KOMİSYON KONUŞMASI

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Şimdi, değerli arkadaşlar, öncelikle bu şehit haberi tekrar içimizi dağladı ve Allah'tan rahmet diliyorum. Sizler taziyelerinizi söylerken onlara bir Fatiha okudum ve ruhlarına gönderdim.

Türk milleti şehit olmaktan korkmaz, şahadet şerbetini içmeyi sever, çekinmez. Ama, bir konuşmacı başta konuşurken dedi ki: "Bizim partimizin ideali, kuruluş idealimiz 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.'dır." "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."dan her gün taziyeler, her gün şehitler, her gün acılar... Eskiden akşam başka bir şokla yatıp sabah başka bir şokla uyanıyorduk, şimdi sabah başka şok, öğle başka şok, akşam başka şok.

Şimdi, doldur boşaltla terörle mücadele olmaz. Önce terörün önünü açıp, terörü birtakım "çözüm", "açılım" falan filan deyip oralara, buralara yerleştirip, sonra milletin millî meselesi olmayan "Başka ülkelere rejim getireceğim, oraları tanzim edeceğim." diyerek birtakım işlere girerseniz bu milletin evlatları orada şehit olur ama buna neden olanlarsa o şehitlerin katili olmaya başlar.

Şimdi, siz konuşuyorsunuz, değerli arkadaşım da konuştu; herkesi saygıyla dikkatle dinledim. Konuşmasında çoğu zaman cümlelerini "mutlak bir gerçek, böyle olmalı" falan diye bitirdi. Siz de Sayın Bakan konuştunuz, bütün siyasi düşüncelerinizi söylediniz ve sonra dediniz ki: "Aman ha, bunun üstüne laf söylemeyin. Bu gerçek."

Arkadaşlar, Türk ordusunu, oradaki evlatlarımızı sonuna kadar destekliyoruz. Şehitler için yüreğimiz hepimiz gibi eşit olarak yanıyor. Bütün bunlar bir gerçek ama Türkiye'nin içinde bulunduğu bu gidişatı dillendirmezsek tarih boynumuza çıngırak takar sonra muhalefet olarak bizim. Onun için, söylediklerimizi kötü niyetle algılamayın. Millet size iktidar görevi verdi, bize muhalefet görevi verdi; görevimiz sizi uyarmak ki eğer bir yanlışınız varsa kendinizi gözden geçirin, değerlendirin, bundan geri dönün.

"Tek devlet, tek bayrak, tek millet." "Bu millet kadimdir." Kadimdir. "Bu millet şereflidir." Şereflidir. Hakikaten, büyük millettir bu millet. Burada bir tereddüt yok. Mutlak mutabakatlarımızda bir tereddüt yok, bunları tekrar tekrar söylemeye de gerek yok. Bu milletin içinden geliyoruz, bu milleti bize tanıtmaya gerek yok.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, "Tek devlet, tek bayrak, tek millet." Güzel. Eskiden çok bayrak, çok millet, çok devlet mi vardı? Var olanları bize lütfediyormuşuz gibi yeniden, yeniden, yeniden sunmanın siyasi bir anlamını göremiyorum. Bu millet bu topraklarda yüz yıllardır tek bayrak, tek millet, tek devlet yaşıyor. Ayrıca, bu milletin bir de adı vardır. Uzun zamandır söylenmiyor ama bu millet, Atatürk'ün söylediği gibi Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti milleti falan değil; bu ırka dayalı bir tanım da değil, bu, bir milleti tek şemsiye altında toplayacak en üstteki kavram, kapsayıcı kavram.

Ben kendimin ne kadar Türk olup olmadığını, kan tahlili yapmadım, bilemiyorum; ırka bakmam, bu devirde ırka bakmak ancak cinnet geçiren manyakların işidir. Ama, bu milleti toplayan değerler var bir çatı altında; dili var, dini var, milletin adı var. Bunlar bizi ortak değerler altında toplayıp işte o "Tek bayrak, tek millet, tek devlet." yapan değerlerimiz; bundan gocunacak ne var? Hiç kimse gocunmuyor.

Efendim, Fırat Kalkanı operasyonu... Arkadaşlar, ben Kasım 2011'de Türkiye Büyük Millet Meclisinde o zamanki değerli grup başkan vekilimizin izin vermesiyle partimiz adına bir konuşma yaptım on dakika, orada dedim ki: "Bakın, gelin bu Suriye işine bulaşmayın. Bu Suriye bizim millî meselemiz değildir. Başkalarının rejimini tanzim etmek Türkiye Cumhuriyeti devletinin işi değildir." Irak yanımızda işgal oldu, 1 milyon Müslüman katledildi, kimsenin sesi çıkmadı. Suudi Arabistan'da ne rejimi olduğu belirsiz, oraya kimsenin sesi çıkmıyor. Katar her gün burada, biz her gün Katar'dayız. Sanki demokrasi varmış gibi, biz Suriye'ye demokrasi getirmeye kalktık.

