KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, yine dünkü gibi oylamayı farklı bir yöntemle yaptınız, bunu kesinlikle doğru bulmadığımızı...

ZEKERİYA BİRKAN (Bursa) - Başka bir yöntemi var mı?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Usulü biliyor musunuz?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Usulü biliyoruz Sayın Elitaş, daha söz isteme varken nasıl gider?

BAŞKAN - Arkadaşlar, bir dakika...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, Elitaş'a söz vermemeniz herhâlde bana söz vermemek içindi, onu anlıyorum da. Hem size vermedi...

BAŞKAN - Arkadaşlar, aranızda tartışmayın, bana söyleyin sorunu.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, şöyle söyleyeyim: Dün o oylama sırasında yoktum ama biz, en azından bu kifayetimüzakere konusunda farklı bir uzlaşı ortamının aranabileceği görüşüyle sözlerimizi söyleyecektik, şimdi söylüyorum. Yani, doğru, kifayetimüzakere konusunda geçmiş teamüller, İç Tüzük'ün yorumlanması konusunda bu usule başvuruyorsunuz ama en azından, bu teklife karşı çıkan yani "Hayır." diyeceğini açıklayan ya da bu önergeleriyle ya da sözleriyle, madde üzerindeki konuşmalarıyla bizim buradaki amacımız Anayasa değişiklik teklifi üzerinde gerçekten birbirimizi anlamaksa eğer birbirimizi dinlemek zorundayız; dün de, ilk gün de aynı şeyleri söyledik. Ama, şöyle bir pozisyon var: Yani, şu anda bu salonda açıkçası sanki bir maçtayız, taraftarlar var ve biz karşılıklı bir müsabaka içindeyiz, herkes kendi dediğinin doğruluğunu dayatmaya çalışıyor, sizinki de bir dayatma. Yani, bu dayatmayı kesinlikle biz kabul etmiyoruz ve demokratik bulmuyoruz bir kere. Yani, şu anda doğru, makul süre... Zaten kimse de dinlemiyor.

BURCU ÇELİK (Muş) - Başkan, salondaki sessizliği sağlar mısınız.

BAŞKAN - Arkadaşlar, biraz sessiz olalım...

Buyurun Sayın Beştaş.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, burada yani aylarca, yıllarca tartışmaktan ziyade gerçekten bu Anayasa değişiklik teklifinin nasıl bir şeye evrileceği ve herkesin ön yargısız bu değişikliği tartışabilme olanaklarının Komisyonda sağlanması gerekiyor. Şu ana kadar yaşadığımız deneyim ve özellikle bu Komisyonun önüne gelmeden önce zaten sizin deyiminizle bu yemek pişirildi, hatta fazlasıyla pişirildi ve artık öyle bir aşamaya geldi ki yemeğe hiçbir şey katamıyoruz.

BAŞKAN - Bir söz söyledim, artık, yemek pişti, dağıtıldı; hepsi oldu yani.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Yemek pişmiş. Biz diyoruz ki: "Pişmemiş. Bu yemeğin pişirme yeri burasıdır." diyoruz ve en son halka sunma yeri de referandumdur yani Genel Kuruldan sonra referandumdur. Ama, şu anda, gerçekten, birbirimizi dinlememekle birlikte öneriler de havada uçuşuyor. Bizden 1 kişi söz aldı.

BAŞKAN - Pişmiş aşa su katmayalım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - İşte, pişmiş aşa su katmışız gözüyle bakıyorsunuz. Biz de bu pişmiş aşın yanlış politikalarla, antidemokratik yöntemlerle ve yemeğe katkıda bulunacakların reddiyle bu aşamaya geldiğini söylüyoruz. Şu anda bizim dışımızda Genel Kurul aşaması, referandum aşaması takvimi belirlenmiş -ve bu gece yine bir zirve yapılmış- bir Anayasa değişiklik teklifini konuşuyoruz.

Bu gece Başbakan Sayın Yıldırım ile Sayın Bahçeli ne konuştular? Niye burada Anayasa Komisyonu devam ederken 2 partinin liderleri bir araya geliyorlar, "Anayasa ve terörle mücadeleyi konuştuk." diye iki cümlelik bir açıklama yapıyorlar? Bu, Anayasa Komisyonun görev ve yetkisi değil mi? Biz burada bu Anayasa değişiklik teklifinin, gerçekten, Türkiye'de Anayasa değişim sürecine ne katacağını, doğru olup olmadığını, hukuk devleti ilkelerine gerçekten katkı sunup sunmadığını tartışmak üzere buradaysak yani diğer çalışmaların tümü milletten de Meclis iradesinden de kaçırılan yöntemlerdir. Bunu doğru bulmadığımızı ifade etmek istiyoruz.

