KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Herkesi saygıyla selamlıyorum öncelikle.

Değerli arkadaşlar, Anayasa tartışıyoruz ve güç ve gücün dengelenmesini tartışıyoruz ve aslında hepimiz, iktidarı, muhalefeti, güven içinde yaşayacağımız, huzur içinde yaşayacağımız bir ülke hayalindeyiz ve bunu nasıl tahkim edeceğimizi düşünüyoruz.

Arkadaşlar, yalnızca gücün dengelenmesi değil, bir hukuk devleti özlemi içindeyiz; yüz elli yıldır, iki yüz yıldır, bir hukuk devleti olsun. Hukuk devletine karşı hepimiz özgür, eşit ve güvende hissedelim, bunun özlemi içindeyiz.

Bakın, bugün defalarca, burada, geçmişten ders çıkarılmaktan bahsedildi, geçmişten nasıl ders çıkarırız... Ama ben dinledim arkadaşları iki gündür, daha önce olduysa bilmiyorum ama tarihten pek bahsetmedik gerçek anlamda; bazı hamasetler söz konusu oldu ama tarihten bahsetmedik. Neler yaşamışız, buna bir bakalım derim arkadaşlar.

Ben bir de kendi zaviyemden, kendi halkımın zaviyesinden ve bütün halkların zaviyesinden buna bakmak istiyorum. Nasıl altüst oluşlar yaşamışız ve buna karşı nasıl tepkiler vermişiz, biraz bunları anlatmaya çalışacağım.

Şimdi, Osmanlı güzellemesi yapar kimi arkadaşlarımız, "Osmanlı'da her şey çok güzeldi, bütün halklar eşitti, özgürdü." Kimisi de Osmanlı'yı kötüler, cumhuriyet güzellemesi ve cumhuriyet kutsaması yapar. Oysa hiçbirimiz, hiçbir zaman tam anlamıyla, bütün kimlikler olarak, bütün inançlar olarak eşit ve özgür olamadık. Osmanlı'da da eşit değildik, Osmanlı'da hepimiz eşit değildik. Ayrı ayrı kimlikler, ayrı ayrı uygulamalara tabiydi. Mesela Hristiyan topluluklar haraç ve cizye uygulamalarıyla karşı karşıyaydı, ayrımcı uygulamalarla karşı karşıyaydı ve buna karşı da...

Sayın Başkan, bir uğultu var ama...

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen dinleyelim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - ...18'inci yüzyılda Avrupa'da başlayan özgürlük hayalleri, o güne kadar özgür ve eşit olabilme hayali kurmamış Osmanlı tebaalarına da eşit ve özgür olma rüyasını getirdi ve bu yönde talepler ortaya çıktı. 19'uncu yüzyılın başından itibaren bu rüyalar dillendirilmeye başlandı ve talepler ortaya konuldu. Bununla ilgili de, biliyorsunuz arkadaşlar, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı bunlarla ilgilidir ve bunlarla birlikte, padişahın gücünü dengeleyecek unsurlar devreye konma hayali ortaya kondu. Bununla ilgili ilk girişimleri de bakın arkadaşlar, Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler yaptılar. Bununla ilgili Anayasa girişimleri söz konusu oldu. 1860 Ermeni Nizamnamesi devreye kondu, Ermeni Nizamnamesi yazıldı ve Babıali tarafından 1863'te onaylandı. 1862'de Rum Patrikhane Nizamnamesi devreye kondu, 1865'te Hahambaşılık Nizamnamesi ortaya kondu. Bütün bunlar Anayasa belgeleriydi ve Anayasa belgelerinde hem kendi iç dengeleri yani o milletler sisteminin iç dengeleri yazılmıştı hem de devlete karşı sorumluluklar ve ödevler dengelenmişti, Babıali'de bunlar onaylanmıştı bir milletler sistemi içinde. Bütün bu arayışlar da çoğulcu, eşit ve adil bir düzen kurmak içindi bütün kimlikler açısından.