2002 yılında bu ülkeyi devraldığınız zaman da güneydoğu sınırında mayınları temizleme kararı almıştı Türkiye. Aramızdaki tartışma konumuz neydi? Siz diyordunuz ki: "Bu toprakları İsrail'e kiralayalım." Biz diyorduk ki: "Oradaki vatandaşlarımıza verelim. O topraklar da şimdi çok verimli oldu, oradan para kazansınlar, Türkiye'ye para getirsinler." Tartışmamız böyle bir teknik boyuttaydı. Şimdi nasıl? Şimdi Suriye'nin içinden Türkiye'nin sınırlarını korumaya kalkıyoruz.

Arkadaşlar, o gün de söyledim, bakın, 2011, "Yurtta sulh, cihanda sulh" kavramını siz korkak insanların pasifist siyasetleri olarak algıladınız. Hayır, altı yüz yıllık bir Osmanlı deneyiminden sonraki o paşaların, Osmanlı paşalarının o tecrübelerini imbikten geçirip verdikleri bir karardı o. Peki, bugün ne hâldeyiz? Rakka'ya başkası girdi -bakın, esas yerleri söylüyorum size- Menbiç'e başkası girdi; Musul, Musul dedik ortada yokuz. Bunlardan seviniyor muyuz? Allah şahit olsun, sevinmem. Devletimi temsil ediyorsunuz, bu duruma düştüğünüz zaman benim sevinebilmem mümkün mü? Bundan üzülürüm. Bir tek evladımızın parmağı kanadığı zaman yüreğim yanar. Biz aynı vatanın çocuklarıyız. "Toprak" diyor arkadaşlar, evet, hepimiz aynı toprakların çocuklarıyız. Farklı farklı metrekarelerden gelmiyor, aynı duyguları yaşıyoruz, millet hakkında da, hepimizin hakkında da.

Şimdi, bizim bu hâlde... Bakınız, niçin anayasa gerekiyormuş, herkesin bir gerekçesi var. Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Bahçeli diyor ki: "Defakto bir durum oluştu, bu defakto duruma şimdi uydurun bakalım Anayasa'yı." Nedir bu defakto durum, onu bilen yok. Defakto durumun ne olduğunu ben size söyleyeyim mi? Defakto durum "Anayasa'nın dışına çıktın, o Anayasa'yı değiştirin, bana uydurun ve aynı zamanda bir dönemi beyazlayın, aklayın." Bu bir dönemi temiz deftere çekme anayasasıdır aynı zamanda. Ben, doğrusu, Sayın Bahçeli'nin bu işe neden soyunduğunu hâlâ... "Beka meselesi"ymiş.

Arkadaşlar, siz... Evet, bu ülkede hep anayasa tartışmaları olagelmiştir. 1924'ten beri bu anayasa tartışmaları hep olagelmiştir. Hep anayasa metinleri sihirli metinler, yazarsak her şey düzelecek zannedilmiştir. Evet, darbeler olmuştur. O darbelere muhatap olan bir ailenin çocuğuyum ben, en az 2 tanesine. Hepimizi saysak hepimizin içinden birisi çıkar. Çünkü, darbe birisine, şuna, buna yapılmaz; bir milletin bütününe yapılır. Hepimiz acı çektik darbelerden, bunun sağı, solu falan da yok. Herkes kendisinin yaşadığı alanda bir acı çekti. Bu ülkenin aydınları tasfiye edildi. Her darbe önce askerin kendisine acı verdi. Bakın 1960 darbesine, kaç asker tasfiye edildi? Bakın 1971 darbesine, 9 Martçıları ne hâle getirdiler? Bakın 12 Eylül darbesine, kaç bin asker tasfiye edildi? Herkes tasfiye olur, darbede herkes acı çeker. O darbeyi kimsenin savunacak hâli yok, savunan da yok. Savunuyormuş gibi söyleyip sonra "Neden savunuyorsunuz?" diye kimsenin sormaya hakkı da yok.