Söz istemlerinde kesinlikle burada Parlamentoda görev yapan, milletvekili olan, cezaevinde olan bütün milletvekillerinin buradaki söz hakkı korunmalıdır. Tabii ki "On saat, yirmi saat konuşulsun." denmesi yerine makul sürede düşüncelerin ifade edilebileceği, önerileri varsa sunulabileceği bir zeminin yakalanması gerekiyor. Siz "yüzlerce kişi" dediniz, 1'inci madde üzerinde bizim partiden 1 kişi konuştu." dediniz ve bizden diğerleri de söz almadı, dikkatinizi çekerim yani bu konuda kendimizce de bu kadar bir çerçeveyle sunduk ama konuşmak istesek konuşuruz tabii, saatlerce de konuşabiliriz. Amacımız, burayı kilitlemekten ziyade birbirimize laf anlatmak ve bu teklifin ne kadar büyük tehlikeler içerdiğini, gelecek açısından, demokrasi açısından, parlamenter sistem açısından, hukuk devleti, açısından şu anda acil olan sorunlarımızın çözümü açısından ne kadar büyük bir totaliterliğe izin vereceğini anlatmaya çalışıyoruz. Ben yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığında anlattım. Şu anda biz hukuk devleti ilkelerinden, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından ne kadar uzaklaşırsak bu tümüyle bu sistemi bu şekilde tartışmamızla ilgilidir. Aksini düşünmüyoruz.

Yani, şu anda bize diyorsunuz ki: "Bu ibareyi tartışın." Madde 2, bunu niye buraya koydunuz? Vallahi, anayasa koyucu, bu 2 kişilik komisyon kime sordu, niye sordu, hangi matematiksel hesapla 600'e çıkardı, bir ayrıntılı açıklama yapsın. Maddenin gerekçesi şu: "Ülkemizin nüfus artışına uygun olarak milletvekili sayısı 600'e çıkarılmaktadır." Neresinden tutalım? Bu nisaba mı uyduruldu? Nisap sayısı tam sayıya mı çevrildi?

