KOMİSYON KONUŞMASI

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, şimdi, tabii ki görüşmekte olduğumuz Anayasa değişikliğine ilişkin kanun teklifinin belki de siyasi hayatımızda bu kadar etkin ve farklı bir değişimi... Rejim anlamında, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbiriyle ilişkisi ve iletişimi anlamında belki de en önemli yasalardan birisini görüşüyoruz.

Tabii, bu teklifin tümü üzerindeki görüşmelerde anayasacılığın, dünyadaki ve Osmanlı'dan yana ülkemizdeki bireysel hak ve özgürlükler, aynı zamanda da mutlak egemen güce, padişaha, krala, monarşik tek adam yönetimlerine karşı, aynı zamanda da feodal, aynı zamanda da soyluların egemenliğine ilişkin olarak insanlığın nasıl bir gelişim gösterdiğini, hangi aşamalardan geçtiğini, bunları anlatmak isterdim ama, maalesef, tümü üzerindeki görüşmelerde haksız olarak söz verilmediği için Komisyon üyelerinin büyük çoğunluğuna, bu görüşlerimizi ifade edemedik. Tabii, bu hususları da maddeler üzerindeki konuşmaların bir kısmında konuyla ve maddeyle bağlantılı olarak derleyip toparlamaya çalışacağım.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 26 Ağustos 1789... 16'ncı maddesi diyor ki: "Hakların güven altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda anayasa yoktur." Tam iki yüz yirmi yedi yıl önce, insanlığın büyük çıkışının yakalandığı o Fransız İhtilali'nin neticesinde insanlığın geldiği en önemli aşamalardan birisini ifade ediyor ve bu madde günümüzde de hâlâ geçerliliğini koruyan bir madde. İşte, şu anda görüşmekte olduğumuz yasa teklifini bu kapsamda, kuvvetlerin birbiriyle ilişkisi noktasında anlayıp değerlendirirsek daha iyi kavramış oluruz diye düşünüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, hak ve özgürlükleri güvence altına almak için siyasi iktidarı sınırlama hedefinde verilen mücadele, anayasacılık tarihiyle örtüşür. Devletin temel görevlerinin, yasama, yürütme ve yargı adı verilen organlar arasında paylaştırılması siyasal iktidarı sınırlamanın vazgeçilmez aracıdır. Bu şekilde sağlanan erkler ayrılığı, 21'inci yüzyıl anayasacılığının ortak paydasını oluşturur.