Şimdi, o günden bugüne anayasalar tartışılır. 1960 darbesine karşıyız ama 1960 Anayasası Türkiye Cumhuriyeti devletinin içinde yazılmış en demokrat anayasalardan biridir. Ondan sonra, bu anayasaları hakikaten sihirli metin diye düşünmeyin. Amerika Anayasası yapıldı, kaç kere değiştirildi, kaç kere değiştirildi kuruluştan bu yana? Peki, bugün Japon Anayasası'nı kim yazdı arkadaşlar? Amerikan generali yazdı. Alman Anayasası'nı kim yazdı? Amerikan generali yazdı. Durup durup anayasa mı tartışıyorlar. Anayasası olmayan İngiltere var, gelenekleriyle yaşayan bir ülke, anayasası yok adamın. Anayasa'dan ne medet umuyorsunuz? Bu Anayasa "Basın hürdür, kısıtlanamaz." demiyor mu? Peki, basın hür mü? Bu Anayasa sivil toplum örgütlerini olağanüstü özgürlük sağlamıyor mu? Öyle mi? Peki, bu Anayasa'ya -sağ olun, sizin zamanınızda getirdiniz,- Avrupa Birliği üst hukukunu kabul etmedik mi? Avrupa Birliği üst hukukunu kabul etmek başlı başına bir Anayasa değişikliği değil mi? Çağdaşlaşma değil mi? Batı normları değil mi? Demek ki kâğıtlara yazmakla, kitaplara geçirmekle, defterlerle nakşetmekle bu iş olmuyor. Uygulayacaksınız. Demokrasi gelenekler rejimidir, demokrasi bir ahlaktır, demokrasi bir inançtır, medeniyet meselesidir, geleceği yakalamak meselesidir. Türkiye bunları mı konuşmalı? Şu andaki hâlimizle 14 şehit her gün... 40, 30, 10, 20, böyle gidiyor. Bir ayda 30 patlamadan söz ediyoruz. Böyle bir konjonktürde bu Anayasa'yı tartışmak Fatih Sultan Mehmet'in Bizans'ı fethederken meleklerin cinsiyetini tartışmaktan hiç farkı yok. Hiç içeriğine girmem ben bu Anayasa'nın, şartlarına bakarım. Bir anayasayı meşru hâle getirecek şartlar vardır.

Türk ordusu üç, dört yerde savaşacak şu anda; PKK'yla savaşacak, işte Fırat Kalkanı'nda savaşacak, IŞİD'le savaşacak, sonra da Musul'un kapılarına kadar bir kısmını götüreceksiniz, her gün her gün 40-30 şehit, provokasyonun bini bir para, Allah korusun. Bakın, emin olun... Hep klasik oldu "Milletimiz birlik ve bütünlük içerisinde." Yahu, milletimiz birlik bütünlük içinde, milletimizin bu işlerle ne alakası var, sonuna kadar birlik bütünlük içinde. "Muhalefet bize destek olsun." Olmadık mı? "Ne istiyorsanız verelim." demedi mi Sayın Genel Başkanımız?

Arkadaşlar, biz size manevi destek verebiliriz, onu veriyoruz. Ama, benden tank istiyorsan, o sende. Benden uçak istiyorsan, o sende. Benden istihbarat istiyorsan, o sende, Hükûmet sensin. Hükûmetin yaptıklarını yapmak gibi bir görevim yok, yapmazsanız size hesap sormak gibi bir görevim var.

İstihbaratı yok ettiniz, Türk ordusunu tasfiye ettiniz, polisi imha ettiniz, Türkiye'yi çaresiz bıraktınız, sonra dönüp diyorsunuz ki: "Hadi bakalım, bize bir şey söyleyin." Ne söyleyeyim ben size? Bakın, bu Türk ordusu için arkadaşlar, gerekiyorsa hepimiz savaşa gitmeliyiz. Oradan Türk ordusunun yanlış bir şekilde geri dönüp gelmesi bu darbe girişiminden sonra, bu kalkışma, bu isyandan sonra Türk ordusunun itibarını dünya çapında perişan eder. Devletin bekası o zaman tehlikeye girer. Siz bekadan mı söz ediyorsunuz? Beka odur işte. O ordu için gerekiyorsa buradan hepimiz gideceğiz, savaşacağız orada. Neyse o sonuç, ne siyasi sonuç koyduysanız, onu ele geçireceksiniz.

Efendim, "Fırat Kalkanı'ymış." Fırat Kalkanı neresiydi biliyor musunuz? Fırat Kalkanı Süleyman Şah Türbesi'ydi, onu geri çektiğiniz gün Fırat Kalkanı'nı falan geri çektiniz. Hamasetle siyaset olmaz, gerçekle siyaset olur.