Daha sonra, arkadaşlar, bütün bu nizamnameler sonrasında 1876'da ilk Anayasa devreye geçti ve ilk Meclis. Bu da Abdülaziz istibdadına karşıydı. Mithat Paşa'nın girişimleri, Abdülaziz'in istibdadını dengelemek için bir Meclis kurulması düşüncesi devredeydi ve bu Meclis kurulursa bir güç dengelenir, denge ve denetleme ortaya konulur idealiydi.

Bu belgenin yazımında da bakın, 1876 belgesinin yazımında da bütün halklar devredeydi, bir komisyon çalıştı -aynı buradaki komisyon olduğu gibi- o komisyonda en önemli görevlerden birisi -burada saygıyla yâd etmek istiyorum ismini- Krikor Odyan'ındı, Anayasa'yı yazdı. Yani Anayasa'nın komisyonda yazımı Krikor Odyan tarafından yapılmıştır. Bir Ermeni Anayasa uzmanı tarafından yazılmıştır ilk Anayasa, tabii ki komisyonun çalışmaları neticesinde.

Ve 1863'te, 1860'larda yapılan o nizamnamelerden feyzalarak, hepimizin eşit olabileceği, bir Meclis tarafından temsil edilebileceği bir anayasa devreye kondu. Seçimler yapıldı ve ilk Anayasa'da, bakın, ilk Mecliste, arkadaşlar, temsiliyeti size söyleyeyim: O günkü nüfusa uygun, yüzde 60'ı Müslümandı, yüzde 40'ı gayrimüslim topluluktandı aşağı yukarı. Meclis de aşağı yukarı böyle oluştu; 69 Müslüman unsur vardı Mecliste temsil edilen, 40 da Ermeni, Rum ve Yahudi üye vardı arkadaşlar Mecliste, 46. Daha sonra, tabii ki Meclisimiz çok uzun ömürlü olmadı, yine kaotik bir anda, Osmanlı-Rus savaşı sonrası Abdülhamit Meclisi feshetti. Sonra, biliyorsunuz... Arkadaşlar, bakın, Meclisin gücünü almak nelere yol açtı. Otuz yılı aşkın bir istibdat dönemiyle karşı karşıya kaldık. Tam otuz yılı aşkın bir istibdat dönemi, yani Meclisin gücünü devre dışı bırakan bir istibdat dönemiyle karşı karşıya kaldık. Hani Abdülhamit dönemi kutsanır ama öyle değildi arkadaşlar. İstibdat demek iki türlü şeye sebebiyet verir, ya biat edersiniz istibdatta ya da sessizliğe bürünürsünüz. İtiraz eden kesimlerin tamamı sessizliğe büründürüldü. Bu otuz bir yıllık istibdat sonrası... Biliyorsunuz, istibdatlar sonsuz sürmez; üç yıl sürer, on üç yıl sürer, yirmi üç yıl sürer ama eninde sonunda istibdatlara karşı da birileri isyan eder, mücadele eder ve istibdatları devirirler. 1908 yılında II. Abdülhamit tekrar Anayasa'yı devreye sokmak zorunda kaldı.

Anayasa Tadil Komisyonu devreye girdi arkadaşlar, gene bir anayasa masası kuruldu, bütün halklar çok mutluydu o devrim sonrası ve tekrar bir tadil masası kuruldu. Padişahın yetkilerini sınırladı, sadrazamın yetkilerini artırdı, Meclisin yetkileri ciddi anlamda arttı, denge ve denetleme mekanizmaları devreye konuldu ama arkadaşlar, gücü ele geçirenler de -biliyorsunuz, eşitlik anlamında sorunlarımız olduğu için- 1909'daki 31 Mart Vakası'nı iyi bilirsiniz, onu Allah'ın bir lütfu olarak gördüler. Hani 15 Temmuzda darbe yaşadık ya, onu Allah'ın bir lütfu olarak görenler vardı ya, aynı, 31 Mart Vakası'nı da Allah'ın bir lütfu olarak görüp, gittikçe İttihat ve Terakki cuntasının gücü tahkim ettiği dönemlere geçtik. Sonra, bu iddia, 1913'teki Babıali Baskını sonrası -Talat, Enver ve Cemal- ilk cunta devreye geçti. Anayasa ve Meclis devre dışıydı zaten; 3 kişinin, bir cuntanın denetimine geçti devlet ve iddiası şuydu: "Biz kaybettiğimiz toprakları geri alacağız." Ve Turancı hayallerle maalesef ülkemizi -pek çok felaket vardır, bugün hâlâ anarız- Sarıkamış'ta ve daha pek çok cephede büyük felaketlere sürüklediler Anadolu halklarını ve sonrasında, biliyorsunuz, "Tek adama güç verin.", "3 kişiye güç verin.", "1 kişiye güç verin." iddiası ülkeyi büyük felaketlere sürükledi. Meclis devre dışıydı, basın ciddi baskılar altındaydı, hiçbir denge ve denetleme mekanizması yoktu ve ülke büyük felaketlere sürüklendi.