Değerli arkadaşlarım, anayasalar iki nedenden ötürü önemli görülmüştür. Bunlardan ilki, devletleri tasvir etmesi, kurumlarını ve kuruluşlarını ve bunların görevlerini bir çerçeve içerisinde çizmiş olmasıdır. İkinci neden ise, anayasaların, demokrasilerin temel taşı, olmazsa olmazı olarak kabul edilmesidir fakat anayasalara atfedilen bu iki özellik de eksik kalmaktadır. Zira, anayasalar, devlet kurumlarını ve devletin işleyişini tanımlamakta eksik ve kusurlu kalabilmektedir. Esas amacı, devletin işleyişi ve siyasal sistemin kurumlarını belli bir çatı altında toplamak, belirli çerçeve içinde tasvirlerini yapmak olan anayasaların içinde, devlet işleyişiyle zaman zaman alakası olmayan maddeleri de görmek mümkün olabilmektedir. Devletin işleyişi için kılavuzluk eden bir üst metin fikri, antik dönemlere kadar uzanır. Bu kurallar, genellikle, meşruiyeti sağlama adına, dinî özelliğe sahip yüce bir ahlaki gücün eseri olmuştur. Bu konuya uzun uzadıya girmeyeceğim, zira, bu sayılanlar, çeşitli kurumların görev, sorumluluklarına yönelik hükümler barındırmamışlar ve temel yasanın ihlali hâlinde, ceza veren, emredici bir mekanizmayı nadiren tesis etmişlerdir. Bu nedenlerle, anayasaları ve anayasacılığı yeni bir gelişme olarak görmek daha realist bir yaklaşım olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce sözünü ettiğim Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin yazılmasına ve insanlığın büyük bir aşama geçirmesine neden olan Fransız İhtilali'nden kısaca bahsetmek isterim. Dünya tarihinde önemli değişim ve gelişmelere ortam sağlayan en önemli olaylardan birisi Fransız İhtilali'dir. Fransa Kralı XVI. Lui zamanında, ekonomik sorunlara çözüm bulabilmek maksadıyla Etajenero Meclisi toplantıya çağrılmıştır. Toplantıda, soylular, rahipler ve halk meclisleri arasında tartışmalar meydana gelince, halkı temsil eden halk meclisleri, Etajenero'yu millî meclis ilan etmişlerdir. Toplantı sonucunda da millî meclisin onayı olmadan vergi toplanmaması kararı alınınca, Fransa Kralı askerleriyle meclisi dağıtmak istemiştir. Bunun üzerine halk ayaklanarak, 14 Temmuz 1789 yılında Bastille Hapishanesini basarak tutukluları serbest bırakmıştır. 28 Ağustos 1789 tarihinde de biraz önce sözünü ettiğimiz bildiriyi yayınlamışlardır. Bu bildiriye göre, egemenlik milletin olacaktır. Herkes, din, inanç ve düşüncesini özgürce yaşayıp yayabilecektir. Mülkiyet hakkı kutsal ve dokunulmaz bir hak olacaktır. Özgürlük, başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilme olarak nitelendirilecektir. İnsan ve vatandaş haklarının güvence altına alınması, kamu düzeninin sağlanması devletin görevi olacaktır. Herkes suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılacaktır. Fransız İhtilali'nden sonra, değerli arkadaşlarım, anayasa ilan edilmiş ve meşruti krallık kurulmuştur. Napolyon'un 1804 yılında imparator olmasıyla ülke içindeki karışıklıklar sona ermiştir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu Fransız İhtilali'nin sebepleri, Fransa'nın mutlakiyetle yönetilmesi ve krallık rejiminin baskısı altında halkın ezilmesidir. Amerika veya İngiltere'de bu kurulan devletlerin demokratik yönetimleri sonucu halkına geniş özgürlükler vermiştir. Fransız halkı da çevresindeki ülkelerde gördüğü bu yönetime özenmiştir. Fransız aydınlardan Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Diderot ve Voltaire'i yazdıkları eserlerde mevcut rejimin eleştirilmesi ve çözüm yollarının ileri sürülmesi mümkün olmuş, aydınların bu düşünce tarzları halkın krallığa ve rejime olan tepkisini artırmıştır.