Şimdi, bu ülkenin, bu milleti yönetenlerin görevi, bakın, tekrar ediyorum, hiç kimse istismar etmesin, şehit olmayan namerttir, şehadet şerbetini içmemek isteyen şerefsizdir ama bu milleti şehit etmek için göreve gelinmez ki kardeşim, yaşatmak için göreve gelinir, bunlar farklı şeylerdir. Canım yandı, kusura bakmayın, biraz duygusal konuşmak zorundayım, bu duygusal mesele.

Şimdi, darbe meselesi, işte günlerdir konuşuyoruz. Arkadaşlar, doldur-boşalt olmuş Türk ordusu ya, sızma mızma değil. Yakasından tutup atıp, bir kısmını Silivri'ye, Silivri'de boşalan yere de başkalarını yerleştirmişsiniz. Bunu Genelkurmay Başkanı söylüyor. Eğer yalan söylüyorsa, doğru söylemiyorsa o Genelkurmay Başkanı... Genelkurmay Başkanlığı Türkiye'nin şerefidir, MİT Müsteşarı bu ülkenin şerefidir. Bunlar doğru söylemek zorundadır, doğru söylediğini kabul etmek zorundayız. O Genelkurmay Başkanına dava açılsın, ne bekleniyor? Geldi, orada Komisyonun önünde dedi ki: "2011 YAŞ'ına giderken ben söyledim kardeşim, bunları emekli ederseniz bunların yerine bu gelecek. Beni dinlemeyince tek çarem istifa etmekti, bastım istifayı gittim. Bürokratım ben, ne yapayım daha fazla?" diyor. Bunlar unutulacak mı? FETÖ'yle mücadele bitmeden neden biz bu işlere girişiyoruz? Bitti mi? Belki bu salonda bile FETÖ'yle ilişkili insanlar var, belki bu salonda bile FETÖ'nün en önemli adamlarıyla temasta olan insanlar var. Nereden biliyoruz? Nereden biliyoruz arkadaşlar? Yani, bu meşru siyaset, Türkiye nefes almadan, daha rahat tartışacağımız, adım adım gideceğimiz bir konjonktür olmadan, iki adam bir araya gelmiş, A4 kağıdını koltuğunun altına koymuş, bir Saray'a, bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne... Toplumsal mukavele imzalayabilir misiniz? Bu toplumsal mukaveleyi imzalarsanız meşru hâle getirebilir misiniz böyle bir konjonktürde? Dünyanın neresinde görülmüş?

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi kapatılacağı zaman bir tutturdunuz -doğruydu- kriterler "Venedik Komisyonu Kriterleri'ne göre bizi kapatamazsınız." Tamam, peki şimdi neden Venedik Komisyonu... Geçen gün de bir değerli milletvekilimiz mesajlar atıyordu, "Venedik Komisyonu Kriterleri'ne göre derhâl Halkların Demokratik Partisini kapatın." diye. Şimdi, Venedik Komisyonu Kriterleri'ne önem veriyorsunuz değil mi? Şimdi, bakın ne diyor o Venedik Komisyonu Kriterleri anayasa yapmak için: "Demokratik bir anayasa yapılması için süreç şeffaf olmalıdır." Öyle miydi, süreç şeffaf mıydı yoksa Saray ile bir lider arasında A4 kağıdının koltuk altında gidip gelmesiyle mi oldu? İki: "Katılımcı olmalıdır." diyor. Süreç katılımcı mıydı? Değil. "Propaganda eşit şartlarda yapılmalı ve eşit süreli olmalıdır." diyor, adil propaganda hakkından söz ediyor. Olacak mı? Olmayacak. Bakın, burada bir tane canlı yayın şeyi yok bu tartışmaları... Hem "millet iradesi" hem "egemenlik milletin" ama millet bir şeyi haber alacağı zaman "Aman, milletin haberi olmasın." Böyle bir tezadı nasıl anlatabilirsiniz? Bu tezattır, çelişkidir. Yani, Allah'tan korkmak lazım. "Basın ve haber alma özgürlüğü..." Var mı? Yok. Şimdi, ayrıca diyor ki: "Ucu açık olacak, tüm sivil toplum örgütleri tartışacak." Ya, Barolar Birliği Başkanını çağırmamışsınız. Ayıptır, günahtır, vebaldir ya! Bu ne ya, bu nasıl bir demokrasi? Arkadaşlar, demokrasi nutukları atmakla demokrasi gelseydi arşıâlâya çıkardık. Sözler güzel, icraata bakarım ben. Baro Başkanının olmadığı, yüksek yargıdan kimsenin olmadığı yerde anayasa tartışıyoruz biz. Ayıp!