Arkadaşlar, o günlerde, o yaşadığımız felaketler sonrası, hani "Ülkeyi büyüteceğim." hayallerinde olanlar duvara çarpınca gelip Anadolu'da Türk'ün yurdu yapmak -hani "Türk'ün anayasası" diyenler var ya- iddiasıyla Anadolu'dan 4 halkı eksilttiler. Ermenileri, Süryanileri, Rumları ve Yahudileri bu ülkeden bir şekilde, öyle ya da böyle ya katlettiler ya gönderdiler ya sürdüler ve "Anadolu'yu Türk'ün yurdu yapma" iddiasında oldular. Büyük felaketler yaşadık o dönem sonrası.

Sonra, arkadaşlar, bütün bu suçların, günahların üzerinden geçerek 1921'de yeni bir anayasa yapıldı. O da çoğulcu bir anayasa olma iddiasındaydı kalan halklarla ilgili. Hani 4 halk yoktu ya, kalanlarla ilgili çoğulcu bir anayasa yapma iddiasındaydı ama maalesef, o gün de gücü ele geçirenlerin o çoğulculuk iddiaları gerçek değildi çünkü bir suç işlenmişse ve suç cezasız kalmışsa o suç tekrarlar arkadaşlar. Benzer kadrolar devredeydi ve 1924 Anayasası'yla tekçi anayasayı tahkim ettiler.

1924'te tekçi anayasayı yapınca "Hani, arkadaşlar, çoğulcu anayasa yapacaktık?" diyen Kürt halkı 1925'te Şeyh Sait İsyanı'yla buna karşılık verdi. Hani, bir ihanet olarak gösterilir ama bir isyandı sonuç olarak -yok sayılanlar, biliyorsunuz, ya sessizliğe bürünürler ya da isyan ederler- ve 1925'te buna hemen Takriri Sükûn Yasası'yla karşılık verildi ve ondan sonra, arkadaşlar, on yıllarca süren bir sessizlik dönemine mahkûm edildik. Ermeniler için üç kuşak, Kürtler için iki kuşak süren bir sessizlik dönemine ve tekçi bir döneme mahkûm edildik.

Bunun sonunda -kısadan geleyim, arada işlenen pek çok suçlar var ama- AKP'nin bir iddiası vardı. Hani, kendileri de 28 Şubat döneminden dolayı, yok sayılan bir sosyoloji oldukları iddiasıyla, "Bu ceberut düzene son vereceğiz arkadaşlar." iddiasıyla bütün toplum kesimlerinden destek istediler. Dediler ki: "Biz bu düzeni değiştireceğiz. Çoğulcu, herkesin eşit hissedeceği bir hukuk sistemi kuracağız. Güçler dengeli ve denetlenebilir olacak. Hepimiz özgür ve mutlu olacağız." Ama maalesef, bugün geldiğimiz noktada -bakın, değişim vaadi vardı- büyük karanlıklara savrulduk.