BAŞKAN - İmza sahipleri açıklayacaklardır.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Yok yani kimse bir şey açıklama ihtiyacı duymuyor zaten. Bizim eleştirilerimizle, muhalefetin eleştirileriyle lütfedildi, iktidar partisi bize ilk gün bir açıklama yaptı. Yani, bizi ikna etmek gibi açıklama, bunun ayrıntılarını tartışma gibi bir motivasyon bile yok. Yani, "Biz getirdik, önünüze koyduk, her birine bir satırlık gerekçe yazdık, zaten bizim oylarımız yetiyor, biz elimizi kaldıracağız, kabul edeceğiz, siz de reddedeceksiniz." Böyle bir perspektifle bakıyorsunuz. Bunun da ne kadar demokratik olduğunu ileride tarih yazacak ama biz burada tarih yazmak için bulunmuyoruz. Burada bulunmamızın sebebi, tarihi kendimizin oluşturmasıdır. "İleride, yüz yıl sonra, elli yıl sonra çocuklarımız okusun." diye bir motivasyonla burada değiliz. Tam tersine, biz burada bu Anayasa değişikliğinin Türkiye'yi çok büyük uçurumlara sürüklediğini... Ve bu cümleyi sürekli söyleyeceğim, işlenen bir suçun suç olmaktan çıkarılmasıdır. Şu anda Türkiye'nin yürütülen düzen çerçevesinde Cumhurbaşkanlığının Anayasa aykırı fiillerinin anayasal dayanağa kavuşturulmasıdır. Şu anda iktidar partisi lehine diğer uzlaşan parti farklı bir dil söylüyor ama bize sürekli şunu söylüyorlar: "Çok büyük tehlikeler var, ülkemiz ciddi tehdit altında. İşte, bunları konsolide etmemiz lazım, bu tehlikeleri bertaraf etmemiz lazım." Tehlikeleri bertaraf etmek ile bütün yetkileri bir kişide toplamak arasında nasıl bir bağlantı var? Bizim bu tehlikeleri defetmemizin yolu -tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminden önce söylediğimiz gibi- bunun yolu demokrasidir, bunun yolu daha fazla haktır, bunun yolu daha fazla özgürlüktür: Bunun yolu Suriye'ye askerleri göndermek değildir, sonra da "Oradan nasıl çıkacağım?" diye bir telaşa kapılmak değildir. Kaç yıldır "Esed" dedikleri adama, son anda "Esad" demek değildir. Orada "Halkını katleden lider." diye suçlayıp ertesi gün gidip "Moskova Bildirisi" adı altında İran ve Rusya'yla ortak bildiriye imza atmak değildir. "Başika'dan çekilmeyeceğim." deyip sonra sözünü geri almak değildir. Dış politikada bir iflası yaşarken iç politikada kendisini konsolide etmek, seçmenlerini bu konuda inandırmak adına, herkes bir tehlikedir, "Bir tehlike vardır." diyerek almış başını gidiyor. Böyle bir tehlike yoktur. Bu, suni bir gündemdir. Bu tehlikeyi biz ancak 15 Temmuz darbesinden sonra siyasetin ortaklaşmasıyla bertaraf edebiliriz. Biz bunu nasıl aşabiliriz? Gerçekten, bu şiddet sarmalından nasıl kurtulabiliriz? Şu anda cezaevlerini daha fazla doldurarak mı, insanların daha fazla ölümüne göz yumarak mı, daha fazla "Kökünü kazıyacağız." diyerek mi, intikam naraları atarak mı bir düzlüğe çıkacağız? Böyle bir şey yok. Bunu kırk yıldır deneyimledik. Nasıl çözülmeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Nasıl çözüleceğini konuşmamız lazım. Bu ezberleri kırk yıldır dinliyoruz, bunların hepsi ezber, statükocu laflar. Biz yeniyi bulmak zorundayız. Dün değil önceki gün Sayın Adalet Bakanı "175 cezaevi açacağız." diyor. Böyle bir şey olur mu ya? Bunu müjde olarak veriyor. Bence Türkiye'nin bir bölümünü cezaevi yapalım, üstünü de kapatalım, etrafını da telle çevirelim, bu sorunu çözelim. İktidar partisine karşı olanların hepsini kapatalım. Hepimiz yarı açık cezaevindeyiz. Hangi saatte polisin kimin kapısını çalacağını, kimi gözaltına alacağını; hangi gazetecinin terörist ilan edileceğini, hangi milletvekilinin "devletin ülkesi, milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine fiille" hakkında dava açılacağını kestiremiyoruz. Şu anda böyle bir ortamda yaşıyoruz. Yani, bir çılgınlık hâli var, bir cinnet hâli var ve bu cinnet ortamında hiç kimse tartışmadan, milletvekilleri bile tartışamadan böyle bir Anayasa değişikliğinin geçirilmesinin demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu, tümüyle baskı gücüyle... Yani, ben demin salona baktım, çok üzüldüm. Aynen dokunulmazlık sürecinde olan manzara... Gerçi o zaman 3 parti anlaşmıştı. Şimdi, 2-2 duruyoruz. Arkada pozisyon alınıyor sürekli, böyle garip bir şey, sanki cenge gidiyoruz, sonra bir uyuşmazlık oluyor, bir bakıyoruz, ortalık... Böyle bir şey var mı ya? Burası Meclis. Bu yöntemle dokunulmazlıklar kaldırıldı. Evet, bu yöntemle kaldırıldı, böyle biraz da zorun gücü gösterilerek. Her fırsatta "Şiddete karşıyım." diyeceksiniz, sonra gelip bunun tehdidini ortaya koyacaksınız. Biz HDP'den 4 kadın olarak buradayız. Vallahi ne şiddet uygularız ne de böyle bir tarzımız var bizim yöntem olarak ama yani bu tablodan da büyük bir rahatsızlık duyuyoruz. Kadınlar da bence, eminim diğer kadın arkadaşlar da, rahatsız oluyor. Bu erkek dilinden, bu erkek yönteminden nefret ediyorum ben şahsen. Böyle kaba güçle bir gariplik var. Erkeklere atfen söylemiyorum, yöntem olarak bunu söylüyorum. Gerçekten, bunu reddediyoruz. Bu, 2'nci madde üzerinde konuşmamdır, hiç böyle endişeye kapılmayın Sayın Başkan. Gerçekten yani bu uyarıyı yapmaktan biz bıktık, neredeyse her gün aynı şeyleri söylemekten ama bir etkisi var mı, emin değilim. Yani, artık, gülünecek hâle mi geldik? Gerçekten, gürültü yapılıyor şu anda ama biz her gün Türkiye'de kan kaybediyoruz. Siyasete güven, yargıya güven, temel hakların ihlalleri... Türkiye, yirmi yıl sonra, işkenceye sıfır toleranstan yaygın bir işkence ülkesi hâline geldi. Şu anda cezaevlerinde yatan bütün tutuklu ve hükümlülere alenen işkence yapılıyor. Adalet Bakanı "İşkence yoktur." diyerek bu işkenceyi bertaraf edemez, bu işkencecilerin hesabını sormak zorunda. Sokakta işkence var, cezaevinde var, gözaltında var, sağlık emekçilerine yönelik var, kamu emekçilerine yönelik var, eğitim emekçilerine yönelik var, milletvekillerine yönelik var. Ya, bu ülkede milletvekilleri ters kelepçeyle uçağa bindirildi. Bundan daha ötesi var mı? Milletvekillerine kelepçe takılıyor bu ülkede ve biz bunu sırf meşrulaştırmamak adına söylemedik şu ana kadar. Arkadaşlarımız üç saatlik yolda ters kelepçeyle oturtuldu. O milletvekilleri nereye kaçacak? Biz kaçsak niye buradayız? Meclisten çıkanlar... Besime Konca'ya ters kelepçe takıldı, Nursel Aydoğan'a ters kelepçe takıldı. Ben o gün il başkanımıza kelepçeyi üç saat rica etmeme rağmen çıkarttıramadım; emekli öğretmen, 70 yaşında bir il eş başkanımız Adana'da. Böyle bir tabloda biz neyi konuşuyoruz? Bunların bir anlamı yok. Milletvekilleri gözaltına alınıyor, işkence görüyor, baskı görüyor. Tehdit almışlar ya! Açıkça taciz ediliyorlar sözlü olarak. Burada biz de milletvekiliyiz diye kendimizi böyle gereceğiz öyle mi? Yok böyle bir şey.