Şimdi, peki, böyle bir -sistem değil- rejim değişikliği için ne hâl var, ne oldu? Bu bir rejim değişikliğidir, bu bir tek adam devletidir, adını koyuyoruz. Bu, ciddi bir iştir. Bu, yeni bir devlet kuruluşudur. Yeni devletin kurucu başkanı yapılıyor burada şimdi. Peki, yeni devlet olmak için ne olması lazım? Bir Kurtuluş Savaşı mı verdik? Bir zafer mi kazandık Atatürk ve arkadaşları gibi? Zafer mi kazandınız arkadaşlar? Fransa'da olduğu gibi bir halk ihtilali mi oldu ya da Rusya'da olduğu gibi bir devrim mi oldu ya da bir darbe mi oldu? Başarılmış bir darbe mi var, onu soruyorum ben size. Şimdi, bütün bunlar yoksa o zaman anayasal kurumları göreve davet ediyorum: Bu Anayasa'yı koruyun kardeşim; Anayasa'yı tağyir, tebdil ve ilgaya teşebbüs vardır.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Darbeciler yapar da Meclis yapamaz mı?

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Hiç şüphesiz onlar gibi yapmaz, Sayın Bakan, darbeciler gibi yapmaz sadece, mesele bu. Bakın, 12 Eylül darbesi dahi...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Tarihsel kırılma noktalarından bahsediyor.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Arkadaşlar, benim insicamımı bozmayın, ben söyleyeceğimi söylüyorum.

Sayın Bakan, siz diyorsunuz onu, sizin söylediğinizi bana söyletmeyin. Parlamentonun hakkı yok diyen sizsiniz, bunu milletin gözünden kaçıran sizsiniz, bunu tartıştırmayan sizsiniz, millet iradesine saygı göstermeyen sizsiniz. Sizin yaptığınızı bana atfedemezsiniz. Ben 1993'ten beri bu Parlamentoya bürokrat olarak, şu olarak, bu olarak girerim ama bakanların milletvekiline laf atmasına da ilk defa rastlıyorum, onu da söyleyeyim size. Bu, bizim geleneklerimizde yoktur.

ABDURRAHMAN ÖZ (Aydın) - Toparlar mısınız.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Bana kalırsa siz toparlayın, biz derli topluyuz.

Şimdi, arkadaşlar, biz bu kadar felaket olurken ne olduğu belli olmayan bir adam gitti, Rus Büyükelçisini vurdu, öldürdü. Şimdi, bu aydınlanacak. Deminden beri "egemenlik" diyor arkadaşlar burada, dikkatle dinliyorum. Peki, değerli arkadaşlar, bu işin aydınlanması için kimler görevlendirildi? Rus görevliler değil mi, onlar da geliyor. Bu bir egemenlik devridir. Rus görevlilerinin gelip Türkiye'de suçlu araması Türkiye Cumhuriyeti devletinin az da olsa egemenliğini devretmesi demektir arkadaşlar.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Telefonu götürüyorlar, telefonu.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Böyle bir şey olabilir mi? Egemen bir devlet kendi topraklarında açıktan başkasına soruşturma hakkı tanıyabilir mi?

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Yargı hakkının ihlalidir.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Bu, egemenliği devredişiniz de ilk değil. Egemenliği siz Diyarbakır'da bir meydanda daha önce devretmiştiniz. Türk Bayrağı yoktu, Türk polisi yoktu, Türk askeri yoktu, başka bayraklar altında başka toplantıların yapılmasına göz yumdunuz, valilere talimat verdiniz.

Şimdi, yalnız, bu cinayetin bir zararı daha oldu, muazzam bir zarar arkadaşlar, o da şu: Bu cinayet yüzünden, Rus Büyükelçisinin burada katledilmesi yüzünden dünkü yapılan toplantılara zayıf oturdunuz, zayıf oturdunuz. Bakın, şimdi çıkan kararı okuyayım. Onun için bu çocukların şehit olması daha fazla yüreğimi yaktı, daha fazla yüreğimi yaktı, bir milliyetçi olarak "Yandım Allah!" diyorum kendi kendime. Bakın, İran, Rusya ve Türkiye'nin imzaladığı metin bu. "Madde 1 - Çok etnili, çok dinli, mezhepsel olmayan, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenlik, bağımsızlık, birlik ve toprak bütünlüğüne saygı duyduklarını yinelerler." Ne oldu ya?

