve devlet işlerinin ayrılmasından ibaret olduğunu biliyoruz ancak öncelikle laikliğin özcü olarak tanımlanmasına baştan karşı çıkmak gerektiğinin de kanısındayım. Laikliğin de her kavram gibi belirli bir tarihi vardır ve bu tarih, geçerli olduğu coğrafya parçasıyla karşılıklı olarak ele alınmalıdır. Yerel tarihimiz açısından bakıldığında bu anlayış, devleti kurtarmak ve güçlü kılmak için gereksinim duyulan dönüşümlerin yapılması ve kök salmasında dinsel taassuptan kaynaklanacak engellerden kurtulmak anlamında da maalesef kavranmıştır. Bu temel yaklaşımla birlikte laiklik açısından bakıldığında din ve devlet işlerinin ayrılması laiklik için gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Laiklik, farklı inançlar ve ahlak sistemleriyle var olan bir toplumda siyasal özgürlüğün ve eşitliğin nasıl olanaklı olacağı sorusuna verilmiş bir yanıttır. Bu yüzden, tarafsız devlet, herhangi bir inancın devlet aygıtının imkânlarını kullanarak diğer inançları baskı altına almamasını sağlamak üzere geliştirilmiş bir araçtır. Türkiye'de kabul gören laiklik tarifi, aracı amaç olarak kabul etmektedir. Soruna bu açıdan bakıldığında laikliğin amacı, güçlü devlet değil, eşit ve özgür yurttaşlardan oluşan bir siyasal toplum inşa etmektir ve bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı, bu amaçla temelden çelişmekte ve kesinlikle ciddi, zorunlu ve sorunlu bir kurum hâline dönüşmüştür.
Hâkim dinsel inançların dışında kalan farklı dinsel inançlara sahip yurttaşların, aynı dinsel inanç içinde sayılsa bile kendi farklılıklarını işaretleyen toplulukların ve nihayet herhangi bir dine mensup olmayan yurttaşların eşit ve özgür yaşam hakkının tehlike ve tehditlerden arındırılması gerekir. Bu anlamda, hâkim dinsel inançların ifade ve düşünce özgürlüğünün özüne dokunulmamak kaydıyla siyasal ve toplumsal düzeyde tehdit olmaktan çıkarılması, bunun için en başta siyasal toplumun tüm dinsel referanslarından arındırılması ve buna uygun siyasalar geliştirilmesi temel koşul olmalıdır. Siyasal olarak Alevi sorununun çözümü öncelikle sorunun siyasal toplumun bütününün sorunu olduğunu kabul etmekten geçmektedir.
Değerli milletvekilleri, belki sıkıcı oluyor ama böyle bir fırsat bulduğum için de bu toplumun sorunlarını size sunmak istiyorum. Yani, biraz da bu saatte sizin hoşgörünüze sığınıyorum.
DİDEM ENGİN (İstanbul) - Sıkıcı değil, önemli mevzular bunlar.
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Evet, değerli milletvekilleri, Türk anayasa düzeninde yurttaşların hakta ve özgürlükte eşitliğinin belirli sınırlar dâhilinde formel güvencelerle tanınmış ve korunmuş olduğu görülmektedir. Anayasa'ya göre bütün yurttaşlar başka şeyler yanında din ve mezhep, inanç ve kanaat sebebiyle ayrımcılık görmeksizin hukuk önünde eşittir ve bütün işlemlerinde kamu otoritesinden eşit muamele görürler, Anayasa madde 10'da. Bunu söylemesine rağmen, her ne kadar geçirdiği değişiklikler nedeniyle hala "1982 Anayasası" olarak adlandırılması garip olsa da 1982 Anayasası'nın askerî bir darbeyle şekillenmiş ve baskı koşullarında oylatılarak onaylattırılmış bir Anayasa olmasının yanı sıra günümüzün gereksinimleri karşısında son derece yetersiz kalışı karşısında bizce atılması gereken temel adım bu Anayasa'nın tümüyle kaldırılarak daha eşitlikçi, yeni bir anayasal düzene geçilmesidir. Ancak yeni Anayasa değişikliği çalışmaları toplumun bütün kesimlerinin hazırlık sürecinin bütün aşamalarında müdahil olabildiği, en geniş katılım ve oydaşmayı arayan bir anlayışla sürdürülmeli, kapalı kapılar ardında ve tartışma eleştiri kültüründen uzak teknik komisyonlara havale edilmemeli ve bu yanıyla oldubittiye getirilmemelidir. Mevcut anayasal düzenin tümüyle bir hamlede değiştirilemeyeceği, oysa Alevi sorununun giderek can yakıcı hale geldiği kabulü altında Anayasa'nın aşağıda ayrıca ve özel olarak değineceğimiz, zorunlu din dersini düzenleyen hükümleri ile Diyanet İşleri Başkanlığının konumunu belirten hükümleri derhal değiştirilmelidir. Yukarıda andığımız, 2006 tarih ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun ilgili maddeleri derhal değiştirilmeli ya da Anayasa yargısına taşınmalıdır. Mevcut Anayasanın 150'nci maddesinde düzenlenmiş olan Anayasa yargısına iptal başvurusunda bulunma hakkının kapsamı da mutlaka genişletilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Anayasanın 24'üncü maddesiyle getirilmiş zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin özellikle Alevi yurttaşların vicdan özgürlüğüne ağır bir müdahale teşkil ettiği tarafınızdan iyi bilinen bir konudur. Zorunlu din dersinin temel bir hakka müdahale olduğunu düşünüyoruz. Buna göre, devlet okullarında müfredatta din dersi bulunabilir ancak din dersi bir dinin inancının öğrencilere aşılanması şeklinde yürütülemez ve nihayet, din dersi zorunluysa, öğrencilere ayrım gözetilmeksizin din dersinden muaf olma hakkıyla beraber velilerin rızasına uygun başka seçenekler de sunulmak zorundadır.
BAŞKAN - Sayın Doğan, süreyi bir arada hatırlatayım, toparlarsanız.
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Başkan, bu özgün bir konu.
BAŞKAN - Yok, süreyi hatırlatmak istiyorum.
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Evet, onu ekonomik kullanacağım.
Evet, değerli milletvekilleri, İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esaslarına müteallik işlerini bir kamu hizmeti olarak yürütmek üzere merkezî idare içinde ve özgün bir yapıda örgütlenmiş bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye'de din alanındaki siyasal müdahalenin temel kurumlaşması olarak gelmiştir. Bu kurumlaşmanın, evrensel ya da teorik bir perspektiften bakıldığında eşitlikle ve bunun kamu otoritesi alanındaki yansıması olan tarafsız devlet ilkesiyle bağdaşmadığı açıktır. Aslında tartışmalarımızda Sünni yurttaşlarımızla, arkadaşlarımızla konuştuğumuzda Diyanet İşleri Başkanlığının İslam dininin özgün hâlinden uzaklaştığını, özgün hâlini vermediğini, farklı bir din yaratıldığını, anlamadıklarını da arkadaşlarımız bize ifade ediyorlar. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının "eşitlik" hakkının anayasal istisnasını oluşturduğunu söylemek gerekir. Eşitliğe olduğu kadar vicdan özgürlüğüne de doğrudan bir müdahale olmasına karşın, bu problemin doğrudan doğruya anayasal düzenden kaynaklanması nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığının kesin olarak kaldırılması gerekmektedir. Bu konudaki kesin talebimiz, din hizmetlerinin inançlara bırakılması ve inançların özgürleşmesi anlamında bunları söylüyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığının 1924 tarihli kuruluş Yasası'ndan farklı olarak 1965 tarihli Yasa'yla üstlendiği "toplumu din ve ahlak konularında aydınlatma" görevinin genelde ahlak sahasını dinselleştirmek ve özelde Alevileri Sünnileştirmek amacına hizmet ettiği de maalesef açık bir husustur. Diyanet İşleri Başkanlığı nihayetinde bir kamu kurumudur; teolojik değil, hukuki ve siyasi öncüllerden hareket etmek zorundadır. Eğer anayasal statüsünün zorunlu kıldığı laiklik ilkesi doğrultusunda -madde 136 Anayasa'da- tutum alabilmesi için ayrıca teolojik bir zemin bulması gerekiyorsa nasıl becereceğini kendisi bulmak üzere, teolojik kabullerini de özgür yurttaşların dinî kimlik ve eşit özgürlük haklarını zedelemeyecek şekilde dönüştürmek zorundadır. Bu çerçevede, Diyanet İşleri Başkanlığının gerek kuruluş yasası ve gerekse kendisine görev veren tüm düzenlemeler gözden geçirilerek İslam dini alanında tekel oluşturan vasıfları ortadan kaldırılmalıdır. Toplumu din ve ahlak konularında aydınlatma görevi kesin olarak elinden alınmalıdır. İbadethanelerin yöneticisi olma vasfı kesin olarak elinden alınmalı, denetim göreviyle sınırlandırılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Alevilere göre eşitlikçi bir yurttaşlık anlayışı için, Diyanet İşleri Başkanlığında ifadesini bulan, entegre yahut kolonize din düzeni karşısında içerilmek değil, dışta kalabilmek hayatidir. Cemevlerinin Alevilerin ibadet mekânı olmasının yanı sıra hayati önemi, aynı zamanda sivil bir dinselliğin mekânsal imkanı ve ifadesi olmasındandır.