Fransa'da soylular ve rahipler geniş imtiyazlara sahipken ülke halkının toplumsal olarak hiçbir hakka ve değere sahip olamaması, halkı olumsuz yönde teşvik etmiş ve isyan noktasına getirmiştir. Kısıtlı haklara sahip olan köylüler, burjuvaları desteklemiştir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Fransız İhtilali'nin sonucunda... Bunları niye anlatıyorum? Monarşiden, insanlık tarihinin hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldiğinin anayasacılık noktasında anlaşılması açısından söylüyorum. Bu ihtilal sonucunda soyluların ve rahiplerin ayrıcalıkları kaldırılmış ve eşitlik ilkesi getirilmiştir. Mutlak monarşi sistemi yıkılmıştır, egemenliğin halktan geldiği kabul edilmiştir. Halkın yönetime katılmasına olanak tanıyan demokratik ve laik yönetim anlayışı değer kazanmıştır. Siyasal eşitsizliğe neden olan toplumsal yapı değişmeye başlamış, eşitlik, adalet, milliyetçilik, hürriyet, ulusal egemenlik, laiklik ve cumhuriyet gibi kavramlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Milliyetçilik ilkesinin yayılmasıyla imparatorlukların dağılması için de ortam hazırlanmıştır. İnsan Hakları Bildirisi evrensellik kazanmaya başlamış ve laik hukuk kuralları uygulanmaya başlamıştır.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bizde bu ihtilalden etkilenerek Osmanlı'da anayasacılık hareketleri başlamış, Serveti Fünun, Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı, I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ve nihayet de Millî Mücadele dönemi ve ardından da Cumhuriyet Dönemi anayasaları yazılmıştır.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, yargı yetkisi açısından baktığımızda, özellikle Osmanlı anayasacılığa girişimlerde önemli olan, "belki" de değil ilk anayasamız olan, yazılı anayasamız olan Kanuni Esasi'de, gündeme ilişkin olarak, bu 1'inci maddeyle ilgili olarak, yargı yetkisini nasıl tanımladığını sizlere söylemek isterim. Kanuni Esasi, yargı organını "Mehakim" başlığı altında yani "Mahkemeler" başlığı altında 81 ila 91'inci maddelerde düzenlemiştir. 1876 Kanuni Esasi'nin yargı konusunda getirdiği güvenceler, günümüz anayasalarının güvencelerinden hiç de az değildir. Yargılama faaliyeti önemli güvencelere bağlanmıştır. Bir kere, hâkimler azlolunamazlar. Bunun, tabii, şu andaki OHAL kanun hükmündeki kararnameleriyle karşılaştırdığımızda, bizden ileride bir anayasa hükmü olduğunu görüyoruz uygulamada, her ne kadar bizde de bu hükümler olsa da.

Diğer yandan, hâkimlerin özlük işlerinin -yükselme, yer değiştirme, emeklilik gibi- özel bir kanunla, Kanunu Mahsusa'yla düzenleneceği öngörülmüştür.

Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi 86'ncı maddede "Mahkemeler hertürlü müdahelâttan azadedir." denilerek, açıkça tanınmaktadır. Keza, mahkemelerin sınıf, görev ve yetki paylaşımının kanunla yapılacağı öngörülmektedir. Aynı zamanda da hâkimlerin atanması da yürütmenin takdirinden çıkarılıp kanuna tabi kılınmaktadır değerli arkadaşlar. Şu andaki uygulamalara baktığımızda, Osmanlı'nın ilk yazılı Anayasası'nın bile bizden daha ileride olduğunu görebiliyoruz.

Yine, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamak için, hâkimlerin devletin maaşlı bir başka memuriyetini kabul edemeyecekleri de ayrıca belirlenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Kanuni Esasi, yargılamanın aleniliği ilkesini kabul etmiştir. Kanuni Esasi, yine, hak arama özgürlüğünü tanımıştır ve "Bir mahkeme vazifesi dahilinde olan dâvanın her ne vesile ile olursa olsun rüiyetinden imtina edemez." denilerek mahkemelerin ihkakıhaktan imtina edemeyecekleri ilkesini benimsemiştir.

Yine, 85'inci maddede, her davanın ait olduğu mahkemede görüleceği hükmü kural altına alınmıştır. Buradan neyi hatırlıyoruz? Özel yetkili mahkemelerin ve Habur'da kurulan çadır mahkemelerinin durumu göz önüne alındığında, bu maddenin Kanuni Esasi'de daha ileri bir noktada olduğunu görüyoruz.

Ayrıca, Kanuni Esasi'de en önemli kurallardan birisi, kanuni hâkim yani tabii hâkim ve olağan hâkim ilkesi çok açık bir şekilde ortaya konmuştur.

"Her ne nam ile olur ise olsun bazı mevaddı mahsusayı rüiyet ve hükmetmek için mehakimin muayyene haricinde fevkalâde bir mahkeme veyahut hüküm vermek selâhiyetini -yani yetkisini- haiz komisyon teşkil edilemez." Bu da kanuni hâkim ilkesinin bir gereğidir.