MUHARREM İNCE (Yalova) - "Kardeşim Esad" dememiş, bir orası kalmış.

MURAT EMİR (Ankara) - Şimdilik.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Namaz kılacaktı.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Bakın, daha acı bir şey daha var. "Madde 8 - İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve El Nusra'ya karşı birleşik mücadele ve silahlı muhalif grupları onlardan ayırma kararlılıklarını tekrar ederler." Nerede YPG burada? Hani YPG teröristti? Nerede YPG burada? Nerede arkadaşlar ya? Neden boynumuzu büküyorsunuz bizim arkadaşlar ya? Biz "Büyük Türk milletiyiz." diyoruz, öyle olmalıyız. Bu nedir? Kıbrıs'ta başımıza gelenlere bakın. Masaya neyi getirdiler şimdi? Garantörlük haklarımızı getirdiler. Burada biz anayasa yapıyoruz, millî egemenlik...

Bakın, arkadaşlar, tabii ki millet iradesi verir iktidarları ama iktidarlara meşruiyeti hukuk verir hukuk, hukuk olmazsa meşruiyetiniz olmaz, bunu unutmayın. Burada hukuk konuşuyoruz çünkü, ben hukukçu değilim ama.

Şimdi, bakınız arkadaşlar, burada elimde bir belge var. Belgenin başında "Kürdistan İşçi Partisinin Silahsızlandırılması, Tasfiye, Terhis Edilmesi ve Yeniden Entegrasyonu" yazıyor. Yazan David Phillips, tarih 2007, Amerikan Ulusal Dış Politika Komitesi. Bu anayasa bu raporların sonucu işte arkadaşlar. Çözüm de bu raporun içinde var. Hani "üst akıl" diyorsunuz ya, üst akıl burada. Üst akıl birilerinin eline bu kâğıdı tutuşturmuş, buraya kadar geldik. Üst akıl... Rapor bu, isteyen herkes İnternet'ten bulabilir, bir zorluğu yok.

Şimdi, El Nusra meselesi... Sürekli savrulan bir devlet. Ben tekrar ediyorum: Bu devletin itibarı hepimizin itibarıdır, bu Hükûmetin dışarıdaki itibarı hepimizin itibarıdır. Size serzenişim bundandır. Millet emaneti verdi, emanete gereğini yapacaksınız. Hiç kimse sonsuz değil, Sultan Süleyman geldi geçti. Ben bürokratlara şunu hatırlattım, "İstanbul Valisinin hâline bakın." dedim, ona ödül verenler onu şimdi hapse attılar. Devirler gelir geçer, kalıcı olan hukuk içinde olmaktır, hukukun üstünlüğüdür, demokrasidir, adalettir. Bu hepimiz için lazım. Biz birbirimizin düşmanı mıyız arkadaşlar, ben anlayamıyorum ya. Hakikaten "Aynı toprakların çocuklarıyız." deyip sürekli birbirimizi kıyıp duruyoruz biz. Şuraya bakın, adam terörist, bomba patlatıyor, Cumhuriyet Halk Partisi binasına yürüdüler ya. Ya, yüreğim yandı arkadaşlar ya! Bu, provokasyonun daniskasıdır. Allah korusun, o partinin, bir başka partinin, oranın buranın binalarına yürüyen provokatörler ya mahallelere yürürlerse ne yapacağız, ne yapacağız? Bu tür şeylere karşı çok dik durmalıyız. Burada ayrımsız... İşte iç savaş korkusu budur. Arkadaşlar, 40'ar 40'ar insanları öldürmek demek... Ciddi söylüyorum, bir devlet adamı olarak, iç savaşa doğru götürüyorlar, tedbir alın. Muhalefet olarak samimi uyarımı yapıyorum, içten dilekle. Bize düşen görev ne varsa bunu önlemek için sonuna kadar yapmaya muhalefet olarak hazır olduğumuzu ifade ediyorum burada size. Bunlara dikkat etmeliyiz.

Şimdi, El Nusra... El Nusra ne zaman ortaya çıktı arkadaşlar? El Nusra 2012'de bir video yayınladı, 23 Ocak 2012'de bir video yayınladı ve dedi ki: "Ben El Kaide'ye bağlıyım." Şimdi, arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Başbakana bunları kim söyletiyorsa, rica ediyorum, bunları onlara kim söyletmişse derhâl onları tutuklatsın, vatana ihanetten hapse attırsın, devleti küçük düşürmekten. Bakınız "El Nusra'nın orayı terk etmesi noktasında kendilerinin ricaları oldu, arkadaşlarımıza da bu konuda gerekli talimatları verdik." Ya, bir Cumhurbaşkanı bunu söyleyeceği zaman oradaki dış politikadaki danışmanlarının derhâl durdurması lazım. El Nusra'yı biz niçin üstlenelim arkadaşlar ya, ne yaparsa yapsınlar, ne yaparsa yapsınlar.