Dışarıdaki dünyayı hissetmediğimiz müddetçe, bu koridorlardan, bu duvarlardan içeri girmediği müddetçe gerçek yaşamla temas ettiğimizi düşünmeyelim. Şu anda gözümüzü kapatıp, kulaklarımızı tıkasak da hiçbir şey normalleşmiyor ve bunun hesabının sorulması için, hem tek başına odalarda kalınması hem işkence... Mektup verilmiyor arkadaşlar Kandıra'da. Arkadaşlarımız -avukatları gönderdik- 3 tane parkayla geziyorlar. Adalet Bakanlığının, Türkiye'nin bütçesi mi yok? Orada bütün tutuklular zatürre tehlikesi altında. Biz burada, neymiş gündemimiz? Anayasa'yı değiştireceğiz. Niçin? Ee, şimdi fiilî bir durum var, bu fiilî durumu Anayasa'ya uyduralım. Türkiye tarihinde böyle bir dönemeçte yaşıyoruz ve gerçekten artık, bunun tartışılabilir, kabul edilebilir hiçbir yanı kalmamıştır. Biz bugün buradaysak büyük, büyük, büyük bir sıkıntıyla buradayız. Emin olun, burada olmaktan mutluluk duyduğumuz için burada değiliz. Halkın bize verdiği yetkiyi bertaraf etmemek için, onlara verdiğimiz sözü ve bu ülkeyi sevdiğimiz, bu şiddetin ortadan kalkmasının yolunun da sadece siyaset olduğuna inandığımız için buradayız. Gündüz de anlattım, her sabah neredeyse saat altıda ben bir gözaltı haberiyle uyanıyorum. Ya eş başkan yardımcımız, ya MYK üyemiz, ya bir milletvekili arkadaşımız, ya bir belediye başkanımız. İki gün önce Akdeniz -benim bölgem- Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Mutlu tutuklandı. Avukatı aradım; nedir iddia? Efendim, HDP'nin yaptığı açıklamaya katılmış. Ee, ne var bunda? Her gün "hendek" diye bağıranlar, Mersin'de hendek mi var? Tek belediye batıda, tek belediye, Mersin Eş Başkanı böyle bir açıklamaya katıldığı için tutuklanıyor. Neden? Çünkü aynı gün kayyum atanmış, gözaltına alınmazsa olmaz.