Bu hükümlerden açıkça görüleceği gibi, Kanuni Esasi'nin yargı alanına getirdiği hükümler, ayrıca 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu'ndan oldukça ileride, 1961 ve 1982 Anayasalarından ise geri kalan bir yanı yoktur.

1876 Kanuni Esasi'de yargı yetkisi sahibi artık padişah değildir -bu, önemli bir gelişme hukuk tarihimizde- bu yetki bağımsız mahkemeler tarafından kullanılmaktadır.

İşte, değerli arkadaşlar, şu anda görüşmekte olduğumuz teklif bu açıdan geride bir düzenlemeyi öngörüyor.

Değerli arkadaşlar, 1921 Anayasası, genel olarak Kanuni Esasi'yi ortadan kaldırmadığı için yargıyla ilgili konularda yine Kanuni Esasi'de uygulanmaya devam etmiş, ta ki 1924 Anayasası'na kadar, yine yargıyla ilgili birçok hüküm Anayasa'mıza girmiştir.

Bunları geçiyorum, konumuzla alakalı, bir de mahkemelerin tarafsızlığıyla ilgili konuda, tabii, mahkemelerin tarafsızlığından ziyade hâkim ve mahkeme heyetlerinin tarafsızlığı aslında daha doğru bir tanım olur. Bağımsızlık, mahkemelerin bir özelliği olma yanında, aynı zamanda da tarafsızlığın bir sonucudur diye düşünüyorum.

Yargı tarafsızlığı, genellikle hâkimlerin tarafsızlığı olarak -biraz önce söylediğim gibi- incelenmiş, hâkimlerin tarafsızlığı, hem hâkimlerin kişiliklerinden sıyrılmalarını, gerek kişisel gerek çevresel faktörlerin etkisiyle oluşacak, aynı zamanda da siyasi noktalarda ön yargılardan sıyrılmalarını hem de taraflara eşit mesafede durmalarını kapsar.

Tarafsızlık, eşitlik ilkesinin yargılama üzerinde bir görünüşüdür. Hâkimlerin tarafsızlıklarının korunması için, hâkimlerin davaya bakmalarının yasaklanması, hâkimlerin çekilmesi ve hâkimlerin reddi müesseselerinden yararlanılır. Bu müesseselerle, hâkimlerin tarafsızlıklarının tehlikeye düştüğü davalarda, davaya tarafsız kalabilecek başka bir hâkimin bakması sağlanır.

Tarafsızlığı sadece karar aşamasına indirgemek doğru olmaz. Tarafsızlığın hem karar için hem de kararın oluşturduğu süreç için gerekli olduğu aşikârdır.

Hâkimler tarafsızlık konusunda hassas davranmak, özel ve sosyal yaşamlarında, davadan çekilmesine ve davanın reddine neden olabilecek tutum, davranış ve ilişkilerden olabildiğince kaçınmak zorundadırlar.

Yargı tarafsızlığının unsurlarını, arkadaşlar, hâkimin kendi davasına bakamaması, hâkimin davanın taraflarından birinin veya davanın sonucundan etkilenecek kişileri tanıyor olmasının davanın sonucuna etki etmemesi ve hâkimin ifade özgürlüğü, aynı zamanda da hâkimin sosyal ve politik eğilimlerini dışa vurmaması olarak ortaya koyabiliriz.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda, sonuç olarak, yargı bağımsızlığı olmadıkça, HSYK'nın yapısı yürütmeden bağımsız hâle getirilmedikçe, hâkim ve savcı atamalarının yürütmeden bağımsız olarak yapılması sağlanmadıkça, yüksek yargı organlarının seçimi yürütmeden bağımsız olmadıkça mahkemelerin bağımsız olması ve tarafsız olması da maalesef mümkün değildir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, aslında ben Sayın Parsak'ın ayrılmamasını söyleyecektim ama söylemeyi unuttum. Ona -onun birkaç çelişkisiyle ilgili- tespit ettiğim çelişkilerini ortaya koymak istiyordum. Konuşmam devam ederken gelirse o konuyu ön plana çıkarmak istiyorum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - MHP'den kimse yok galiba değil mi?