Şimdi, bakınız arkadaşlar, burada bu El Nusra'yla ilgili birçok beyanı var, hepsini tekrarlamak istemiyorum, Türkiye'nin millî menfaatlerine aykırı şu anda. Davutoğlu'nun, Sayın Cumhurbaşkanının ve başkalarının, Adalet ve Kalkınma Partililerin bu beyanını burada tekrarlamayacağım çünkü Türkiye'nin millî menfaatlerine aykırı. Neden? Şunun için: Bu akşam Sputnik'te Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yaptı, benim için geçerli olan odur. Yani, aksi ispat edilinceye kadar geçerli olan benim Cumhurbaşkanımın yaptığı açıklamadır. Dedi ki: "Bu cinayeti işleyen FETÖ terör örgütünün adamıdır." "Sputnik" açıklama yaptı, "El Nusra bu işi üstlendi." dedi. Sputnik, bir nevi resmî yayın organı Rusya'da ya da yarı resmî. Rusya'nın resmî açıklamasıysa şu: "Soruşturmalar bitinceye kadar bunun kime ait olduğunu söyleyemeyiz." Şimdi, arkadaşlar, daha dün akşam bu iş patladı, birçok arkadaş hemen televizyonlara koştular, FETÖ, FETÖ, FETÖ... Ya, kendimizi komik duruma düşürüyoruz. Kendi devletin dahi bir araştırma yapmamış, bir bulguya, bir belgeye ulaşmamış. Bakın, FETÖ'yse FETÖ, metöyse metö, cehenneme kadar... Yani, hiç kimseye bir şey söylemeye çalışmıyorum ama devlet ciddiyetinden söz ediyorum. Devlet ciddiyeti ve siyaset bekleyecek, kendimizi küçük düşürmeye gerek yok. FETÖ yapmışsa FETÖ hapse girecek, El Nusra yapmışsa siyasi sonuçları ağır. Hiç kötü yani, inşallah yüklenmezler. Çünkü, bunu nedense Rusya Birleşmiş Milletler zeminine taşıdı, bunu da rahatsız edici buluyorum. Yani, bunları hesapsız kitapsız... Bu büyük devletlerin bir hesabı vardır, öyle durduk yerde bir iş yapmazlar. Onun için, ağzımızdan çıkan lafları kulağımız duyacak, hamaset yapacağız diye zırt pırt beyanatlar vermeyeceğiz ve bu devleti, bu milleti küçük düşürmeyeceğiz arkadaşlar.

Şimdi, hâl böyle devam ederken bir de ekonomi belası çıktı başımıza. Dolar 3,5'u geçti, buna da üzgünüz. Muhalefetin bir şeyi söylemesi demek, ona seviniyor anlamına gelmez, söylemesi gerektiği anlamına gelir. Biz sevindiğimizden söylemiyoruz, söylememiz gerektiği için söylüyoruz; uyarmak görevimizi yapıyoruz. Sizi meşru kılan biziz zaten, biz burada olmazsak meşruiyetiniz gider sizin, biz bunları söyleyerek meşru oluyorsunuz. Dünyanın her yerinde iktidar var, sadece demokrasilerde muhalefet olabilir. Biz muhalefet olarak sizin meşruiyet kaynağınızız aynı zamanda, iktidarın.

Şimdi, darbe belli olmamış, ekonomi bu hâlde, YPG'den vazgeçmişiz, El Nusra'nın hâlini anlattım, Suriye'nin hâlini anlattım. Böyle bir konjonktürde bir anayasa geçerse -ummuyorum, bir milliyetçi olarak ummuyorum geçeceğini- referanduma gideceksiniz. Arkadaşlar, bu kadar provokasyonun olduğu yerde, belki hepimizin askere gitmesi gerekeceği bir yerde, bunun zamanı mı? Kendi ayağınıza kurşun sıkıyorsunuz. Bakın, samimiyetle söylüyorum, bunun size faydası falan da olmaz. Bu kâğıdı siz yazarsınız, beş sene sonra gelir, başkası çizer, kalmaz yani bunlar, yanlış iş devam etmez. Bu devlet, bu millet bunu kaldırmaz. Tek adam rejimi bu devletin, bu milletin geleneğinde yok. Bu millet, Türk millet anaerkil aileden gelen bir millet, demokrasi ruhunda var, onun için kabul etti demokrasiyi. Bütün dünyadaki Müslüman ülkeler kabul etmeyip demokrasiyi bir tek... Müslümanlığı en iyi yaşayan, demokrasiyi en iyi yaşayan niçin biziz? İşte, o övündüğümüz topraklarda... Onun için, gelin, bu işi erteleyin. Daha sonra bunu daha sakin sakin tartışırız.