BAŞKAN - Son iki dakika Sayın Doğan.
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Valla bir beş on dakika daha verin Başkan. İlk defa Komisyonda bu kadar konuşuyorum.
BAŞKAN - O mümkün değil, bütün arkadaşlarımız yani artık esasen...
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Rica ediyorum, bir beş dakika daha Başkan, lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, ilk kez konuşuyor.
BAŞKAN - Tamamlayalım, buyurun.
MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Alevilik müstakil bir inanç ve ibadet düzeni olarak tanınmalı ve bu doğrultuda cemevleri ibadethane statüsüne kavuşturulmalıdır yani tüzel bir kişiliğe kavuşturulmalıdır. Burada, eşit haklar perspektifinden sorun, ibadet yerlerinin genel hukuki statüsünün eşitlik ilkesini her zaman ve tam gözetir nitelikte olmayan bir pozitif düzenlemeler bütününün varlığından kaynaklanan tanınma ve eşit muamele görme sorunudur. Cemevleri somut olarak, ibadethane işlevi yanında çeşitli sosyal işlevleri de üstlenmektedir. Buradan hareketle, hiçbir siyasal aktör cemevlerinin ibadethane olmadığını artık ileri süremez. Bu ölçü üzerinden bakılırsa camilerin de ibadethane statüsü olma vasfı tartışılabilir hale gelir ki bunu biz hiçbir zaman için istemiyoruz. Cemevlerinin statüsünün ibadethane olarak kabulü için, sıkça ileri sürüldüğü gibi, Anayasa'nın temel hükümlerinden olan ve İnkılap Kanunlarının içinde sayılarak güvence altına alınan 174'üncü maddenin (3)'üncü fıkrasında sayılı, 1341 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Yasa'nın değiştirilmesine de ayrıca ihtiyaç yoktur. Ayrıca, 677 sayılı Yasada, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek vakıf suretiyle gerek mülk olarak şeyhının tahtı tasarrufunda devam eden ve ancak Alevi öğreti ve inancıyla ilgili şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik ve nakiplik gibi önemli ritüellerimiz ve önemli kurumlarımız maalesef büyücülük, üfürükçülükle aynı eksende değerlendirilmiştir.
Alevi inancının ve öğretisinin önemli 3 günü olan, değerli yoldaşlar, arkadaşlar...
"Yoldaşlar" dedim de bu alışkanlık herhâlde solculuktan geliyor! Önemli değil değil mi? Evet.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Alevilerin üç tane önemli günü var: Bir, Gadîr-i Hum var. Biliyorsunuz, velayet makamının Hazreti Ali'ye verilmesi meselesinde -teologlar bilir, benim bu konuya dair az bilgim var- velayet makamı verilmesi hususunda bir Gadîr-i Hum bayramları var. Bir tanesi de Hazreti Hüseyin'in şehit olduğu 10'uncu Gün, bir Yas-ı Matem Günü var. Bir de Hızır orucunu tuttuğu gün var.
Şimdi, bu bayramlarımız, matemlerimiz tatil günü olmadığı için bu görevlerimizi yerine getiremiyoruz. Bu üç günün de yasalarla güvence altına alınarak tatil edilmesini istiyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum beni dinlediğiniz için.