ÖZKAN YALIM (Uşak) - Yok, yok.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Şu anda kimse yok.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Şu anda yok.

Şimdi, tabii, bahsettiğim gibi, insanlığın ve kendi hukuk tarihimizde kuvvetlerin birbiriyle iletişimleri noktasındaki gelişimlere baktığımız zaman, şu anda getirilen düzenlemenin bizi geldiğimiz noktadan daha ileriye götürebilecek, kuvvetlerin ayrılığı ve özgürlükler noktasında bir noktada teklifin olmadığını söyleyebiliriz.

"Başkanlık sistemi mi yoksa partili cumhurbaşkanlığı sistemi mi?" diye özellikle Komisyon Başkanımız ile Başbakan arasında bir fikir ayrılığı olduğunu görüyorum. Her ne kadar "Terminolojide partili cumhurbaşkanlığı yoktur." dese de aslında sonuç olarak başkanlık sistemine de benzemeyen bir teklifle karşı karşıya olduğumuzu özellikle belirtmek isterim.

Özellikle, bu noktada önümüzde bir örnek olarak duran Amerika Birleşik Devletleri'ndeki başkanlık sistemini ele alırsak, sert kuvvetler ayrılığına dayanan bir sistem olduğunu görüyoruz. Yine, Amerika'da yürütmenin tek kişide olduğunu görüyoruz; bu noktada getirdiğiniz teklifle örtüşüyor, aynı Amerika'daki gibi yürütmede tek bir hâkim olan bir kişi var. Başkan Parlamentoya karşı sorumlu değildir; evet, yine, getirdiğiniz teklif başkanlık sistemi açısından bununla örtüşüyor.

Yalnız, örtüşmeyen noktalar var. Orada, Amerika'da Başkan Parlamentoyu hiçbir şekilde feshedemiyor, Parlamento da Başkandan görevi hiçbir şekilde alamıyor; bunlar getirdiğiniz teklifin başkanlık sisteminden ayrılan noktaları. Başkana yardımcı bakanlar var, burada teklifiniz örtüşüyor Amerika'daki sistemle. Bakanların Senatonun onayıyla atanması ve görevden alınması örtüşmüyor. Bakanları Parlamento dışından atanması, oluşması Amerika'daki sistemle örtüşüyor. Özellikle denge ve fren sistemleri noktasında örtüşmeyen noktalar, işte bizim de "Başkanlık sisteminde bunlar yok." dediğimiz hususlar da değerli arkadaşlarım, yasama ve yürütmenin birbirini denetlemesi var Amerika'da, bizde böyle bir şey yok. Biri diğerine üstün ve güçlü değildir, burada böyle bir şey yok. Başkan federal görevlileri atar ve Senatoyu onaylar, yine burada böyle bir şey yok. Güçlü ve bağımsız yargı, başkanlık sisteminin bence en çarpıcı noktası güçlü ve bağımsız yargı getirdiğiniz teklifin hiçbir maddesinde yok, tam tersine HSYK'nın tamamen Cumhurbaşkanının hegemonyasına verilmesi var. İki parti arasında ideolojik fark yok Amerika'da, bizde partiler arasında çok ciddi ideolojik farklılıklar, kırılmalar ve özellikle de şu andaki Cumhurbaşkanımız tarafından on dört yılda birbirine düşürülmüş toplumsal kitleler söz konusu. Amerika'da parti disiplini yok, bizde liderin iradesi dışında oy kullanacak iktidar bile pek yok. Değerli arkadaşlar, Amerika ile bizim aramızdaki en önemli farklardan birisi, denetlemede bir milletvekilinin fonksiyonunu yerine getirmesi mümkün değil.