Şimdi, bu uygulamaları iktidar partisine sormayalım da kime soralım? Bize bir gündem getirmişler "Bu gündemi tartışın." diyorlar. Gündemi de tartışalım, ha 550 olmuş, ha 600 olmuş; ne yani, ne değişecek? Asıl maddelere geleceğiz şimdi, asıl alınmak istenen yetkilere geleceğiz. Sonrasında dar bölge mi gelecek, daraltılmış mı gelecek? Bunun ileri adımları da var, bu böyle burada bitmeyecek. Çünkü iktidar partisinin bugüne kadarki yasama faaliyetlerinde her zaman bir ajandası vardır; bir adım atınca sonrasını düşünmek lazım, tıpkı kayyumların Meclisten çekilip KHK'yle getirilmesi gibi. Ama şunu unutmayın, bu yöntem döner herkesi vurur, sahibini de vurur; vurur. Şu anda seçimde kesinlikle, kesinlikle AKP iktidarı vazgeçmek durumundadır ya da burada söylediğimiz değişiklikleri dikkate almalıdır çünkü biz Türkiye'nin aleyhine çalışmıyoruz, biz demokrasi aleyhine bir söz söylemiyoruz, biz bu ülkede 79 milyon insanın özgür, eşit, sağlıklı, huzur ve toplumsal barış içinde yaşaması için büyük fedakârlıklarla buradayız. Sırça köşklerden de gelmedik buraya, çok büyük bedeller ödeyerek geldik ve buna inanarak geldik. Şu anda hayal kırıklığı yaşıyoruz. Yani bunu söylüyor Hükûmet sözcüleri, her gün tek hedef var, HDP. Neden HDP? HDP çalıştırılmayacak referandumda; tek amaç var. Biz "hayır" kampanyasını 7 Hazirandan önce başlatmışız; bu, yeni bir şey değil. Biz demokratik bir Türkiye istiyoruz ve tek adam rejiminin demokratik Türkiye'ye izin vermeyeceğini biliyoruz yoksa kimseyle bir sorunumuz yok, ne Cumhurbaşkanıyla ne Başbakanla ne başka hiçbir arkadaşımızla bizim kişisel bir sorunumuz yok ama bu kişiselleştirilmiş. Niye "hayır" diyoruz? Önerilerimizi dikkate alın. Gelin, şu ülkeyi demokratikleştirecek adımları birlikte atalım, uzlaşalım. Uzlaşmadan kaçmıyoruz ne Genel Kurulda ne burada, yeter ki bir adımı ileri atalım. Hep geriye doğru gidiyoruz, hep geriye doğru gidiyoruz ve söylediğimiz hiçbir söz karşılığını bulmuyor. Gerçekten bulmuyor ve bundan artık çok büyük bir rahatsızlık duyuyoruz. Muhalefet etme yöntemi de yani böyle gerilim yaratarak değil birbirimizi dinleyerek olmalı ama kimse kimseyi yani belki biz birbirimizi arada bir dinliyoruz ama öyle bir değişiklik yaratacak bir etki olmuyor çünkü asla o ezberler dışına çıkılmıyor. Bazı ezberler, alışılmış dışında bir şey yok ve şu anda vatandaş... Gülüyorlar, ben halkın arasına gittiğimde diyor "Siz ne yapıyorsunuz orada?" "Anayasa tartışıyoruz." "Ne Anayasası ya? Ben açlıktan ölüyorum." diyor. "Benim çocuğum işkence gördü." diyor. "Benim işçi çocuğum sabah beşte kalkıyor, gidiyor on beş saat çalışıyor." diyor; kimsenin gündeminde anayasa yok. Biz halka zorla yukarıdan bir değişikliği dayatacağız ama bu değişiklik kesinlikle bu yöntemlerle halktan geçmeyecektir, Genel Kuruldan geçse bile bu halktan geri döner; o yüzden yol yakınken bunu gerçekten aklıselim bir şekilde tartışalım diyorum.

Teşekkür ediyorum.