Şimdi, hepinize soruyorum, 2002 yılında iktidara geldiğinizde daha işin başındayken niçin başkanlık rejimini istemediniz, neden şimdi aklınıza geldi, son zamanlarda ya da 2007'de halkın Cumhurbaşkanını seçmesi için halka gittiğiniz referandumda niçin başkanlığı da içine koymadınız? Nasıl olsa referanduma gidiyorduk, koysaydınız içine. On dört yıldır iktidardasınız, size soruyorum: Bu parlamenter rejimde ne istediniz de yapamadınız, ne istediniz de yapamadınız. Şimdi, diyorsunuz ki: "İstikrar." İstikrarın adı buysa... Bakın, şunu gördük hep beraber: Demokrasi bir öğrenme rejimidir. Onun için demokrasi bir gelenekler rejimidir diyorum. Demek ki istikrar için tek parti iktidarı ya da koalisyon olup olmaması mühim değil. İstikrarı, demokrasinin bir gelenekler rejimi olduğunu anlamaktan, birbirimize saygılı olmaktan, hukukun üstünlüğünü kesin kabul etmekten, kuvvetler ayrılığını, mutlak kuvvetler ayrılığını kesin kabul etmekten, buralardan geçiyor. "Her şey ben olacağım." Zaten olmuşsunuz. Bir de bunu kâğıda geçirip daha fazla olmak istiyorsanız, işte, bu tek adam devleti ve rejimini bu topraklar, o sizin dediğiniz, benim de gurur duyduğum topraklar kabul etmez, bunu kusar, bir yerinden çıkar bu iş, gider.

Şimdi, burada size de çağrı yapıyorum, bu Meclis iradesini kayıtsız şartsız devredemez. Bu, Meclisin varoluş nedenine aykırı, bizim yeminimize aykırı. Kendi irademizi devrediyoruz. Anayasası zaten askıya alınmış bir devlet şu anda, kendisi söyledi Sayın Cumhurbaşkanı, "Ben bu Anayasa'yı askıya aldım, bu Anayasa'yı da tanımam, geleneklere filan da inanmam." diye söyledi bunları.

Şimdi, bir anayasa referandumu yapacaksınız, bu anayasa referandumunda devletin yine bütün imkânları... Yine, Sayın Cumhurbaşkanı daha Anayasa değişmeden tarafsızlığını dinlemeyerek büyük bir propaganda yapacak.

Arkadaşlar, ben bunun Meclisten geçeceğine inanmıyorum. Geçerse referandumda bu milletin bütün bu olumsuz şartlara rağmen vize vereceğine inanmıyorum. Tutun ki oldu, tutun ki başardınız. Bu anayasa 12 Eylül darbe anayasası kadar dahi meşru olamayacak. Onlar bile göstermelikten bir tane kurucu Meclis kurmuşlar ve daha uzun zaman tartışmışlardı. Siz buna da izin vermiyorsunuz. Onun için bu bir toplumsal mutabakat olamayacak. Sayın Cindoruk Meclis Başkanıyken Anayasa değişikliklerinin nasıl yapıldığına tutanaklardan bakan var mı arkadaşlar? İlk imza sahibi dostlarım, baktınız mı tutanaklara? Sayın Cindoruk nasıl yapmış biliyor musunuz?

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Siz devam edin, siz anlatın fikrinizi.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Söyleyeyim o zaman: Sayın Cindoruk dışarıdaki partileri bile çağırmış, Meclise girememiş partileri bile o toplantıları çağırarak görüşlerini almış. Anayasalar böyle yapılır. Bu bir toplumsal mutabakat olmayacaktır, gayrimeşrudur. Benim anayasam olmayacaktır, bu milletin bütününü kapsamayacaktır ve bu anayasa Türkiye'nin tek adam ve felaket rejimine gidişinin anahtarı olacaktır. Bunun hiç kimse ne vicdanen ne hukuken ortağı olmamalıdır deyip hepinize saygılarımı sunuyorum.