Şimdi, Cumhurbaşkanı ile Meclisin aynı gün, aynı tarihte seçiminin yapılması meselesi son derece sakıncalıdır. Amerika'ya baktığımız zaman, iki yılda bir yenilenen Temsilciler Meclisi seçimi var, dört yılda bir yenilenen başkanlık seçimi var, aynı zamanda da üç yılda bir yenilenen Senato seçimi var. Bu üç seçim de hiçbir şekilde aynı güne, aynı tarihe, aynı yıla denk gelmiyor. Bu da denetlemenin ve dengenin en önemli unsurları olarak karşımızda duruyor değerli arkadaşlarım. Onun için, kimsenin "Bu, başkanlık sistemidir; bütün denge ve frenleme sistemleri vardır." deme şansı maalesef yoktur arkadaşlar. Bunu iddia eden varsa bunu açıkça her zaman tartışabiliriz.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Parsak gelmedi galiba henüz...

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Gelmedi.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Bu konuda sadece kısa bir şey söyleyeceğim, çelişen bence çok önemli bir nokta var, çifte meşruiyet konusu. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız diyor ki: "Hem yürütmenin, Cumhurbaşkanın hem de Parlamentonun seçime girmesi çifte bir meşruiyet kazandırıyor." Bunu diyor musunuz? Diyorsunuz. Sayın Parsak da diyor ki: "Yürütme iki başlı, Bakanlar Kurulu, Başbakan ve Cumhurbaşkanı var ve özellikle 2007'den itibaren çifte meşruiyet sorunu var." Siz "Çifte meşruiyet iyidir." diyorsunuz, Sayın Parsak "Çifte meşruiyet sorunu var." diyor. Burada çok derin bir ayrışma ve kırılma olduğunu belirtmek isterim.

İkinciyi ben söyleyeyim; daha fazla var da benim Parsak'ın özellikle cevap vermesini istediğim noktalar var, onları daha sonra anlatacağım. Diyor ki: "Anayasa'nın 104'üncü maddesinde uzunca ve son fıkrasında da -cumhurbaşkanının görevleriyle ilgili arkadaşlar- 'Anayasa'nın diğer kısımlarında belirtilen görevleri de yerine getirir.' diyerek parlamenter sistemde olması gerekenden çok daha farklı, çok daha fazla yetkileri var Cumhurbaşkanının." Bir eleştiri adına bunu söylüyor, aynı zamanda şu andaki düzenlemenin bir gerekçesi olarak söylüyor. Buradaki çelişki şu arkadaşlar: Cumhurbaşkanının sorumluluğu açısından fiilî durum nedeniyle Bakanlar Kurulu kaldırılıyor. Yani eğer böyle bir problem varsa Cumhurbaşkanlığının yetkilerini azaltıp fiilî durum yerine yasamanın ve yasamanın yürütme yetkisi verdiği Başbakan ve Bakanlar Kurulunun yetkileri neden artırılmıyor? Bu ciddi bir çelişki olarak, değerli arkadaşlarım, ortada duruyor.