Bizim HDP olarak -ben Halkların Demokratik Partisinin kurucularından biriyim- iddiamız şuydu arkadaşlar: "İnkâr edilerek de meselelerimizi çözemiyoruz, isyan ederek de çözemiyoruz. Gelin, Mecliste, demokratik bir sistem içinde, konuşarak meselelerimizi çözelim." İddiamız buydu ama bir statüko var ki bu durumdan hiç mutlu değil. 7 Haziranda biz ciddi bir güç kazandık; 80 milletvekiliyle, rengârenk Meclise geldik. Ermeni'si, Türk'ü, Kürt'ü, Hristiyan'ı, Alevi'si, Müslüman'ı; bütün kimliklerimizle, kadını erkeği eşit olarak, eşit sayıda milletvekiliyle Meclise geldik, dedik ki: "Arkadaşlar, başka bir yol var. Gelin, elimizi tutun; el birliğiyle, beraber, eşitlikçi bir anayasayı devreye sokalım." Ama statüko devredeydi. "Eşitlik olmayacak, burası Türk'ün yurdu olacak ve Türk'ün anayasası olacak." diyen bir statüko vardı ve bunu diyenlerin de provokasyonları hazırdı.

Bakın, "Çözüm süreci biterse darbe olur." dedik. Biz bunu söyledik ve ben bunu bütün komisyonlarda ve Genel Kurulda defalarca tekrarladım. Arkadaşlarım bana şimdi geliyor her partiden, "Sen nereden biliyordun darbe olacağını" hani "ByLock'un mu var?" filan diyenler de oldu. Ben tek bir cemaate üyeyim, Ermeni Cemaati'ne üyeyim. Arkadaşlar, darbe olacağını bilmek için öyle byLock'a filan ihtiyaç yok.

BAŞKAN - Sayın Paylan, toparlayalım lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Darbe olacağını bilmek için Türkiye siyasi tarihine bakmak yeterlidir çünkü devletin tekçi anlayışını tahkim etmek isteyenler provokasyonlar yaparlar. Ne yaparlar biliyor musunuz? Gaziantep'te bir bomba patlattırırlar, buna yol verirler, 56 çocuğumuzu parçalattırırlar, aynı gün ne hikmetse ordu sınırda hazırdır ve orduyu Cerablus'a sokarlar. Bu provokasyonları yapanlar bunu yaparlar. Ve bugün bizim askerlerimiz orada hayatlarını kaybediyorlar. Bu provokasyonu yaparlar. Ankara'da bomba patlamasına yol verirler. Ceylânpınar'da 2 polisimizi öldürürler ve onlar eş zamanlı olarak Davutoğlu'na istihbarat verirler, uçakları kaldırtırlar ve savaşı başlattırırlar bu statükocular. Maalesef, biz bu girdaba düştük. Kısadan söyleyeyim, onlarca bombalama ve insanımızın hayatını kaybetmesi ve umudunu kaybetmesiyle karşı karşıya kaldık ve nihayetinde vardığımız yer, arkadaşlar, bir darbe oldu.

Darbe gecesi hep beraber mücadele verdik ve ertesi sabah, o geceden itibaren bütün Hükûmet yetkililerini aradık. Sayın Cumhurbaşkanına ulaşmaya çalıştık. Pek çok bakanla görüştük, "Gelin, bu darbeden bir ders çıkaralım. Çünkü bu darbe, bizi kutuplaştırdığı için, birbirimize düşürdüğü için başarılı oldu; birilerine 'hain' diye parmak sallanıldığı için başarılı oldu. Gelin, el birliğiyle bu girdaptan çıkabiliriz." dedik. "4 parti birlikte oturalım, konuşalım." dedik; Sayın Cumhurbaşkanına bu çağrıyı ilk Selahattin Demirtaş, Eş Genel Başkanımız yaptı o gecenin sabahında ama ne hikmetse, statüko bunu istemiyordu. Bir Yenikapı ruhu ortaya konuldu -Yenikapı ruhundaki vatandaşlarımızı tenzih ederim, oradaki milyonları- ama oradaki, sahnedeki ruh milliyetçi, tekçi bir ruhtu. Bizim önerimizse "Çoğulcu bir anlayışla bu girdaptan çıkabiliriz arkadaşlar." önerisiydi.

BAŞKAN - Sayın Paylan, toparlar mısınız.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bitiriyorum efendim, az kaldı.