Şimdi, Sayın Mustafa Şentop, Komisyon Başkanımız bir ifadesinde özellikle tarihsel terminolojiyi iyi anlattı, teşekkür ediyoruz. Osmanlı'dan 1921... Pek 1921'e girmedi, Millî Mücadele dönemine ama 1924 Anayasası'ndan itibaren cumhuriyet dönemi için 1982 Anayasası'na kadar gelinen sonuç itibarıyla bir tahlil yaptı. Ama özellikle bir iki noktada bir tespit yapmak istiyorum ben de. Dedi ki: "Anayasa Mahkemelerinin aktivizmi..." Şekille birlikte esastan incelenmesi noktasında, bir eleştiri noktasında Anayasa Mahkemesinin 6 Haziran 2008 tarihindeki kararına atıf yaptı. O kararda Anayasa Mahkemesi şunu söylüyor: Teklif edilmezlikle ilgili madde var, önemli olan o maddenin bizatihi kendisinin değişmesi değil. Yani burada Anayasa'ya aykırılık açısından Başlangıç hükümleri ve Anayasa'nın ilk 3 maddesi dâhilinde söylenen değiştirilmesi teklif bile edilemez maddeleriyle ilgili olarak diyor ki: "Önemli olan, o maddelerin bizatihi kendisinin değişmesi değil, bunların içeriklerinin farklı bir anlam kazanmasını sağlayacak değişimler de bu maddenin değişikliği anlamına gelir." Bu, işte Anayasa'nın, kurucu irade olarak kendini koruma noktasındaki Anayasa Mahkemesinin bence en doğru kararlarından birisidir. İşte, burada, özellikle tümü üzerinde daha uzun konuşabilme fırsatı olsaydı, maddelerle getirilmek istenenlerin, tek tek Başlangıç ilkelerinin hangisine, 1'inci maddenin, 2'nci maddenin ve 3'üncü maddenin hangilerine, nasıl dolaylı yönden bir değiştirme hamlesi olduğunu, dolayısıyla cumhuriyeti ve rejimi -Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini- değiştirme noktasına gelmesini sağladığını anlatmaya çalışacaktım ama bunu anlatamadım. Değerli arkadaşlarım, bunu genel olarak -biraz önce yaptığım gibi, maddelerle ilgili olarak- madde üzerinde yeri geldiğinde, hangi maddeyle, dolanarak cumhuriyet rejiminin mutlakiyete ve bir krallık rejimine, bir tek adam diktatöryasına doğru evrilmesinin ana hatlarını ayrıca sizlere söyleyeceğim.

Son olarak, Markar Eseyan burada mı arkadaşlar? Onun bir iki saptaması var.

MARKAR ESEYAN (İstanbul) - Buradayım.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Markar Bey'in bir iki ifadesi oldu, "Parlamenter sistem bürokratik vesayetçi bir şekilde var." dedi ama incelediğimiz zaman asıl şimdi bürokratik vesayet geliyor arkadaşlar, anayasal bir bürokratik vesayet geliyor. Nasıl mı? Seçilmeyen ve sorumsuz, seçimlerle çıkmamış ve sorumluluğu Meclise karşı olmayan bir bakanlar ve cumhurbaşkanı yardımcıları bürokrasisi geliyor değerli arkadaşlarım. İşte bürokratik vesayetin bu değişiklikteki en önemli noktalarından birisi.

Cumhurbaşkanına, seçilmiş olan cumhurbaşkanına vekâlet eden cumhurbaşkanı yardımcıları, seçimle gelmeyen cumhurbaşkanı yardımcıları. Bu da ciddi bir bürokratik vesayettir değerli arkadaşlarım.

Bütçe hakkının Meclisten alınması, Meclisten geçmeyen bütçenin bir önceki yılla güncellenerek uygulanması. Bu, bütçe hakkının Meclisten alınmasının da bürokratik vesayetin en önemli araçsallarından birisi olduğunu sizlere rahatlıkla söyleyebilirim değerli arkadaşlarım.

İleri maddelerde, diğer maddelerle ilgili konuları, Anayasa'ya aykırılıklar ve cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili maddelerin nasıl abluka altına alınıp kaldırıldığını ve ayrı bir fiilî durumu ortadan kaldırırken yeni bir fiilî durumu ortaya çıkaran son derece sorunlu, anayasal sistematik evrelerin hiçbirisine uymayan, yarı oradan yarı buradan ama devamlı tek adama yontan bir yapının ayak izlerini sizlere tekrar belirtmeye çalışacağım.

Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.