Değerli arkadaşlar, bugün geldiğimizde Sayın Mehmet Parsak açıklamasında bunu söyledi, bu sunumunda, 21 maddelik anayasa önergesinde; dedi ki: "Bu, Türk'ün anayasasıdır." Bakın, cumhuriyetin kuruluşunda da böyle söylenmişti, "Burası Türk'ün devletidir ve Türk olmayanların tek yapabileceği bir şey vardır; hizmet etmek, biat etmek veya köle olmaktır." "Türk'ün anayasası" dediğiniz anda, buna karşı, bakın, bir millet tanımı var. Sayın Cumhurbaşkanı da hep söylüyor, "millet" diyor. Bakın, "bu millet" diye bir tanım ortaya koyuyor.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu, cumhuriyetin hangi metninde var Garo Bey? Bir bakan söylüyor, rica ederim ya.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Mahmut Esat Bozkurt.

Bakın, "millet" tanımında birileri kendini içinde hissediyor. Sayın Cumhurbaşkanı "millet" deyince, "tek millet" deyince birileri içinde hissediyor. Birileri de, ben mesela dışında hissediyorum "tek millet" deyince. Çünkü, "Türk'ün anayasası" dendiğinde ben dışında hissediyorum.

BAŞKAN - Sayın Paylan...

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bitiriyorum efendim, toparlıyorum.

Bu "millet" tanımını daha çoğulcu bir anlayışa taşımaya ihtiyacımız vardı arkadaşlar ama dışında hissedenlerin iki yolu var. Bakın, cumhuriyet tarihi boyunca da, Osmanlı tarihi boyunca da böyle olmuş. Bu istibdadı siz kurabilirsiniz, "Türk'ün anayasası" da diyebilirsiniz. Baskıcı bir rejim kurabilirsiniz, basını susturabilirsiniz, Parlamentoyu etkisiz hâle getirebilirsiniz, yargıyı etki altına alabilirsiniz. İstibdat kurulur. Ama, dışında hissedenlerin iki yolu var: Ya sessizliğe bürünecekler ya da isyan edecekler; ikisi de kötüdür. Sessizliğe bürünmek kişiliği parçalar. Bazı kimliklerden kişiler oraya yakın durmaya çalışırlar, ona biat etmeye çalışırlar, yaranmaya çalışırlar. Daha çok yaranmak zorundadırlar o kimliktekiler, o kimliğin dışında olanlar. Bazıları da isyan ederler ya da sessizliğe bürünürler. İkisi de kimliği ve kişiliği ve toplumu sakatlar arkadaşlar. Gelin, buna izin vermeyelim; birilerinin kazanmış, birilerinin kaybetmiş hissedeceği bir sonuca yol açmayalım.

Bakın, referandum sonucu aşağı yukarı belli. "Evet" ve "hayır" 40 ila 60 arasında oynayacak. Ben "hayır" çıkacağına eminim referanduma giderse ama "evet"in belki 50,01'le çıkması durumunda, kıl payı çıkarsa geri kalan yüzde 50, o "millet" tanımının içinde olmayacak, ya sessizliğe bürünecek ya da isyan edecek. İnkâr ve isyan sarmalından çıkmamız gerekiyor arkadaşlar. Hepimizin içinde hissedeceği, hepimizin az veya çok... Ben tam olarak hissetmek durumunda değilim ama az veya çok içimde hissedeceğim, kendimi güvende hissedebileceğim bir hukuk devleti istiyorum. Bir meclis istiyorum kendi temsilcilerimi bulabileceğim. Budur hayalimiz, budur özlemimiz. Gelin, hep beraber bunu yapalım arkadaşlar. Birilerimiz kaybetmiş, birilerimiz kazanmış... Bu hiçbirimizin hayrına değil.

Arkadaşlar, bakın, bu iklim, burada yaratılan iklim... Birbirimizi hedef gösteriyoruz. Az önce bir Bursa vekilimiz diğer Bursa vekilini hedef gösterdi.

BAŞKAN - Sayın Paylan, lütfen toparlayalım.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bitirdim, son cümlelerim efendim.

Arkadaşlar, bu iklim hepimizi yakar, geçmişte defalarca yaktı. Tek adama irade vermek belli kesimleri dışında hissettirir ve bu iklim, birbirimizi hedef gösterme, birbirimizi dışarıda hissettirme iklimi hepimizi yakar. Gelin, bu yoldan behemehâl dönelim diyorum arkadaşlar.

Hepinize saygılar sunarım.